Dost ve kardeş Bangladeş’te 14 Temmuz’da öğrencilere yönelik başlayan hükümet terörü neticesinde aşırı laik ve solcu Başbakan Şeyh Hasina Vecid, 17 yıllık iktidarını bırakarak Hindistan’a kaçmak zorunda kaldı. Ordu idaresinde geçici hükümet kurulması çalışmaları ve ülkede kaybolan düzeni inşa etme çalışmaları başladı. Ordu idareye el koyduktan iki gün sonra geçici sivil hükümetin kurulması sağlandı. Nobel ödüllü 84 yaşındaki Prof. Muhammed Yunus geçici hükümetin Başbakanlık görevini kabul etti. Paris'te bulunan Yunus'un birkaç gün içerisinde Dakka’ya dönmesi bekleniyor.

Yüksek Mahkeme’nin, aşağıda izah edeceğim, “kamuda kontenjan” yasasını onayladıktan sonra öğrenciler kararı protesto etmek için barışçıl protesto gösterisi yaparken öğrencilerin üzerine kesici, delici ve akabinde silahlarla ateş edilerek onlarcasının ölümüne sebebiyet verildi. Ölümlerin artması üzerine tüm ülke üniversitelerinde, akabinde liselerde protesto gösterileri başladı.

Hükümet her barışçıl gösteriyi şiddetle bastırma yolunu seçti. Orantısız güç kullanarak ağır yaralama ve sokak ortasında öğrencilere karşı yargısız infaz yapılması ülkede ve tüm dünyada infiale sebebiyet verdi. Asker ve polise hükümet aleyhine gösteri yapan herkesin üzerine doğrudan ateş açılması için yetki verildi. İlk dört günde yüzlerce öğrenci öldürüldü, binlercesi yaralandı ve on binlercesi gözaltına alındı.

Akşam sokağa çıkma yasağı ilan edilerek güvenlik birimleri gündüz protestolara katılan öğrenci ve velilerini toplayıp gözaltına almaya başladı. Ülkede internet, sosyal iletişim platformları, iletişim ve birçok yerde de elektrikler kesildi. Zaten sansürlü olan basına olaylarla ilgili haber yapılmaması, hükümetin yaptığı çağrı ve açıklamaları vermeleri bildirildi. Sadece uydu üzerinden haberleşen bazı gazeteciler ve medya kuruluşları dünyaya gerçekte olanları aktarabildi.

Başbakan Şeyh Hasina ilk önce protestocu öğrencileri “terörist” olmakla suçladı. Ertesi gün öğrencilerin bazı kamu binalarını bastığına dair haberler yayıldı. Ancak görüntülere bakıldığında baskını yapanların öğrenci olmadığı hemen anlaşılıyor. Hükümet yanlısı ve Avami Birlik Partisi’nin militanları tarafından böyle ucuz bir tiyatronun sergilendiği kısa zamanda anlaşıldı.

Hükümet öğrencilerin taleplerini reddetti

Başkent Dakka’da metrosunun birkaç istasyonunun oturakları tahrip edildiği için Şeyh Hasina o yeri ziyaret ederek kameralara doğru ağlamaklı “güzelim metroyu ne hale getirdiler” diyerek öğrencilerin terörist örgütlerle ilişkili olduğunu iddia etti. Bu söylemi de halk ve sokak tarafından satın alınmadı. Öğrencilere destek veren halk söz konusu yüzde 56’lık kontenjan yasasını geri çekmesi, hereksin eşit bir şekilde imtihana girerek kamuda işe yerleşmesini talep etti.

Öğrenciler okullarına dönüp imtihanlarına çalışmak istediklerini, sokaklarda ve okullarda eylem yapmak istemediklerini ancak ayrımcı yasanın geri çekilmesini, öldürülen kişilerin ailelerinden özür dilenmesini, gözaltında olanların serbest bırakılmasını, yaralıların tedavilerinin yapılmasını ve suçlu olan güvenlik mensuplarının adil yargılanması sözü karşılığında eylemlere son vereceklerini ilan ettiler. Bu arada mahkeme daha önce verdiği yüzde 56’lık kontenjanı yüzde 5’e düşürdüğünü açıklasa da eylemciler yasanın tamamının iptal edilmesinde ısrar etti.

Öğrenci hareketinin lideri konumuna gelen Niahid İslam, 48 saat eylem yapmayacaklarını, bu zaman içerisinde hükümetin kamuoyuna açıklama yapması için mühlet verdi. İki gün boyunca hükümet talepleri kabul etmediği gibi eylemcilerin hepsini terörist olarak ilan etti. Başbakan Hasina, protestoya katılanların artık 'öğrenci' olarak görülmeyeceğini, hepsine birer 'suçluymuş' gibi muamele edileceğini ve "halkın demir elleriyle" protestoculara karşılık verileceğini söylemesi üzerine iktidardaki Avami Birliği Parti üyeleri ve gençlik yapılanması sokağa indi. Arkalarına polis ve askerleri alarak sivillerin üzerine silahlarla saldırmaya başladı.

Sokak ve caddeler masum sivillerin naaşlarıyla doldu. Hükümet ölülerin sayısını açıklamaktan hep keçindi. İlk haftada ölenlerin 300 olduğu açıklamasını daha sonra geri çekerek 150 civarında kişinin öldüğünü duyurdu. Oysa gerçek rakamlar ne yazık ki yaklaşık bin olduğu açıklandı. Hala yüzlerce öğrenci ve sivil ise kayıp.

İktidar partileri Cemaat-i İslam’ı kapatma kararı aldı

Normal bir protesto eylemi artık kan davasına dönüştü. Bu kez halk ve öğrenciler Başbakan Hasina’nın istifa etmesini istemeye başladı. Eylemci öğrenciler hiçbir siyasi parti veya örgüt adına değil sadece kendi geleceklerinin ellerinden alınmaması için imtiyazlı yasasının kaldırılmasını talep etti. Daha sonra öğrencileri “radikal” ve “kökten dinci” gibi emperyalistlerin uydurduğu sıfatlarla itham etti. Hatta bunların arkasında Bangladeş Cemaat-i İslam Partisi’nin (CİP) olduğunu iddia etti.

İktidar partisinin paydaşları olan 14 küçük ve yandaş partiyle 30 Temmuz’da bir toplantı yaparak Cemaat-i İslam’ın kapatılmasına dair karar aldılar. Mahkeme, hakim, savcı veya savunma olmadan birkaç siyasi parti bir başka siyasi partiyi kapatma kararı aldı. Açıklamayı Bangladeş Sofiler Birliği Başkanı yaptı. 1 Ağustos’tan itibaren CİP’in yasaklı olacağı, liderlerinin tutuklanacağı ve mallarına el konulacağı ilan edildi.

Öğrenci olaylarını unutturup CİP üyelerini sokağa dökmek isteyen Başbakan Hasina kendince zeki(!) bir plan yaptı ancak CİP bu tuzağa düşmeden alınan kararın yok hükmünde olduğunu, kararı kabul etmediklerini belirterek bu aşamada gösteri yapılmaması ve öğrencilerin haklı taleplerine destek verilmesini duyurunca kaos ortamının oluşmanın önüne geçildi.    

Sinsi planı tutmayınca bu kez Şeyh Hasina, protestocuların arkasında, muhalefetteki Bangladeş Milliyetçi Partisi'nin (BNP) ve yasaklı statüdeki Cemaat-i İslam olduğunu iddia etti. Bu kez Hasina, BNP’nin de yasaklı listesine alınması için çalışma yapmaya kalkışınca CİP ile BNP taraftarlarına ve özgürlük yanlısı olan tüm siyasi partililerin Başkent Dakka’ya gelmeleri istendi. Ağustos başında milyonlarca insan farklı illerden kalkarak başkente doğru yürümeye başladı.

Bangladeş’in yüzde 90’i Müslüman olmasına rağmen ülkede bulunan 64 vilayetin yaklaşık 50’nin valisi Hindu’dur. Sıkıyönetim nedeniyle söz konusu valiler halkın yürüyüşüne izin vermedi. Birçok kentte güvenlik birimleri halkın üzerine ateş açarak en az 97 kişinin ölümüne, yüzlercesinin de yaralanmasına sebebiyet verdiler. Halk yine de başkente akın etmeye devam etti.

Asker “kurtarıcı” olarak gösterildi

Son bir hafta boyunca garip bir şekilde basın-yayın mecralarında “bu sorunu ancak asker çözer” cümleleri sıkça kullanılmaya başlandı. Yönlendirmeyle halkta askerlere karşı bir sempati başladı. Oysa katliamı yapanların bir kısmı asker olmasına rağmen yine de sempati duyulmaya başlandı. Biz bu senaryoyu, filmi, 12 Eylül askeri faşist darbesinde görmüştük. O zaman da ülkemizde sağ ve sol kesimden öldürülenler için “akan kanı ancak asker önler” sesleri duyuluyordu. Şimdi ayni film Bangladeş’te karşımıza çıktı.   

Halk barikatları aşarak öğrencilerin protestosuna katılmaları ve bazı sivillerin elinde silah olduğu, hatta bazı silahların barikatlarda kendilerini durduran ve üzerlerine ateş açan askerlerin silahları olduğu anlaşılınca işin rengi değişmeye ve iç savaşa doğru evrileceğini kavrayan Genelkurmay Başkanı Waker Uz Zaman 3 Ağustos sabahı Başbakan Şeyh Hasina’nin konutuna giderek istifa etmesini talep etti. O da önünde başka bir seçenek olmadığını gördü. Oynanması gereken her türlü hileli oyunu oynadığını, Hindistan, ABD ve emperyalist danışmanların tüm dediklerini yerine getirmesine ve sivil halkın üzerine kurşun yağdırmasına rağmen eylemcilerin inatla başkente gelmeleri karşısında yapacak bir şeyinin olmadığı anladı.

İstifasını Cumhurbaşkanı Muhammed Şahabuddin’e sunan Şeyh Hasina bir basın açıklaması yaparak istifa ettiğini veya görevi yardımcısına bıraktığını duyurmak istemesine Genelkurmay Başkanı Waker Uz Zaman müsaade etmedi. Bankalardan, malikanelerindeki para, altın ve maddi değeri olan eşyaları bavula doldurup helikoptere binerek kuklası olduğu Hindistan’a kaçtı. Onun kaçmasından birkaç saat sonra ise halk konutunu ve başbakanlık binasını bastı. Eğer kaçmasaydı öfkeli kalabalığın elinden onu kimse alamazdı. Muammer Kaddafi ve Romanya’nın diktatörü Nikolay Çavuşesku gibi yakalandığı mahalde öldürülürdü. 

Genelkurmay Başkanı şimdilik sözünü tutuyor

Sembolik yetki sahibi Cumhurbaşkanı parlamentoyu feshetti. Yönetimi ele alan askerler öğrencilerin tüm taleplerinin kabul edileceği, tartışmalı yasanın tamamen iptal edileceği, geçici hükümetin kurulacağı, bu hükümette askerlerden kimsenin olmayacağı sözünü vererek halktan ve öğrencilerden eylemlerini sonlandırmalarını ve kendilerine bir hafta mühlet vermelerini talep etti. Bu talep herkes tarafından memnuniyetle karşılandı. Haksız gözaltına alınanlar tüm siyasi mahkumlar anında serbest bırakıldı. Ev hapsindeki 78 yaşındaki eski Başbakan Begüm Halide Ziya ile Cemaat-i İslam üyeleri de serbest bırakıldı.

Devrik Başbakan Hasina’nin akrabası olan Genelkurmay Başkanı şimdiye kadar verdiği sözü yerine getirdi. Ancak ilerideki günlerde neler olacağını hep birlikte göreceğiz. Asker koltuğu görünce pek kolay oradan ayrılmaz. Bunu ülkemizde sıkça gördük. Bangladeş’te durumun nasıl sonuçlanacağına ihtiyatla yaklaşmalıyız.    

Waker Uz Zaman, sözde yasaklı olan Cemaat-i İslam liderleriyle ve tüm muhalefetteki liderlerle görüştü. Kimseyi dışlamadı. Söz verdiği gibi herkesi kapsayan bir çerçeve çizdi. Bu tutumundan dolayı CİP liderleri Waker’a teşekkür etti.

Geçici hükümetin başbakanlığını kabul eden, dünya genelinde “mikrofinansçi” olarak tanınan Muhammed Yunus öğrenci protestolarına başından beri destek veriyordu. Ülkede yaşanan vahşet olaylarının bir kısmı onun ofisinden yapılan paylaşımlar sayesinde dünyaya yayıldı.

Kamuda kontenjan olayı nedir?

1971’de Bangladeş Pakistan’dan kanlı bir şekilde, iç savaş nedeniyle ayrıldı ve bağımsız bir devlet oldu. 1946’da birlikte ayrılarak ortak devlet kurdular. Hindistan, aşırı laik ve nasyonalist solcu olan Mucib ur Raman’a İngilizlerin onayıyla silah, militan ve istihbarat yardımı vererek başlatılan iç savaşta karşılıklı ölenler oldu. Aslında bu bir kardeş savaşıydı.

Keşmir nedeniyle Hindistan’la savaşan Pakistan, Doğu Pakistan olarak adlandırılan Bangladeş’te daha fazla dayanamadı ve çekilmek zorunda kaldı. “Örnek aldığım kişi Mustafa Kemal’dir” diyen Mucib ur Raman ülkedeki İslami yapı ve özellikle de 1971’deki iç savaşa taraftar olmayan Cemaat-i İslam mensuplarına yönelik aşırı baskı yaptı. Birlikte mücadele ettiği kişilere yeni kurulan devlette çalışma hakkı tanıdı.

Hasina, 1996’daki seçimlerde çoğunluğu elde ederek hükümeti kurduğunda iç savaşa katılanların çocukları için, uzun tartışmalar sonunda, kamuda yüzde 5’lik kontenjan ayırdı. 2018 yılında bu kontenjanı artırmak istedi ancak başarılı olamadı. İktidar partisinin idaresindeki Yüksek Mahkeme bu yıl kamuda çalışacaklar için ayrılan yüzde 56’lık kontenjan yasasını kabul etti. Söz konusu yüzde 56’lık kontenjanın içerisinde yüzde 2’lik dilim “azınlık ve transgender” yanı sapık ve sapkın olan LGBT’liler için ayrıldı.

ABD ve Hindistan’ın emri altında olan Hasina, ülkesinde bu sapkınlığı yaygınlaştırmak için söylenenlerin hepsini yaptı. Kamuda iş bulma vaadiyle sapıklığı daha da cazip hale getirmek isteyen iktidara başta öğrenciler ve halk isyan etti. Devrik diktatör Hasina, kendine bağlı ve partisinin üyelerinin çocuklarını kanunla devlete doldurup aslında bir akraba idaresi kurmak istedi. Yaklaşık 180 milyonluk ülkede milyonlarca insan günlük ancak 50 lira kazanıyor. Fakirlik ve işsizlik had safhada, 18 Milyon eğitimli insan işsiz.

Torpil ve ayrımcılık olmadan herkes eşit bir şekilde imtihana girerek liyakate göre insanların işe girmesi talebi silahla ve ölümle karşılık bulunca Bangladeş halkı gerçek bir kurtuluş mücadelesi vererek başına bela olan Şeyh Hasina’yi ülkeden defetti. Olur olmaz her yerde heykeli bulunan Mucib ur Raman’ın büstleri kırılmaya başlandı. Halk aslında ilk defa kendine geldi. Diktatör ve faşistlere pirim vermeyeceğini haykırmaya devam ediyor.

Tüm muhaliflerini ortadan kaldırdı

Devrik Şeyh Hasina, muhaliflerine, kendini eleştirenlere ve medyaya karşı son derece baskıcı otoriter tedbirler uyguladı. Muhalifleri seçimlere sokturmadı. Yargı yoluyla tüm rakiplerini hapse attı, sürgün etti bir kısmı da kaçtı. Hükümet aleyhinde konuşan yüzlerce siyasi kaçırıldı, akıbeti belli değil. Yargısız infazlar yaptı. Gizli hapishane ve sorgulamak için işkenceyi meşru hale getirdi. İtaat etmeyenlere ülkede yaşama şansı vermedi.

Adalet arayan herkes ailesiyle birlikte ortalıktan kaldırıldı. Özellikle İslami cemaat ve cemiyetlere karşı aşırı düşmanca tutumuyla tanınan Hasina, yüzde 10’luk Hindu azınlığa çok büyük imtiyazlar verdi. Ülke Hindistan’ın bir eyaleti gibi yöneltiyordu. On binlerce Hindu gizli servisi (RAW) elemanları istediği kişiyi sorguluyor ve ortadan kaldırıyordu. Ülkenin başına bela olan “Hızlı Eylem Taburu” Hasina’nin özel ölüm timi gibi görev yapıyordu. Ülkede İnsan Haklarından söz dahi edilemiyordu. ABD bile Hasina’nın yaptığı yargısız infazlara dayanamadı ve kınama mesajı yayınlamak zorunda kaldı.  

Bir an önce özgür ve adil seçimlere gidilip gerçek anlamda halkın ekonomi gücünü artıracak kapsayıcı bir hükümetin kurulması ve Hindistan’ın tahakkümünden kurtulması gerekir.

Hindistan’dan gelebilecek tehdit ve içerideki ajanların tahriklerine dikkat etmek gerekir. Özellikle “Hindu azınlığa öldürme olayları yaşanıyor” yalanıyla, soykırımcı İsrail ve ortağı ABD’nin desteğini alarak Hint askeri Bangladeş’e girebilir. Doğu Türkistan, Keşmir, Suriye, Sudan, ciğer paremiz Gazze ve Kudüs’ten sonra Bangladeş’in işgali hepimizi üzer.