Muş Alparslan Üniversitesi Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümünde çalışmalar yürüten Dr. İkram Filiz ile “Irak Kürtleri, Seküler ve İslamcı Kürt Partiler Hareketler ve Kavramsal Tartışmalar” kitabı üzerine ve ayrıca son dönem Gazze katliamı dolayısıyla Kuzey Irak Kürtleri ve İsrail ilişkileri üzerine İslam Düşüncesi sitesi olarak bir röportaj gerçekleştirdik.
İslam Düşüncesi sitesi olarak öncelikle bu röportajı kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.“Irak Kürtleri, Seküler ve İslamcı Kürt Partiler Hareketler ve Kavramsal Tartışmalar” kitabınız 2021 yılında Nida Yayıncılık’tan çıktı. Bu kitap saha araştırmalarına dayanıyordu. Kitabın yazılabilmesi için sanırım bir süre Irak Kürdistan Bölgesi’nde kaldınız. Bu süreci ve bu kitabın yazılma nedenlerini kısaca bizimle paylaşır mısınız?
Ben teşekkür ederim. Kitabımız aslında doktora tezimizin biraz daha kitap formatına sokularak basılmış halidir. Doktora döneminde teorik bir konuyu ele almaktan öte, Müslüman toplumlarla ilgili olmak üzere sahadaki verilere dayalı bir çalışma yapmayı tercih ettik. Irak Kürtleri ile ilgili sosyo-politik çalışmaların Türkiye’de sınırlı ve yanlı olması, tercihimizin şekillenmesinde etkili olmuştur. Bu nedenle seküler ve İslamcı aktörlerin bölgedeki siyasî ve kültürel faaliyetleri, toplum değerlendirmeleri, din-siyaset ilişkisine yönelik tutumları ve Kürt kimliğinin merkezi konumu karşısında gelişen yaklaşımları araştırmaya konu olmuştur. Bu yönüyle seküler ve İslamcı aktörlerin anlaşmalı veya ihtilaflı tarihsel arka planlarına ışık tutmayı, onların benzer ve farklı yönleri üzerinde durmayı, Kürt Milliyetçiliğinin güçlü etkisi karşısında ortaya çıkan reflekslerini karşılaştırmayı ve bunun üzerinden Irak Kürdistan Bölgesi’ne Türkiye’den bir projeksiyon tutmayı hedefledik. Çalışmanın bir saha çalışması olması hasebiyle bölgede her iki tarafın da partiler içinde farklı görevlerde yer alan temsilcileriyle mülakatlar gerçekleştirdik. Ayrıca dil engelinin olmaması sayesinde konuyla ilgili Kürtçenin Sorani lehçesi ve Arapça, yazılı ve görsel literatürden de azami derece faydalanılmıştır.
Kitabınızın büyük bir kısmında Kürtlerde sekülerizm olgusunu saha araştırmalarına dayanarak işliyorsunuz. Kürt toplumunda sekülerizmi ortaya çıkaran başat faktörler nelerdir? Kürtlerin son dönemlerde seküler yaşama dair ortaya koydukları reaksiyonları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Modern çağ, diğer bir adlandırmayla seküler bir çağ olarak da okunabilir. Tarihsel seyri itibarıyla sekülerizm olgusu batılı toplumlardan doğulu toplumlara doğru bir seyir takip etmiştir. Batılı toplumların aksine Batı’nın dışında kalan toplumlar sekülerizm olgusuna kendi tarihsel ve kültürel tecrübeleriyle birlikte yakalanmışlardır. Sekülerizm Batı örneğinde belli bir kültürel dünyanın doğal sonucu olarak tezahür ederken Doğu örneğinde tarihsel arka plandan kopuk, icbarî, tepeden inmeci ve sömürgecilik faaliyetleri bağlamında siyasal ve kültürel hayata dahil olmuştur. Bu nedenle kavramın batılı tecrübî konumuna doğal seyir, Batı dışında kalan toplumlar içindeki arızî, sunî konumuna ise icbarî seyir diyebiliriz. Kürtler de böyle bir tecrübenin içinden geçmekle birlikte bazı noktalarda diğer Müslüman halklardan ayrılmaktadır.
Kürtler, sekülerizm olgusuyla Müslüman toplumların karşılaştıkları sosyal, siyasal ve kültürel zeminden farklı bir zeminde karşılaşmışlardır. Mesela Kürtler, Müslüman toplumların devlet merkezli sekülarizasyon pratiğinin veya politikasının talî unsurları olarak sekülerizm olgusuyla tanışmışlardır. Kürt pratiğinden ve tecrübesinden farklı olarak ulus devletler eliyle gerçekleştirilmek istenen sekülarizasyon politikalarının doğrudan muhatapları, Osmanlı devletinin yıkılmasından sonra ortaya çıkan seküler-ulus devletlerin Müslüman halkları olmuştur. Kürtler bu sürecin devlet eliyle gerçekleştirilme boyutlarının dolaylı etkilerine maruz kalmışlardır. Denilebilir ki bu yüzden Kürt sekülarizasyonu devlet dışı aktörlerin eliyle gerçekleştirilen, diğer Müslüman halklardan farklı olarak geç dönem sekülarizasyonu şeklinde tanımlanabilir. Devlet dışı aktörler olarak siyasî partiler, sivil toplum örgütlenmeleri ve illegal örgütler Kürt sekülarizasyonunda etkili aktörler olarak yer almışlardır. Söz konusu örgütlenmeler sol hareketlerin ideolojik temelinden beslenmiş ve bunun yanına da Kürt milliyetçiliğini alarak seküler milliyetçiliğin kitleselleşmesinde etkili olmuşlardır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde ve hemen sonrasında dinî öğelerle iç içe olan Kürt milliyetçiliği, İkinci Dünya Savaşı sonrasında yerini, sol-seküler ideolojilerin küreselleşmesinin de etkisiyle, seküler Kürt milliyetçiliğine bırakmıştır. Muhafazakâr Kürt milliyetçiliğinin başlangıçtaki güçlü etkisi zayıflamış, onun karşısında yer alan seküler Kürt milliyetçiliği süreç içinde güçlenerek ve kitleselleşerek Kürt toplumunda başat aktör olabilmiştir. Bu arada Kürt İslamcı yapılanmaların bu rüzgâr karşısında güçlü bir etki gösteremedikleri, süreç içinde milliyetçi tonları ağır basan söylemlere evrildikleri de ifade edilebilir. Aslında tarihsel kategorik bir ayırım olarak Kürt milliyetçiliği şemasının başında geleneksel dinî önderlerle yola çıkmış yapılanmaların öncülüğünden söz edilebilir. Fakat sonrasında ise seküler ve İslamcı hareketler, söz konusu hareketlerin içinden alternatif söylem ve yapılanmalar olarak ortaya çıkmalarına rağmen seküler söylem ve pratikler, örgütlü zemini ile birlikte geleneksel dinî hareketler ile İslamcı hareketlerin önüne geçmiştir.
Osmanlı sonrasında ulus devletler olarak ortaya çıkan devletlerin sınırları içinde kalan Kürtlerin dağılan bir imparatorluktan, diğer Müslüman halklarda olduğu gibi, bir devlet olarak ortaya çıkamamaları, seküler hareketlerin güçlenmesinde ve kitleselleşmesinde etkili olmuştur. Bu yapılar Kürtlerin süregelen siyasî ve kültürel mağduriyetlerinin sözcüsü konumuna yükselerek Kürt toplumunda meşru zemin bulabilmişlerdir. Yapıların seküler karakterleri ve pratikleri seküler bir kitlenin inşa edilebilmesini de beraberinde getirmiştir. Seküler hareketler, Müslüman halkların ve devletlerin Kürtlerin dinî hassasiyetlerini suistimal ettiği argümanı üzerinden bir söylem benimsemiş, İslam’ın ve Müslümanların Kürt ulus bilincinin gelişiminde engelleyici bir rol oynadığını vurgulamış ve böylece söylem ve eylem üstünlüğünü ele geçirerek seküler Kürt milliyetçilinin Kürt toplumunda yerleşik hale gelmesine zemin hazırlamışlardır.
Bugün Irak, İran, Türkiye ve Suriye sınırları içinde yaşayan Kürtlerin ezici çoğunluğu seküler-sivil veya illegal örgütlenmelerin etkisi altındadır. Kürtlerin İslamî kimlikleri bu yapılar eliyle hızlı bir şekilde aşındırılmaktadır. İslamcı veya geleneksel dinî yapılanmalar ise bu dalganın karşısında güçlü bir söylem üretememekte ve alternatif olabilmekte zorlanmaktadır, denilebilir. Mevcut Kürt realitesi bağlamında ulus ideolojisi güçlü egemen devletlerin geliştirdikleri olumsuz söylem ve pratikler, İslamcı veya geleneksel dinî otoriterlerin Kürt toplumundaki konumlarını zayıflatmakta, “Müslümanlar kardeştir” söylemleri, etkisini yitirmekte ve bu olumsuz durum seküler Kürt milliyetçiliğinin elini güçlendirmektedir.
Bir kısım seküler Kürtlerin “Kürtlerin İslamlaşmasından dolayı gerilediği” hususundaki söylemlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Ayrıca İslam ve Kürtlerin bir arada anılmama hazımsızlığını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Az önce de bahsettiğim gibi Kürt toplumunda sol-seküler kesimlerin söylem üstünlüğü, bu tür yargıların daha cesurca söylenmesini beraberinde getirmektedir. Bu argüman aslında diğer Müslüman halklar söz konusu olduğunda da sekülerler tarafından sıklıkla dile getirilmektedir. Bu durumu seküler Türk, Fars, Arap Milliyetçiliğinde de çeşitli dozlarda görebilmek pekala mümkündür. Kürtler söz konusu olduğunda ise bu söylemin daha geç bir dönemde Kürt toplumunda yer edindiğini söyleyebiliriz.
Zannımca İslam’ın Kürtlerin geri kalmasında etkili olduğu söyleminin birkaç boyutundan söz edilebilir. Şimdi, bir ulus yaratılmak isteniyor. Bunun için mesela bu ulusun tarihsel kadim bir milletin devamı olduğu sürekli işlenerek ulus bilinci tahkim ediliyor. Kadim tarih ve millet anlatısının temel argümanını, İslam’ın Kürtler tarafından kabul edilmesiyle Kürt millî kimliğinin gelişiminin sekteye uğraması oluşturmaktadır. Yani biz bir dönem kadim bir ulus olarak tarih sahnesinde vardık ama İslam’ın gelmesi ile bunu kaybettik deniliyor.
İslam karşıtlığının diğer boyutunda ise Kürtleri Müslüman halklardan uzaklaştırmak projesi vardır. Buradaki anlatı, Kürtlerin diğer Müslüman halklardan zulüm gördüklerine; ret, inkâr ve asimilasyona tabi tutulduklarına; Kürt dilinin ve kimliğinin kabul edilmediğine ve Kürtlerin devlet olma hakkının kardeş Müslüman halklarca tanınmadığına dayandırılmaktadır. Bu süreçte ötekisi Müslüman halklar olan yeni bir ulus yaratmak, temel hedeflerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Doğrusu mevcut gerçekliği, Müslüman toplumları birbirinden koparacak senaryolara hizmet eden akademik ve siyasal-küresel çevreler de hem yerel düzeyde, hem de uluslararası seviyede desteklemektedir. Son olarak yaratılmak istenen seküler bir Kürt ulusudur. Seküler bir ulusun var edilebilmesinde en büyük engelleyici güç İslam olarak düşünülmektedir. İslam ve Müslümanlar Kürtlerin gözünde kötüleştirildiğinde, Kürtler İslam karşıtı söylemlerin alıcıları konumuna getirildiğinde bu proje başarılı olabilecektir.
Kitabınızda seküler ve İslamcı Kürt partiler şeklinde ayırım yapıyorsunuz. Irak Kürdistan Bölgesi’nde bu ayırım neden var? Kürtler kendileri ile İslam arasına bir mesafe mi koydular? Bu bağlamda seküler paradigmanın Kürtler üzerindeki etkisi nedir?
Seküler ve İslamcı Kürt Partiler ayırımı doğrusu bana ait değil. Irak Kürdistan Bölgesi’nde zaten bu tanımlama var. Partiler yukarıdaki kategori üzerinden tanımlanıyor. Bu yönüyle Kürt Bölgesi’ndeki bu kategorik ayırımı Türkiye zemininden okumamak gerekir. Yani Türkiye’de net sınırlarla partileri seküler ve İslamcı diye ayırabilmek mümkün değil, en azından Türkiye’de böyle bir gelenek veya algı yok denilebilir. Zaten partilerin de kendilerini bu netlikte tanımlamadıklarını gözlemliyoruz. Fakat Irak Kürdistan Bölgesi’nde böyle bir netlik ve ayırım var. Bunu şunun için belirtmek gereği duydum: Böyle bir kategoriden hareketle seküler Kürt partilerinin yöneticileri ile onlara oy veren herkes İslam karşıtıdır şeklinde bir yargıya ulaşmamak gerekir. Ayrıca bölgede tartışılan konulardan biri olan İslamcı ve Müslüman ayırımı konusu üzerinde durmakta da yarar var. Mesela seküler partileri destekleyen biri ben Müslümanım ama İslamcı değilim diyebiliyor. Çünkü ona göre İslam, dinî bir kategori iken İslamcılık ideolojik bir kategoriye karşılık gelmektedir. Kısacası Irak Kürdistan Bölgesi’nde seküler ve İslamcı partiler ayırımı üzerinden Kürtler, İslam ile aralarına mesafe koydular yargısında bulunmak yanlış bir çıkarsamadır. Belki bu durumu Kürtlerin seküler partilere verdikleri desteği İslamcı partilere vermedikleri şeklinde okumak daha sağlıklı olur.
Şunu belirtmekte fayda var: Seküler Kürt partiler bölge devletlerinin Kürtlere yönelik olumsuz yaklaşımlarını avantaja dönüştürmekte başarılı olmaktadırlar. Kürtlerin devletsiz bir halk olarak kardeş kabul ettikleri Müslümanlar tarafından terk edildikleri argümanı, güçlü bir şekilde karşımızda durmaktadır. Ayrıca uluslararası küresel güçlerin bu konularda seküler partilerle iş tutmaları ve onları desteklemeleri Kürtlerin Müslüman, İslam, İslamcı imajını olumsuz etkilemektedir denilebilir.
Kitabınızda Irak Kürtlerinin İslamcılık serencamından bahsediyorsunuz. Irak Kürdistan Bölgesi’nde İslamcılığı ortaya çıkaran ve onu besleyen temel parametreler nelerdir ve bu bağlamda Kürt İslamcı hareketlerin genel durumu nedir?
Genel anlamda Irak Kürtlerinin serencamında Osmanlının dağılmasını bir dönüm noktası olarak görebiliriz. Bu dönemde Kürtler toplumsal ve kültürel anlamda baskın Kadirî ve Nakşî gelenekten gelen medreselerin etkisi altında kalmışlardır. Kürt Seyda ve mollalar Kürtlerin sadece dinî işlerinde öncü olarak görev almamışlardır. Kürt kültürünün ve dilinin gelişmesinde de merkezî öneme sahiptirler. Ayrıca Osmanlı’nın yıkılmasından sonra ilk dönemlerde Kürt siyasetinin merkezinde yer almışlardır. Kürtçenin bugünlere getirilmesinde, seküler veya İslamcı Kürt hareketlerin tarihsel arka planlarında, kendileri İslamcı veya seküler olarak tanımlanmasa da, molla ve Seydalar vardır. Denilebilir ki İkinci Dünya Savaşı’na kadar geleneksel dinî-siyasî kadrolar ve hareketler Kürt siyasetinin yürütülmesinde öncü olma rollerini devam ettirebilmişlerdir. Tam olarak şekillenmemiş seküler veya İslamcı kadro ve hareketleri güçlü, meşru, toplumsal zeminleriyle birlikte bünyelerinde tutabilmişlerdir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra iki kutuplu dünya ekseninde gelişen olaylar solun da güçlenmesini paralelinde getirmiştir. Geleneksel dinî kadro ve hareketlerin içeride zayıflaması, yeni hareketlerin ortaya çıkmasına imkân tanımıştır. Bunlardan olmak üzere İslamcılık da bir alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Kürt mağduriyetini temele alan, bununla birlikte Kürtleri İslam ümmetinin bir parçası olarak gören söylem ve eylemler bu hareketlerin genel karakteristik özellikleri olarak ön plana çıkmıştır. İhvan-ı Müslimin hareketinin Irak Kürtleri içinde örgütlenmesi ile birlikte de modern anlamda İslamcıların somut olarak Kürt toplumunda ortaya çıktığından söz edilebilir. İhvan etkisi, Kürt İslamcılığı okumalarında merkezî bir konumda yer almaktadır. İhvan etkisini dışarıda tutan yaklaşımlar Kürt İslamcılığını değerlendirmede eksik sonuçlara ulaşmayı da beraberinde getirecektir.
Günümüzde ise İslamcı Kürt partilerin seçimlerde aldıkları oylar yüzde on-yirmi aralığında gidip gelmektedir. İslamcıların Irak Kürdistan Bölgesi’nde iktidar olamamasının ise birkaç nedeninden söz edilebilir. İslamcıların yerli olmadıklarına dair söylemler, Kürt halkını değil, diğer Müslüman halkları ümmetçilik adı altında önceledikleri tarzında propaganda, İslamcı partilerin iç sorunları ve kendi aralarındaki çekişmeler, cihadî-Selefî gruplar ile DAİŞ’in İslamcı gruplarla özdeşleştirilmesi ve bunun üzerinden İslamcı partilerin Kürt toplumu nezdindeki konumlarını zayıflatma çabaları, aynı zamanda bu gruplara katılan bazı İslamcı şahsiyetlerin olumsuz etkileri, İslamcı partilerin gelişiminin önündeki engeller olarak okunabilir.
İslamcı Kürt hareketler, Gazze’de yaşanan soykırım, Hamas ve son dönemde Ortadoğu’da yaşanan gerilimler hakkında nasıl bir reaksiyon ortaya koymaktalar? Ayrıca İsrail’in bir kısım Kürt gruplar üzerinde etkin olduğu ve bu yönüyle bu grupların İsrail ile işbirliği yaptıkları herkesin malumudur. Bu birlikteliğin arkasında ne var? İsrail bununla neyi amaçlıyor?
Irak Kürdistan Bölgesi’nde faaliyet yürüten İslamcı partilerin Gazze konusundaki genel yaklaşımları Türkiye’deki İslamcı yapılardan farklı değil. Buradaki İslamcı yapılar İslam aleminde olduğu gibi Gazze konusunda genel anlamda İslamcı reflekslere sahiptirler. Ancak Kürt bölgesinde Gazze için yapılacak gösteri ve eylemler yasaklanmıştır. Bu yüzden İslamcı partiler ve hareketler kendi teşkilatlarında, merkezlerinde ve kapalı salonlarda etkinlikler yapmakla yetinmektedirler. Buna bağlı olarak kitlesel düzeyde ciddi bir eylem yapamamaktadırlar. Irak Kürdistan Bölgesi’nde Erbil merkezli KDP yönetimi ve Süleymaniye merkezli KYB yönetimi, bu türden eylemlerin yapılmasını engellemektedir. Doğrusu bu durum karşısında da ciddi bir reaksiyon ortaya konulamamaktadır. Bunun yaşanmasında İslamcı yapıların dağınıklığının ve ortak etkinlikler gerçekleştirememelerinin etkisi de vardır.
İsrail, Seküler Kürt gruplar üzerinde akademik, istihbarî ve siyasî açısından etkili olabilmektedir. Bu grupların içinde ise İsrail ile ilişkilerini iyi tutan, hatta İsrail ile içli dışlı olan KDP ön plana çıkmaktadır. Nitekim KDP’nin yayın organları ya Gazze diye bir sorun yokmuş gibi yayın yapmakta, ya da İsrail’in argümanlarını destekleyecek yayınlar yapmaktadır. KDP yayın organlarından biri olan Rûdaw TV bu konunun merkezinde yer almaktadır. Fakat Batı medyasının Gazze soykırımına yönelik tutum ve yaklaşımlarının benzerini veya aynısını seküler Kürt partilerin yahut grupların kanallarında da görebilmek mümkündür. Özetle Kürtlerin iç sorunlarının merkeze alındığı, ABD ve İsrail karşıtı yayınların yapılmamasına azamî derecede dikkat edildiği ve bu tür yayınlara engel olunduğu bir vasatı Kürt bölgesinde gözlemleyebilmek mümkündür. İsrail ve Yahudi imajının Kürtler nezdinde kirletilmemesi, seküler Kürt partilerin temel çizgisi olarak okunabilir. İslam ve Müslüman imajına yönelik yazılı ve görsel medyada özgürlük adı altında olumsuz yaklaşımları görebilmek her zaman mümkündür. Fakat konu İsrail ve Yahudiler olduğunda özgürlükler rafa kalkmaktadır. Söz konusu yayınlarda Yahudiler haklılarmış gibi takdim edilebiliyor, Kürtler ve Yahudiler arasında benzerlikler kurularak sempatik bir zeminin inşa edilmesine gayret sarf ediliyor.
Seküler partiler bu siyasetleri ile İsrail ve Kürtleri doğal müttefik ve kader ortağı olarak gösteriyor. Buna karşılık İsrail, sadece Irak Kürdistan Bölgesi’nde değil, aynı zamanda Kürtlerin yaşadığı diğer bölge ülkelerinde de Kürtlerin sempatisini kazanabilmek için Kürt hassasiyetini kullanmaktadır. İsrail, Kürtleri bölge devletlerinin karşısında konumlandırarak onları kendi yanında doğal müttefik olarak kazanma siyasetini gütmektedir Nitekim Kürtlerin devlet olma hakkı, Kürt kültürünün ve dilinin tanınması ve geliştirilmesine yönelik destekler, son referandum olayında Kürdistan devletinin bağımsızlığını tanıyacağını ilan etmesi, Kürtlerin özellikle seküler Kürtlerin nezdinde İsrail’in popülaritesini artırıyor.
İsrail’in yürüttüğü bu siyaset Kürtleri çok sevdiğinden veya gerçekten Kürtlerin devlet olma hakkını tanımak istemesinden kaynaklanmıyor. İsrail, Ortadoğu’da işbirliği yapabilecek devletleri her zaman bulabilmiştir ama bu devletlerin halklarının sempatisini hiçbir zaman bütünüyle kazanamamıştır. İsrail’in Kürt siyaseti, halkları kazanmak bağlamında yürütülmek istenen bir siyasettir. Bugün Kürtler, bu siyasetin bir parçası olarak ön plana çıkmaktadır. Fakat seküler Kürt kadro ve hareketler böyle bir siyasetin gönüllü parçası olmaya her zaman için hazırken genel anlamda Kürt halkı hâlâ böyle bir siyasetin içine dahil edilememiştir. Aslında Ortadoğu’daki seküler kadro ve hareketler, İsrail’in bu siyasetinin genel uygulama alanı olarak okunabilir. Kürtler burada bu siyasetin günümüzdeki doğrudan muhatapları olarak dikkat çekmektedirler. Bölge devletleri, bu durumu göz önünde bulundurarak Kürtleri İsrail’e mecbur etmemelidir. Kürt mağduriyetini ve sorununu besleyen tutum ve davranışlardan kaçınılmalıdır. Kürtler bu toprakların aslî ve onurlu bir halkıdır. Müslüman halklar kardeşlik hukukuna yaraşır bir şekilde Kürt kardeşlerini sahiplenmeli ve onları düşmanın tuzağına çekecek yaklaşımlardan uzak durmalıdır.