Gökyüzünün Başka Rengi De Var Mı?

26 Mayıs 2025 / Gökhan Tokatlıoğlu

Evrendeki varlıklar, olaylar, arasında güçlü bir bağ vardır. Ancak varlıkların birbirleriyle ilintisini kurma yeteneğine sahip olan özel bir idrak, hayata yeni anlam pencereleri açmayı başarır. Görünüş ile hakikat arasındaki mesafeyi kapatma gücünü, kurduğu hayalden alan bir idraktir bu. Herkesçe deneyimlenen dünya onun tasarımıyla farklı bir düzleme oturur.  Kendi özgül ağırlığı ve hacmiyle yer kaplayan olgular; yazarın zihninde bir araya geldiğinde altından kalkılamayacak bir ağırlık oluşturur. Yazar, bu yükü hafifletip söylenemeyenleri söylenebilecek olana sığdırma gayretindedir. Söz konusu durum, gerçekliğin nirengi noktalarını bulandırıp bilinen dünyayı yok eder.  Sağlıklı zihinlerin yapay bulduğu dünya, açılan pencereyle yeniden anlam kazanır. Okur, yazarın penceresinden görünen bu yeni dünyanın ayartmasıyla fiziksel dünyayla kurduğu zihinsel bağı koparır. Pascal Quignard, “Okuyucu” adlı eserinde kitap okurlarına şöyle seslenir: “O zaman kabul edin ki bizler de masal kahramanları gibi kaybolmak zorundayız.”

Quignard eserinde sözünü ettiği kaybolmanın ne şekilde tezahür edeceğini açıklamaya çalışır. Ona göre okuma tutkunlarının karşı karşıya kaldığı bir tehlike vardır: İnsan ruhunun kaçırılması. Okuma süresi ne kadar uzun olursa olsun, devam ettiği sürece okuyucu normalden farklı zihinsel bir süreç yaşar. Bu süreç “cezalandırma, baştan çıkarma ve yozlaştırma” bileşenlerinden oluşur. Bunlardan birincisi, bir günlük tesadüfi okuyucunun maruz kaldığı intikam ve cezalandırmadır. Okuyucu, okurken telafisi mümkün olmayan bir ıstırabı büyüterek yaşar. Okumayı sürekli hale getiren bireyin üzerinde olduğu ikinci yol baştan çıkarmadır. Bu yol, “Tekil hayatın yabancılaştığı ve kahramandan kahramana yer değiştirdiği noktadır.”  Bu yolda ilerleyen okuyucu “bölünür, parçalanır, toz haline gelir, artık sayfalar arasında kendini kaybeder ve kitaptan kitaba rastgele dolaşır.” Okuyucunun izleyeceği ve sonunda varacağı üçüncü yol, “kimliğin dayanağını kaybettiği, durmaksızın el yordamıyla kendi menzilini aradığı ve ne yazık ki bundan keyif aldığı bir anlamı değiştirerek bozma ve yozlaşma yoludur.” Ulaştığı noktada okuma tutkunu içinde bulunduğu “bu cehennemin tadını çıkarır.”

Okunan her kitap aynı etkiyi yaratır mı ya da her okuyucu sözü edilen süreçlerden geçer mi diye düşünmek mümkün. Hatta bu sorulara birbirinden farklı aynı zamanda çok uzun cevaplar da verilebilir. Ancak insanın yaradılıştan sahip olduğu tefekkür(düşünme), tahayyül(hayal), teellüm(elem), taaccüb(şaşma) gibi zihinsel süreçleri sıklıkla yaşadığı bilinen bir gerçektir. Kitap bu özellikleri harekete geçiren güçlü bir etkendir. Okuma sürekli olduğu takdirde zihnin bu faaliyetleri de güçlenerek süreklilik kazanır. Bununla birlikte sözü edilen zihinsel faaliyetlerin tek tetikleyicisi kitap değildir. Bir doğa manzarası, karşı kaldırımda yürüyen ve hiç tanımadığınız biri, eski bir fotoğraf, algıladığınız bir ses, bir koku kendi bağlamından çok daha farklı ve size özgü anlamlar oluşturabilir. Bu bağlamda dış dünyanın gerçekliği kendisi olarak değil zihnin belirlediği kodlara göre şekillenir. Öykünün odaklandığı gerçeklik buradan beslenir. Yazarın kurgusuna sığdırdığı bu itibari dünya; simge, sembol ve metaforların izi doğru sürüldüğü takdirde okurun kendini içinde bulduğu yeni dünya olur.

Cemal Şakar’ın “Portakal Bahçeleri” kitabında yer alan “Renkler” öyküsü buraya kadar anlatılanları somutlaştıran güçlü veriler sunar. Fiziksel dünyada cisimler tarafından aksettirilen ışığın gözde yaptığı etki sonucu meydana gelen duyum, renk sözcüğünde ifadesini bulur. Detaylandırıldığında nesneler; mavi, kırmızı, sarı gibi niteliklerle anılır. Bu konuda toplumsal bir uzlaşı vardır. Gökyüzünün mavi, güneşin sarı, ateşin kırmızı oluşu aynı dili kullananların hemfikir olduğu duyumlarla ilgilidir. Halbuki Şakar’ın öyküsünde renk adlarını sözlüklerde karşılığını bulamadığımız bir anlam çerçevesine yerleşmiş görürüz. Renkler başlığı altında toplanan on bir küçürek öykü, sırasıyla şu alt başlıklardan oluşur: Kırmızı, Mavi, Gri, Kahverengi, Sarı, Yeşil, Siyah, Beyaz, Lila, Buzmavisi, Alaca. Bu sözcükler yüzeysel yapıda kendi anlamlarına göndermede bulunuyor olsa da her biri insana ait farklı bir durumun simgesi olarak kurgudaki yerini alır.   

Mavi, bir motorun ambarında yolculuk yapan insanların görebildiği tek renktir. Ve sadece bu ilk öyküde neyi simgelediği söylenir: “Şimdiye kadar deniz görmemiş insanların; yeryüzünün genişliğine, Allah’ın yeryüzünde yeni yollar açacağına inanmalarının simgesi.” Böylece dile getirilmemiş olsa da yolcuların kaçak göçmenler olduğu anlaşılmış olur. Gri, motorun egzozundan çıkan dumanın rengidir. Yolcuların önündeki bulanık gelecek gibi. Toprak, kahverengidir. Bir yandan geride bırakılan bir yandan da ulaşılmaya çalışılan yurttur. Sarı, öyküde güneşin marifetleri sıralanarak bildiğimiz yere bağlanmış olur. Sonrasında “Ambarın üstündeki lilaya boyanmış tahtaların aralıklarından bir görünüp bir kaybolan.” sarı, umudun simgesidir. Daha derinlerde bir oyundan ibaret olan dünyanın metaı olarak da okunabilir. Yeşil, göçmen kaçakçılarına ödenen doların rengidir. “Ha taş taşımışsın, ha insan!” cümlesi bu rengi de alışık olduğumuz bağlamından koparmış olur. Gecenin siyahlığı; korkunun, çaresizliğin, içine düşülen kuyunun simgesi olarak şekillenir. Dalgalar büyüdükçe bütün renkler birbirine girer. Yaşanan korku renklerin temsil ettiği her şeyi unutturur. Tahtaların arasından görünen bembeyaz bir çizgidir. Tıpkı ölen hastanın başucundaki ekranda olduğu gibi. Denize saçılan yolcular lila renkli tahtalara tutunmaya çalışır. Uzanıp yakalamaya çalıştıkları, kaybettikleri huzurdur aslında. “Koyu, ağır, siyah bir mavi”, buzmavisi, denizin derinliklerinin rengidir. Yitip giden hayallerin, boşa çıkan çabaların, buz kesen ellerin, donup kalan bedenlerin içinde kaybolduğu renk.

 “Alaca” adlı son öykü, başlıkta sorulan gökyüzünün başka rengi de var mı, sorusuna verilmiş bir cevap gibidir. Ne kaldıkları ne de gittikleri yere yerleşebilenler, anlatıcıda derin yaralar açmıştır. Kullandığı dil ile onlara toprak, kurgusuyla yurt arayışı içindedir. Bağlamlarından kopararak bir araya getirdiği renklerin her birinden üzerine bulaşır. Böylece alaca, içselleştirilmiş acının rengi olur. Şahit olduğu insanlık dramını dile getirmeyi görev edinmiştir. Öykünün sonunda hayıflanmaktan da geri durmaz: “Başka renkler, başka kelimeler bileydim anlatmaz mıydım? Bilemedim.” diyerek dünyada yaşanan kötülüğe kayıtsız kalamayacağını vurgulamış olur. Yeryüzünde bir yerden diğerine sürüklenenlerin yansıması gerçekliktir. Bu yansımanın oluşturduğu alaca, gökyüzünün en belirgin rengi olarak öyküdeki yerini alır.

Kırmızı, gri, umut, çaresizlik, lila, sarı, korku, hayaller, yitirilen geçmiş, bilinmeyen gelecek, yeşil, buzmavisi, göçmenler, yurtsuzluk, ölüm… Öyküde söylenen ya da dışarıda bırakılan her şey okurun zihnini alt üst eder. Bugün çoktan susmuş olanların yankısını duyan okuyucu, anlatının içine doğru çekildiğini hisseder. Yazar, karmaşadan bir düzen kurmuş; gerçeğin yükünü özgül ağırlığı hayli yüksek küçürek öykülere sığdırmıştır. Öyküde dil üzerinden sergilenen hüner, biçim ve içeriğin birbirinden ayrılamayacağını, biri olmadan diğerinin de yiteceğini gösterecek kadar güçlüdür. Görsel ögeler anlatılamayanı “az”ın içinde yankılanan bir anlama dönüştürmüştür. Suavi Kemal Yazgıç’ın tespitiyle “Cemal Şakar’ın görsel ögeleri yerleştirirken bir buluş veya keşif yapmadığını, öyküden başka bir formda ifade edilemeyecek bir bulguyu inşasının ana kolonlarından biri haline dönüştürdüğünü” söylemek mümkün.

Pascal Quignard, “Kitap okurken uyanan ilgi ve dikkat kitaptan ayrı bir özgürlüğe kavuşur. Kitap elinden düşer. Okuyucu yalnızdır, dünyasızdır.” demekte ne kadar haklı? “Renkler” öyküsünü okuduğunuzda insanlar, olaylar, olgular, durumlar fiziksel dünyanın gerçekliğinden koparak kendini temsil eden yeni bir dünya kurar. Doğayla ilişkili bağıntılara, örüntülere, imalara, çağrışımlara, göndermelere maruz kalan okur, başka bir uzamı deneyimlemiştir. Öykü bittikten sonra bu deneyimin etkisi devam eder. Quignard’ın söylediği gibi, okuyucu artık “Kitap tarafından yok edilen dünyadan yoksundur. Kitap kayıptır, yitip gitmiştir. Dünya ise geri dönmeyecektir.”