Yersizlik ve Sivillik İddiasında Değer Arayışı

11 Haziran 2024 / Mustafa Eser

Tâbi olmak ile mensup olmak ya da ait olmak arasında bir anlam farkı var mıdır? İnsan varoluşsal sancılarının sağaltımı dolayısıyla bir yere kök salmak ister. Kendini bir yere nispet eder. Bazı temel ilkelere/inançlara/kabullere bel bağlar ve anlamı bu bağlamlar ile keşfeder. Kimisi bunu insanlığın ortak mahsulü üzerinden gerçekleştirir; kimisi sorgulanamaz ilkeler üzerinden. Ama herkes bir şekilde bir yerde vardır. Bir yerden başka yere bakar. Yukarıdaki soruya cevap vermek de dahil bütün anlamlılık, bağlamla ve aktarımla gerçekleşir. Bağlam oluşturmak için de aktarım için de yer gereklidir. Zeminsizlik ve haliyle zamansızlık mümkün değildir. O halde şunu sormalıyız: neredeyim; dolayısıyla nereden bakıyorum? Bu suale vereceğimiz arındırılmış cevap, bize bizle ilgili ciddi ipuçları verecektir.

Yer, tesadüfen olan değildir. Yer, bir varlık meselesidir ve kişinin tercihleri ile direkt ilintilidir. Yersizlik olamayacağı için kişinin umursamazlığı bir yersizliğe değil; umursamazlık zeminine tekabül eder. Yerden kaçış, yerden azade var oluş imkân dâhilinde değildir. Yerimizi irademiz, tercihlerimiz marifetiyle belirler. Yerimiz hem bir hal hem de bir neticedir. Yer, ya bulunur ya keşfedilir ya da inşa edilir. Kişi ben, derken bunu bir yerden söyler. Yer olmadan kişinin ben demesi ne kadar mümkün olur? Zira kişi ben derken bir yere nispetle bunu söyler. Ben ile sen arasındaki tefrik bir yerde olur. Yer olmadan ben de sen de ve dolayısıyla biz de olmaz, olamaz.   Yer, haliyle bir hududu ve bir yönü zorunlu kılar. Hudut ise fıkhın, usulün ve ilkelerin varlığına delalet eder.

İnsanın hem özne hem de nesne mesabesinde, daimi bir sirayet halinde olduğu gerçeğini, akılda tutarak şu suali soralım: Kişi, ben bu noktada sivilim, derken neyi kastetmektedir? Sivil alan var mıdır? Hele ki mesele ümmete yani bir hukukla birbirinden mesul, anlaşmış bir topluluğa dair bir mesele ise bu meselenin sivilliğini nasıl belirleriz? Bu noktada sivilim beyanı, yapılan eylemin hesabını vermem, hukuki bağlayıcılıkları reddediyorum, anlamında mıdır; yoksa bu işin kolektif bir aklın işi olmadığı bireysel bir çaba olduğu anlamında mıdır? İlk cevap çok vahimdir ve temellendirilemez. Zira hesabı verilemeyecek bir işin meşruiyeti ve netice elde edilebilirliği mümkün değildir. İkinci cevap ise daha derin bir çelişki barındırır. Zira insan ben bir taraftan bakmıyorum, yalnızca kendim olarak ve şahsi bir duruşla duruyorum dediğinde, yersizlik iddiasında bulunmuş olur. Yersizliğin mümkün olmadığını az önce arz etmiştik. Şimdi de bu denli sınırsız bir kuşatıcılık, kişiliği ve şahsiyeti anlamsız hale getirmez mi, sorusu gündeme gelebilir. Biz de bu noktada şunu deriz: şahsiyet de kişilik de hele ki fikir üretimi gibi insanın en önemli meziyetleri de ancak kolektif ve sistematik bir fıkhın olduğu teşekküllerde mümkün olur. Ekolsüz yani okulsuz bir düşünce inşası mantık kuralları ile yapılabilir değildir. Olsa olsa yenice sorular sormaya başlamış taze akılların “mantıklı” soruları mesabesinde kalır. Biz daha olgun fikri mülahazalardan bahsediyoruz.

Sivil olmak demek resmi alanın dışında olmak anlamında da kullanılır. Kişi pek çok libasa girer ve pek çok statüde çeşitli işler yapar. Bunlardan biri de kamudaki vazifelerdir. Ve fakat bu çeşitli konumlar kişinin görevleridir; kimliği değil. Hangi işte yer alırsak alalım, görev tanımımız ne olursa olsun, bu bizim vazifemize taalluk eder; kimliğimize değil. Kimliğimiz o işi nasıl yaptığımız üzerinden anlaşılabilir belki. Bu izahtan sonra tekrar, ben bir kurum ve teşkilatın dışından, sivil olarak söylüyorum/yapıyorum, denirse o zaman da az önceki beyanımızı bir kez daha söyleriz: kişinin hele ki fikir çıktılarında ekolsüzlüğü mümkün değildir. Bu büyük fikir üretim okullarının altındaki herhangi bir tabelanın dışındayım, denirse o zaman da, o halde bu da bir teşekkül olma hali değil midir? Yani söylenilen de yapılan da üretilen fikir de bir istişare ile ortaya çıkmıyor mu? Burada bir klik ile süreç yürütülmüyor mu? Evet ise dediğimiz zuhur etmiş olur, hayır ben müstakil ve münferit yalnızca ben olarak bu çıktıyı veriyorum denirse yazının girişine yönlendiririz. Ve dahası bu işler bir sürecin neticesi değil midir? Bu neticede süreç boyunca neticeye katkı sağlayan girdiler neticede etkili değiller midir? Netice ve süreç ayrıdır denirse orada susarız. Çünkü bu artık bağlamın dışında bir mügalataya dönmüş olur.

Sivillik iddiası ile birey olma ve bireysel işlerimizin sorumluluğu da birbirine karıştırılabilir. Teşekkülün içindeki sorumluluk alanının hesabını verebilme, sürdürülebilirliğini sağlama ve devredebilme meziyetleri, bireyin kolektif akıldan öğrendiği ve uygulamayı taahhüt ettiği bireysel sorumluluklarıdır. Bunun da süreğen hal alması, yapılan hayrın birlikte yapılması ile; rüku edenlerle birlikte rüku edilmesi ile olacağını iddia ediyoruz.

Yapılan küçük bireysel eylemler; mesela yere çöp atmamak, selamlaşmak gibi, bütün bu söylenenler zemininde belki sivil kabul edilebilir. Ama Ümmetin maslahatı, insanlığın iyiliği gibi iddialarla yapılan ve şekli, hukuku, neticesi, gayesi itibariyle teşekküllü yapıların eylemelerine paralel eylemler ancak, iddialarında sivil kalabilirler. Hele bir de sivil eylemin banileri çeşitli yerlerde mesul ve vazifeli iseler durum yalnızca sivillik iddiasıyla kalmaz aynı zamanda komik de olmaya başlar. Sivil değiliz, fakat falanca yapılardan şu sebeplerle beriyiz ve ayrılıyoruz, ama elbette biz de bir teşekkülüz denirse buna saygı duyarız.

İnsan mensup olur. Yeni kendini bir şeye nispetle tanımlar. İnsan tabi olur. Yani aklının yetmediği durumlarda aklını ikna eden üst referanslara itaat eder. Buna da elbette iradesi ile yapar. İnsan ait olur. Yani kendisini bir yerin yerlisi olarak kabul eder. Bu yer, en geniş haliyle yaratılmış olmak; en hususi haliyle ise kulluk makamıdır. Allah’a ait olduğunu ifade etmek bir tür teselli şeklidir mesela. Teselli olduğumuz aynı zamanda teslim olduğumuzdur, demiştik başka bir başlık altında.

İnsanların teşekküllü yapılara karşı gösterdikleri refleksi, bu yapıları anlama çabası için geride durma şeklindeyse olması gereken bir hal olarak görüyorum. Anladıktan sonra ama uzak durmak ister ama yük alır ama dua eder ama bizzat kadrosunda yer almak ister, anlayabiliriz. Fakat ülkü birliği, iş yapma şekli, besin kaynakları aynı olup da usul olarak, ben yokum, diyenleri, küstüm, diyenleri anlamaya çalışınca zorlanıyorum. Doğru yapılıyorsa gel beraber yük alalım. Yanlış yapılıyorsa gel beraber düzeltelim, demek istiyorum. Çok süfli olabilir ama bu durum bana, bazen sanki işten, yük almaktan kaçmak gibi de görünüyor.

Ez cümle değerli olmak isteriz. Değerli olmak ile verimli olmamız müsavidir. Değer gördükçe verimimiz artar. Ama değer görmek mi değer üretmek mi, diye sorulmalıdır. Ya da değer görmek mi değere tabi olmak mı? Bu da bizim kimliğimizin ve dolayısıyla kişiliğimizin rengi ile ortaya çıkar. İnsanın bu çok boyutlu hali ve ruhsal durumları ihmal edilmemeli evet; ama şifanın da anlamın da kolektif bilinç ve damıtılmış tecrübelerden ayrılmamakta olduğu da unutulmamalıdır, deriz.

En iyisini Allah bilir.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.