İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne denilebilir? “Dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilebilir mi? Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸini nasıl düÅŸünmek gerekir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Sömürgecilik" dosyasında Doç. Dr. Faruk Karaarslan'a sorduk.
1. Sömürgecilik nedir? Modern ve klasik sömürgecilik arasında fark var mıdır? Edward Said’in “oryantalizm, sömürgeciliÄŸe keÅŸif kolu hizmeti sunmuÅŸtur.” tespitini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Sömürgecilik bir devletin ya da siyasi otoritenin baÅŸka bir devleti, toplumu; kültürel siyasal ve iktisadi açılardan kendi çıkarları için kontrol etme arzusudur. Bu süreç genellikle askeri güç ya da ekonomik güç ile gerçekleÅŸir. SömürgeciliÄŸin birçok türünden bahsetmek mümkündür. Klasik sömürgecilik, modern sömürgecilik, kültürel sömürgecilik, bunlardan bazılarıdır. Klasik sömürgecilik en genel anlamıyla 15. yüzyılda Avrupa’da baÅŸlayan ve baÅŸka ülkelerin keÅŸifleri sonrasında geliÅŸen süreci ifade eder. Modern sömürgecilik ise 19 ve 20 yüzyılı tanımlamak için kullanılır. Her ne kadar bu tanımlamalar arasında bazı farklılıklar olsa dahi süreçlerin iç içe geçtiÄŸini ifade etmek gerekir. Bu anlamda klasik sömürgecilik imparatorluk çağının askeri müdahaleciliÄŸini imlerken, modern sömürgecilik sanayi devrimi sonrasında özellikle hammadde arayışının getirdiÄŸi süreci ifade eder. Bu iki kavram arasındaki benzerlikleri ve farkları iyi anlayabilmemiz için, modern dönemi ÅŸekillendirdiÄŸini düÅŸünebileceÄŸimiz kavramların birbiri ile irtibatlarını doÄŸru keÅŸfetmek gerekir. Oryantalizm, sömürgecilik modernizm, ilerlemecilik, evrimcilik, aydınlanma ve bunun gibi birçok modern Avrupa'yı ortaya çıkartan kavram eÅŸ güdümsel olarak ÅŸekillenmiÅŸtir. Bu anlamda Edward Said’in oryantalizm sömürgeciliÄŸe keÅŸif yolu hizmeti sunmuÅŸtur tespitini kabul edebiliriz. Nitekim bir yeri sömürmeden önce o yerin bilgisine sahip olmak sömürü süreçlerini kolaylaÅŸtırıcı rol üstlenmektedir.
2. İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda Malik b. Nebi’nin “Sömürgecilik kötüdür. Ancak daha kötüsü sömürülmeye elveriÅŸli olmaktır.” tespiti hakkında ne söylemek istersiniz? Malik b. Nebi'den sonra İslamcılar sömürülebilirlik sorunu üzerine ne kadar eÄŸildiler?
Aslında bu soru çok kapsamlı ve farklı perspektiflerden açıklamaları gerekli kılar. İslam dünyasının sömürgecilik karşısında takındığı tek bir tavırdan bahsetmek mümkün deÄŸildir. Farklı coÄŸrafyada, farklı tavırların ÅŸekillendiÄŸini izleyebiliriz. Bu noktada genellemeci tek düze açıklamalarda kaçınmak gerekir. Fakat her coÄŸrafyanın, her toplumun kendine has deneyimini, bu toplumların sömürgecilikle irtibatını, sömürgecilik karşısındaki mücadele biçimlerini ayrıntılı bir ÅŸekilde ele almak ve incelemek gerekir. Yanı sıra sömürgeciliÄŸin sadece İslam dünyasıyla ilgili olmadığını belirtmek gerekir çünkü İslam dünyası tanımlaması bazı durumlarda perspektif sınırlandırılmasını gerektirmektedir. Esasında sömürgecilik tarihe ve insanlığa dair iÅŸlenmiÅŸ kollektif bir suçu ifade etmelidir. Sadece İslam dünyasını paranteze almak ve sadece İslam dünyasının sömürgeciliÄŸe konu olduÄŸunu ifade etmek tarihe haksızlık etmek anlamına gelebilir. Bu meselelere insani ve İslami hassasiyetler ile bakanların sadece İslam dünyasını deÄŸil bütün insanlığın sömürgeciliÄŸe karşı mücadelesinin altını çizmesi gereklidir. Bu İslam’ın evrensel ve kuÅŸatıcı dilinin zorunlu sonucudur.
Sorunun diÄŸer kısmını geldiÄŸimizde ise biraz daha temkinli olmak gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. BilindiÄŸi üzere Malik bin Nebi sömürülebilirlik kavramını merkeze alır ve sömürülmeye elveriÅŸli olma durumlarını açıklamaya çalışır. Bu noktada asıl sorunu sömürülmeye müsait bir zihniyete sahip olmakta görür. Elbette bu sömürgecilik süreçlerini kısmi de olsa açıklamaya muktedirdir. Fakat tarihsel süreçleri ve pratik deneyimleri göz önüne aldığımızda sömürülmeye müsait olmanın bir tercih olmadığını gözlemleyebiliriz. İnsanlığın tarihsel süreçte geldiÄŸi yeri göz önünde bulundurduÄŸumuzda, ticari kapitalizmin ve iktisadi kapitalizmin sadece baÅŸka toplumlar için deÄŸil Avrupa’nın kendi halkı için de sömürü süreçlerini doÄŸurduÄŸunu görebiliriz. Bu konuda Marksizm literatürünü önemsemek gerekir, nitekim anti kolonyalist literatür bu ekol üzerinden ÅŸekillenmektedir. Tarihte bazı toplumların sömürülmemeyi tercih etme lüksünün olmadığını görebiliriz çünkü sömürgecilik aynı zamanda teknolojik ilerlemeyle doÄŸrudan irtibatlıdır yani güç iliÅŸkisini merkeze alır. Bu noktada esas mesuliyetin güçlü olan da olduÄŸunu güçlüyken ezmenin sövmenin adil olmanın insanlıkla irtibatını görmek gerekir. Bu anlamda insani olmayan elinde güç var iken sömürmektir. Bu iliÅŸkide esas mesuliyet güçlü olandadır. Daha basit bir ifadeyle sömürgecilik güçlü olandan çıkmaktadır. Gerçek suçlu ise sömürmeye tevessül edendir. Sürecin bir diÄŸer boyutu ise bazı durumlarda İslami zihniyetin tarihsel süreçte güçlü olmakla uyumlu olmadığıdır. ÖrneÄŸin herhangi bir savunma amacı gütmeden teknolojik geliÅŸmenin bir sonucu olarak atom bombasını üretmek İslami zihniyete uygun deÄŸildir ya da askeri bir teknolojiyi, kitle imha silahlarını herhangi bir tehdit olmadan üretmek kullanmak İslami zihniyete uygun düÅŸmemektedir. Dahası hayatın geçiciliÄŸini oyun ve oynaÅŸtan ibaret olduÄŸumu vurgulayan bir zihin dünyasında güçlü olmanın anlamsal karşılığı yoktur. Dolayısıyla mesele bir zihniyet meselesidir bu zihniyet süreçlerinin ürünü olsun ya da olmasın güçlü olmamaktan kaynaklanan sömürülmenin maliyeti sömürülen toplumlara çıkartılırken temkinli olunmalıdır. Bu noktada asıl faili ve suçluyu gölgeye düÅŸürmemek önemlidir. Suçlunun kim olduÄŸunu bağırmak gereklidir. Bu baÄŸlamda Malik Bin Nebi'nin sömürülmeye müsait olma kavramının gerçek suçluya iliÅŸkin muÄŸlak bir alan üretmek iÅŸlevi görebileceÄŸini düÅŸünüyorum. Dahası sömürgecilik süreçlerini toplumsal psikoloji açısından gerekçelendirmeye neden olabilmektedir. Aciz olduÄŸumuz için sömürülmüyoruz. Adil olmayan bir dünyada yaÅŸadığımız için sömürülüyoruz perspektifinden hareket etmek gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Bu anlamda mesele düzenin bizzat kendisi olmalıdır.
Malik bir Nebi’den sonra sömürülebilirdik kavramı birçok açıdan tartışılmıştır fakat İslam dünyasında bu tartışmaların halen çok cılız olduÄŸunu ifade etmek gerekir. Marksist ya da post kolonyal literatür bu anlamda çok daha geliÅŸmiÅŸ durumdadır. Bu sebeple sömürgeciliÄŸin farklı süreçlerini ve farklı coÄŸrafyalardaki yansımalarını anlamaya, ifÅŸa etmeye ihtiyaç duyan eserlere halen ihtiyaç vardır. Özellikle sömürgeciliÄŸin yeni formlarını tanımlamak ve bu formların iÅŸleyiÅŸ biçimlerini ortaya koymak gereklidir.
3. Modern tarihe özgü ideolojik akımları, Avrupa’ya mahsus sosyal gerçekliÄŸin küreselleÅŸmesine hizmet etmesi bakımından, sömürge aparatları olarak nitelemek mümkün mü? Neden? Bir sömürge aparatı olarak aydına nasıl bir konum biçiyorsunuz?
Öncelikle bu çok geniÅŸ bir soru. Modern tarihe özgü ideolojik akımlardan neyi kastettiÄŸimizi açmak gerekir. ÖrneÄŸin muhafazakarlığı, İslamcılığı, milliyetçiliÄŸi, kapitalizmi, sosyalizmi ve daha birçok ideolojik akımı modern tarihe özgü kabul edebiliriz. Farkındaysanız bunların bir kısmı birbirinin karşısında konumlanmış ya da bütünüyle birbirinin zıttı olarak kurulmuÅŸtur. Elbette bazı ideolojik tutumlar sosyal gerçekliÄŸin küreselleÅŸmesine hizmet etmesi bakımından, aktif rol üstlenmiÅŸtir. Fakat modern tarihe özgü bütün ideolojik akımları bu gözle deÄŸerlendirmek kapsamlı bir analizden uzaklaÅŸmayı gerektirir.
Aydınların, Avrupa merkezli dünyanın, sömürgecilik ve kapitalizm vasıtasıyla ya da baÅŸka bir ideolojiyle bütün dünyaya yayılmasında aktif bir rol üstlendiÄŸini söyleyebiliriz. Bu anlamda oryantalist literatürün titizlikle tetkik edilmesi gerekir. Özellikle Napolyon’un Mısır seferinde birçok aydını yanında götürerek Orta DoÄŸu’nun siyasi, kültürel ve iktisadi haritasını çıkarttığını biliyoruz. Benzer süreçlerde Fransa’da ortaya çıkan ansiklopediler akımı ve yine Avrupa’nın farklı coÄŸrafyalarında farklı tarihsel süreçlerde ÅŸekillenen aydınlanmacı düÅŸüncenin bir sömürge aparatı olarak aydınları konumlandırdığı ifade edebiliriz. Bu anlamda aydınlar tabiri caiz ise entelektüel lojistik misyonu üstlenmiÅŸlerdir. Fakat bu kanaatte de temkinli olmak gereklidir. Nitekim Avrupa merkezcilik eleÅŸtirisi ya da sömürgecilik eleÅŸtirileri yine Avrupalı aydınlardan çıkmaktadır. Bu baÄŸlamda totalci yaklaşımlardan ve genellemelerden uzak durmakta fayda vardır. Hatta post kolonyalist literatürün, kolonyalist literatürünü destekleyen merkezden türediÄŸini ifade etmek gerekir. Daha sonrasında farklı coÄŸrafyalarda sömürgecilik karşıtı metinler üretilmiÅŸ olsa da kolonyalizmin, post kolonyalizmin, de-kolonyalizm in ya da yeni kolonyal biçimlerin asli metinlerinin yine Avrupa akademisinde üretildiÄŸi belirtilmelidir. Bu noktada aydının konumu iyi tayin etmek gerekir. Ortaya çıkış itibariyle baktığımızda ise aydınların sömürgeciliÄŸin özellikle kültürel boyutunun tüm dünyaya yaygınlaÅŸmasında önemli bir rol üstlendiÄŸini söyleyebiliriz. Hatta bu durum bazı filmlere de konu olmuÅŸtur. Deli ve Dahi filmini buna örnek gösterebiliriz. Oxford sözlüÄŸünün yazılış hikayesini anlatan bu film bir sözlüÄŸüm yazılmasının arkasındaki siyasal konumları göstermesi açısından önemlidir. Sözlük yazımının yanı sıra ansiklopedi yazımı tarih metinlerinin üretimi ders kitaplarının yazımı düÅŸünce tarihi yazımı Avrupa ve Dünya tarihi yazımı baÅŸlı başına sömürgeciliÄŸin ve Avrupa merkezli dünyanın ÅŸekilleniÅŸinin entelektüel boyutunu oluÅŸturduÄŸunu söylemek mümkündür. Bunun için sözcükleri ve tarih kitaplarını okurken daha temkinli olmak gereklidir.
4. Tekno-endüstriyel çaÄŸda yapay zekanın baskın karakteri sömürgeciliÄŸi dijital platformlara da taşımış görünüyor. Siz bu konuda ne düÅŸünüyorsunuz? Artık “dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilir miyiz?
Bugün sömürgeciliÄŸin farklı platformlarda ve yeni formlarda devam ettiÄŸini söyleyebiliriz. Artık kitleleri sosyal medya üzerinden ulaÅŸmak çok daha kolay hale gelmiÅŸtir. Bu manipülasyona açık bir alan anlamına gelmektedir. Dolayısıyla dijital platformların verisini elinde tutan ve bu verileri yönlendirebilen merkezler manipülasyonu gerçekleÅŸtirebilmektedir. Bunu savaÅŸlarda, seçimlerde, sivil toplum lobiciliÄŸinde, devletlerin bazı kararları alma süreçlerinde, ticaret savaÅŸlarında, borsada ve daha birçok alanda deneyimliyoruz. Bu anlamda bir dijital sömürgeciliÄŸin varlığından bahsetmemiz gerekir. Dahası bu türden bir sömürgecilik karşısında uyanık olmalıyız. ÖrneÄŸin büyük sosyal medya platformlarının dilediÄŸi ülkeye ya da dilediÄŸi içeriÄŸe sansür koyabilmesi ya da basit bir olayı dünya gündemi açısından çok önemli hali getirme gücü dikkate deÄŸerdir. Bu her ÅŸeyden önce dijital sömürgeciliÄŸin farkında olunmasıyla ortadan kalkabilecek bir durumdur. Bu farkındalıkla beraber alternatif platformların üretilmesi, dijital süreçlere iliÅŸkin ulusal ve uluslararası hukuk alanının ÅŸekillendirilmesi gerekmektedir. Yani boykot sadece belirli markaların alınması ya da alınmamasından ziyade bir tutum olarak ya da bir tavır olarak benimsenmelidir. Bu tutumun ve tavrın ilk saati bir süreçten ziyade ahlaki bir zeminde gerçekleÅŸmesi gerekmektedir. Bu ahlaki zemin menÅŸeinizden bağımsız bir ÅŸekilde sömürge olan ve sömürgeci olmayan, insani olan ve insani olmayan, tabii ve tabii olmayan gibi eklemlerden üretilmelidir. Bu anlamda kaynağı neresi olursa olsun zulme ve adaletsizliÄŸi kapı açan her ürün ya da her tavır boykotun konusu olabilmelidir. Bizden ya da baÅŸkasından olmasını önemsemeksizin adaletin bir ölçü olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla insanlık tarihi kadar eski olan iyinin ve kötünün adilin ve zulmün mücadelesinin günümüzde de dijital platformlarda devam ettiÄŸini fark etmeliyiz. Bunun üzerinden varlığa iliÅŸkin bir tutum varlığa iliÅŸkin bir bilgi sistemi bu tutum ve bilgi sisteminin ürünü olan bir ahlaki tavır üretmek zaruridir. Bu ahlaki tavır ancak böyle bir zeminde ÅŸekillenebilir. Bu zemini üretmekte ki temel mesuliyet de hassasiyet sahibi adil insani perspektifi bir kenara koymamış düÅŸünürlere yöneticilere ve zenginlere düÅŸmektedir. SömürgeciliÄŸin ya da dijital sömürgeciliÄŸin toplumsal ve kültürel olarak önlenmesi ancak böyle bir mutabakatla mümkündür.
5. İnsanlık son yüzyılda iki büyük dünya savaşı gördü. İçinde bulunduÄŸumuz koÅŸullar yeni bir dünya savaşına kapı aralayabilir mi? 19.yüzyılda olduÄŸu gibi enerjinin merkezde olduÄŸu yeni bir sömürgecilik çağı mı baÅŸlıyor? İçinde bulunduÄŸumuz durum hakkında ne dersiniz?
Esasında bu soru tarihe nasıl yaklaÅŸtığımızda ilgilidir. Ben tarihin savaÅŸlarla ya da kırılmalarla ÅŸekillendiÄŸini düÅŸünen birisi deÄŸilim. Tarih belirli bir süreç içerisinde farklı olguların ortaya çıkmasıyla devam eder. Sonrasında biz bu olgulara zaman tayin etmek suretiyle tarihi dönemler deriz. Fakat yaÅŸandığı anlar düÅŸünüldüÄŸünde tarihi olaylar bir anda ortaya çıkmış ya da bir anda ortadan kalkmış deÄŸildir. Bu durum savaÅŸlar için de geçerlidir. Hiçbir savaÅŸ bir günde baÅŸlamamış ya da bir günde bitmemiÅŸtir. Öncesi ve sonrasında bir sürekliliÄŸi barındırır. Esasında her zaman bir savaÅŸ ve barış ortamı vardır. Savaşın en hararetli zamanlarında çocuk oyunlarının oynanabiliyor olması gündelik hayatın devam ettiÄŸi anlamına gelir. Hiçbir krizin görünmediÄŸi bir ortamda yöneticilerin diplomatik kavgaları ise bir savaşın varlığına iÅŸaret eder. Yani tarihi süreç içerisinde aldığımızda her an bir savaÅŸ ve bir barış halinde olduÄŸumuzu düÅŸünebiliriz. Bu anlamda toplumlar savaÅŸ halindedir. Aynı ÅŸekilde barışı da barındırmaktadır. Fakat bunu farkında olan ya da farkında olmayan toplumlar vardır. Savaşın en sıcak haline hazır olan ya da hazır olmayan toplumların varlığından bahsedebiliriz. Soruya dönecek olursak içinde bulunduÄŸumuz koÅŸullar zaten bir dünya savaşının varlığını bize hissettirmektedir. Para birimlerinin birbiri arasındaki baÄŸ, uluslararası ticaretin zaruriyeti, ve toplumların üretim ve tüketim açısından birbirine baÄŸlılığı, iklim krizi, yapay zeka çalışmaları, biyolojik silahlanma ve daha birçok küresel olgu bu savaşın belirli parçalarını ifade etmektedir. İçinde bulunduÄŸumuz çağı eski tarihlerdeki gibi meydan savaÅŸlarından ziyade gündelik hayat savaÅŸları olarak tanımlayabiliriz. Artık kaç düÅŸman öldürdüÄŸümüzden ya da kaç ÅŸehri ele geçirdiÄŸimizden ziyade baÅŸka bir toplumun ekonomisini ya da akademik dünyasını ne kadar etkileyebildiÄŸimiz önemli hale gelmiÅŸtir. Bugün üniversitede yükselmek isteyen bir akademisyenin İngilizce makale yazmak zorunda olması yeni bir dünya savaşının kazanılması ya da kaybedilmesi olarak düÅŸünülebilir. Ya da tekelci sosyal medya platformlarının manipülasyona açık hali bir savaşın kazanılması ya da kaybedilmesi anlamına gelebilmektedir. Bu durumu gündelik hayatın tamamına yaygınlaÅŸtırabiliriz. Özetleyecek olursak her an bir savaÅŸ halinde ve her an bir barış halinde olduÄŸumuzu düÅŸünmek gereklidir. Bu kültür savaşı medeniyet savaşı ya da gündelik hayat savaşı olarak tanımlanabilir. Bu savaÅŸlarda kazananlar ve kaybedenler ise bir önceki soruda ifade ettiÄŸim varlığa iliÅŸkin tavır alabilme durumuyla ilgilidir. Yani bütün mesele bir varlık tasavvuru ve idraki üzerinden gündelik hayatımızı ÅŸekillendirilecek pratik bir ahlaki tavır ve tutum üretip üretemediÄŸimizdedir.
6. Türkiye’deki yayın dünyasının sömürge karşıtı literatüre ilgisi hakkında ne söylersiniz? Bu baÄŸlamda Türkiye akademik-entelektüel havzasının ve İslami hareketlerin sömürgecilik hakkındaki duyarlılığını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Sömürgecilik konusunda Türkiye’de önemli bir literatürün varlığından bahsedebiliriz. Fakat bu literatür büyük oranda tercümelerden oluÅŸmaktadır. Telif eserler ise ne yazık ki kavramsal ve teorik tartışma düzeyinde kalmaktadır. Bu baÄŸlamda sahadan örneklerin aktarıldığı ve sömürgeciliÄŸin yeni biçimlerinin ifÅŸa edildiÄŸi çalışmalara ihtiyaç vardır. Farklı coÄŸrafyalar, farklı toplumlar ve farklı tecrübeler bu anlamda oldukça kıymetlidir. DüÅŸünce alanındaki bu boÅŸluÄŸu doldurmak akademik ve entelektüel alanın iÅŸidir fakat bu alan da sömürgeci bir mantıkla iÅŸlediÄŸi için kuÅŸatılmış durumdadır. Bu anlamda ne yazık ki akademik alanın ve daha genelde entelektüel alanın bağımsız olduÄŸunu ve kendi tarihsel ve toplumsal tecrübesine odaklanan özgün perspektifler üretebildiÄŸini söyleyemeyiz. Çok ayrıntılı ve boyutlu bir mesele olduÄŸu için burada sadece baÅŸlık olarak ifade etmekte fayda var. Ne yazık ki bu gün akademi puan toplama alanına dönüÅŸmüÅŸ durumda. Akademiye girmek, atanmak, unvan almak index fetiÅŸizmine tabii olmakla mümkün. Bu anlamda Türkiye üniversitelerinin önemli bir handikap barındırdığını söyleyebiliriz. Bu, index fetiÅŸizmidir. Bir taraftan kendi toplumunun bilimini yapmayı arzulayan akademisyenler diÄŸer taraftan Avrupa merkezli indexlere girmek için, Avrupa mantığını sahiplenmek durumundadır. Entelektüel ve düÅŸünsel alanı akademinin beslediÄŸini düÅŸündüÄŸümüzde bu tam anlamıyla sömürülmeyi ifade etmektedir. Bence bu baÅŸlı başına bir dosya olarak ele alınmalı ve incelenmelidir. İslami hareketler boyutuna gelince, gözlemleyebildiÄŸim kadarıyla İslami hareket halen saha hareketi olarak faaliyet göstermektedir. Akademi adına söylediÄŸimiz handikap baÅŸka bir boyutuyla İslami hareket içinde söz konusudur. Bir taraftan Avrupa merkezciliÄŸin eleÅŸtirisini yaparken diÄŸer taraftan Avrupa”ya akreditasyonun bir parçası olan sivil toplum mantığını içselleÅŸtirmiÅŸ görünmektedir. Bu baÄŸlamda sivil toplumun tarihsel ve coÄŸrafi deneyimini yeterince etüt ettiÄŸini düÅŸünmüyorum. İslami hareket bir sivil toplum organizasyonu olmanın ötesinde ve dışında düÅŸünsel arka planını oluÅŸturmuÅŸ ve dünya meselelerine dair teklifi olan bir düzlemde olmalıdır. Buna dair iyimser bir tablonun varlığından bahsedebiliriz. Fakat halen düÅŸünce dünyası ile sermayeyi buluÅŸturacak, organizasyon yeteneÄŸi güçlü, devletten ve küresel organizasyonlardan bağımsız nitelikli iÅŸler ortaya çıkmamıştır. Bu her ne kadar ütopik bir evren gibi görünse de yapılması gerekeni ve İslami hareketin bana kalırsa temel iÅŸlerinden birini ifade etmektedir. Ne yazık ki ülkemizdeki düÅŸünce kuruluÅŸlarının, politika üretici yapıların ve düÅŸünür yetiÅŸtirmeye dönük organizasyonların haline baktığımızda bu alandaki boÅŸluk açığa çıkmaktadır. Bu sebeple düÅŸüncenin kamusallaÅŸması, derinleÅŸmesi ve politikaya dönmesi için ihtiyaç duyulan sermaye ve organizasyon desteÄŸini saÄŸladığımızı söyleyemeyiz. Bu noktada kat edilmesi gereken çok yol olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Bu yollar kat edildiÄŸinde sömürgecilik karşısında duygusal duyarlılıklardan ziyade pratik tavırlar üretilmeye baÅŸlanacağı kanaatindeyim.
7. Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸi hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu direniÅŸin küreselleÅŸme imkanı var mı?
Aksa Tufanına ve sonrasında Filistin topraklarında gerçekleÅŸen süreçlere iliÅŸkin tanımlama, tarif, tasnif ve nihayetinde tanıklık yapacak hakkımızın olmadığını, bu konunun bir bilme ya da analiz meselesine dönüÅŸtürülemeyecek kadar olaÄŸanüstü olduÄŸunu ve yapılan kötülükler ya da iyilikler karşısında hayret halimizi korumamız gerektiÄŸini düÅŸünüyorum. Bu sebeple müsaadenizle bu soruya kapsamlı bir cevap veremeyeceÄŸim.