İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne denilebilir? “Dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilebilir mi? Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸini nasıl düÅŸünmek gerekir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Sömürgecilik" dosyasında Dr. Ali Haydar BeÅŸer'e sorduk.
1- Sömürgecilik nedir? Modern ve klasik sömürgecilik arasında fark var mıdır? Edward Said’in “oryantalizm, sömürgeciliÄŸe keÅŸif kolu hizmeti sunmuÅŸtur.” tespitini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Sömürgecilik ahlâkın eÅŸlik etmediÄŸi güçtür. Bu, bireyler arasında olabileceÄŸi gibi, kurumlar ve devletler arasında da görülebilir. Fiziksel, siyasi, iktisadi, askerî ve benzeri herhangi bir gücü kısıtlayacak hukuki ve/ya ahlâki bir sınır yoksa sözkonusu gücün istismara, suistimale, sömürüye dönüÅŸmesi önünde hiçbir engel yok demektir.
Elbette daha özel olarak Avrupa’nın kendi tarihsel ÅŸartları içerisinde ortaya çıkmış, geliÅŸmiÅŸ ve 20. yüzyılın ortalarına kadar devam etmiÅŸ ülkeler arası siyasi, hukuki, iktisadi iliÅŸki biçimleri ÅŸeklinde de görebiliriz. Burada sömüren taraf Avrupa ülkeleri, sömürülen taraf ise diÄŸer ülkelerdir. Tarihte güç sahibi olan her ülke veya yapının aynı deneyime sahip olmadığı düÅŸünülürse sömürgeciliÄŸi tek başına güç ile açıklamak da yanlış olur. Bunu Avrupa ülkelerine has kılan içsel ve dışsal tarihsel ÅŸartları mutlaka dikkate almak gereklidir. Reconquista’nın baÅŸarıya ulaÅŸması, Reform hareketleri ve Protestanlık, mezhep savaÅŸları, yenilik arayışları gibi içsel; coÄŸrafi keÅŸifler, ticaret ve zenginlik, Osmanlı’nın varlığı gibi dışsal faktörlerin bileÅŸiminin sonucu olarak ortaya çıkmış bir gerçeklik olarak okumak daha doÄŸru olacaktır.
Klasik ve modern sömürgecilik arasında benzerlikler olduÄŸu gibi farklılıklar da vardır. Klasik sömürgecilikte iktisadi olan açık bir biçimde siyasi, askerî ve hukuki olarak destekleniyor ve o zemin üzerinde diÄŸer ülkelerin her türlü deÄŸeri “emiliyor” ve “temellük” ediliyordu. Modern sömürgecilikte ise iktisadi amaçlar kültürel zemin üzerinden gerçekleÅŸtirilmekte; siyasi, askerî ve hukuki alan devreye girmeye müsait gizil güçler olarak arka planda beklemektedir. Dolayısıyla aslında klasik sömürgecilik, ona göre daha az maliyetli yollar bulunduÄŸu için terk edilmiÅŸtir bile denebilir.
Oryantalizmi “sömürgeciliÄŸin keÅŸif kolu” olarak özetleyen Cemil Meriç’in ifadesi Said’in kitabının Pınar Yayınlarından çıkan tercümesinde bir alt baÅŸlık olarak kullanılmıştır. Bu ifade bir yönüyle Said’in kitabı için kısa bir özetse de diÄŸer yönüyle de bir indirgemedir. Elbette oryantalizm meselesi çok daha uzunca ve etraflıca ele alınması gereken bir husustur. Ama bu baÄŸlamda belki sömürgecilik ve oryantalizm iliÅŸkisinin tek yönlü deÄŸil, karşılıklı bir iliÅŸki olduÄŸunu söylemek gerekir. Napolyon’un Mısır çıkarmasından bu yana farklı zamanlarda farklı biçimlerde ve tonlarda bu karşılıklı iliÅŸkinin devam ettiÄŸi söylenebilir. Bu iliÅŸki aslında bilgi-güç iliÅŸkisine indirgenebilir. Güç bilgiye ihtiyaç duyar, bilgi güce destek verir, güç kendi bilgisini oluÅŸturur ve bu çevrimde hangisinin asıl olduÄŸunun artık bir önemi kalmaz. Özellikle sosyal bilimler ve onun ürettiÄŸi bilginin de tarihi bu perspektifle yeniden gözden geçirilmelidir.
2- İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda Malik b. Nebi’nin “Sömürgecilik kötüdür. Ancak daha kötüsü sömürülmeye elveriÅŸli olmaktır.” tespiti hakkında ne söylemek istersiniz? Malik b. Nebi'den sonra İslamcılar sömürülebilirlik sorunu üzerine ne kadar eÄŸildiler?
Elbette her bir toplum için ayrı ayrı tecrübelerden bahsetmek gerekir. Ama farklılıklar olduÄŸu gibi benzerlikler de vardır. Fikriyat düzeyinde benzerlikler daha çoktur. Ama siyasi ve sosyal hareketler düzeyinde ise farklılıklar daha belirgindir. Her halükarda bütüncül bir tecrübeden bahsedilebilir ve bu tecrübe hiç de küçümsenecek, baÅŸarısız görülecek, burun kıvrılacak bir tecrübe deÄŸildir. Siyasal yönetimler ile halklar arasındaki uyuÅŸmazlıklar, politik tercih ve tavırlar elbette ümmetin övünülecek düzeyde olmadığını göstermektedir. Fakat bu “ümmet”in örgütlü ve siyasal alanda tam karşılığı olmasa da canlı olmadığını anlamına gelmez. Farkında olsun veya olmasın, gündelik hayat pratikleri düzeyinde bile olsa Müslümanlar bugün geçen yüzyıla nispetle çok daha canlı, üretken ve kolektif olarak “dünya”ya söz söyler bir haldedir. Afganistan’dan Tunus’a, Endonezya’dan Avrupa ve Amerika’daki Müslümanlara kadar hataları ve doÄŸrularıyla “belirlenen” konumunda oldukları çaÄŸdaÅŸ tarihte önemli tecrübeler biriktirmiÅŸlerdir. Fikrî alanda hem Batı düÅŸüncesi hem de kendi geleneÄŸi ile girdiÄŸi üretken hesaplaÅŸma ve muhasebe; siyasal ve ekonomik alanda dayak yiye yiye de olsa elde edilen kazanımlar; eÄŸitim alanında özgün arayışların farklı ÅŸekillerde ve sürekli olarak sürmesi; kültürel alandaki muhtelif çıktılar tek tek ülkeleri ve hareketleri aÅŸacak düzeyde ümmetin kendi yürüyüÅŸünün devam ettiÄŸini göstermektedir.
Müslümanlar bugünkü dünyada bir yandan “düÅŸman” ile iliÅŸkisinde “izzet arayışı”nı sürdürürken, diÄŸer yandan da “dost” ile iliÅŸkisinde “ıslah” faaliyetini yürütmek durumundadır. Bu, savaÅŸ meydanında ordunun ileriye bakarak bir yandan düÅŸmanla çarpışırken diÄŸer yandan da saÄŸa-sola ve geriye bakarak kendi insicamını korumaya çalışmasına benzer. İkisi dengeli gitmediÄŸi müddetçe galip gelinemez. Malik b. Nebi’nin yeterince dikkat edilmediÄŸini düÅŸündüÄŸü ve vurgu yaptığı kısım ikinci kısım, yani içeriye bakan yönüyle “ıslah”tır. SaÄŸlıklı bir bedene sahip olmadan güçlü bir ÅŸekilde savaşılamaz. Bunun ne kadar baÅŸarılabildiÄŸi ise ayrıca tartışılabilir, fakat baÅŸarısız olunmadığı da kesindir. Bu sitede oluÅŸturulan dosya konuları ve sorulan sorular, cevaplardan tamamen bağımsız olarak bunun sembolik bir delilidir.
3-Modern tarihe özgü ideolojik akımları, Avrupa’ya mahsus sosyal gerçekliÄŸin küreselleÅŸmesine hizmet etmesi bakımından, sömürge aparatları olarak nitelemek mümkün mü? Neden? Bir sömürge aparatı olarak aydına nasıl bir konum biçiyorsunuz?
Avrupa’nın tarihsel gerçekliÄŸi içerisinde üretilen her ÅŸey gibi ideolojiler de o gerçekliÄŸin özelliklerini bünyesinde taşır. Kullandığımız telefon veya bilgisayar ne kadar “sömürge aparatı” ise onlar da o kadar sömürge aparatıdır. Ama bu aletlerin olduÄŸu gibi ideolojilerin de artık bizim de sosyal gerçekliÄŸimizin bir parçası olduÄŸunu unutmamak gerekir. Sosyal gerçekliÄŸimiz bize onlar yokmuÅŸ gibi hareket etmemizi imkansız kılar, en azından “gerçek” dünyada. Yapılması gerekli olan ÅŸeyin mevcut gerçekliÄŸi tespit etmek ama ona mahkum olmadan onu deÄŸiÅŸtirme iradesi ortaya koymak olduÄŸu kanaatindeyim. Bu ise onu yok sayarak deÄŸil ancak onu “aÅŸarak” (dolayısıyla bir formda içererek) olabilir. Elimizdeki âsayı attığımızda onların büyüleyici “sahte” üretimlerini “yutmalı”.
Kendi deÄŸerlerine ve toplumuna yabancılaÅŸmış aydın meselesi bir buçuk asırdır tartışılan konularımızdan birisidir. “Self-oryantalizm”den “aÅŸağılık kompleksi”ne kadar birçok boyutuyla enine boyuna tartışılmıştır. Bu tartışmalara girmeden “hayat”ın aydından önemli olduÄŸu kanaatindeyim. Hayat derken ümmet olarak kolektif varlığımızın vasatını, zeminini kastediyorum. EÄŸitimden ekonomiye, siyasetten hukuka kadar bütünüyle “hayat” kendi aydınını üretir ve terbiye eder. En azından etkileÅŸim çift boyutludur. Tek boyut dikkate alınarak “aydın”a fazla anlam yüklendiÄŸi kanaatindeyim. Aydın tek başına “kurtarıcı” olamayacağı gibi uçuruma sürükleyici de olamaz. (Elbette burada aydın, münevver, âlim gibi kelime oyunlarına da tevessül etmemek gerekir. Daha dar ve akademik bir baÄŸlamda bunlar arasındaki nüanslar tartışılabilir ama biri özünde kötü diÄŸeri iyi veya iyiyse ÅŸunu kötüyse bunu kullanırız “taktik”lerine baÅŸvurmanın bizi gerçek sorulardan uzaklaÅŸtıracağı ve oyalayacağı kanaatindeyim.)
4- Tekno-endüstriyel çaÄŸda yapay zekanın baskın karakteri sömürgeciliÄŸi dijital platformlara da taşımış görünüyor. Siz bu konuda ne düÅŸünüyorsunuz? Artık “dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilir miyiz?
Ahlâkın eÅŸlik etmediÄŸi gücün ürettiÄŸi her ÅŸey farklı tonlarda da olsa onun özelliklerini bünyesinde taşır. Bu anlamda nitelik itibariyle “yapay zeka”nın diÄŸerlerinden farklı olduÄŸunu düÅŸünmüyorum. Buradaki asıl meselenin dijital dünya olmaktan çok kapitalizm ve dolayısıyla ahlâkî bir problem olduÄŸu kanaatindeyim.
5- İnsanlık son yüzyılda iki büyük dünya savaşı gördü. İçinde bulunduÄŸumuz koÅŸullar yeni bir dünya savaşına kapı aralayabilir mi? 19.yüzyılda olduÄŸu gibi enerjinin merkezde olduÄŸu yeni bir sömürgecilik çağı mı baÅŸlıyor? İçinde bulunduÄŸumuz durum hakkında ne dersiniz?
Bu konular hem geleceÄŸe yönelik olması hem de “siyasal analiz” gerektirmesi dolayısıyla söz söylemekten kaçınmayı tercih edeceÄŸim sorular. Yalnız dolaylı bir ÅŸekilde mücadelenin ve dolayısıyla mücahedenin her zaman farklı biçimlerde de olsa devam edeceÄŸi gerçeÄŸini hatırlatabilirim. Tarih bize göstermektedir ki ister yerel düzeyde ister dünya ölçeÄŸinde olsun ahlâkın eÅŸlik ettiÄŸi bir güç sadece “gül satarak” da tesis edilemez.
6- Türkiye’deki yayın dünyasının sömürge karşıtı literatüre ilgisi hakkında ne söylersiniz? Bu baÄŸlamda Türkiye akademik-entelektüel havzasının ve İslami hareketlerin sömürgecilik hakkındaki duyarlılığını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de postkolonyal teori ve yaklaşımların fikir hayatımızı zenginleÅŸtirici bir katkı yaptığı kanaatindeyim. Bu vesileyle, Türkiye’nin bir sömürge olmadığı ve dolayısıyla sömürgeleÅŸtirilmiÅŸ Müslüman ülke aydınlarından alacağı bir ÅŸey olmadığı tezine de katılmadığımı belirtmek isterim. Benzerliklerimiz farklılıklarımızdan çoktur ve “istisnacı” bir perspektiften bakmak bizi çoraklaÅŸtırır. 19. yüzyıldan itibaren “izzet arayışı” olarak doÄŸan ve geliÅŸen İslami hareketlerin ise en duyarlı olduÄŸu konunun, çeÅŸitli formlarıyla sömürgecilik olduÄŸu söylenebilir. Bugün Gazze’deki bir avuç insan dünyaya güçlü bir söz söylüyorsa bunun neticesi ve göstergesidir.
7- Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸi hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu direniÅŸin küreselleÅŸme imkanı var mı?
Bu direniÅŸ zaten küreselleÅŸmiÅŸtir. Hem Suriye’deki gibi doÄŸrudan sahada hem de belki daha önemli olarak zihinlerde küresel düzeyde büyük ve kalıcı etkiler oluÅŸturmuÅŸtur. Bunu sadece “direniÅŸ” olarak kodlamak eksik olur kanaatindeyim. Evet, bir boyutuyla ve öncelikle bir direniÅŸtir ama aynı zamanda kurucu ve inÅŸa eden nüveleri de içerisinde barındırmaktadır. Müslümanların “aktif bekleyiÅŸte” olduÄŸunun ispatıdır. Biz ise kendi “zindanlar”ımızı aÅŸabildiÄŸimiz ölçüde onların yanındayız.