İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne denilebilir? “Dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilebilir mi? Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸini nasıl düÅŸünmek gerekir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Sömürgecilik" dosyasında Prof. Dr. Enver Arpa'ya sorduk.
1. Sömürgecilik nedir? Modern ve klasik sömürgecilik arasında fark var mıdır? Edward Said’in “oryantalizm, sömürgeciliÄŸe keÅŸif kolu hizmeti sunmuÅŸtur.” tespitini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Sömürgecilik sözlük anlamı olarak bir devletin baÅŸka devletleri, ulusları veya toplulukları, siyasal ve ekonomik egemenliÄŸi altına alması olarak tanımlanmaktadır. Ancak sömürgeciliÄŸin tarihi incelendiÄŸinde yaÅŸanan pratiÄŸin bunun çok ötesine geçtiÄŸi görülmektedir. Sömürgeci güçler, egemenlikleri altına aldıkları toplumları sadece siyasal ve ekonomik yönden hakimiyetleri altına almakla yetinmemiÅŸ onları zihinsel olarak dönüÅŸtürerek her yönüyle kendilerine bağımlı hale getirmeye çalışmışlardır. Klasik dönem sömürgeciliÄŸi dini ve siyasi hegemonyayı öncelerken modern sömürgecilik daha çok iktisadi amaçları öne çıkarmıştır. SanayileÅŸmeyle birlikte artan hammadde ve enerji ihtiyacı sömürgeci Batı devletlerini ekonomik çıkarlarla bu iÅŸe yönlendirmiÅŸse de modern sömürgeciliÄŸin dini ve siyasi amaçları tamamen gözardı ettiÄŸi de söylenemez. Modern sömürgecilikte klasik sömürgeciliÄŸi aÅŸan en kötü boyut ise sömürgecilik için öne sürülen medenileÅŸtirme iddiasıdır. Sömürgeci zihniyet, yaratacağı tahribatı ve talanı medeniyetten yoksun olarak tanımladığı geri kalmış ülkeleri medenileÅŸtirme iddiasıyla meÅŸrulaÅŸtırmaya çalışmıştır. Modern sömürgeciliÄŸin etikten yoksun bu iddiasının meÅŸruiyet devÅŸirme çabasından öteye geçmediÄŸi sömürgeciliÄŸin pratiÄŸinde ortaya konulmuÅŸtur. SömürgeleÅŸtirilen devletler bu süre zarfında medenileÅŸmediÄŸi gibi medeniyet iddiasının tüm çeliÅŸkilerine maruz kalmışlardır. Medeniyet kazandırma iddiasıyla insanı köleleÅŸtirilmiÅŸ, yer altı ve üstü kaynakları talan edilmiÅŸtir. Bu süre zarfında bu devletlerin toplumsal refahı daha da kötüleÅŸmiÅŸtir. Bütün bunlardan daha da önemlisi de insanı aÅŸağılanmış ve ötekileÅŸtirilmiÅŸ ve her türlü zulme maruz bırakılmıştır. DiÄŸer bir ifadeyle söylemek gerekirse modern sömürgeciliÄŸin en önemli aracı olarak sunulan medeniyete eriÅŸtirme iddiası sömürgeleÅŸtirilen toplumları medeniyetten daha da uzak hale getirmiÅŸtir. Yaklaşık 20 milyon insanın son sömürge döneminde köleleÅŸtirilerek en zor iÅŸlerde istihdam edilmek üzere Batılı ülkelere sevkedilmesi bu iddianın çirkin boyutunu bütün açıklığıyla ortaya koymaktadır.
Günümüzde fiili sömürge dönemi resmi olarak sona ermiÅŸ olsa da modern sömürü sistemi gayrı resmi bir yolla diÄŸer bir ifadeyle emperyalist bir yaklaşımla devam etmektedir. Sömürgeci güçler, çeÅŸitli yollarla bu ülkeler üzerinde egemenlik kurmaya ve onları farklı yöntemlerle sömürmeye devam etmektedir. Üstelik geleneksel sömürgeci devletlere Çin ve Rusya gibi yeni aktörler de ilave olmuÅŸ bulunmaktadır. Bu modern emperyalist yaklaşım, 19. asrın fiili sömürgecilik anlayışından daha tehlikeli bir sömürgecilik çeÅŸididir. 2. Dünya savaşından sonra önlenemez hale gelen bağımsızlık talepleri bu yeni yöntemle cevaplandırılmış ve bu ülkeler yapılan anlaÅŸmalar ve yönetime getirilen iÅŸ birlikçi idarecilerle el altından sömürülmeye devam edilmektedir. Bağımsızlık tezahürleri netice itibarıyla maalesef boÅŸ bir iddiadan öteye geçmemektedir.
Bu yeni sömürgeciliÄŸin sürdürülebilir kılınması ilgili toplumlarda gerçekleÅŸtirilecek köklü dönüÅŸümlerle ancak saÄŸlanabilir. DönüÅŸümün kalıcı ve etkin olması güçlü zihinsel bir altyapının varlığına baÄŸlıdır. Oryantalizmin objektiflikten önemli oranda uzak kaldığı ve pragmatik bir yaklaşıma sahip olduÄŸu gözardı edilmeyecek bir gerçektir. Batılı müsteÅŸriklerin aslında DoÄŸu’yu bilimsel bir olgu olarak tanımak ve tanımlamaktan ziyade nasıl manipüle edebileceÄŸiyle ilgili olduÄŸundan ÅŸüphem yoktur. Bunun istisnaları elbette bulunmaktadır. Ancak oryantalizmin DoÄŸu’yu tanıma ve anlama çabasının üsttenci bir bakış açısına sahip olduÄŸu ve daha çok DoÄŸu toplumlarını yakından tanıyıp arzu ettiÄŸi yönde ÅŸekillendirme amacından beri olmadığında da ÅŸüphe yoktur. Edward Said’in “oryantalizm, sömürgeciliÄŸe keÅŸif kolu hizmeti sunmuÅŸtur” sözü bu hakikate önemli bir iÅŸarettir. Toplumları iktisadi olarak sömürmek çeÅŸitli yollarla saÄŸlanabilir ancak onları zihinsel olarak dönüÅŸtürmek ayrıntılarıyla bilmekten ve tanımaktan geçer. Oryantalizmin bunu saÄŸlama konusunda önemli bir iÅŸlev gördüÄŸünde ÅŸüphe yoktur. İdeolojik oryantalizmin ise zaten temel görev olarak bunu yüklendiÄŸini söylemek zaid olacaktır.
2. İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda Malik b. Nebi’nin “Sömürgecilik kötüdür. Ancak daha kötüsü sömürülmeye elveriÅŸli olmaktır.” tespiti hakkında ne söylemek istersiniz? Malik b. Nebi'den sonra İslamcılar sömürülebilirlik sorunu üzerine ne kadar eÄŸildiler?
Sömürge coÄŸrafyası incelendiÄŸinde önemli bölümünün İslam dünyası coÄŸrafyasından oluÅŸtuÄŸu görülecektir. OrtadoÄŸu ve Afrika coÄŸrafyasının, Müslümanların önemli bir gücü ve temsilcisi olan Osmanlı devletinden koparılarak sömürgeleÅŸtirildiÄŸi dikkate alındığında bunun sebebinin içeriden aranması gerektiÄŸi gerçeÄŸiyle karşı karşıya geliyoruz. Osmanlı devletinin buralardan geri çekilmesi, yaÅŸanan yönetimsel sorunların yanısıra kendi coÄŸrafyasında ortaya çıkan ayrılıkçı taleplerden de kaynaklandı. Bu coÄŸrafyadan yükselen ayrılıkçı talepler, ulus devlet inÅŸa etme arayışları, Müslümanların bu etkin gücünün parçalanmasına ve zayıflamasına yol açtı. Müslüman toplumlar birlikten uzaklaÅŸtıkça sömürüye daha açık hale geldi. SömürgeciliÄŸin siyasi, sosyal ve ekonomik bir çok sebebi bulunmaktadır. Müslüman toplumlar da bu harici sebeplerle birlikte birliÄŸini ve gücünü kaybedince sömürgeciliÄŸin bu coÄŸrafyada kapı aralaması daha kolay oldu.
Bununla birlikte İslam dünyasındaki çeÅŸitli islami düÅŸünce gruplarının, tasavvufi hareketlerin 19 yüzyıl fiili sömürgeciliÄŸine karşı güçlü bir direniÅŸ ortaya koyduklarını da burada ifade etmek gerekiyor. Bu grupların anti sömürgeci direniÅŸte ön saflarda yer aldığı ÅŸüphesizdir. Örnek vermek gerekirse Mısır’da İngiliz sömürgeciliÄŸine karşı ortaya çıkan direniÅŸte Müslüman KardeÅŸler TeÅŸkilatının önemli bir rol oynadığı bilinmektedir. Bu hareketin ilk ortaya çıkış sebebi İngiliz iÅŸgaline karşı çıkmaktır. Kuzey Afrika’da Kadiri Ayniyye (Maayniyye) Hareketinin, Senusiyye Tarikatının, Emir Abdulkadir el-Cezairî Hareketinin, DoÄŸu Afrika’da Sudan Mehdi Hareketinin, Kadiriyye Tarikatının, Salihiyye Tarikatının, Batı Afrikada Osman b. Fudî ve Fulani Hareketinin, el-Hac Ömer ve Tekrur Hareketinin, sömürgeci güçlere karşı baÅŸlatılan mücadelede önemli bir direniÅŸ hattı oluÅŸturdukları ve bu bölgelerin bağımsızlığını elde etmesinde etkin bir rol oynadıkları bilinmektedir.
Malik bin Nebi’nin bahsettiÄŸiniz sözü sömürüye açık olma psikolojisinin çarpıcı bir izahını içermektedir. Ona göre “sömürülebilirlik” olgusunun Müslümanların arasında yerleÅŸmesinde 3 temel sebeb etkili olmuÅŸtur: Birincisi 1146 ila 1248 yılları arasında, bugünkü İspanya topraklarının büyük bölümü ile Kuzey Afrika'nın bazı bölgelerinde hakimiyet süren Muvahhidler devletinin yıkılmasının ardından Müslümanların yaÅŸadığı dağınıklık ve karmaÅŸadır. İkinci olarak geleneksel deÄŸerlerle Batı medeniyeti arasında yaÅŸanan adaptasyon sorunu ve son olarak Müslümanlar arasında yaygın hale gelen sömürülebilme efsanelerdir.
Bin Nebiye göre Muvahhidler devletinin ortaya koyduÄŸu birlik ve bütüncül yaklaşım yerini kabileciliÄŸe ve tefrikaya bırakmış ve bu da Müslümanların vahdetten aldıkları gücünü yitirmelerine ve sömürüye elveriÅŸli hale gelmelerine yol açmıştır. Cezayirli bir düÅŸünür olan Bin Nebi, MaÄŸrib bölgesi odaklı bir yaklaşımla bu dağınıklığı 1200’lü yıllarda varlık gösteren eski bir devletle iliÅŸkilendirmiÅŸtir. Ancak onun burada ilkesel olarak vurgulamak istediÄŸi husus, Müslümanların birlikten, vahdetten ayrıldıkça sömürüye elveriÅŸli hale gelecekleri hususudur ki bu isabetli bir tespittir. Bizim bu tespiti yakın zamandaki Osmanlı devletiyle ve Müslümanların ona sahip çıkmamasıyla izah etmek istememiz ise meseleyi daha anlaşılır hale getirme çabasıdır.
Bin Nebi’nin Batı medeniyeti ile Müslümanların geleneksel deÄŸerleri arasındaki sorun baÄŸlamınında iÅŸaret ettiÄŸi süzgeçten geçirmeme sorunu sömürülebilme konusunda önemli ve çarpıcı bir tespittir. Batının sanayi ve teknoloji alanında elde ettiÄŸi üstünlüÄŸe imrenen Müslüman toplumların, Batının deÄŸerlerini herhangi bir süzgeçten geçirmeden almaları, onları Batı hayranlığına ve dolayısıyla Batı’dan gelen sömürü dalgasına açık hale getirmiÅŸtir. Batı’nın teknolojisi ve sanayisi yerine iflas etmiÅŸ sosyal ve kültürel deÄŸerlerini alan Müslüman toplumlar bunun tabii bir sonucu olarak sömürülmeyi de rahat kabul eder hale gelmiÅŸlerdir.
Bin Nebi’nin iÅŸaret ettiÄŸi 3. sebep kanaatimizce bu konudaki en etkili ve dramatik sebeptir. Müslüman toplumların, Batı’nın sanayi ve teknolojide elde ettiÄŸi üstünlüÄŸü Batı’nın deÄŸelerine ve eÄŸitimine dayandırması onları Batı karşısında bir komplekse sürüklemiÅŸtir. Bu duygu onları “Batı bizden daha üstündür, çünkü daha eÄŸitimlidir” anlayışına sevketmiÅŸtir. Müslüman toplumlar, biz baÅŸaramayız çünkü biz eÄŸitimli deÄŸiliz, biz yoksuluz, biz sömürgeyiz bahanelerine sığınmaya baÅŸlamışlardır. Bu da tam bir bilinç sömürüsü anlamına gelmektedir. Müslümanlar bilinç sömürüsüne maruz oldukları oranda toprak iÅŸgali sömürüsüne de açık hale gelmiÅŸlerdir. Günümüzde 22 Afrika ülkesinin resmi dilinin Fransızca, 15 ülkenin resmi dilinin hala İngilizce olması bu gerçeÄŸi tüm açıklığıyla gözler önüne sermektedir. Kıtanın farklı ülkelerine bulunduÄŸumuz seyahatler sırasında bunun gerekçesini sorduÄŸumuzda her defasında aldığımız cevap “Fransızca/İngilizce evrensel bir dil ve eÄŸitim dilidir; bizim dillerimiz bunu saÄŸlamaya yeterli deÄŸildir.” ÅŸeklinde olmuÅŸtur. Bu örnekler tek başına yaÅŸanmakta olan bilinç sömürüsünü ortaya koymak için yeterlidir.
Özetle söylemek gerekirse Müslümanların genel anlamda anti sömürgeci ruha sahip çıkma konusunda çok ileri bir safhada olduklarını söylemek zordur. Ancak 19 yüzyılda Batı ilerlemesine ve Müslümanların geri kalmışlığına çözüm üretme amacıyla geliÅŸen ve günümüzde maalesef dar bir düÅŸünce alanına hapsedilen İslamcılığın bu konudaki hassasiyetinin altını çizmek hakkı teslim etmek babında önemlidir.
3. Modern tarihe özgü ideolojik akımları, Avrupa’ya mahsus sosyal gerçekliÄŸin küreselleÅŸmesine hizmet etmesi bakımından, sömürge aparatları olarak nitelemek mümkün mü? Neden? Bir sömürge aparatı olarak aydına nasıl bir konum biçiyorsunuz?
Modernite dayatması bir yönüyle, anlattığım bilinç sömürüsünün bir sonucu olarak da görülebilir. Ben moderniteyi bir zaman diliminden öte düÅŸünsel bir felsefi arka plan olarak görüyorum. Zira modern toplum vb. kavramlar zımnen sözde medenileÅŸmiÅŸ toplum anlamında da kullanılmaktadır. Medeniyet ise günümüzde sadece Batı toplumlarına hasredilmektedir. Bu düÅŸünce haline göre Batı geliÅŸmiÅŸ, DoÄŸu geri kalmıştır. Batı medenileÅŸmiÅŸ DoÄŸu bundan nasibini alamamıştır ve medeniyete ulaÅŸtırılması gerekmektedir. Modern sömürgeciliÄŸin en büyük aparatının “medeniyete erdirme” olduÄŸunu göz önüne aldığımızda bu arka planı daha rahat anlayabiliriz. Modernite Batı’ya has bir deÄŸer olarak görüldüÄŸüne göre Batı’nın referans alınması tek çare olarak ortada kalmaktadır. Ülkemizin de uzun yıllar kollarında kıvrandığı Batıcılık, bilinç sömürüsünün en etkili aracı olmuÅŸtur. Batıcılık bu yönüyle yeni sömürgeciliÄŸin de en etkili aparatı sayılabilir. İlerleme ve refah Batıcılıkta arandığında Batı’nın modern sömürü araçlarının tümü meÅŸruiyet kesbedecektir. Cumhuriyet aydınlarının (!) Batı’lı deÄŸerleri yegane çözüm olarak sunmaları yeni sömürgecilik olarak isimlendirilen dolaylı sömürgeciliÄŸin en önemli meÅŸriuyet kaynağı olmuÅŸtur.
4. Tekno-endüstriyel çaÄŸda yapay zekanın baskın karakteri sömürgeciliÄŸi dijital platformlara da taşımış görünüyor. Siz bu konuda ne düÅŸünüyorsunuz? Artık “dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilir miyiz?
Yapay zeka konusunda fazla söz edebilecek durumda deÄŸilim. Ancak dijitalleÅŸmenin zihinlere önemli bir pranga yarattığını görüyor ve hissediyorum. Günümüz insanının dijital araçlarla adeta uyuÅŸturulduÄŸu hatta esir alındığı uzmanların üzerinde mutabık kaldığı bir husustur. Dijital teknolojiyi üretenlerin onu kendi deÄŸerleriyle lanse edeceklerinde ÅŸüphe yoktur. Günümüzde artık fiili sömürgecilikten bahsedilmiyor. Sömürgecilik artık yeni haliyle ve farklı aparatlarıyla hakimiyetini pekiÅŸtirmektedir. Yapay zekanın bu dolaylı sömürüyü pekiÅŸtirme konusunda manipülsyona en elveriÅŸli araç olduÄŸu hususunda genel bir kanı hakimdir. DoÄŸrusu yapay zeka ve genel olarak dijital teknolojinin hükmetme kabiliyetinin yüksekliÄŸi dikkate alındığında tehlikenin boyutu daha net olarak görülebiliyor. BiliÅŸim teknolojisinin sadece tüketicisi olarak kendilerini konumlandıracak toplumların dijital teknolojinin negatif tesirlerinden korunma ÅŸansı bulunmamaktadır. Müslümanların bu teknolojinin olumsuz etkilerinden korunmasının yegane çaresi bu teknolojiyi üretmelerinden ve kendi deÄŸerleriyle uyumlu olarak kullanılmasını saÄŸlamalarından geçiyor.
5. İnsanlık son yüzyılda iki büyük dünya savaşı gördü. İçinde bulunduÄŸumuz koÅŸullar yeni bir dünya savaşına kapı aralayabilir mi? 19.yüzyılda olduÄŸu gibi enerjinin merkezde olduÄŸu yeni bir sömürgecilik çağı mı baÅŸlıyor? İçinde bulunduÄŸumuz durum hakkında ne dersiniz?
Yukarıda sömürgeciliÄŸin yeni bir kılıf altında devam ettiÄŸine birkaç defa iÅŸaret ettik. Bu durumda “yeni bir sömürge çağı” olarak ifade edilebilecek fiziki bir iÅŸgalden bahsedilmesi gereksiz olur. Zira sömürgecilik modern kılıfıyla ve de daha etkili bir yöntemle zaten devam etmektedir. Burada kavga modern sömürgeci güçlerin etki alanını geniÅŸletme arzusundan kaynaklanmaktadır. Bu kavganın daha çok enerji kaynakları üzerinde yaÅŸandığı da ÅŸüphesizdir. Özellikle ABD ve Çin’in küresel boyutta yaÅŸanan rekabetinin bu alanda yoÄŸunlaÅŸtığı söylenebilir. Çin sanayisi ve yoÄŸun nüfusuyla enerji kaynaklarının en büyük tüketicilerinden biridir ve ABD’nin enerji kaynakları üzerinde kurduÄŸu küresel hegemonyadan kurtulmanın yollarını aramaktadır. Bunun için zengin enerji kaynaklarına sahip eski sömürge ülkeleriyle yoÄŸun bir iÅŸ birliÄŸi geliÅŸtirdiÄŸine ÅŸahit oluyoruz. Özellikle enerji yatakları henüz devreye sokulmamış ve ABD ilgi alanına fazla girmemiÅŸ ülkelerle bu iliÅŸkisini güçlendirmeye çalıştığını biliyoruz. Afrika’da yoÄŸun bir varlığı bulunan Çin’in birçok ülkeyle enerji konusunda anlaÅŸmalar yapması ABD’yi rahatsız edecek bir boyuta ulaÅŸmıştır. Kıtada Çin ile ABD rekabeti en çok merak edilen konulardan biri olmuÅŸtur. Rusya’nın da enerji kaynaklarına ilgi duyduÄŸunu biliyoruz. Fransa’nın enerji ihtiyacını büyük oranda Nijer’den aldığı Uranyumla karşıladığı bilinen bir husustur. Dolayısıyla Kıta’da enerji kaynakları üzerinde yoÄŸun bir küresel rekabet yaÅŸanmakta olduÄŸunu söylemek mümkündür.
Yeni bir dünya savaşının çıkma potansiyeli ise OrtadoÄŸu coÄŸrafyası için söz konusu olabilir. Bu potansiyel enerji kaynaklarından ziyade iÅŸgalci Siyonist İsrail’in yayılmacı politikasından beslenmektedir. “VadedilmiÅŸ topraklar” hezeyanı bölge için en büyük tehlike olarak ortada durmaktadır. ABD’nin Siyonizm’e kayıtsız ÅŸartsız desteÄŸi bu anlaÅŸmazlığı küresel olmasa da bölgesel bir savaÅŸa doÄŸru dönüÅŸtürme potansiyeline sahiptir. Burada 3. bir savaşın tarafları olarak bakılan Çin ve Rusya gibi ülkelerin taraf olmak isteyeceklerini düÅŸünmüyorum. İsrail sorunu bu ülkeler için stratejik bir öneme sahip deÄŸildir. Zira bu bölge, Çin ve Rusya gibi ülkeler açısından enerji kaynakları baÄŸlamında her geçen gün önemini yitirmekte ve uÄŸruna savaÅŸa girilecek bir bölge olmaktan çıkmaktadır. Dolayısıyla 3. bir dünya savaşının enerji kaynaklarından ziyade Siyonizm’in yayılmacı politikalarından kaynaklanması olasılığından bahsetmek daha doÄŸru olacaktır.
6. Türkiye’deki yayın dünyasının sömürge karşıtı literatüre ilgisi hakkında ne söylersiniz? Bu baÄŸlamda Türkiye akademik-entelektüel havzasının ve İslami hareketlerin sömürgecilik hakkındaki duyarlılığını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Türk yayıncılık sektörünün düÅŸünce bazında sömürgeci zihniyete karşı karnesinin iyi olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Türk toplumunun tüm kesimleriyle anti sömürgeci bir ruha sahip olduÄŸunu söylemek mümkündür. Ancak bunun yayınlanan literatüre arzu edilen düzeyde yansıdığını söylemek ise zordur. Zira sömürgeleÅŸtirilen coÄŸrafya veya ülkeler hakkında dilimizde çok az sayıda yayın bulunmaktadır. Bu ülkelerin tarihi, kültürü, sanatı, edebiyatı, sömürge öncesi ve sonrası durumları vb. konular hakkında dilimizde kaleme alınmış fazla kaynak bulunmadığını biliyoruz. Bunun sebebinin de bu konuda bir isteksizlikten ziyade imkânsızlık olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Türk aydınının bu coÄŸrafyalar hakkındaki bilgi yetersizliÄŸi literatürde de bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Marc Ferro’nun ve Raimondo Luraghi’nin Sömürgecilik Tarihi, Mehdi Mirkiyayi’nin Sömürgecilik Tarihi serisi, Kara Kıta’nın Talanı, Kıtaların YaÄŸmacıları, Bitmeyen Sömürgecilik, Petrol SavaÅŸları, İngiliz Satrancı gibi kitaplarının Türkçeye tercüme edilmesi bu durumun bir iÅŸareti olarak görülebilir.
Aynı durumun akademik alanda da söz konusu olduÄŸunu söyleyebiliriz. Akademyamızın bölgesel çalışmalar alanında geliÅŸmiÅŸ ülkelere kıyasla çok geride kaldığını, bu alanda arzu edilen düzeyde üretimde bulunmadığını kabul etmemiz gerekiyor. Bununla birlikte bölgesel araÅŸtırmalar alanında son yıllarda ülkemizde bir canlanma yaÅŸandığına da iÅŸaret etmemiz lazım. Bazı üniversitelerimizde sömürge coÄŸrafyasına yönelik araÅŸtırmaların yapıldığı, farklı konularda tezlerin yazıldığı biliniyor. Birçok araÅŸtırmacı Asya ve Afrika kıtaları hakkında araÅŸtırmalar yaparak yayınlar yapmaktadır. Üniversiteler bünyesinde açılan programlarda bölgesel araÅŸtırmalar yapılmaktadır. Dergi Park üzerinden bir araÅŸtırmada bulunulduÄŸunda sömürgecilik hakkında çoÄŸu son 10 yılda olmak üzere bir çok makalenin yazıldığı görülebilir.
Türkiye’deki İslami hareketlerin faaliyetlerini genellikle kurdukları sivil toplum kuruluÅŸlarıyla gerçekleÅŸtirmeye çalıştıklarını söylemek mümkündür. Dini referanslarla hareket eden sivil toplum kuruluÅŸlarının sömürgecilik konusunda en duyarlı kesimlerden biri olduÄŸunda ÅŸüphe yoktur. Son yıllarda ülke ekonomisindeki geliÅŸmelere paralel olarak faaliyetlerini sınır ötesine taşıyan bazı İslami STK’ların yardıma ihtiyacı bulunan eski sömürge ülkelerine çeÅŸitli yardım faaliyetlerinde bulunduÄŸunu görüyoruz. Özellikle Afrika kıtasında yoÄŸun bir Türk STK varlığının söz konusu olduÄŸunu söyleyebiliriz. Bu yoÄŸunluÄŸun sömürge döneminde yaÅŸanan talana ve zulme bir tepki olarak geliÅŸtiÄŸini, Türk STK’larının anti sömürgeci ruhunu bu yardımlarla ortaya koymaya çalıştıklarını söylememiz mümkündür.
7. Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸi hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu direniÅŸin küreselleÅŸme imkânı var mı?
Aksa Tufanı’nın tarihin ender kahramanlık destanlarından biri olduÄŸunda ÅŸüphe yoktur. Filistin halkı inancını, vatanını mukaddesatını kahramanca savundu. Bu, Gazze’de yaÅŸananların bir boyutu. Bu direniÅŸ diÄŸer yandan da insanlığını vicdanını harekete geçirdi. İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan tepkinin bu coÄŸrafyayı aÅŸarak özellikle Batı toplumlarında da yeÅŸermesi elbette güzel bir geliÅŸmeydi. Vicdanlı her insan yaÅŸanan vahÅŸetten rahatsızlık duydu. Bu tepki konjonktürel olarak yükseldi ve düÅŸüÅŸ gösterdi. Ancak bu tepkinin küreselleÅŸme ve devamlı kılınma imkanı konusunda ise maalesef çok ümitvar deÄŸilim. Zira kamuoyu vicdanını hareketlendiren tüm araçlar maalesef buna izin vermeyecek olan Siyonizm’in tahakkümü altındaki sermayenin elinde. Toplumlar yaÅŸanan geliÅŸmelerden konjonktürel olarak etkilenir veya uzak kalır. Siyonizm’in tahakkümü altındaki sermaye uzun süreli veya küreselleÅŸecek bir tepkiye izin vermek istemeyecektir. İşgalci İsrail’e karşı oluÅŸan öfkeyi kontrol altında tutmaya çalışacaktır. Bu öfkenin kabarmasını engellemek için dikkatleri baÅŸka yönlere çekeceklerdir. Nitekim güçlü tepki veren ülkelerden biri olan Türkiye’de ÅŸu anda dikkatler baÅŸka yönlere çekilmiÅŸ durumdadır. İçeride adliyenin konusu olan olaylara gösterilen tepkiler, komÅŸumuz Suriye’de yaÅŸanan geliÅŸmeler Türk kamuoyunun Gazze hassasiyetini maalesef olumsuz etkilemeye baÅŸladı. İsrail ve iÅŸbirlikçisi ABD, katliamı zamana yayarak kademeli olarak dünyanın hassasiyetini etkisiz kılmaya çalışmaktadırlar. Zaman ilerledikçe hassasiyet azalmakta ve yaÅŸanan katliam adeta kanıksanmaktadır. Medya ve modern iletiÅŸim araçları yaratıcıları tarafından korkunç bir manipülasyona araç kılınmaktadır. Öfkeyi de kontrolü de ve dolayısıyla bu direniÅŸin küreselleÅŸmesini de onlar kontrol altında tutmaktadır. Cümlelerim Batı’yı gereksiz yere yücelttiÄŸim itirazıyla karşılaÅŸabilir. Ancak ÅŸimdiye kadar yaÅŸananlar maalesef bu endiÅŸeyi haklı kılacak türdendir.