Ali Kaçar: İslami hareket vahyin belirlediği çerçevede faaliyet gösteren ve her hâlükârda İslami olmayan sistemlere muhalif olan bir harekettir

  • PaylaÅŸ:
  • Tarih: 17 Temmuz 2024     Y: Ali Kaçar    Yazdır
img
Ali Kaçar: İslami hareket vahyin belirlediği çerçevede faaliyet gösteren ve her hâlükârda İslami olmayan sistemlere muhalif olan bir harekettir

İslami hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir iliÅŸki vardır? İslami hareketler ilkelerini hayata geçirirken hangi metotları kullanmaktadır? İslami hareketlerde ne gibi deÄŸiÅŸimler gözlemleniyor? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslami Hareket" dosyasında yazar Ali Kaçar'a sorduk.

          1. İslami Hareket'in size göre tanımı nedir?

İslami Hareket kavramını, bütün hareketleri içine alacak derecede kapsamlı ve üzerinde ittifak edilecek tarzda tanımlamak oldukça zor hatta imkanız. Bu nedenledir ki deÄŸiÅŸik kesimler tarafından farklı zamanlarda çeÅŸitli tanımları yapılmıştır. Yapılan bu tanımların tamamı İslami tonlar taşısa da çoÄŸunluÄŸu genel kabul görecek tarzda İslami Hareket kavramını tanımlamaktan çok uzaktır. Çünkü uzun zamandan beri gri tonda, bulanıklaÅŸmış, hakla batılın birbirine karıştı(rıldı)ğı bir İslami anlayış genel kabul görür hale gelmiÅŸtir. Bundan dolayı da her kesimin kendine göre bir İslami anlayışı var ve tanımlama da buna göre yapılmaktadır.

İslami Hareket kavramı içinde bulunduÄŸumuz yüzyılda gündeme gelmiÅŸ ve anlamlandırılmaya çalışılan bir kavram da deÄŸildir. Aslında bugünkü anlamda olmasa da bu kavramın tarihi kökeni 19’ncu yüzyılın ortalarına dayanmaktadır. Bugünkü anlama yakın bir anlamda Cemaleddin Afgani tarafından kullanıldığı belirtilmiÅŸse de bu kavramın siyaset literatüründe kullanılışı, Osmanlı hilafetinin yıkılışından sonra olmuÅŸtur. Batı’ya ve laikliÄŸe karşı durabilmek için İslamî tecdit örgütleri ve hareketleri ortaya çıkmış ve İslamî alanda bu kavram bu örgütler/hareketler tarafından kullanılmaya baÅŸlanmıştır. Bu kavramı günümüz anlamında ilk olarak kullanan hareket ise Müslüman KardeÅŸler TeÅŸkilatı olmuÅŸtur. Müslüman KardeÅŸler bu kavram adı altında İslam’a düÅŸmanlık eden hareket ve düÅŸüncelere karşı mücadele etmiÅŸtir.[1]

Nitekim çaÄŸdaÅŸ araÅŸtırmacıların çoÄŸu, muasır/çaÄŸdaÅŸ İslamî hareketlerin baÅŸlangıç tarihinin bu teÅŸkilatın kurulduÄŸu tarih olduÄŸu görüÅŸünü savunmaktadır. Ayrıca Müslüman KardeÅŸler, aynı zamanda resmî bir ÅŸekilde İslamî olarak isimlendirilen ilk harekettir. Bu kavramla ilgili tanımlamalar da genelde bu hareketten yola çıkılarak yapılmaya çalışılmıştır. Bu tanımlamaların bazıları ÅŸöyledir:

“… İslam’ın insan hayatının bütün yönlerini kapsayan bir düÅŸünce sistemi olduÄŸunu, dolayısıyla İslam âleminin maruz kaldığı problemlerin çözümünün, bu sistemin esaslarına göre hareket etmekle mümkün olduÄŸunu düÅŸünenlerin müÅŸterek adıdır.”

Mustafa Tahhân ise bu kavramı ÅŸöyle tanımlamıştır: “İslamî Hareket ister bölgesel ister yöresel isterse evrensel olsun, İslam için çalışanların bütünü arasında müÅŸterek bir adlandırmadır. Sınırlı hedefler için çalışan ıslah hareketleri, İslam’ın ilkelerinin kökleÅŸmesi ve yayılması için çalışan resmî mekanizmalar, ihtiyaç sahibi Müslümanlara yardım eden hayır cemiyetleri, İslamî davayı savunan siyasî hareketler, İslamî çerçevede öÄŸrencileri bir araya toplayan öÄŸrenci hareketleri, İslamî düÅŸünceyi yaymaya çalışan düÅŸünce hareketleri, Ümmetin akidesiyle meÅŸgul olan barışsever hareketler, İslam’ı yaymak için çalışan sufî hareketler, daha doÄŸrusu İslam’a hizmet için gayretlerine göre çalışan bireyler bu kavramın kapsamı altına girmektedir.”[2]

Kelim Sıddiki de bu kavramı, “içinde Müslüman ve fert ve toplulukların belli bir kalıp, pratik bir hedef ve amaca doÄŸru yol alma istidadı gösterdiÄŸi; İslam ümmetinin birliÄŸini yeniden oluÅŸturmak için çalıştıkları, herkese açık ve baÄŸlantısız cihanÅŸümul bir uyanış nizamıdır[3] ÅŸeklinde tanımlamaya çalışmıştır.

Bir baÅŸka tanımlama da “İslami Hareket, Tevhidi temele dayalı, toplumsal hedefleri ve programı olan, evrensel, hayatı tüm yönleriyle kuÅŸatıcı, ilkeli, inkılapçı, açık ve örgütlü bir yapının adıdır”[4] ÅŸeklindedir.

Bütün bu ve benzeri tanım ve yaklaşımlardan sonra İslam’ın, İslam ümmeti tarafından, bireysel ve toplumsal hayatta gerçekleÅŸtirilmesini öngördüÄŸü hatta farz kıldığı birtakım hedefleri vardır. Bu hedeflerin gerçekleÅŸtirilmesi için de uyulması zorunlu yol, yöntem ve prensipler bulunmaktadır. İzlenecek bu yol ve uyulacak bu yöntemin de çerçevesi İlahi vahiy tarafından belirlenmiÅŸ, Hz. Peygamber (as) tarafından ise pratiÄŸe aktarılmıştır. İslam’ın gözettiÄŸi hedefleri, İslam’ın öngördüÄŸü ilke ve esaslara riayet etmek ÅŸartıyla gerçekleÅŸtirmeyi kendisine amaç edinmiÅŸ bir çalışma ancak ‘İslami bir Çalışma’ ve bu çalışmayı kendisine amaç/rehber edinmiÅŸ bir hareket de İslami Hareket’tir. Böyle bir çalışmanın/hareketin olmazsa olmaz ÅŸartlardan birisi, izlediÄŸi yöntemin/metodun ise “Nebevi” olmasıdır.

İslam’ın öngördüÄŸü hedefleri kendisine hedef edinmeyen bir çalışma/hareket, İslam’ı gerçekleÅŸtirmek iddiasıyla ortaya çıkmak hakkına sahip olmadığı gibi, açık ya da üstü kapalı olarak İslami hedefleri gerçekleÅŸtirmek istediÄŸini dile getiren fakat İslam’ın öngördüÄŸü yol ya da yöntemi izlemeyen bir çalışma/hareket de İslami bir çalışma/hareket olamaz.

Dolayısıyla bir faaliyetin, bir çalışmanın İslami olabilmesi için, sadece ulaşılmak istenen hedefin İslami olması yetmez, o hedefe ulaÅŸmak için izlenen yol ve yöntemin de mutlaka İslami olması gerekmektedir. Bu metod/yöntem izlendiÄŸi ve buna göre hareket edilip çalışıldığı zaman, öngörülen hedefe ulaşılsa da ulaşılmasa da bu uÄŸurda –Allah rızası için- yapılan her çalışma, Allah nezdinde kabul edilebilir, makbul bir çalışmadır. İşte biz, izlenmesi gereken bu yol ve yönteme ‘Nebevi Metod’ diyoruz. Bir Müslüman’ın, bu metodun dışında –konjonktürel ya da içtihadi- yeni ve farklı bir metod izlemesi, onu, İslam’ın öngördüÄŸü hedefe asla götürmez.

İslam’ın bireysel ve toplumsal hayatta gerçekleÅŸtirilmesini öngördüÄŸü hedefler gerçekleÅŸmeden İslami hayatın tam olarak yaÅŸanması da mümkün deÄŸildir. Kur’an-ı Kerim’in bütün emir ve hükümlerini ve Resulullah (sav)’ın yüce sünnetini gereÄŸi gibi yaÅŸayabilmek ve uygulayabilmek, ancak, İslam’ın bir devlet düzeni olarak uygulamaya konulmasıyla mümkündür. Zira bir Müslüman, ancak, İslami hükümlerin uygulandığı topraklarda Müslüman’ca yaÅŸayabilir. Zaten yüce Rabbimiz de İslam’dan baÅŸka hiçbir dini yani gayri İslami hükümlerin uygulandığı bir yönetim biçimini kabul etmemektedir (Al-İ İmran, 3/85). Çünkü İslam’ın egemen olmadığı yerde ‘ölümden beter’ ve ‘ölümden daha ÅŸedid’ (Bakara, 2/191) olmakla nitelendirilen ‘fitne’ (Bakara, 2/191, 217) var demektir. İslam’ın Müslümanlara yüklediÄŸi en temel vazife ise ‘Fitnenin yeryüzünden kaldırılması ve dinin yalnızca Allah’a ait olmasını’ (Bakara, 2/193; Enfal, 8/39) gerçekleÅŸtirmesidir.

          2. İslami Hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir iliÅŸki vardır?

İslami Hareket denildiÄŸi zaman ne anlaşılması gerektiÄŸi yukarıda izah edilmeye çalışılmıştır.

İslamcılık kavramı ise uzun zamandan beri leh ve aleyhinde tartışmalar yapılan bir kavramdır. Nitekim günümüzde ‘İslamcılık öldü’ diyenler[5] olduÄŸu gibi dört elle sarılıp izah edenler de, savunanlar da vardır. Kimileri de bu kavramı, ‘İslami Hareketle’ aynı anlamda kullanarak tanımlamaya çalışmışlardır. İslamcılık ile İslami Hareket arasındaki iliÅŸkiye geçmeden önce İslamcılık kavramının ne olup olmadığını, ilk olarak ne zaman ve niçin kullanılmaya baÅŸlandığına deÄŸinmek gerekiyor. Acaba bu kavramı, daha önce ya da günümüzde karşılayacak İslami bir kavram yok muydu? Varsa -ki vardı- bu kavram neden kullanılma ihtiyacı duyulmuÅŸtur? Bu nedenle öncelikle bu kavramın leh ve aleyhinde yazılanlara çok kısa deÄŸindikten sonra İslami Hareket ile aralarında bir iliÅŸki var mıdır yok mudur konusuna deÄŸinilmesinde fayda vardır diye düÅŸünüyorum.  

Bu kavram, özellikle Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun gerilemeye baÅŸladığı dönemden itibaren gündeme ge(tiri)lmeye baÅŸlanmış bir kavramdır. Bu kavram batı emperyalizmine karşı Müslümanların bir savunma refleksi olarak özellikle Hindistan ve Mısır’da ortaya çıkmış, Osmanlıda ilk kullanımına ise, 19. yüzyılın sonlarından itibaren baÅŸlanmıştır.[6] Bu da tarih olarak 1800’lü yılların ortalarına ve özellikle de Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) Fermanlarının ilanından sonraya denk düÅŸmektedir. Gündeme getiriliÅŸ amacı ise, çökmekte olan Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun kurtarılmasıdır. Bu amacın gerçekleÅŸmesi için kurtuluÅŸu kimileri batılılaÅŸmada, kimileri Türkçülükte (Turancılık), kimileri de tekrar İslam’a sarılmada aramışlardır. İşte İslam’a yeniden sarılmayı gündeme getirenler, bunu ‘İslamcılık’ kavramıyla açıklamışlardır.

D. Mehmet DoÄŸan “Modern Arapçada “İslâmcılık” kelimesini tam olarak karşılayan bir kelime olmadığını söylemektedir. “İttihad-ı İslâm” (İslâm birliÄŸi) XIX. yüzyılın sonlarına doÄŸru, İslâm coÄŸrafyasında yaygınlaÅŸmış müÅŸterek bir kavramdır. Bu kavram etrafında dile getirilen görüÅŸler batıda “Panislâmizm” veya kısaca “İslâmizm” olarak adlandırılmıştır. “İslâmcılık” kavram olarak ilk kez 1913’te Ziya Gökalp tarafından kullanılmıştır.[7] Babanzade Ahmed Naim Bey ise, Ziya Gökalp’ın bu kullanımını: “Bu ‘ci’ edatının Türk ile İslam kelimelerine ilhakı ne kadar fena oluyor! Ben burada bir manayı tasannu[8]  istiÅŸmam[9] Bu nisbeti kendilerine ÅŸiar edinenler bence yanlış isim intihab etmiÅŸler. Zira Türk, Arab olan kimse Türkçü, Arabcı olamaz. O kısaca Türkdür, Arabdır. ‘İslamcı’nın da Müslüman demek olmadığı lügat-ı Türkiye ile edna mümaresesi (yatkınlık) olanlarca malumdur” sözleriyle eleÅŸtirmiÅŸtir.[10]

İhsan Süreyya Sırma da “Âcizane, ben İslamcı tabirini yanlış buluyorum ve kullanmıyorum bu tabiri. Çerezci gibi, oduncu gibi bir ÅŸey aklıma geliyor bu tabiri duyduÄŸumda. İslam, teslim olunca Müslüman olduÄŸunuz ÅŸeydir. İslamcı demek biraz bana tuhaf geliyor. Kullanılmasını uygun görmüyorum. İslamcı ne demek?

- İslamcı; sosyal, politik, kültürel, ekonomik, hukuk ve yönetime iliÅŸkin hayatın her alanına yönelik Müslümanların taleplerini dillendiren ve bunu mücadelesini veren kiÅŸi deniliyor genel olarak literatürde.

Buna İslami hayat görüÅŸü denilebilir; fakat İslamcılık olmaz. Oduncu gibi bir ÅŸey olur. İslami hayat görüÅŸü zaten İslamcılık anlayışını kapsadığı için bu tabiri kullanmıyorum ve bu tabire karşıyım.

İslami hayat görüÅŸü; sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik vs. alana yönelik düzenlemeleri içine alan bir bakışı ifade ediyor zaten. Mesela siz Sosyalizm için "sosyalizmci" diyebiliyor musunuz? Diyemeyiz, zira adı sosyalizmdir. "Hristiyancı" diyebiliyor musunuz? diyemiyorsunuz. "Yahudici" diyebiliyor musunuz peki? Niye "İslamcı" diyorsunuz? Müslüman veya İslami hayat görüÅŸü İslamcı tabirini karşıladığı için ben İslamcı tabirine gerek yok diyorum.[11]

İslamcılık bu yönüyle sadece Türkiye’de eleÅŸtirilmemiÅŸ, İslam dünyasında çaÄŸdaÅŸ dönemde fikir ve eylemleriyle ön plana çıkmış farklı coÄŸrafyalardan RaÅŸid GannuÅŸi, Abbas Medeni, Hüseyin Fadlallah gibi isimler de İslamcılık deyimini eleÅŸtirerek kendilerinin İslamcı deÄŸil ancak Müslüman olduklarını vurgulamışlardır. Bu anlayışa göre bu kavram Batılıların icat ettiÄŸi ve Müslümanlara dayatılan zoraki etiketlerdir ve doÄŸası gereÄŸi olumsuz anlamlar taşımaktadırlar.[12]

İslamcılık üzerine çalışmalarıyla tanınan İsmail Kara İslamcılığın tanımını ÅŸöyle yapmıştı: “İslâmcılık, XIX-XX. yüzyılda İslam’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, hukuk, eÄŸitim…) ‘yeniden’ hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileÅŸtirmek, birleÅŸtirmek ve kalkındırmak uÄŸruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir düÅŸünce ve harekettir”[13]   

“Her Müslüman bizzarure İslâmcıdır” ve hem Müslümanım hem de İslamcıyım diyen Ali Bulaç ise İslamcılığı ÅŸöyle tanımlamaktadır:

 “İslam’ın ana referans kaynaklarından hareketle yeni bir insan, toplum, siyaset/devlet ve dünya tasavvurunu, buna baÄŸlı yeni bir sosyal örgütlenme modelini ve evrensel anlamda İslam BirliÄŸini hedefleyen entelektüel, ahlaki, toplumsal, ekonomik, politik ve devletler arası bir harekettir. BaÅŸka bir deyiÅŸle İslam’ın hayat bulması, hükümlerinin uygulanması, dünyanın her tarihsel ve toplumsal durumunda İslam’a göre yeniden kurulması ideali ve çabasıdır.” İslamcılığı devlet ve siyaset merkezli okuyan bu yoruma paralel olarak Ali Bulaç İslamcılığın 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıktığını düÅŸünmektedir.[14]

Türköne’ye göre de İslamcılık:

İslam’ı inanç, düÅŸünce, ahlak, siyaset idare ve hukuk bakımından hayata hâkim kılmak, Müslümanlar arasında birlik ve dayanışmayı tesis ederek İslam ülkelerini Batı karşısında geri kalmışlıktan kurtarmak amacına yönelik çözüm arayışı olarak 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı aydınları tarafından dile getirilmeye ve tartışılmaya baÅŸlanan bir ideolojidir.[15]

Türköne, Ali Bulaç’ı eleÅŸtirdiÄŸi yazısında ise “Eski İslâmcıları kırpıp kırpıp politikacı yapıyorlar. Bu arada İslâmcılık politikada yukarılara tırmanmak için kullanılmış ve iÅŸi bitmiÅŸ bir uçan halı olarak, özenle çerçevelenip duvara asılıyor. Ali Bulaç, aksi görüÅŸte ama müzeye kaldırılmış bir obje olarak yeterli saygıyı görüyor.

İslâmcılık bir ideoloji olarak çöktü. Omuzlarındaki ağır iktidar yükü onu çökertti. Kendini yeniden bulması için önce iktidarla baÄŸlarını koparması, sonra uzun süre muhalefette yeni projeler üretmesi lâzım.”[16]

Bu ve benzeri tartışmalar da göstermiÅŸtir ki, İslam, tamamlanmış ve eksiÄŸi gediÄŸi olmayan İlahi bir dindir. BaÅŸka ideoloji ya da düÅŸüncelerle sentez oluÅŸturmayacak tarzda kemale ermiÅŸ bir dindir. Çünkü Rabbimiz katında hak din tektir, o da İslam’dır (3/19). Yani Hz. Adem (as)’a da Hz. Musa (as)’a da Hz. İsa (as)’a ve diÄŸer bütün Peygamberlere de gelen din aynıdır ve o da İslam’dır. Zaten Rabbimiz din olarak bizim için ‘İslamı’ (5/3) seçmiÅŸ ve bize de isim olarak “Müslüman” (22/78) ismi vermiÅŸtir. Dolayısıyla din olarak ‘İslam’, isim olarak ‘Müslüman’ ismi bizim için yeterlidir, önüne de arkasına da herhangi bir takı getirilmesine de ihtiyacı yoktur; “dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım” (5/3) bunu açıkça göstermektedir. Dolayısıyla Kur’an’da ismi geçen ya da geçmeyen her peygamberin getirdiÄŸi mesajın ortak adı da İslam’dır. Her peygamber de gönderildikleri kavimleri içiresinde ilk Müslüman olandır. Nitekim Hz. İbrahim (as) ile ilgili “İbrahim ne Yahudi idi ne Hristiyan’dı: ancak, O Hanif (muvahhid) bir Müslüman’dı” (3/67) ayeti de bunu belirtmektedir.

Bu ve benzeri ayetlerden de anlaşılacağı üzere İslami hareket kavramındaki “İslam” sözcüÄŸü, yerine ‘İslamcılık’ dahil hiçbir kavrama ve  eke ya da tamamlayıcı bir öÄŸeye ihtiyaç duymayacak kadar tam ve mükemmeldir. İçerik olarak aynı ÅŸeyler gündeme getirilse de İslami Hareket kavramının, Babanzade Ahmet Naim Efendi ya da Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma’nın da ifade ettiÄŸi gibi ‘cı, cu’ ekleriyle ‘Çerezci,’ ‘oduncu’ gibi anlamları çaÄŸrıştıran eklere de tanımlamalara da ihtiyacı yoktur. Çünkü İslam kavramı, İslamcı ya da ‘köktenci/ fundamentalist’, ‘radikal’ vb. kavramlar adı altında yapılan tanımlamalara ihtiyaç duymayacak kadar çerçevesi İlahi kudret tarafından belirlenmiÅŸtir.

          3. İslami Hareketlerin temel ilkeleri nelerdir? Bu ilkelerin hayata geçirilmesinde kabul görmüÅŸ yaygın yöntemler hangileridir? Bu temel ilkelerden ilkesel bir savrulma görüyor musunuz?

Her hareketin olduÄŸu gibi İslami hareketin de asla vazgeçilmeyecek tarzda temel ilkeleri, olmazsa olmazları vardır. Çünkü bu ilkeler, gereÄŸi yapılmak üzere Rabbimiz tarafından belirlenmiÅŸtir. Bu nedenle de Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de, bu Din’in olmazsa olmazlarını belirtmiÅŸ ve Müslümanım diyenlere, buna uyma zorunluluÄŸunu getirmiÅŸtir. Rabbimizin belirttiÄŸi bu olmazsa olmazlar, deÄŸiÅŸmez ve her dönemde mutlaka uyulması gereken ve kaynağı ise Kur’an-ı Kerim olan ilkelerdir. İslami Hareket müntesibleri ise, Kur’an’da belirtilen bu ilkelere göre bireysel ve toplumsal hayatı, iliÅŸkilerini, önceliklerini, insana ve kâinata bakışlarını yeniden düzenlemekle mükelleftirler. Elbette İslami Hareketin hiç deÄŸiÅŸmeyen ilkeleri olduÄŸu gibi zamana ve ÅŸartlara baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸebilir ilkeleri de vardır.[17]

İlke, sözlük/lügat olarak bir ÅŸeyin temeli, esası, kök, kaynak, temel neden, temel inanç, düÅŸünce, davranış ve ahlak kuralı, umde, prensip gibi anlamlara gelmektedir. İlkeli olmak ve ilkelere göre davranmak ise, temel olarak alınan düÅŸünce ve kurallar ne ise bu kural ve düÅŸünceye baÄŸlı olarak davranmak ve bu kuralların dışına çıkmamak olarak tanımlanabilir. BaÅŸka bir deyimle, her türlü tartışmanın dışında ve üstünde sayılan, esas, ana düÅŸünce ve inanış anlamına da gelmektedir. Davası batıl da olsa, davasına ve davasından kaynaklanan ilkelere baÄŸlı olanlar da ilkeli davranmış olurlar. Dolayısıyla ilkeli olmak, ilkeli davranmak sadece İslami Hareket müntesibi Müslümanlar için geçerli bir davranış ÅŸekli deÄŸildir. Ama söz konusu Müslüman olunca, bu, daha da önemli hale gelmektedir. Çünkü Müslümanın uyması gereken ilkeler, Rabbi tarafından Peygamber kanalıyla Kur’an’da bildirilen ilkelerdir. Bu ilkeler, Müslümanın hem dünyasını hem de ahiretini tanzim eden ilkelerdir. DiÄŸer batıl din mensupları ilkeli davranmadıkları zaman, bunun karşılığını, sadece bu dünyada göreceklerine inanırlar. Ama Müslümanlar, ilkeli davranmadıkları takdirde bunun karşılığını hem bu dünyada hem de ahirette göreceklerdir. Dolayısıyla “Müslüman’ım” diyen kiÅŸi, herkesten daha çok ilkeli olmak ve ilkelere uygun olarak davranmak zorundadır.

Bu çerçevede hiçbir peygamber döneminde deÄŸiÅŸmemiÅŸ en temel ilke, tevhiddir; Allah’ın birliÄŸi ve tekliÄŸi, O’ndan baÅŸka ilah olmadığıdır. Bu, bir Müslüman için olmazsa olmaz türünde bir ilkedir. Hatta bu ilkeyi, hayatımızın her alanında egemen kılmadığımız takdirde Müslüman olarak hayatımızı devam ettirmemiz de mümkün olmaz. Çünkü bu ilke, aynı zamanda bütün İslami ilkelerin esası ve tek dayanağıdır. Bütün diÄŸer ilkeler; rengini, ölçüsünü, dayanağını bu temel ilkeden alırlar. Bu ilkeye göre Allah’u Teâlâ, sadece yaratıcı ve rızık verici deÄŸil, aynı zamanda kâinatı ve içindekileri çekip çevirici anlamda hüküm koyucu (12/40) ve emir vericidir de (7/54). Allah’ı, yaratıcı, rızık verici olarak kabul edip hüküm koymada ve hayatımıza yön vermede baÅŸka güçleri/ilahları kabul etmek ise, bu ilkeyle asla baÄŸdaÅŸmaz.

İslami Hareketin asla vazgeçmeyeceÄŸi ilkelerden birisi de taÄŸuti/cahili sistem ve otoritelere karşı tavır almasıdır. BeÅŸer aklının ürünü olan ve vahye dayanmayan hiçbir sistem, İslami Hareket için kabul edilebilir bir sistem deÄŸildir. Müslümanın, bu sistemlere karşı tavrı, her zaman ve ÅŸartlar ne olursa olsun açık ve net olmalıdır. Çünkü Müslümanın sahip olduÄŸu akide, bireysel ve toplumsal hayatta Allah’ın hükümlerini yok sayan ÅŸirkle ve taÄŸuti sistemlerle, kendi rızalarıyla bir arada yaÅŸamasına, koalisyon kurmasına, yönetimde bulunmasına asla izin vermez. Müslümanın takınacağı bu akidevi tavrın, sadece sloganik ve söylemde/retorikte kalmasına da müsaade etmez. Çünkü fiili bir çabaya dönüÅŸmeyen bir tavır, zamanla pratikte fikri ve düÅŸünsel savrulmalara, zihinsel sapmalara ve İslami kimliÄŸin de yozlaÅŸmasına neden olur. Åžirkle, ÅŸirk düzeniyle, ÅŸirk içeren düÅŸüncelerle asla uzlaÅŸmamak; anlaÅŸmamak, koalisyon yapmamak, onları övmemek, onlara yaranmamak, “bizimdir” diyerek ÅŸirki sistemlere ait temel kurumlara ve deÄŸerlere sahip çıkmamak, Müslüman’ın asla vazgeçemeyeceÄŸi ilkedir. Dolayısıyla Müslüman, ÅŸirk kanunları ile yönetilen her sistemi, cahili sistem olarak kabul eder. Cahili yönetimin egemen olduÄŸu ülke, içinde doÄŸup büyüdüÄŸü ülke de olsa, ailesi, akrabaları ve iÅŸi de orada bulunsa, yine bu sistem, bir Müslüman için cahili ve taÄŸuti sistemdir. Çünkü Müslüman için ölçüyü koyan Allah’tır (5/50; 12/40). Allah’ın koymuÅŸ olduÄŸu ölçüleri, hangi gerekçe ile olursa olsun, yumuÅŸatmaya, daraltmaya veya geniÅŸletmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.

İslami Hareketin tavrını belirleyen ilkelerden birisi de her hâlükârda zulme ve zalime karşı olmasıdır. Bu tavır, zamana, ÅŸartlara ve konjonktüre göre de asla deÄŸiÅŸmez. Zulüm, herhangi bir ÅŸeyi ona ait olmadığı yere koymak ÅŸeklinde tanımlanmaktadır. Zulüm, bazı ayetlerde küfür (2/254; 29/49), bazı ayetlerde ÅŸirk (31/13), bazı ayetlerde ise günah (2/35; 7/19; 21/87) ÅŸeklinde kullanılmaktadır. Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya karşı baÅŸ kaldırıp tuÄŸyan etmiÅŸ ve O’nun hükmüne razı olmamış her kimse, zalim ve taÄŸuttur. “Müslüman’ım” diyen hiç kimse, deÄŸiÅŸik mülahazalarla da olsa zalimin yanında yer alamaz, onunla uzlaÅŸamaz ve uzlaşılmasını te'vil edemez. Rabbimiz, “Zulmedenlere eÄŸilim göstermeyin, yoksa size, ateÅŸ dokunur” (11/113) buyurmaktadır. Dolayısıyla Müslüman, zulme asla rıza gösteremez. Çünkü zulme rıza göstermek de zulümdür ve zalime yardım etmek demektir. Zulüm kimden gelirse gelsin fark etmez. Gücü yettiÄŸi hâlde zalime karşı çakmamak, haramdır. Çünkü zulme karşı çıkmak ve mazlumdan yana tavır almak, imanî/akidevi bir sorumluluktur. Hz. Peygamber’in buyurduÄŸu gibi "ne zulmediniz ne de zulme uÄŸrayınız" sözü, Müslümanların kulağında küpe olmalıdır. Mazlumun Müslüman olması veya olmamasının da hiç önemi yoktur. Çünkü mazlumun dini, sorulmaz.

Ancak mazlumları koruma adına gayri İslami düzeni savunmak da ilkeli davranmaya uygun bir tavır deÄŸildir. Bir mazlumu korumak, onu himaye etmek, ancak İslam için ve İslam’ın öngörmüÅŸ olduÄŸu kurallar çerçevesinde olduÄŸu takdirde kabul edilebilir. Bir Müslümanın, gayri İslami kanunlara sığınarak mazlumlara yardım etmesi, kınanmaz ama İslami bir tavır olarak da görülüp gayri İslami olan bir düzen de savunulamaz. Mazlumlar korunuyor diye o sisteme payanda olunamaz ve desteklenemez. Çünkü Müslümanlar için asıl önemli olan, Allah’ın rızasıdır. Allah’ın rızasını kazanmak, sadece O’nun rızasına uygun iÅŸler yapmakla mümkün olur. Hz. Peygamber (as), sahabesine iÅŸkenceler yapılırken, iÅŸkence altındaki sahabelerinin iniltileri arÅŸ-ı alayı inletirken bile ilkeli davranmaktan asla vazgeçmemiÅŸ ve ÅŸirk düzenine sığınarak onları kurtarmaya çalışmamıştır. Ebu Talib’in, kendisini artık koruyamayacağını belirtir tarzındaki tavrına karşılık, “SaÄŸ elime güneÅŸi, sol elime ayı verseler bile davamdan vazgeçmem’ sözü, ilkeli davranışın en belirgin örnekliÄŸini göstermiÅŸtir.

İslami Hareket, mutlaka vahye ve vahyin hayata aktarılış tarzı olan sünnete dayanmalıdır. Kur’an ve Sünneti esas almayan hiçbir çalışma, İslami çalışma olmayacağı gibi İslami anlamda baÅŸarılı olması da mümkün deÄŸildir.

İslami Hareket evrenseldir. Ben Müslüman’ım diyen herkesi, dünyanın neresinde olursa olsun kapsar, onları kuÅŸatır ve mensubu olarak kabul eder. Bu baÄŸlamda, toprak, bölge, soy, sop, kavim, dil gibi farklılıkların belirleyicilik/üstünlük özellikleri yoktur. İslami Hareket, Hz. Adem ile Hz. Ebu Bekir’i ya da günümüzde herhangi bir Müslüman’ı kardeÅŸ kabul eden bir Hareket’tir. Dolayısıyla İslami Hareket, sadece içinde yaÅŸadığımız çağı deÄŸil, ilk insan, ilk Peygamber’den bu yana gelen ve tarihi, insanlık tarihi ile eÅŸit olan bir harekettir.

İslami Hareket, sonuç odaklı deÄŸildir. Hedefe götüren her yol mübahtır anlayışını asla kabul etmez. Hedef de hedefe götüren yol-yöntem ve izlediÄŸi kurallar da İslami olmalıdır. İslami hareket için İslami olan hedefe giderken önemli olan yolda olmaktır. Hedefe ulaÅŸsa da ulaÅŸmasa da o baÅŸarılıdır.

İslami hareket, uzun soluklu ve uzun süreli bir mücadeleyi ilke edinmelidir. Uzun süreli olan bu mücadele, dünyevi baÅŸarılardan öte, Allah’ın rızasını uman bir mücadeledir. Bu nedenle bu mücadeleyi yürütenler bugünden yarına bir baÅŸarı, bir sonuç beklemezler. Zaten bugünden yarına bir sonuç bekleyenler, istedikleri gibi bir sonuç alamayacakları gibi çabucak yorulmak suretiyle, mücadeleden de vazgeçmek zorunda kalabilirler. Ömrü bütünüyle içine alan, ölüm sonrası hayatı da kuÅŸatacak olan bir mücadeleyi göÄŸüsleyenler, kolay kolay yorulmazlar, bıkmazlar ve usanmazlar. Emeklilik ya da dünyevi herhangi bir engel dolayısıyla köÅŸelerine de çekilmezler. Çünkü Müslümanlar, 100 metrelik koÅŸuya çıkanlar olmaktan öte, bir maraton koÅŸucusu gibi ömrünü bütünüyle içine alacak bir mücadeleyi hedeflemelidirler. Bedende nefes alıp verecek mecal oluncaya kadar (Åžeyh Ahmed Yasin ÖrneÄŸinde olduÄŸu gibi) mücadeleye asla ara vermemelidirler.  

İslami Hareket, sistem içi bir mücadeleyi esas almaz. Ancak akideye, İslami anlayışa ve bu anlayışa uygun olarak oluÅŸmuÅŸ teamüllere aykırı olmayacak ÅŸekilde sistem içi hangi araçların kullanılacağı her çalışma/grup/cemaat tarafından yeniden belirlenir. Müslümanları, İslami olmayan taÄŸuti sistemlere eklemleyecek, sistem içi hiçbir araç, Müslümanları geliÅŸtirir, sayısını ve imkânlarını artırır düÅŸüncesiyle asla kullanılamaz. 

Aynı ÅŸekilde fırsatçı, faydacı, takiyyeci, kaleyi içten fethedici, düÅŸmanın silahıyla silahlanmacı anlayışa da itibar etmez. Kaldı ki Müslümanın amacı, kaleyi fethetmek deÄŸil, her ne ÅŸartta bulunursa bulunsun dinini yaÅŸamak ve Allah’ı razı etmektir.

İslami Hareket, örgütlülük/cemaatsel çalışmayı esas alır. Örgütlü (organizeli) olmak, ilkeler ve o ilkelerden kaynaklanan bir program çerçevesinde ve belirli bir disiplin içerisinde faaliyet göstermek, İslami Hareketin temel özelliÄŸidir. HiyerarÅŸik yapısı olmayan, dağınık, anlık ve günlük programlarla yapılacak bir çalışma uzun ömürlü ve Allah’ın rızasına uygun olması mümkün deÄŸildir. Peygamber (as) buyurduÄŸu gibi, üç kiÅŸi bir yola çıktığınız vakit, aranızdan birini imam olarak belirleyin hadisi, başı boÅŸ olmamızı yasaklamaktadır.

İslami Hareket, 'inkılapçı'dır. Bu mücadelede bulunanlar, "fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız ve bütünüyle Allah'ın oluncaya kadar" mücadele etme göreviyle kendilerini yükümlü hissetmelidirler. 

İslami Hareket, ümmetçidir. KavmiyetçiliÄŸi/ırkçılığı/milliyetçiliÄŸi reddeder ve bunları birer cahili unsur olarak kabul eder. Dolayısıyla renklere, dil ve ırklara göre yapılan ayırım İslami anlayışın dışında, hatta İslam’ın reddettiÄŸi cahili bir ayırım olur. Çünkü dil ve renklere göre ayırım hem geçmiÅŸ ve hem de günümüz cahiliyesinin baÅŸvurduÄŸu bir yöntemdir. “Dil ve renkler Allah’ın ayetlerindendir” (Rum, 30/22) ayeti de bunu teyid etmektedir. Yani dil ve renkler bir üstünlük, bir ayrıcalık aracı deÄŸil, Allah’ın varlığının, otoritesinin bir delilidir. “Ancak Mü’min’ler kardeÅŸtir” (Hucurat, 49/10) ayeti, aynı ana ve babadan ya da aynı renklerde, aynı coÄŸrafyalarda ve aynı ırklarda gelenleri deÄŸil, sadece ve sadece Mü’minlerin/Müslümanların kardeÅŸ olduÄŸunu belirtmektedir. Yani tevhid bayrağının altında bulunan bütün insanların kavim ve kabile ya da dil, ırk, renk, soy sop gibi benzeri baÅŸka herhangi bir ayırım gözetmeksizin kardeÅŸ olduklarını ifade etmektedir. Allah’ı, Resulünü ve iman edenleri dost bilir.

İslami Hareket, “emrolunduÄŸu gibi istikamet üzere/dosdoÄŸru olmayı” (11/112) temel ilke kabul eder. Kaynağı haktır. BeÅŸerî deÄŸil, Rabbanidir. Bu özelliklere sahip tek harekettir. Dolaysıyla bu hareketin beÅŸerî kaynaklı herhangi bir hareketle sentezci ve uzlaÅŸmacı yaklaşımlara girmeyi kabul etmez.

Ne yazık ki günümüzde İslami Hareket olarak bilinen çalışmaların çoÄŸunda ilkesel bir savrulma söz konusudur. Savrulma nedenleri ise sonuç odaklı çalışmaları esas almalarıdır. Çabucak, çok zahmet çekmeden ve bedel de ödemeden sonucu elde etmek için, olmazsa olmaz ilkelerinden süreç içerisinden kolaylıkla vazgeçebilmektedirler. Uzun mücadeleyi göze alamayanlar, Peygamberlerin örnekliÄŸinden ortaya konan tevhidi mücadeleyi kavrayamayanlar çabucak yorulmakta ve reddettikleri, küfür ve ÅŸirk olarak gördükleri sisteme eklemlenmektedirler.

Oysa İslami Hareket zorlu ve uzun soluklu bir mücadeleyi esas alır. Bizlere Kur’an tarihinde gösterilen tevhidi mücadele de bunu gerektirmektedir. İslami Hareket mensubu her Müslüman, din yalnız Allah’ın oluncaya ve fitne yeryüzünde kalmayana kadar bir mücadeleyi (2/193, 8039) göÄŸüslemelidir. Habbab b. Eret (ra), Hz. Peygamber (as)’a “MüÅŸriklerden büyük sıkıntı çektik. (Bunların zulmünden kurtuluÅŸumuz için) Allah’a dua etmez misiniz?” demiÅŸti. Hz. Peygamber bu talepte mücadeleden yılma ve üzerine düÅŸeni yapmaktan geri durma niyeti sezdiÄŸi için yüzü kıpkırmızı olduÄŸu halde (yaslandığı yerden) doÄŸrulup oturdu ve ÅŸöyle buyurdu: “Sizden önce demir taraklarla kiÅŸinin etleri ve sinirleri kemiklerine kadar taranırdı da bu iÅŸkence onu dininden döndüremezdi. Başının ortasına testere konarak başı ikiye bölünürdü, bu iÅŸkence dahi onu dininden döndüremezdi (Buhârî, “Menâkıbü’l-ensâr”, 29). Ama öyle zamanlar olmuÅŸtur ki Peygamber ve beraberindeki mü’minler “Allah’ın yardımı ne zaman” demek zorunda kalmışlardır (2/214).

Sonuç olarak, Müslümanların ilkelerinin egemen olmadığı laik, seküler, demokratik toplumlarda iktidar olmak ya da güçlü ekonomik ve siyasi imkânlara/kurumlara sahip olmak, insanı, sadece içinde yaÅŸadığı gayri İslami sistemin hizmetkârı/payandası yapar. Böyle bir durum, Seyyid Kutub’un dediÄŸi gibi, teorik anlamda Müslümanların sayısı ne kadar çok olursa olsun, içinde yaÅŸadıkları ÅŸirk sistemine kan verirler, can verirler. Bundan kurtulmanın yolu ise Peygamber’in izlediÄŸi ilkeli yol ve yöntemi uygulamakla mümkün olabilir. İlkesizlik, inandığı gibi yaÅŸamamaktır, yaÅŸadığı gibi inanmaya baÅŸlamaktır. Yani ciÄŸere ulaÅŸmadığı zaman “tu-kaka” demek, ulaÅŸtığı zaman da bir ÅŸey bırakmamaktır. Netice olarak Rabbimiz, daÄŸları yerinden oynatmamızı ya da nasıl olursa olsun iktidar olmamızı da istemiyor. Bizden istenen “EmrolunduÄŸumuz gibi istikamet üzere olmamızdır” (11/112).

          4.  Dünden bugüne İslami hareketlerde (düÅŸünsel, fıkhı ve pratik zeminde) bir deÄŸiÅŸim gözlemliyor musunuz? İslami hareketlerde düÅŸünsel bir kriz görüyor musunuz?

Bugün içinde yaÅŸadığımız ülkede var olan birçok vakıf, dernek resmi birer kurum haline gelmiÅŸ ve sistem içi bir çalışmaya göre kendini konumlamıştır. Dolayısıyla bunlara İslami Hareket demek, -yukarıda yapılan tarif ve ilkelerden anlaşılacağı üzere- mümkün deÄŸildir. Çünkü İslami Hareket, vahyin belirlediÄŸi çerçevede faaliyet gösteren ve her hâlükârda İslami olmayan sistemlere muhalif olan bir harekettir. Ayrıca bu Hareket, sistem içi araçları ayırt etmeksizin kullanmayı ve sistem içi bir mücadeleyi de asla kabul etmez. Tek başına da kalsa Peygamber örnekliÄŸinde verilen mücadelenin örnekliÄŸinden asla vazgeçmez.

Günümüzde kimi İslami kuruluÅŸların resmileÅŸmesinin nedeni ise, kendilerini İslam’a nisbet eden (aslında kendilerini laik, muhafazakâr ve dini bir parti olmadıklarını söyleyen[18]) insanların iktidarda olmalarıdır. Bu tür insanların yani namaz kılanların, hanımları baÅŸörtülü olanların iktidara gelmeleri ile sanki sistem deÄŸiÅŸmiÅŸ ve İslamileÅŸmiÅŸ gibi bir deÄŸerlendirmeyle gayri İslami sisteme eklemlenmiÅŸlerdir. Süreç içerisinde düÅŸünsel olarak da deÄŸiÅŸmeye baÅŸlayan bu kesimler, inandığın gibi yaÅŸamazsan yaÅŸadığın gibi inanmaya baÅŸlarsın sözü gereÄŸi sistemle bütünleÅŸmiÅŸlerdir. Nitekim dün demokrasiye küfür diyenlerin demokratlaÅŸması, Kemalizm’i reddedenlerin de KemalistleÅŸerek Kemalizm’i savunur hale gelmelerinin nedeni de kanaatimce budur. Oysa İslami hareket, İslam’ın egemen olmadığı her toplumda muhalif bir hareket olarak sistem içi deÄŸiÅŸimi kabul etmeden mücadele etmekle mükellef olduÄŸunu asla unutmaz. Dolayısıyla içinde yaÅŸadığı laik, seküler, cahili sistemle uzlaÅŸması, birlikte hareket etmesi asla mümkün deÄŸildir. Ama görebildiÄŸim kadarıyla bu tür STK’ların/vakıfların/derneklerin -istisnalar hariç- muhalif olma, sistemi İslamileÅŸtirme gibi amaçları kalmadığı gibi içinde yaÅŸadıkları gayri İslami sistemle bir arada/birlikte yaÅŸamada da herhangi bir sıkıntı duymaz hale gelmiÅŸlerdir. KuruluÅŸ amaçlarını/ilkelerini unutan bu kuruluÅŸlar ne yazık ki kendilerini İslam’a nisbet edenlerin iktidar gelmeleriyle sistemin de İslamileÅŸtiÄŸini düÅŸünür olmuÅŸlardır. 

Günümüzdeki bu grupların/STK’ların İslami Hareketin fonksiyonunu görebilmeleri için düÅŸüncelerinde netleÅŸmeleri, hedeflerini ve istifade edecekleri sistem içi araçları -varsa- ilkeleri çerçevesinde yeniden belirlemeleri gerekmektedir. SıradanlaÅŸmış, seçici olmaksızın sistem içi her aracı kullanmakta bir beis görmeyen bir hareketin muhalif bir hareket olmayacağı gibi İslami hareket de olamaz.

          5. İslami Hareketleri tarikat, STK vb. yapılardan ayıran özellikler nelerdir? İslami hareketlerin STK’lar üzerinden yapılanmasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda amaç-araç iliÅŸkisinin saÄŸlıklı bir zeminde ilerlediÄŸini düÅŸünüyor musunuz?

İslami Hareket, her faaliyetiyle tevhide dayalı, vahyi esas alan, İslami olmayan sistemle asla uzlaÅŸmayan bir özelliÄŸe sahip harekettir. BeÅŸer aklı ürünü hiçbir sistemle birlikte yaÅŸamayı, uzlaÅŸma içerisinde bulunmayı asla kabullenmez. Hz. Peygamber (as), devlet baÅŸkanlığı dahil birçok imkân kendisine teklif edilmesine raÄŸmen elinin tersiyle itmiÅŸ, ÅŸirk sistemiyle uyuÅŸmayı kabul etmeme örnekliÄŸini bize göstermiÅŸtir (33/21). “Lekum dînukum veliye dîn” (109/6) ayetiyle her türlü uzlaÅŸmayı ve “Veddû lev tudhinu feyudhinûn” (68/9) her türlü yumuÅŸamayı bütünüyle reddederek, iÅŸkencelere ve dışlanmışlığa ve ekonomik ambargoya raÄŸmen biraz sizden biraz bizden anlayışını asla kabul etmemiÅŸtir.

Günümüzde STK’ların çoÄŸunluÄŸunu İslami Hareketten ayıran özellik Peygamber örnekliÄŸinde bir mücadeleden ziyade sistem içi bir mücadeleyi esas alarak resmi birer kurum haline gelmeleridir. Aynı durum tarikatlar için de geçerlidir. Tasavvufun teÅŸkilatlanması anlamına gelen tarikatlar da, ÅŸeyh-mürid iliÅŸkileri, yapılanma ve çalışma tarzları ile düzeni/sistemi İslamileÅŸtirme, devlete/yönetime talip olma gibi amaçları olmadığı gibi kendi geleneksel ritüellerine dokunulmadığı müddetçe içinde yaÅŸadıkları laik, seküler ve cahili sistemden ve uygulamalarından da rahatsız olmamaktadırlar. Ayrıca bu kurumlar kendilerini ilahi ve kutsal nitelikte yapılar olarak gördükleri için de sorgulanmaz, eleÅŸtirilmez ve dokunulmaz yani Lâ-yüs'el kurumlar haline gelmiÅŸlerdir. İstiÅŸareyi esas almayan, ölünün yıkayıcısına teslim olduÄŸu gibi ÅŸeyhine teslim olan gayri İslami söylemlerine ve tavırlarına ses çıkarmayan bu tür çalışmaların İslami Hareket olarak deÄŸerlendirmek mümkün deÄŸildir. Çünkü İslam Hareket, bu anlamda teslimiyeti sadece ve sadece Allah'a olmasını kabul eder.

          6. İslami Hareketler İslam DüÅŸünce dünyasına ne tür katkılarda bulunmaktadır? YaÅŸadığımız çaÄŸa hitap edecek özgün bir düÅŸünce üretebilmiÅŸler midir?

Ne yazık ki günümüz İslami Hareketleri saÄŸlıklı/tevhidi bir düÅŸünceyi hazmedemedikleri için kendilerine bile faydaları olmadığı gibi İslam düÅŸünce dünyasına da katkıları olmamaktadır. DünyevileÅŸen ve İslam’ı sadece tevhidi içerikten yoksun bazı ritüellerden ibaret gören, zulme ve zalimlere karşı mücadeleyi es geçen oluÅŸumların kendilerini tevhidi kimlik ve ÅŸahsiyete kavuÅŸturan bir düÅŸünce üretmekten çok uzak oldukları için İslam dünyasına ve İslam’a ihtiyaç duyan kesimlere bir katkı sunamamaktadırlar. Üstelik kendilerini İslami Hareket olarak niteleyen kimi hareketler de pasif/edilgen konumda olduklarından, içinde yaÅŸadıkları ÅŸirk sistemlerini ayakta tutmak için faaliyet gösterirken, kimileri de tekfirci bir anlayışla toplumdan dışlanmış ve iliÅŸkileri yok denecek kadar azalmıştır. Oysa Allah’u Teala Müslümanları ‘vasat ümmet’ (2/143) kıldığını yani denge unsuru olarak yarattığını belirtmektedir. Çünkü, ancak ‘vasat ümmet’ anlayışını taşıyan bir hareket hakka rehberlik eder ve adaleti ayakta tutma (7/181) gayretini gösterebilir.

Oysa içinde yaÅŸadığımız 21. Yüz yılda beÅŸerî bütün ideolojilerin iflas ettiÄŸi, İslam dünyasına da diÄŸer bölgelere de kan ve gözyaşından baÅŸka bir ÅŸey getirmediÄŸi ayan beyan ortaya çıkmıştır. Aslında deÄŸer olmadığı halde iÅŸgal, istila, iç karışıklar çıkarılarak ve lobi faaliyetleriyle can simidi gibi sunulan/zorla kabul ettirilen batılı ve doÄŸulu deÄŸerler, Gazze soykırımı ile iflas ettiÄŸi daha açık ve daha net bir ÅŸekilde bir daha ortaya çıkmıştır. Batılı ve doÄŸulu -her türlü batıl dine mensup- birçok insanın İslam’a koÅŸtuÄŸu ya da küçük -davet ve tebliÄŸ- gayretlerle İslam’ın bu kesimler tarafından kabul edilebileceÄŸi bir ortamda ‘hakka rehberlik edecek ve adaleti icra edecek’ bir hareketin olmaması da tevhidi anlamda ‘özgün bir düÅŸünce’ üretemediklerinde kaynaklanmaktadır.

          7. İslami Hareketlerin toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü hangi boyutlardadır?

Yukarıda da belirtilen nedenlerden dolayı günümüz hareketlerin tamamına yakını bırakın toplumsal hayatı ve yönetimleri etkilemeyi, kendi bireysel hayatlarını bile İslami ilkeler çerçevesinde düzenleyebilme ve bu ilkelere uygun olarak yaÅŸayabilme imkân ve gücüne sahip deÄŸildirler. İlkeli davranan hareketlerin ise bu anlamda toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü yoktur. Çünkü seslerini duyurabilecek araç ve imkanlara sahip olmadıkları gibi cılız bir ÅŸekilde seslerini çıkarmaya baÅŸladıkları zaman da bu kadar alim/hoca varken ya da haksızlıklara karşı İslam dünyasında sesi çıkan tek ülke iken, hala orada mısınız diye suçlanarak seslerinin kesilmesine ya da en azından kısılmasına çalışılmaktadır. Uzun zamandan beri bu tür çabalar ve engellemeler, oluÅŸmakta olan  bağımsız, ilkeli ve uzun soluklu tevhidi mücadeleyi aksatmaktadır.  

Ne yazık ki daha önceki yıllarda çıkardıkları dergilerin kapağında ya da konuÅŸmalarında “taÄŸuti sistemlere oy yok” diyenlerin bugün ‘oy vermemek vebaldir’ noktasına gelmiÅŸ olmaları bu topluma artık söyleyecek bir ÅŸeylerinin de olmadığını göstermektedir. Ayrıca dün Kemalizm’i ve Kemalist sistemi reddederken bugün KemalistleÅŸenler; demokrasiyi ve demokratik sistemi küfür derken bugün demokratlaÅŸanların da bırakın topluma, kendilerine bile hayırları olmayacaktır. Merak ediyorum acaba yarınlarda bu kimseler ve kesimler nasıl dönüÅŸ yapacaklar ve toplumun huzuruna ne söyleyerek çıkacaklar? 

          8. İslami Hareketlerin öteki ile kurduÄŸu iliÅŸki biçimi ve beraber yaÅŸama anlayışı nasıl bir mahiyete sahiptir?

Ötekinden kasıt cahili yani İslami olmayan hatta İslam’a karşı olan kesim ise, bunlarla kurulacak iliÅŸkiler İslami kaynaklarda çok açık olarak belirtilmiÅŸtir. Temel İslami kaynaklarda belirtildiÄŸi üzere, Müslümanlar zihinsel/düÅŸünsel anlamda müÅŸriklerle asla dostluk kuramazlar, fiziksel anlamda iliÅŸkileri ise zorunlu ihtiyaçlar çerçevesinde olmalıdır. Çünkü Rabbimiz küfrü imana tercih eden baba ve kardeÅŸ de olsa (9/23), ayrıca Yahudi ve Hristiyanları (5/51) ve Mü’minleri bırakıp kafirleri (4/144) dost edinmeyin emrini buyurmuÅŸtur. “Sizin dostunuz Allah, O’nun Resulü ve iman edenlerdir” (5/56-57) buyurulmak suretiyle kimlerle dostluk kurulacağı da ayrıca belirtilmiÅŸtir. Dolayısıyla bir Müslüman’ın bir kafiri, müÅŸriki, Hristiyan’ı ve Yahudi’yi dost edinmesi mümkün deÄŸildir. Çünkü, aksi halde o da onlardan olur (5/51).

Dolayısıyla öteki iliÅŸki ve beraber yaÅŸama davet ve tebliÄŸi çerçevesinde devam etmelidir. Çünkü ancak ‘iyiliÄŸi emreden, kötülükten nehyeden ve Allah’a iman eden’ bir topluluk/ümmet ‘İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmet’ (3/110) olacaktır. İman ile küfür bir arada, hiçbir ÅŸey olmamış gibi, birbirinden memnun bir ÅŸekilde yaÅŸaması mümkün deÄŸildir. Bu, elbette hemen kılıçlar çekilsin onlarla kavga edilsin anlamına gelmez. Hz. İbrahim (as) ile Nemrut; Hz. Musa (as) ile Firavun; Hz. Muhammed (as) Ebu Cehil nasıl uzlaÅŸarak/anlaÅŸarak aynı ortamda yaÅŸamamışlarsa, günümüzde de bir Müslümanın kafirle, müÅŸrikle bir arada ve birbirlerinden memnun bir ÅŸekilde yaÅŸamaları mümkün deÄŸildir.

          9. İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyorlar mı? Bu konuda İslami hareketlerin kaçırdıkları ve yanıldıkları temel durumlar nelerdir?

          10. İslami Hareketler diÄŸer ideolojiler ve mevcut bölgesel ve küresel hegemonya karşısında halklar için bir alternatif oluÅŸturmakta mıdır?

9-10: İslami Hareketler olarak kabul edilen oluÅŸumlar içinde yaÅŸadıkları dünyayı ve dünyadaki Müslümanlar aleyhine olan geliÅŸmeleri okuyabilselerdi, bugün baÅŸta Gazze olmak üzere deÄŸiÅŸik coÄŸrafyalardaki Müslümanlara karşı insanlık dışı katliamlar gerçekleÅŸtirilebilir miydi? İnsanımızın köpeklere parçalatılması, yaralı iken zırhlı aracın üzerinde baÄŸlı olarak alçakça teÅŸhir edilebilir miydi veyahut bile bile tankların altında ezilmelerine göz yumulabilir miydi?

Her ÅŸey bitmiÅŸ midir? Elbette hayır! Rabbimiz umut kesmememizi bizden istemektedir (39/53; 12/87). Çünkü er ya da geç Allah nurunu tamamlayacak (9/32) ve dinin diÄŸer dinlere üstün getirecektir (9/33). Ama aslolan bunun Müslümanlar eliyle gerçekleÅŸtirilmesidir (22/41;28/5). Müslümanlar ancak ümmet ÅŸuuru ile ve ‘Nebevi Metod’a uygun olarak çalıştıkları zaman alternatif oluÅŸturabilirler. Aksi halde Müslümanlara dönük bu insanlık dışı katliamlar devam edecektir. DeÄŸiÅŸik coÄŸrafyalarda yaÅŸayan Müslümanlar kendilerine dokunulmadığı zaman sesleri çıkmıyor ama bilinmelidir ki er ya da geç bu zulüm onlara da dokunacaktır. Müslümanlar, “sizlerden yalnızca zulmedenlere isabet etmekle kalmayan bir fitneden korkup-sakının” (8/25) ayetini asla unutmamalıdırlar.

          11. İslami Hareketler ve Aksa Tufanı arasındaki iliÅŸki hakkında neler söylemek istersiniz?

Gazzeli Müslümanların onca katliama, açlığı, yokluk ve yoksulluÄŸa raÄŸmen gösterdiÄŸi sabır ve direniÅŸ sadece Siyonist katilleri deÄŸil, onları destekleyen bütün küresel katiller güruhunu da ürkütmüÅŸ ve kutsal birer put haline getirdikleri sözüm ona deÄŸerlerini yerle bir etmiÅŸtir.

Genel olarak İslami oluÅŸumlar, eylemleriyle Siyonist İsrail’i ve arkasındaki küresel küfür güçlerini telin etmiÅŸlerdir. Ancak ortak ve güçlü bir ÅŸekle dönüÅŸmeyen eylemler ne içinde yaÅŸadıkları ülke yönetimlerine ne de Siyonist katillere geri adım attırabilmiÅŸtir. Elbette Siyonist ve destekçisi küresel katillere karşı yapılan her eylem anlamlı ve önemlidir. Bu katiller güruhuna atılan/atılacak her taşın bir anlamı ve önemi vardır. Ama gönül isterdi ki içinde yaÅŸanılan ülke yönetimlerine geri adım attıracak tarzda olmalıydı.

Türkiye’de 7 Ekim’den bu yana her ilde, ilçede ve kasabada sayısız eylemler, yürüyüÅŸler ve mitingler yapılmıştır. Bütün bu eylemlere raÄŸmen Türkiye yönetimi sadece ticaretin bir kısmını 6 ay sonra (9 Nisan’da) durdurduÄŸunu açıklamak zorunda kalmıştır. Üstelik bu ticaret de bütünüyle durmuÅŸ deÄŸil halen Yunanistan gibi üçüncü ülkeler üzerinde devam etmektedir. Ya yakıt? Bugün Gazze’de bebekleri katleden tankların, uçakların, zırhlı araçların bir kısım yakıtları (%40 oranında olduÄŸu söyleniyor) Türkiye limanlarından gitmektedir. Ve diÄŸer iliÅŸkiler; diplomatik, askeri ve siyasi iliÅŸkiler ise halen devam etmektedir. Türkiye yönetimi, iÅŸgalci ve hırsız Siyonist rejimi hedef almıyor, sadece Netanyahu ve yönetimi eleÅŸtirilmekte ve ‘Gazze kasabı’ olarak deÄŸerlendirilmektedir. Oysa rejim olarak hatta küçükten büyüÄŸüne her İsrail’li hırsızdır, iÅŸgalcidir, soykırımcıdır ve eli kanlı katillerdir. Sadece Netanyahu ve yönetimini suçlamak, diÄŸerlerinin yaptıkları katliamları örtmek/gizlemek anlamına gelir.

 

[1]  Samî Abdulqader Mustafa’nın, “Yeni Dünya Düzeni ve İslami Hareketler” baÅŸlıklı Yüksek Lisans Tezi için bkz; https://acikerisim.dicle.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11468...

%20Mustafa%20Yenid%c3%bcnya%20D%c3%bczeni%20ve%20islami%20Hareketler.pdf?sequence=1&isAllowed=y, s.41

[2] Samî Abdulqader Mustafa, agt, s.36

[3] Dr. Kelim Sıddıki İslami Hareket Problemleri ve Amaçları, Bir Yayıncılık, 2 bsk. Mart 1988 İstanbul, s.18

[4] http://iktibasdergisi.com/2021/01/04/islami-hareket/

[5] Hatta konuyla ilgili tartışmalar Ufuk Yayınları tarafından kitaplaştırılmıştır.

[6] D. Mehmet DoÄŸan, “İslamcılık: Bir Adlandırma Meselesi”, içinde Türkiye’de İslâmcılık DüÅŸüncesi ve Hareketi Sempozyum tebliÄŸleri, ed. İsmail Kara ve Asım Öz, 1. baskı, Zeytinburnu Belediyesi kültür yayınları, kitap no. 31, Zeytinburnu, İstanbul, Zeytinburnu Belediyesi, 2013; bkz; https://zeytinburnu.istanbul/wp-content/uploads/2021/11/doku... s.120

[7] DoÄŸan, age. s.126

[8] Bir ÅŸeyi olduÄŸundan daha deÄŸerli göstermek yapmacık hareket, Suni hareket

[9] Koklamak kokusunu almak. Hissetmek, sezmek, dolayısı ile anlamak

[10] Ahmet KöroÄŸlu’nun “Türkiye’de İslamcı Söylemin OluÅŸumunda Tercümelerin Etkisi (1960-1990)” baÅŸlıklı Doktora tezi, için bkz; http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/ET001880.pdf, s.14

[11] Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma ile yapılan röportaj için bkz; https://www.indyturk.com/node/436401/t%C3%BCrki%CC%87yeden-s...

%BCreyya-s%C4%B1rma-i%CC%87slami-hayat-g%C3%B6r%C3%BC%C5%9F%C3%BC-zaten-i%CC%87slamc%C4%B1l%C4%B1k

[12] KöroÄŸlu, agdt. s.15

[13] İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık DüÅŸüncesi Metinler KiÅŸiler 1, Dergah Yayınları, 2.bsk. Haziran 2014, İstanbul, s. 17; Zeytinburnu Belediyesi, Türkiye’de İslâmcılık DüÅŸüncesi ve Hareketi Sempozyum tebliÄŸleri, s.17; ayrıca Gelenek ve Modernlik Arasında İslamcılık, Umran Yayınları, Ocak 2013, s.311

[14] KöroÄŸlu, agdt. s.19-20

[15] KöroÄŸlu, agdt. s.17-18

[16] https://www.islamvehayat.com/-eski-islmcilari-kirpip-kirpip-...

[17] Kur’an-ı Kerim’de deÄŸiÅŸmeyen hükümlerin deÄŸiÅŸtirilmesi, ancak ‘zaruretler mahzuratı mübah kılar’ kaidesi gereÄŸince, zaruret halinde olanlar için mübah kılınmıştır (6/145; 16/106). 'Zaruret' hâli, çeÅŸitli ÅŸekillerde tarif edilmekle birlikte, genel olarak 'Zaruret' hâli, “İzale edilmemesi halinde kiÅŸinin ölümüne veya sakat kalmasına neden olacak haldir” diye tarif edilmektedir.

[18] Tayyib ErdoÄŸan -BaÅŸbakan olduÄŸu dönemde- Newsweek'in İslam'a iliÅŸkin bir soru üzerine Türkiye'nin, "İslam, demokrasi, laiklik ve modernite" arasında bir denge saÄŸlayarak insanların, hiçbir zaman baÅŸarılamayacağını söyledikleri bir ÅŸeyi baÅŸardığını” sözleri için bkz; https://arsiv.sabah.com.tr/2008/05/04/haber,E302682A82D841B6...

Yorum Yapın