Erdal Kurğan: Müslümanlar düşünsel bir krizle değil. toplumsal kurumlar ve rollere dair bir krizle karşı karşıya

  • PaylaÅŸ:
  • Tarih: 23 Temmuz 2024     Y: Erdal KurÄŸan    Yazdır
img
Erdal Kurğan: Müslümanlar düşünsel bir krizle değil. toplumsal kurumlar ve rollere dair bir krizle karşı karşıya

İslami hareketlerde düÅŸünsel bir kriz gözlemleniyor mu? İslami hareketler İslam düÅŸünce dünyasına nasıl katkılarda bulunuyor? İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyor mu?  İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha birçok soruyu "İslami Hareket" dosyasında Erdal KurÄŸan'a sorduk. 

          1. İslami Hareket'in size göre tanımı nedir?

Aslında her ne kadar kendimi uzak tutmaya çalışsam bile bu iÅŸin biraz doÄŸası gereÄŸi, biraz da akademide bulunduÄŸum için, gayri ihtiyari bir ÅŸekilde düÅŸünce tarihinde hareketler, cereyanlar vs. tartışması ister istemez meseleyi biraz dağıtıyor, biraz geniÅŸletiyor. Bir tarafıyla fazlasıyla geniÅŸletiyor, diÄŸer tarafıyla da İslami Hareket kavramı gibi, mesela devrimci hareket kavramları gibi bu kavramların daha spesifikleÅŸtirilmesi, daha nokta atışı ÅŸekilde tanımlanmasını da zorunlu kılıyor. Buradaki hareket kavramı fazlasıyla bir örgüt referansı veriyor. Yani örgüt çaÄŸrışımı yapıyor diyelim. Örgüt çaÄŸrışımı verdiÄŸi için, bize de muhtemelen sol tandaslı, sol örgütlenmelerden, sol literatürden bizim camiaya, Müslümanlara, İslamcılara geçtiÄŸi için hareket kavramını kullanıyoruz ama İngilizcedeki baÄŸlamıyla “movement” düÅŸünsel akımları vesaire de kapsar. Fakat bir organizasyon, bir örgüt çaÄŸrışımı da yaptığı için bana kalırsa biraz soyut duruyor. Sınırları çok belli deÄŸilmiÅŸ gibi duruyor. İslami Hareket, Kars'taki bir insanın tebliÄŸ davet faaliyeti yapması, İslam için davet faaliyeti yapmasıyla, Medine'deki bir adamın yapması, bunların ikisini İslami Hareket içerisine sokar mı, sokmaz mı, nasıl sokar? Bunun sınırları nerede baÅŸlar, nerede biter? Buna dair zihnimde çok net tanımlar yok doÄŸrusunu söylemek gerekirse. Ben bundan dolayı İslami hareket kavramını hatta İslamcılık kavramını bile kullanmayı çok doÄŸru bulmuyorum. Ama galatı meÅŸhur lugatı fasihden evladır sözü gereÄŸi İslamcılığı kullanmayı daha fazla tercih ediyorum ÅŸahsen.

Peki nedir İslamcılık? Müslümanlık çok net zaten, ama İslamcılık nedir? İslamcılık, moderniteye ve modernitenin inÅŸa ettiÄŸi dünya görüÅŸüne, onun ortaya çıkardığı ve davet ettiÄŸi güzergaha, ortaya çıkardığı kavramlara bütün paradigmaya İslam'ı referans vererek, İslam'ı gerekçe göstererek karşı duruÅŸun adıdır. Bu baÄŸlamıyla bence İslami hareketten ziyade İslamcılık modern dönemdeki Müslüman olmanın biçimidir demek çok daha makul. Tabi İslamcılık kavramıyla tanımladığımız aktörlerin nüansları da genelde literatürde, tartışmalarda fazlasıyla göz ardı ediliyor. Bu aktörlerin her birinin fazlasıyla homojen olduÄŸu varsayılıyor. Halbuki böyle bir ÅŸey söz konusu deÄŸil. Yani İslamcılık içerisinde, renk tayfı gibi farklı tonlarda, farklı referanslar yaparak, İslam'a referans vererek moderniteye, modernitenin getirdiÄŸi bütün kavramsal paradigmaya, siyasi pratiklere, iktisadi pratiklere vs. karşı duruÅŸun adı olduÄŸu için bu pratiklerden pratiklere deÄŸiÅŸen tercihler de söz konusu olabiliyor. Söz gelimi modernite İslam dünyasına sadece kültürel alanı ile gelmedi. Aynı zamanda hatta daha önce askeri hegemonyası ile geldi. Dolayısıyla askeri hegemonyaya -bunun daha komplike, daha kristalize hali olan kolonyalizme diyelim- karşı oluÅŸ ve bu karşı oluÅŸta İslam'a referans vererek karşı duruÅŸun adı da bir tarafıyla İslamcılık oluyor. Böyle olduÄŸu için kolonyalizm karşıtlığı barındıran ama aynı zamanda modernitenin mesela kültürel bazı unsurlarını da içselleÅŸtiren, hatta bunu destekleyen aktörleri İslamcılar içerisinde deÄŸerlendirmek her ne kadar paradoksal gibi dursa da kendi içerisinde anlaşılır bir durum. Yani Musa Carullah’ın diyelim, küresel bir batı hegemonyasına karşı duruÅŸundan dolayı İslamcılık içerisinde deÄŸerlendirilirken kendi ÅŸahsi görüÅŸleri, tercihleri, İslam'ı anlama, kavrama, çaÄŸdaÅŸ dönemde İslam'ın nasıl bir dünya var etmeye çalıştığına dair verdiÄŸi cevapta fazlasıyla modern tınıları, hatta modernist yaklaşımlarını söz konusu edebilirsiniz. Ama bu onu doÄŸrudan saf bir modernist yapmadığı için onu İslamcı kategori içerisinde deÄŸerlendiriyoruz. Fakat iÅŸte İslamcı kategori içerisinde diÄŸer taraftan Mustafa Sabri Efendi gibi, Elmalı Hamdi Yazır gibi, Bediüzzaman Said Nursi gibi, Zahid el-Kevseri gibi ana hattın Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat geleneÄŸinden gelen ve klasik usulü merkeze alan aktörler, ulema da söz konusu. Yani birbirini yer yer eleÅŸtiren, bu eleÅŸtiri tonunu biraz daha ileri götürüp tekfire götüren aktörler bile İslamcılık kategorisi içerisinde deÄŸerlendirilebiliyor. DeÄŸerlendirilmesi gerekiyor zaten. DiÄŸer türlü net, saf, yekpare bir İslamcılık veya yekpare bir İslami hareket, bundan bahsetmek söz konusu deÄŸil. Bir defa insan olmanın tabiatına da aykırı bu zaten.  Hiçbir zaman böyle saf bir toplumsal yapı inÅŸa edemezsiniz. İnsan böyle toplumsal yapı, saf birörnek bir toplumsal yapı inÅŸa edemez. Yani böyle bir toplum, saf birörnek, homojen bir toplum inÅŸa etmek kaygısı modern devletin biraz vizyonuydu. Fakat bunu yapabildi mi, bu hala tartışılıyor zaten. Modern devlete getirilen temel eleÅŸtirilerden biri de buydu. Yani vatandaÅŸlık tanımı ile yeni bir ÅŸey yaratma, standart homojen makbul insanlar yaratma -ki buna da vatandaÅŸ diyoruz- hedefleniyor ama pratikte bunun böyle olamadığını gördük. Böyle olduÄŸu için toplumsal organizasyonda hareketleri yekpare olarak deÄŸerlendirmemek gerekiyor.

          2. İslami Hareket ve İslamcılık arasında nasıl bir iliÅŸki vardır?

Güncel aktüel tartışmalarda İslamcılık sürekli yerilen bir ÅŸey. Yani yeri geliyor iktidar tarafından İslamcılık yeriliyor. Yeri geliyor eskiden iktidarla bir ÅŸekilde iÅŸ tutmuÅŸ, iktidarın nimetlerinden farklı ÅŸekillerde faydalanmış ama daha sonra uzaklaÅŸtırıldığı için, iktidara doÄŸrudan da sövemeyen veya açıktan o kadar çok da bunu cesurca yapamadığı için İslamcılık üzerinden iktidara vurmaya çalışanların İslamcılığı yermesi söz konusu oluyor. Bu kimseler daha düne kadar bir ÅŸekilde iktidara yakın kimseler. Tayyip Beyin çok yakınında, özel uçağında, toplantılarında, birçok meclislerinde bulunabiliyorlar. Hatta onun dışında farklı, bu kadar angaje olmayan, nispeten daha yarı özgür bir basın zamanında tırnak içerisinde İslamcı camianın farklı gazetelerinde yazan kimseler olabiliyorlar. Hatta o gazetelerin genel yönetmenliklerini, editörlüklerini vesaire yapmış aktörler İslamcılığı yererek iktidara vurma derdinde. Dolayısıyla İslami hareket kavramı veya İslamcılık kavramı bana doÄŸrudan kullanmayı çok tercih ettiÄŸim kavram olarak durmasa bile ama en azından İslamcılık, İslami Hareket kavramından daha eli ayağı düzgün, daha ayakları yere basan ve daha somut ÅŸeyler ifade eden bir kavramsallaÅŸtırma gibi geliyor. Ben ÅŸahsen İslami hareket kavramından ziyade İslamcılığı kullanmaya daha çok yeÄŸliyorum bu baÄŸlamıyla. Biraz tabi mesele odakla da ilgili. Odağımız toplumsal deÄŸiÅŸim, dönüÅŸüm ise İslami hareket de İslamcılık da kullanılabiliyor. Ama bu toplumsal deÄŸiÅŸim veya dönüÅŸümün sokaÄŸa doÄŸrudan müdahalesi tabiri caizse bir ÅŸekilde bunun kavgaya dönüÅŸmesi, kavga verilmesi ise bu mücadelenin kavga ÅŸeklinde -kavga derken bir dövüÅŸ olmasına gerek yok, bir mücadele, hegemonya mücadelesi anlamıyla- o zaman İslamcılıktan ziyade İslami Hareket kavramını kullanmayı daha makul görüyorum. Ama günün sonunda İslamcılık kavramının kullanılmasını da çok doÄŸru bulmamakla beraber, İslami Hareket kavramı yerine kullanılmasını daha anlaşılır buluyorum. Ama birçok hocamızın yaptığı gibi Müslüman kavramını kullanmak, Müslüman kimliÄŸini kullanmak, baÅŸ harfi büyük M olan Müslüman kimliÄŸini kullanmak bence ikisini de kapsıyor. İslamcılık ile İslami hareket arasında çok da büyük bir fark yok bana kalırsa. İslami hareketlerden kastınız farklı cemaatler ise yani modern dönemdeki 60'ların sonrasındaki cemaatler ise hiçbir farkı yok. Hatta İslamcılık, İslami hareket dediÄŸiniz farklı yapılara, farklı öÄŸrenci gruplarına yani lisans öÄŸrenci gruplarına, mahalledeki farklı öbeklere, toplumsal öbeklerle bir araya gelmiÅŸ, insanlara beraber kitap okuma grubu kurmuÅŸ, sohbet grubu kurmuÅŸ insanlarla mukayese edildiÄŸinde İslamcılık, İslami Hareket kavramından çok daha ÅŸümüllü gibi geliyor bana.

           3. İslami Hareketlerin temel ilkeleri nelerdir? Bu ilkelerin hayata geçirilmesini kabul görmüÅŸ yaygın yöntemler hangileridir? Bu temel ilkelerden ilkesel bir savrulma görüyor musunuz?

Yani bu soruya aslında benim cevap vermem, genel olarak aslında İslami hareket dosyasına benim cevap vermem çok makul bir ÅŸey deÄŸil. Çünkü bunu İslami Hareket olarak tanımladığınız farklı yapıların, derneklerin, ileriki sorularda STK olarak deÄŸerlendirdiÄŸiniz kurumsallıkların, diyelim o kurumsal yapıların akil ÅŸahıslarına, bu soruları sormanız bence çok daha makul cevaplar, çok daha diÅŸe dokunur cevaplar için elzem. Yani daha genç nesilden ziyade daha yaÅŸlı, o birazdan mevzu bahis edeceÄŸimiz farklı toplumsallıkları, kurumsallıkları 60'lardan itibaren ortaya çıkarmış olan aktörlere bu tür sorular sormak, belki daha verimli bir ÅŸey ortaya çıkarabilirdi. Dolayısıyla benim İslami hareketlerin temel ilkeleri nelerdir? sorusuna doÄŸrudan vereceÄŸim bir cevap yok. Ancak bu ilkeler İslam'ın temel ilkeleri olmalıdır ki en baÅŸta tevhid gelir. Adaleti de ekleyeceÄŸim ama tevhid zaten adalete içkin bu baÄŸlamıyla. Peki adalet nedir? Bütün Müslümanların da bildiÄŸi gibi adalet hakkın sahibinde olmasıdır. Zaten tevhid dediÄŸimiz ÅŸey de aslında adalettir. Yani ilahlık ve rabblik hakkının Allah Azze ve Celle'ye teslim edilmesidir. Bütün herÅŸey buradan çıkarılabilir. Bunun üzerine yürünebilir. Dolayısıyla buraya çok fazla ilkeler saymayı doÄŸru bulmuyorum. Kendi adıma haddim de deÄŸil yani. İslami hareketin ilkeleri ÅŸunlar ÅŸunlardır diyemiyorum. O biraz o hareketleri kuranlar, o hareketlere emek vermiÅŸ olan insanların bence altını dolduracağı ÅŸeyler.

           4. Dünden bugüne İslami hareketlerde (düÅŸünsel, fıkhı ve pratik zeminde) bir deÄŸiÅŸim gözlemliyor musunuz? İslami hareketlerde düÅŸünsel bir kriz görüyor musunuz?

Tabii ki gözlemliyoruz. DeÄŸiÅŸim olmadığı yer, deÄŸiÅŸimin olmadığı bir ÅŸey söz konusu deÄŸil. Bu ÅŸu demek deÄŸil: DeÄŸiÅŸim var ve burada bir yozlaÅŸma var, demek deÄŸil. DeÄŸiÅŸim her zaman için kötüye dönük olmaz. İyiye doÄŸru dönüÅŸümler, deÄŸiÅŸimler de söz konusu olabilir.

Küresel bir düÅŸünsel kriz var ve bu kriz bizim deÄŸil. Biz aslında Müslümanlar olarak düÅŸünsel bir krizde deÄŸiliz. Müslümanlar 19. yüzyıl sonrasında modernitenin o askeri hegemonyası sonrasında iktisadi hegemonyasını da kültürel hegemonyasını da maalesef kabul etmek zorunda kaldıktan sonra, bir kriz içerisine girdik. Krizi biz aÅŸmaya çalışırken modernite kendi kendine krize girdiÄŸi için, ÅŸu an Müslümanların veya İslamcılığın bu baÄŸlamıyla bir krizin içerisinde olduÄŸunu söylemek çok doÄŸru deÄŸil.  Bence modernitenin veya modern insanın, postmodern insanın, çaÄŸdaÅŸ insanın içinde bulunduÄŸu krizi aÅŸabilecek, krizden en az etkilenmiÅŸ olan insanlar Müslümanlar. Bunun pratikteki bir karşılığı var mı? Pratikte böyle bir ÅŸey söz konusu mu? Her ne kadar göremesek bile özellikle epistemik olarak daha derinlerde yapılan tartışmalarda bunun böyle olduÄŸunu çok rahat söyleyebilirim. Yakın gelecekte kuvvetle muhtemel çok daha büyük bir ses, güçlü bir ses çıkacak. Ama bu biz miyiz yoksa yeteri kadar emek sarf etmememiz nedeniyle Allah Azze ve Celle'nin çıkaracağı baÅŸka bir ümmet mi? Müslümanlar içerisinde baÅŸka bir ümmet mi ortaya çıkarıp bunu yapar? Onu kestiremiyorum. Ama bunu Müslümanlar yapacak, İslam yapacak.

İnsanlık ÅŸu anda bir kriz halinde ama hala hocalarımız, sözü dinlenen, kamusal görünürlükleri çok olan, sesi duyulan aktörlerin bir kısmı bence küresel krizin çok farkında deÄŸil. ÇaÄŸdaÅŸ da deÄŸiller. ÇaÄŸdaÅŸ derken kastım modern olması anlamında deÄŸil. Yani günümüzdeki mevzunun ne olduÄŸu hususunda kafaları çok net deÄŸil. Meselenin ne olduÄŸuna dair kafalarında en ufak bir ÅŸey yok bence. Hala 60'ların, 70'lerin, 80'lerin gündemleriyle veya o dönemin diyelim sorularıyla, o dönemin sorunlarıyla cedelleÅŸtiklerini sanıyorlar. Bana kalırsa yakın dönemde İslamcı, İslami hareketlerde ben düÅŸünsel bir krizden ziyade daha cinsel bir kriz, cinsiyete dair bir kriz görüyorum. Sadece gender veya toplumsal cinsiyetteki bir krizden bahsetmiyorum. Bu zaten söz konusu. Allah-u Teala bizim neslimizi korusun. Ama mesela aile kurumu üzerine İslami hareketler ne düÅŸünüyor? Somut ÅŸeyler göremiyorum saÄŸda solda. Yani dışarıda çok çok somut ÅŸeyler göremiyorum. Sosyal medya üzerinden önüme düÅŸen veya ÅŸahit olduÄŸum argümanlar hala 1970'lerin, 80'lerin, hadi biraz daha zorlayalım 90'ların aile içi iliÅŸkileriymiÅŸ gibi konuÅŸuluyor. Oysa artık kadın 90'ların, 80'lerin, 70'lerin kadını deÄŸil, erkek de... Kadınlık cinsiyeti veya kadınlık rolü 90'lardaki, 80'lerdeki, 70'lerdeki gibi deÄŸil. 2000 öncesindeki bir toplumsal rol söz konusu deÄŸil artık. Bu düzende yakın gelecekteki kriz, bence erkeklik krizi. Yani düÅŸünsel krizden ziyade bu baÄŸlam ile bir de toplumsal roller krizi söz konusu ve sekülerler bu krizi nispeten daha rahat atlatabilir, nispeten bu yeni mevzuya daha rahat adapte olabilirler. Çünkü toplumsal rolleri cinsiyetten bağımsız bir ÅŸekilde çok rahat deÄŸerlendirebiliyorlar. Dolayısıyla cinsiyetten bağımsız olduÄŸu için, kadın da olsa, erkek de olsa, farklı trans bireyler de olsa, farklı cinsiyet kimlikleri de olsa toplumsal rollerden bu bağımsız olduÄŸu için istediÄŸi kimliÄŸi tercih edebilir. Bu toplumsal rolü etkileyen bir ÅŸey olmadığı için toplumsal bir kriz yaratmıyor onlarda. Oysa bizde ciddi bir toplumsal kriz.

İnsanlar evliliÄŸe teÅŸvik ediliyor. Evet doÄŸru. Ama evlilikteki toplumsal roller, kadının rolü, erkeÄŸin rolü, çocuÄŸun rolü, hakları, sınırları vs. hiç gündem edilmiyor. Tam tersine sadece kadın hakları gündem ediliyor. Bu doÄŸru deÄŸil. Åžu anda her tarafta boÅŸanmalar artıyor. Dindar camia, İslamcı camia içerisindeki boÅŸanmalar çok daha büyük boyutlara varacak. Daha da artacak. Çünkü bu krizin kaynağına dair hocalardan, İslami hareketlerin abilerinden, akillerinden herhangi bir tespit yok. GeçmiÅŸe dair de, ÅŸimdiye dair de. Herhangi bir net bir tavır yok. Kafaları fazlasıyla karışık. Hocaların çoÄŸu, vaaz veren hocaların çoÄŸu hala YeÅŸilçam'daki stereotipleri, YeÅŸilçam'daki o zulmeden, yani içen sarhoÅŸ gelen çocuklarına ve karısına zulmeden, ezen baba tiplemesini genel evrensel tiplemeymiÅŸ gibi kabul ediyor. Böyle bir erkek yok, böyle bir erkek kalmadı. Yani kalmadı derken maalesef anlamında söylemiyorum, toplumsal iliÅŸkiler, aile içi iliÅŸkiler ve hatta hukuk bu zeminde inÅŸa edilmiyor. Dolayısıyla kriz bence düÅŸünsel bir kriz deÄŸil. Biz o düÅŸünsel krizi Allah'ın izniyle rahat atlatırız ki, ben yakın gelecekte bunu çok daha rahat bir ÅŸekilde, yani modernitenin veya postmodernitenin içine girdiÄŸi krizi rahat bir ÅŸekilde atlatabileceÄŸimizi düÅŸünüyorum. Bunu özellikle bilim felsefesi, epistemoloji ve metafizik tartışmalar üzerinden çok rahat hissedebiliyorum. Ama toplumsal roller veya toplumsal kurumlardaki kriz çok daha derin bence. Bu ne olacak onu kestiremiyorum. Burada da birinci sorumluluk alim dediÄŸimiz kimselere düÅŸüyorlar. Alimlerimiz fıkhetmiyorlar. Hani kiÅŸinin lehinde ve aleyhinde olanı bilmesi demek diyor ya İmam-ı Azam. Yani Müslümanların neyin Müslümanların lehinde, neyin aleyhinde olduÄŸuna dair zihinleri fazlasıyla karışık. Bence biraz da hocaların o yöne dikkat göstermeleri gerekiyor. Kulak kesilmeleri gerekiyor.

          5. İslami Hareketleri tarikat, STK vb. yapılardan ayıran özellikler nelerdir? İslami hareketlerin STK’lar üzerinden yapılanmasını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda amaç-araç iliÅŸkisinin saÄŸlıklı bir zeminde ilerlediÄŸini düÅŸünüyor musunuz?

Aslında bu soru biraz 2000'lerin sorusu. O dönemlerde STK'laÅŸma meselesi söz konusuydu. Bu soru o dönemde çok fazla soruluyordu. İslamcılık 60 sonrasında hafıza kaybına uÄŸradı. Aktivizme çok fazla yoÄŸunlaşıp asıl kendisini besleyecek, yeni nesilleri inÅŸa edecek ve kendi kimliÄŸini inÅŸa edecek olan epistemik kaynaklara maalesef kulağını tıkadı. Böyle olduÄŸu için o epistemik geleneksel kavramlara da kurumlara da arasına mesafe koydu. Oysa o kavramların veya kurumların o dönemdeki hatalarının tashih edilerek asli mecrasına rücu ettirilip oradan devam ettirilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla İslami hareketler veya İslamcılık tarikat deÄŸil. Çünkü tarikatın kendi usulü, erkanı, yöntemi, edebi söz konusu ve modern dönemdeki farklı toplumsal örgütlenmelerle bunları çok mukayese etmek doÄŸru deÄŸil.

Batı'da sivil toplum aslında burjuva toplumudur. Parası olan, boÅŸ vakti olan insanların bir araya gelerek rasyonel argümantasyonla, yani sadece akıllarını kullanarak dünyaya dair bütün her ÅŸeyi tartışmaları, siyaseti tartışmaları, iktisadı tartışmaları, askeri tartışmaları, yönetimi tartışmaları, hatta bilimi tartışmaları vs’dir. Bunların toplamına sivil toplum diyoruz. Oysa bizde STK aslında vakıf ve dernekler üzerinden yapılanlara deniyor.

Bu toprakların sahibi bir defa biziz. Biz kimiz? Müslümanlar. Bu toprakların sahibi biz olduÄŸumuz gibi bu vatanın da tabi ki sahibi biziz. Bu devletin de sahibi biziz. Bu devlet modern bir devlet. Modern devlet teorilerinde varsayılan, gündem edilen ÅŸey toplumsal sözleÅŸme kavramıdır. Bu çok fiktif, kurgusaldır ama bunun üzerinde modern devlet inÅŸa edilir. Buradan mülhem olarak ben ÅŸunu söylüyorum: Bizim bu topraklardaki toplumsal sözleÅŸmemiz İstiklal Marşı'dır. İstiklal Marşı'nın deÄŸerleriyle, imanıyla, tevhidiyle problemi olanlar bu toprakların toplumsal sözleÅŸmesiyle problemi olanlar demektir ve bu toprakların sahibi olamazlar. "Bu toprakların sahibi olmak demek nedir?" meselesini hatırlatan, yani İslam'ı hatırlatan, tebliÄŸ, davet faaliyeti yapan insanların farklı araçlar kullanması yadırganacak bir ÅŸey deÄŸil. Asıl mesele tevhid mesajının ikinci plana geçmemesi. Bu illa STK'larda böyle olmak zorunda deÄŸil. Bir STK çatısı altında olmadan da bunu yapabilirsiniz, fakat STK çatısı altında olmadan da aslında insanları gerçekten İslam'a deÄŸil de kendi ekibinize, kendi arkadaÅŸ grubunuza, kendi çekirdek grubunuza davet etmek gibi bir hataya düÅŸebilirsiniz. Buradaki amaç-araç iliÅŸkisi baÄŸlamında, hiç STK'laÅŸmadan da maalesef böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Amaç araç iliÅŸkisine de bu baÄŸlamıyla bazıları aracı amaçsallaÅŸtırdı deyip eleÅŸtiri getirebiliriz. Ama tam tersine sahih mecralarda yürümeye devam eden insanlar da söz konusu olabilir. Onların hakkına da girmemek gerekiyor. Onun için çok genel bir cevap vermek mümkün deÄŸil bence. Fakat ÅŸunu söylemem gerekiyor, STK'laÅŸmadan da STK'laÅŸmanın amaç-araç iliÅŸkisinin bulanıklığa düÅŸme tehdidiyle karşı karşıya olduÄŸumuzu genelde biz yok sayıyoruz. Hayır, o zaman da var. STK'laÅŸmakta kamusal alana çıkıldığı için, STK kimliÄŸi ile, STK imzası ile çıkıldığı için çok daha fazla. Bu doÄŸru. Ama bunun çok daha fazla olması illa böyle olması gerektiÄŸi anlamına gelmiyor

          6.  Ä°slami Hareketler İslam DüÅŸünce dünyasına ne tür katkılarda bulunmaktadır? YaÅŸadığımız çaÄŸa hitap edecek özgün bir düÅŸünce üretebilmiÅŸler midir?

Bu ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye, dönemden döneme deÄŸiÅŸir. YaÅŸadığı çaÄŸa hitap etmek güzel bir ifade. Mehmet Akif'ten beri çok sıkça baÅŸvurduÄŸumuz bir ifade. Ama yaÅŸadığımız çaÄŸa hitap etmeye çalıştığımızda çağın kulak kesildiÄŸi ÅŸeyler, bizim kabul etmediÄŸimiz ÅŸeylerse ne olacak? ÇaÄŸ buna kulak kapatıyorsa? Burada belki "lekum dinukum" dememiz gerektiÄŸini de hatırlamamız gerekecektir. ÇaÄŸa İslam'ı söyletemeyebiliriz. ÇaÄŸ, İslam'ı olduÄŸu gibi söylemeye belki imkan tanımıyor. İslam'ı bir ÅŸekilde çağın kendi kategorik ÅŸablonlarına sığdırıp indirgemekle karşı karşıya kalmayı da bize dayatabilir. Bu durumda ne yapacağız? Bu durumda onunla bizim zeminimizde diyalog kurmaya davet edeceÄŸiz. Biz onun zeminine gitmek zorunda deÄŸiliz, bizim onun zeminine gitmemiz aslında bizim dönüÅŸmemiz demek oluyor.

İşte biraz önceki STK'larla amaç-araç iliÅŸkisi dediÄŸinizde deÄŸiÅŸim-dönüÅŸüm biraz burayla da iliÅŸkili bence. İslami hareketler, İslamcılık, İslam düÅŸünce dünyasında çaÄŸdaÅŸ döneminde ciddi katkılarda bulunmuÅŸtur. Yanlış olsa bile katkılarda bulunmuÅŸtur. Kastım ÅŸu, İslamcı düÅŸünürler arasında çaÄŸa dair, modernliÄŸe dair, modern olmaya dair, içinde yaÅŸadığımız dünyaya dair söz söyleyen insanların, Müslümanların söyledikleri sözlerin hepsi doÄŸrudur demek istemiyorum. Hayır. Bence ağırlıklı yekunu yanlış. Ama en azından Bunların yanlış olduÄŸuna dair bir tecrübe edindik yaÅŸadığımız zaman boyunca. Bu boyutuna bakarak o yanlışlara, o hatalara tekrar düÅŸmemek gibi bir avantaja sahibiz ÅŸu anda. Dolayısıyla İslam düÅŸünce dünyasına ciddi katkılarda bulunmuÅŸlardır.

Katkı sunmayı iki boyutta deÄŸerlendiriyorum. İlki olumlu anlamda katkı sunmak, yol göstermek, rehberlik etmek. Bunlar kimler? Yani bu bölgeden bölgeye, ülkeden ülkeye deÄŸiÅŸir. Çok jenerik isimler vardır ya mesela Mısır için Hasan el-Benna, Seyyid Kutub'un ÅŸehit olmadan önceki son devri, o anki düÅŸünceleri, tavırları ve duruÅŸu. Bence İslami hareketlerin 60 öncesine gitmesi gerekiyor. Kendisine daha sahih bir yol, daha otantik bir yol, daha gerçekçi bir yol bulabilmesi için. 60 sonrasının 60 öncesine gitmesi gerekiyor ve modernite analizlerini daha da derinleÅŸtirmesi gerekiyor ki 60 sonrasındaki tecrübeyi de hakiki bir ÅŸekilde deÄŸerlendirebilsin ve o tecrübeden hayır hasıl olabilsin. Yoksa o tecrübeyi olduÄŸu gibi taklit ederse bu çok ciddi bir vebal olur hem de aynı zamanda israf olur. Tamamen reddetmesi de çok ciddi bir haksızlık olur ama tamamen kabul etmesi de çok ciddi bir haksızlık olur. Onun için 60 öncesindeki otantik kaynaklarına köklerine dönmek gerekiyor. Köklere dönüÅŸte fazlasıyla Abduh ve beraberindekilerin neo-selefi hareketini çaÄŸrıştıracak bir zemine davet ettiÄŸimizi düÅŸündürtebilir, onu kastetmiyorum. Tam tersine geleneksel, klasik usulî düÅŸünceyi kastediyorum. Oraya dönmemiz gerekir. Ve aynı zamanda 60 sonrasındaki tecrübeyi de modernite analizleriyle yeniden, modernitenin eleÅŸtirel analizleriyle yeniden gündeme getirip asıl bu çaÄŸa bir ÅŸey söylenecekse o zaman kendi zeminimizde, kendi dilimizde, kendi kaynaklarımızda ve kendi usulümüzde söylememiz gerekir.

Bu küfrü bilmememiz anlamına gelmez, küfre kulak tıkamamız anlamına gelmez Tam tersine onu bilmemiz gerekir ama zeminimizin her iki ayaklarımızın burada olması gerekir. Pergel metaforu çok kullanılır ancak onu kastetmiyorum. Öncelikle kendi usulümüzü, kendi otantikliÄŸimizi edinmemiz, kendimiz olmamız gerekiyor. Daha sonra karşı karşıya kaldığımız bu durumu analiz etmek için biraz da onu anlamaya çalışmak gerekiyor. Ama o çok daha sonra.

          7. İslami Hareketlerin toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü hangi boyutlardadır?

Bu ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye deÄŸiÅŸebilir. Normalde demokrasinin insanlık için en mutlak yönetim, en hakiki, en doÄŸru yönetim olduÄŸu kanaatinde deÄŸilim. Ben demokrasinin kurtarıcılığına ampirik olarak inanmıyorum ama varsayalım ki İslam dünyası dediÄŸimiz, hilafet sonrası daru'l-İslam topraklarında gerçek anlamıyla bir demokratik süreç iÅŸletilsin, bu demokratik sürecin sonucu çok net bir ÅŸekilde İslamcılar veya Müslüman kimliÄŸi olanların iktidara gelmesi gibi bir durumu ortaya çıkarıyor. Dolayısıyla burada toplumsal hayatı ve yönetimleri etkileme gücü eÄŸer otantik bir demokratik tecrübe kurulabilirse ortaya çıkıyor. Zaten böyle olduÄŸu için GannuÅŸi ve Arap İslamcıları, Arap dünyasındaki İslamcıların bir kısmı, demokratik bir rejim vurgusu yapıyorlar. Bunu doÄŸru bulmamakla beraber kendi adıma anlıyorum. Fakat yönetimleri etkileme gücü söz konusu deÄŸil, yönetimleri etkileme gücü örgütlü bir yapı içerisinde kendi hegemonyasını inÅŸa edebilme gücü demektir ki İslamcılar bundan uzaklar. Hilafet sonrası İslam dünyasında kurulmuÅŸ olan rejimler, İran ve son 20 yılda daha da belirginleÅŸen bağımsızlığıyla Türkiye dışında hemen hemen hepsi kendi halklarına düÅŸman rejimlerdir. Böyle olduÄŸu için yönetimleri etkileme güçleri söz konusu deÄŸil. Hepsi batının İslam dünyasındaki çıkarlarının korunacağına dair teminat vererek zaten iktidara gelmiÅŸ aktörlerden oluÅŸuyor. Böyle olduÄŸu için ister diktatör olsun bunlar, isterse kral olsun, isterse tırnak içerisinde demokrasiyle baÅŸa gelsin fark etmez. Batı'nın çıkarlarının teminini verdikten sonra küresel olarak onlar meÅŸru aktörler oluyor.

Bazı durumlarda aktörler deÄŸiÅŸirken İslami hareketlere veya İslamcılara ve Müslümanlara yakın gözükerek kendi hegemonyalarını inÅŸa edene kadar İslami söylemleri kullanmaktan geri durmuyorlar. Bu tavır bütün İslam dünyasında söz konusu. Erken 20. yüzyılda İslam dünyasında kurulan devletlerin hepsinde bunu görürsünüz. Osmanlı hilafeti sonrasında, Pakistan'da, Mısır'da, devrim öncesi İran'da bunu çok net görürsünüz. Fakat ne oluyor? Hegemonya kurulduktan sonra İslami söylemler ters yüz edilerek tamamen saf dışı bırakılıyor ve İslami hareketler hilafet sonrasında kurulan rejimlerin varoluÅŸsal ötekisi haline getiriliyor. Böyle olduÄŸu için doÄŸrudan yönetimi etkileme güçleri söz konusu deÄŸil. Çünkü gerçek anlamıyla demokratik bir süreç iÅŸletmiyorlar. Burada demokrasi dışında, demokratik süreçler dışında da farklı yönetiÅŸim pratikleri inÅŸa edilebileceÄŸinin altını çizmek isterim.

          8. İslami hareketlerin öteki ile kurduÄŸu iliÅŸki, biçimi ve beraber yaÅŸama anlayışı nasıl bir mahiyete sahiptir

Modern dönemde Müslümanların böyle bir pratik kurmadıklarını görüyorum. Müslümanlar kuramadılar demek istemiyorum. Tam tersi. Salman Sayyid hilafet sonrasında İslam dünyasında kurulmuÅŸ olan rejimlerin hepsi seküler, hepsi Kemalisttir der. Kemalist rejimler yani seküler rejimler, ulus-devletler ötekiyi olumlamazlar. Ulus-devletin karakteristik yapısı böyledir zaten. Batı'da da böyledir. Yani ırk sorunu, azınlık sorunu veya asimilasyon dediÄŸimiz sorun ulus-devletlerle beraber ortaya çıkar. Ulus-devletin olmadığı yerde bir ırk sorunundan, bir asimilasyondan bahsedemezsiniz. Teorik olarak da bahsedemezsiniz, pratikte de bahsedemezsiniz. Dolayısıyla ötekiyle iliÅŸki kurma biçimi modern dönemde henüz Müslümanların inÅŸa edebileceÄŸi bir pratik olmadı. Çünkü Müslümanlar iktidara gelemedi. İktidara geldiklerinde bile, çok kısa sürelerde gelebilirler, geldiklerinde bile iktidarına geldikleri yönetim modern ulus-devlet yönetimi, ulus-devlet biçimiydi ve bu modern ulus-devlet biçimi de İslam'ın temsil ettiÄŸi ve İslam'ın tercih ettiÄŸi hareketleri meÅŸrulaÅŸtıracak veya o hukuki yapıları, kurumsallıkları inÅŸa edebilecek kapasiteye sahip deÄŸil. Böyle olduÄŸu için Wael Hallaq modern dönemde bir İslam devleti, modern devlet formunda bir İslam devleti imkansızdır diye kitap yazdı: İmkansız Devlet. Ama o bir İslam devleti imkansızdır demiyor. Modern devlet formunda bir İslam devleti kuramazsınız diyor. Çünkü İslam devletinin ötekiyle kurduÄŸu iliÅŸki zimmet iliÅŸkisi üzerine olur.

İslam devletinde Müslümanlar ve gayrimüslimler söz konusu olur. Müslümanlar gayrimüslimlerden üstündür. Hukuki olarak da üstündür. Fakat bu üstünlük mutlak bir ayrımcılık, mutlak bir ötekilik deÄŸildir. Yani Yahudilik ve Yahudi olmayan arasındaki "Goyim" dediÄŸimiz mutlak bir öteki deÄŸildir veya ulustaki gibi mutlak bir öteki deÄŸildir. Buradaki tam tersine içine dahil edilmesi, dahil olması teÅŸvik edilen bir ötekiliktir. Yani sen de Müslüman ol ve bu ayrıcalıklardan sen de faydalan denilerek Müslüman olmanın teÅŸvik edildiÄŸi bir ayrım söz konusudur burada. İşin birinci boyutu bu. DiÄŸer boyutu da Müslüman olmamayı kabul edip hala İslam Devleti'nin sınırları içerisinde sizinle yaÅŸamayı, Müslümanlarla beraber yaÅŸamayı talep edenlere de zelil bir ÅŸekilde Müslümanların hegemonyasını kabul edip onlara vergi vererek, onlardan eman dileyerek ancak yaÅŸama hakkı tanınmasıdır. Ama burada bir zorluk var. Eman tanımadığında yaÅŸama hakkı vermiyor gibi bir ÅŸey aklımıza gelebilir. DoÄŸru. Fakat modern ulus devletler bu kadar masum deÄŸil, bu kadar merhametli deÄŸil. BirleÅŸmiÅŸ Milletlerin azınlıklarla ilgili bütün kurumları, pratikleri dikkate alındığında ne kadar insan gerçekten kurtarılabilmiÅŸ, önümüzde duruyor. Bunu oturup konuÅŸmak gerekiyor. Mesela İslam bunu çok somut bir ÅŸekilde veriyor size. GüvenliÄŸiniz, mal güvenliÄŸi, can güvenliÄŸi Müslümanların teminatı altındadır. Müslümanlar bunu kurmakla yükümlüdür. Oysa hiçbir ulus-devlet bunu yapmaz. Kendi vatandaşı olmayana bunu yapmaz. Burada bir fark var yani. Modern dönemde hepimiz modern devletlerin vatandaÅŸları olduÄŸumuz için modern devletlerin vatandaşı olarak da o devletin uyruÄŸu olan herkes eÅŸit ve kardeÅŸ kabul ediliyordur. Müslüman da olsa gayrimüslim de olsa. O devletin vatandaşı olmayan insanlar da öteki olarak kabul ediliyor. Müslüman bile olsalar. Dolayısıyla burada bizim verebileceÄŸimiz ÅŸu an için ortaya konulmuÅŸ bir pratik cevap yok. GeleneÄŸe referans vererek, otantik alana, bize ait olan, İslami olana referans vererek ancak konuÅŸabiliriz.

          9. İslami hareketler bugünün dünyasını yeterli düzeyde okuyabiliyorlar mı? Bu konuda İslami hareketlerin kaçırdıkları ve yanıldıkları temel durumlar nelerdir?

İslami hareketler bugün dünyasını iki noktada bence yeterli düzeyde okuyamıyor. İlki modernitenin veya postmodernitenin hem analizi, kritize edilmesi, semptomlarının analizi bence fazlasıyla zayıf. Böyle olduÄŸu için 60 sonrasındaki hareketler hep mutlaklaÅŸtırılıyor, hep kutsanıyor. Oysa onların tecrübelerini yaÅŸayarak deÄŸil, tam tersine tecrübelerini sahiplenerek yeniden deÄŸerlendirilmesi gerekiyor ve 60 öncesine kendi asli zeminimizde usule dönmemiz gerekiyor. Müslüman zihnin evi de bu baÄŸlamıyla medresedir, usuldür, usulu'd-dîn ve usulu'l-fıkıhdır. Bu iki asıl okutulmadığı sürece, anlaşılmadığı sürece diÄŸerlerini okumak biraz odaktan sapmakmış gibi geliyor bana. Ancak bu asleyni bugünün meselelerini kavrayacak ÅŸekilde iÅŸletmek gerekiyor. Yani Kelamcılarımızın çaÄŸdaÅŸ fiziÄŸin, matematiÄŸin ne durumda olduÄŸundan haberdar olmaları elzem. Çünkü modernitenin inÅŸa ettiÄŸi mutlaklık burada yatıyor. Ve dahi modernitenin krizi de, hem ontolojik hem de epistemolojik krizi de burada yatıyor. Gödel’i bilmeden, kuantum tartışmalarına bir ÅŸekilde dahil olmadan bunu aÅŸamayız. İşin düÅŸünsel boyutu bu. Bir de pratik, toplumsal rollerle ilgili kısımda çok fazla sapma söz konusu. Bu ikisinin gündem edilmesi gerekiyor.

          10. İslami Hareketler diÄŸer ideolojiler ve mevcut bölgesel ve küresel hegemonya karşısında halklar için bir alternatif oluÅŸturmakta mıdır?

Tabii ki oluÅŸturmaktadır. Çok net bir özelliktir bu. İslamcılık eleÅŸtirisi olarak genelde İslamcılık öldü denir. Bu baÄŸlamıyla sürekli İslamcılık öldürülen bir ÅŸeydir. Abdülhamid iktidara geldiÄŸinde İslamcılık iktidara geldi artık iktidarın sınırlarını aÅŸamayacak, dolayısıyla İslamcılık öldü denir. Tahttan indirildiÄŸinde tahttan İslamcı bir padiÅŸah indirildi artık İttihat ve Terakki baÅŸa geldi, İslamcılık öldü. Balkan Savaşı çıkar, orada Müslüman Arnavutlar Osmanlı'ya karşı, halifeye karşı isyan ettikleri için İslamcılık öldürülür. Bir Müslüman güruh diÄŸer Müslümanlara karşı isyan edince İslamcılık öldürülür. Sonra Cumhuriyet kurulur. Hilafetin ilgası ve sonrasında 1925 sonrası Takrir-i Sükun vs. yapıldıktan sonra İslamcılığın öldüÄŸü söylenir. Demokrat Parti ve sonrasında demokratikleÅŸme ile İslamcılık öldürüldü. 80'de darbe sonrası İslamcılık öldürüldü. Böyle sürekli olarak İslamcılık öldürülür. Dolayısıyla hep sanki İslamcılık, alternatif deÄŸilmiÅŸ gibi lanse edilir. Ancak tam tersi söz konusu. Aslında alternatif kavramı biraz da burada yanlış bir ifade. Asıl biziz zaten. Küresel hegemonya karşısında halklar için tek çözüm ÅŸu anda İslam. Batı hegemonyasından kurtulabilmek ve insani olanı savunabilmek sadece İslam'ın potansiyelinde var. Bu baÄŸlamıyla Katolikler de muhtemelen bize dahil olacaklar.

          11. İslami Hareketler ve Aksa Tufanı arasındaki iliÅŸki hakkında neler söylemek istersiniz?

Aksa Tufanı ümmetin alnındaki kara lekeyi temize çıkarttı. İsrail'in yakın gelecekte inÅŸallah yıkılma sürecinin baÅŸlangıcı olarak Aksa Tufanı'nı okuyacağız. Bu baÄŸlamıyla Aksa Tufanı İslami hareketler için somut bir yol gösteriyor. Biz giriÅŸte ne dedik? Bu toprakların sahibi biziz. Dolayısıyla Aksa Tufanı çok kıt imkanlarla inanan insanların Allah'ın yardımıyla neler yapabileceÄŸini gösterdi. Elimizdeki imkanlar dikkate alındığında Aksa Tufanı bize birçok ÅŸey söylüyor. Çözümü de, gücü de, yeri de gösteriyor. Ama çalışmak kaydıyla. Hakkıyla çalışmak kaydıyla.

Yorum Yapın