Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur,
Köylü anlar manasını namazdaki duânın.
Bir ülke ki mektebinde Türkçe Kur'ân okunur.
Küçük büyük herkes bilir buyruÄŸunu Hüdâ'nın.
Ey TürkoÄŸlu, iÅŸte senin orasıdır vatanın!
Gökalp’in 1914 yılından itibaren kaleme aldığı yazılarda örfü nassın önüne geçirerek sosyolojiyi merkeze çektiÄŸini ve böylelikle bir deÄŸiÅŸkeni(toplum) usûlün sabitesi haline getirdiÄŸini bir önceki yazımızda izah etmiÅŸ ve Müslümanca düÅŸünmenin omurgasını oluÅŸturan fıkıh usulüne dair bu sorgulamaların hukuk için yeni meÅŸrûiyet zemini aramaya dönük çabaların neticesi olarak görülebileceÄŸini dile getirmiÅŸtik. Yukarıda bir kısmına yer verdiÄŸimiz 1918 yılında kaleme alınan “Vatan”isimli ÅŸiir ise tek başına fıkıh usulü için oluÅŸturulmaya çalışılan yeni zeminin gerçekte ne olduÄŸunu gösterir niteliktedir. Gökalp, Türkçe ezan ve ibadet talebiyle “içtimai vicdan” dediÄŸi kavramsallaÅŸtırmanın kendi zihnindeki en yalın halini ÅŸiiri ile sergiler. Ona göre bir Türk’ün vatanının temel dayanağı lisandır. Vahyin dili olan Arapça ibadetlerde dahi terk edilmeli ve minarelerden Türkçe ezan sesi yükselmelidir ki küçük büyük herkes Hüda’nın buyruklarını öÄŸrenebilsin! Gökalp’in cevap veremeyeceÄŸi için girmediÄŸi konu ise bu talebinin genelde toplum özelde dinle irtibatını sürdürmeye çalışanlar nezdindeki karşılığıdır. İslam’ın Allah tarafından gönderilmiÅŸ ve kemâle erdirilmiÅŸ Hak din olduÄŸuna iman edip karınca kararınca Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmeye çalışan mü’minler için Gökalp’in fikirleri asla ve kat’a kabul edilemezler kâbilindendir. İbadet dilinin TürkçeleÅŸtirilmesi giriÅŸimlerinin akamete uÄŸramasının temel sebebi içtimai vicdanda açılacak yaranın infiale yol açabileceÄŸi endiÅŸesidir. Ezan yasağının ancak on sekiz yıl sürebilmesi ve sonrasında bu yasağın bir daha uygulanmamış olması ise yasaÄŸa duyulan halk tepkisi ile anlaşılabilir. Bu bakışı İsmet Özel “Amentü” ÅŸiirinde ÅŸair duyarlılığı ile çarpıcı bir ÅŸekilde anlatır:
Ezan sesi duyulmuyor
Haç dikilmiÅŸ minbere
Kâfir Yunan bayrak asmış
Camilere, her yere
Öyle ise gel kardeÅŸim
Hep verelim elele
Patlatalım bombaları
Çanlar sussun her yerde
Çanlar sustu ve fakat
binlerce yılın yabancısı bir ses
değdi minarelere: Tanrı uludur Tanrı uludur
İslam’la irtibatını koparmış olanlara gelecek olursak onların nezdinde Hüda’nın buyrukları ya bir anlam ifade etmeyen Arap yaveleri ya reforme edilmesi gereken köhnemiÅŸ bir dinin bakiyeleri ya da da kültürün bir unsurudur. Anlaşılacağı üzere bu kesim için ibadet dilinin TürkçeleÅŸtirilmesi asla anlamı(murad-ı ilahiyi) bulmaya dönük bir çaba deÄŸildir. Neticede “Ma’rûf ve münker, ictimâî vicdanın tahsîn(güzel gördüÄŸü) yahud takbîh ettiÄŸi(çirkin gördüÄŸü) amellerden ibarettir.” diyen Gökalp, ezanın ve ibadet dilinin TürkçeleÅŸtirilmesi talebiyle toplum vicdanı kavramsallaÅŸtırmasının hangi amaçlara hizmet etmek için türetildiÄŸini açık etmektedir.
Gökalp’in içtima-i usul-ı fıkha dair kalem aldığı yazılarının üzerinden dört yıl geçmeden mezkûr mısraları yazabilmesi neyin deÄŸiÅŸtiÄŸi sorularını beraberinde getirir. Bu soruya iki türlü cevap verilebilir ki her bir cevap Gökalp’e bakışta kiÅŸiyi farklı yollara sürükler. Birinci cevap kısa ve anlaşılırdır: Åžartlar deÄŸiÅŸmiÅŸtir, yani dün dündür, bugün bugündür. Bin Dokuz Yüz On Sekiz yılında Osmanlının kurtuluÅŸuna dair görüÅŸlerini “ TürkleÅŸmek, İslamlaÅŸmak, MuasırlaÅŸmak” kitabında dile getiren Ziya Gökalp’in Bin Dokuz Yüz Yirmi Üç yılında “TürkçülüÄŸün Esaslarını” yayınlamış olması da ancak deÄŸiÅŸen ÅŸartlar çerçevesinde anlaşılabilir. Bu durumda deÄŸiÅŸen ÅŸartlarla beraber deÄŸiÅŸen bir Gökalp portresiyle karşılaşırız. İkinci cevap ta kısa ve açıktır. Gökalp’in fikirleri deÄŸiÅŸmemiÅŸtir. Dünün koÅŸulları, içinden geçirdiklerini farklı kavramsallaÅŸtırmalarla ifade etmesini gerektirmiÅŸse de bugünün koÅŸullarında sözü eÄŸip bükmeye gerek kalmamış, mihrabım diyerek Batı’ya yüz vurmuÅŸ olanların istikametlerini belli endiÅŸelerle gizleme zamanı geçmiÅŸtir. Mezkur tartışmanın cumhuriyet sonrasında devam etmemesi de cumhuriyetle birlikte yeni devletin oldukça net bir biçimde laik, seküler karakterini ortaya koymasıyla doÄŸrudan irtibatlıdır.
Gökalp’in fıkıh usulü üzerinden kendisine dayanak noktası araması meselesi ise onun fıkhın ve fıkıh usulünün İslam toplumsal yapısı içerisinde neye karşılık geldiÄŸini görmesinden kaynaklanır. Bugün ibadetlere iliÅŸkin düzenlemelere indirgenen hatta biraz daha geniÅŸleterek söyleyelim hukukla eÅŸitlenen fıkhın neredeyse bir yüzyıl öncesine kadar pek çok disiplini içerisinde barındıracak anlam alanına sahip olması vâkıası Gökalp’i de bu alanda yazmaya sevk etmiÅŸ olmalıdır. Modern zamanlarda fıkıh usulüne yeni zemin arayışlarının çoÄŸunun genel kabul görmüÅŸ İslam epistomolojisinin bir ÅŸekilde parçalanmasına dönük olması boÅŸuna deÄŸildir. Zira bilgi kaynakları ve hiyerarÅŸisindeki aslî deÄŸiÅŸikliklerin fıkhî hükümleri etkilemesi kaçınılmazdır. Dahası böylesi bir operasyon el- Fıkhu’l- Ekber olarak tanımlanan ve fıkıh usulünün dahi üzerinde yükseldiÄŸi en aslî deÄŸerlerimizin bile bütünüyle baÅŸkalaÅŸtıracaktır.
*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam DüÅŸüncesi'nin editoryal duruÅŸunu yansıtmayabilir.