Akışın Amacı ve Durmak

“Öyleyse amel; nefsi, alt süflî tarafa baÄŸlayan aÅŸağılık durumlardan ve

 kötü baÄŸlardan kurtarmak için arzuların kırılıp

 onu ilahi yüce tarafa doÄŸru yönlendirmektir.”

Gazzâlî, Mizanü’l-Amel

Aklımızın eremeyeceÄŸi büyüklükte bir tertibat var. Kevniyat; öyle çok baÄŸlantılı ve öyle çok yönlü ki bir yeri temaÅŸa edip anlama temas ederken baÅŸka bir yeri gözden kaçırıyorsunuz. İnsanlı ya da insansız varlığın her türlü terkibi hu deyu aÅŸk ile tesbihat etmekteler. Bu nizamın içindeki nizamların temaÅŸası insan tarafından yapılmadığında zannediyorum ne vird eylemekten içtinap ederler ne de aÅŸklarından. İnsan görmemiÅŸ ya da görememiÅŸse bu âyâtın deÄŸil; o iÅŸaretlere erememiÅŸ idrakli insanın meselesidir. İşte bu insan kendini merkeze koymaktan edeple beri durur ve kendini muhteÅŸem nizamın bir parçası olarak kabul etmeyi becerebilirse, hem bizatihi kendisi hem de iÅŸi, eyleyiÅŸi, kılışı, tutuÅŸu, duruÅŸu hâsılı varlığının tezahüratı erdem olmuÅŸ olur.

Nizam içinde nizam: âlem içinde âlem var. Kaos bile kendi hususiyetinde kozmos. AnarÅŸizmin bile bir hukuku var. KarmaÅŸa ve düÄŸüm bile bir yasa ile mümkün. Her korkulandan “bile” ile umuda bir yol varsa ne gam! Madem her bir ÅŸeyin bir düzlemi var. Bir yolu yani bir mekânı hatta bir “yer”i var o halde anlam var. Anlam varsa umut ve amaç var. Umut ve amaç varsa Allah var. Peki, amaçlı ve umutlu olunacaksa ne deÄŸiÅŸir hayatımızda? Öyle çok ÅŸey deÄŸiÅŸir ki. Hayatın özü, esası deÄŸiÅŸir. Libası çehresi deÄŸiÅŸir. Sesi nefesi deÄŸiÅŸir. Umut varsa azmetmek farz olur. Amaç varsa gayret etmek efraz olur. İnsan, anlama inanırsa anlamsızlığa tahammül edemez olur. Amaç, umut ve dolayısıyla anlam varsa; atalet de gaflet de cehalet de mücadele ettiklerimiz olur. Sorular sorulur. Cevaplar için deÄŸil sorular soru olduÄŸu için sorulur. Soru sormanın bir makam olduÄŸuna inanıldığı için sorulur. Soru sormak ÅŸifacı olduÄŸu için sorulur. Soru sormanın kendisi saÄŸaltıcı ve budayıcı olduÄŸu için soru sorulur. Yoksa cevap verme hercai hevesiyle sorunun saÄŸaltıcı ellerinin iÅŸçiliÄŸine ket vurulmaz.

Hareketlerin eylemlerin, devinimlerin bir çıkışı bir de amacı olmalıdır. Yani nereden nereye gittiÄŸi bilinmelidir. Çıkışı da gidiÅŸi de niyet bahsinin konusudur. Ortada icra adına her ne varsa onun konumu, var ediliÅŸinin niyeti ile ilgilidir. Niyet, eylemenin ruhudur. Niyet, eylemin rengidir. Kıblesi ve maksadın tohumudur. Nereden sorusuna cevap verebilmek için durup ayakların temas ettiÄŸi yere bakmak icap eder. DurduÄŸumuz yer neresi? Nerede kaimiz? Bunlar resmi netleÅŸtirdiÄŸinde, nereden suali; yani kökün yani kaynağın; yani çıkılan yerin; vennihaye niyetin ne olduÄŸu anlaşılabilir, olur. Sonra, ÅŸu soruyu sorabiliriz: burada, neden ve niçin kaimiz? Neden, mazi ile cevaplanır; niçin ise ati ile. Bu soruları da görmüÅŸsek artık nereye doÄŸru sorusunu gündeme alabiliriz. Ama bunların yani bütün bu cümbüÅŸün tamamının amacı nedir? Nereye akar akış? Sular nerede birikir? Cennet neresidir ve daha mühimi cennet nedir? Zannediyorum bunun adı sekinedir. Yani dinginlik ve eylemsizlik… Durma hali. Vakıf olma ve muvaffak olma makamı. Çünkü eylem ya zevaledir ya kemale. Kemale de zevale de gerek yoksa orada bir duruÅŸ vardır. Bir yere doÄŸru akmadan sabit olmak. Durmak ve durdurabilmek... Zaten mutlak ÅŸimdilik hali olmayacak mı ebediyet?

Durmak, sabit kalmak, tutmak zordur elbette. Çünkü hayat biteviye bir akış halidir. O halde durmak için mi akarız? Belki de. Varlık yani mevcudiyet mesuliyet demektir. Varsa çekimi vardır. Varsa anlamı vardır. Varsa makarrı ve akarı, aktığı yer vardır. Varlığının farkında olan insan diÄŸer var olanlardan bu farkındalığı dolayısıyla ayrılır. DiÄŸer varlıklar sanki insanın akışına takviye olsun diye her bir katmanı keÅŸfedilecek birer mucize olarak beklemektedirler. Onların akışı bizzat duruÅŸun kendisidir belki. Onlar akarak dururlar. Dururken beklerler. KeÅŸfedilmediklerinde maksat hâsıl olmaz, deÄŸildir elbette. Ama keÅŸfedildiklerinde varlıklarının, Vücud Olan’a iÅŸaret etmesinden salih amelin bir ÅŸahidi olmuÅŸ olurlar. Teshir sırrının latifesi belki de budur. Ya da buralardadır.

Nedir insanın mesuliyeti? KeÅŸiftir. KeÅŸfetmekle mükelleftir insan. Yıldıza, aya, güneÅŸe ve topraÄŸa, tohuma, filize ve dolayısıyla bu ayetlerin iÅŸaret edeceÄŸi yere yani kendine: içine bakmakla mükelleftir. Hem bakmalı, hem görmeli hem de temaÅŸa etmelidir. Bunlara hakkını vermek için de durmalıyız yine. Zira hak ediÅŸ de hakkın iadesi de haklı olmak da hakkında konuÅŸmak da muhakkak durularak icra edilebilir. DurduÄŸunuz da kandırılmanız çok zordur. Yalan, ayakları yere basmayan bir kandırış ve elbette kaçış; gerçek ise bütün varlığınla duyumsayış ve dolayısıyla yüzleÅŸmedir.

Mevcudiyetimle ilgili farkındalığa ancak durarak sahip olabilirim. Durma basireti ve durdurabilme kudreti ile mevcudiyetimi bilirim. Eylemi, duyguyu, fikri, inancı durdurdukça ya da en azından yavaÅŸlattıkça var olduÄŸumu anlarım. Durmaya yaklaÅŸtıkça görüntü berraklaşır. Çözünürlük artar. O yüzden bir durakta durup o durağın hakkını verebilenler bir sonraki duraÄŸa geçebilirler seyr-i süluklerinde. O durağın hakkını verenler, duraktan edindikleri her ne varsa onu bünyelerine, hayatlarına dâhil etmiÅŸ olurlar. O durak onların ardında kalmaz, hayatlarının bir parçası olur. O duraktan alınacak her ne varsa onları alıp adeta uzuvları yaparak akmaya devam ederler. Elbette bu edimler birer ağırlık da olur. Belki yük deÄŸil ama aziz bir donanım. Her donanım bir ağırlık ve çekim oluÅŸturur. Her donanım bir sorumluluk ve heyecan oluÅŸturur. Böylece akış devam eder. Nereye? Dingin ve uçsuz bir ummana. Mutlak sabit olana…

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam DüÅŸüncesi'nin editoryal duruÅŸunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın