GiriÅŸ
Ramazan ayı Müslümanlar tarafından sabır, ibadet, rahmet, maÄŸfiret ve bereket ayı olarak görülür, büyük bir sevinç ve heyecanla karşılanırdı. Ramazan, aynı zamanda “Kur'an ayı” olarak da anılırdı. Bunun nedeni, Yüce Allah'ın insanlığa son mesajı olan Kur'an-ı Kerim'in, bu mübarek ayda Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)e indirilmeye baÅŸlamasıdır.
Bu düÅŸünceler ışığında Ramazan ayının ilk günü büyük bir heyecanla beklenirdi. Osmanlı’da Ramazan’ın baÅŸlangıcı hilalin görülmesiyle ilan edilirdi. Bu görevi müneccimbaşı üstlenir, hilal görüldüÄŸünde kadılar ve diÄŸer yetkililer bunu duyurur, minarelerden salalar okunur ve ilk teravih namazı kılınırdı. Osmanlı halkı, Ramazan gecelerinde teravih namazlarını cemaatle kılmaya özen gösterirdi. Camilerde hatimle teravih namazı kılınır, mukabele geleneÄŸi sürdürülerek Kur’an-ı Kerim okunurdu.
İstanbul’da Ramazan sevinci insanlarla beraber sokaÄŸa da yansırdı. Adeta görücüye çıkacak bir gelin adayı gibi sokaklar temizlenir, caddeler süslenir, evlerin temizliÄŸi yapılır, mahyalar asılır ve iÅŸ göremeyen birkaç dükkan boÅŸaltılarak atış yerine çevrilirdi aşıklar burada atışırlardı. BoÅŸ araziler de temizlenerek çadırlar kurulurdu. Osmanlı’da Ramazan, sadece ibadetlerle sınırlı kalmayan, sosyal yardımlaÅŸmanın, sanatın, eÄŸlencenin ve devlet düzeninin özel olarak ÅŸekillendiÄŸi bir dönemdi. Saraydan mahallelere kadar her yerde Ramazan’a özgü hazırlıklar ve uygulamalar vardı. Osmanlıda Ramazan’ın heyecanı evleri sarar, çeÅŸitli hazırlıklar yapılırdı. Simitler, pideler ve fodlalar iftar sofralarının baÅŸ yapıtları ve vazgeçilmezleriydi. Fodlalar, imarethanelerde üretilen, esmer özlü undan yapılan bir nevi pide türüdür. Ramazana mahsus ekmekler dışında güllaç, piÅŸi ve iftariyelikler hazırlanırdı. İftarda en güzel yemek takımları kullanılır, tencereler, siniler ve sahanlar kalaylanarak Ramazanda kullanılmak üzere hazır hale getirilirdi.
Ramazan sofraları birlik ve beraberliÄŸin niÅŸanesiydi. Sofralar herkese açıktı, İftar vakitlerinde kapılar sonuna kadar açık tutulurdu. Bu durum hem fakirler hem de zenginler için geçerliydi. Akrabalar arasında iftara davetsiz gitmek nezaket ve saygınlık kaidesiydi ve çok güzel karşılanırdı.
Ramazan sofraları üç kısımdan oluÅŸurdu; birincisi konağın sahibi veya paÅŸanın davetine icabet eden arkadaÅŸları için kurulurdu. İkincisi konağın hanım efendisi ve diÄŸer hanımlar için kurulur, üçüncü sofra da mahalle sakinlerine, fakirlere, imamlara, bekçilere, ve yolculara ayrılırdı. Bu sofra hanenin en büyük odasında kurulurdu ve bu sofradan konağın kahyası sorumlu olurdu.
İstanbul’da Ramazanla beraber özellikle Beyazid Camii’nin ÅŸadırvanlı avlusunda ahÅŸap küçük barakalar ve sergiler kurulurdu. Osmanlı Döneminde buraya Memalik-i Osmaniye’nin dört bir tarafından ziyaretçiler gelirdi. Bayezid, Vefa gibi İstanbul’un kadim semtlerinde oturan kiÅŸilerin konakları Ramazan ayı boyunca vakıfları andıran bir çalışma sergilemekteydi. Yoldan geçenlerin, esnafların, bekarların, bekçilerin ve fakirlerin davetli olduÄŸu, herkese açık sofralar kurulurdu. Özel olarak davet edilenler için de ayrı sofra kurulurdu.
Osmanlıda Ramazan seyyahları denilen özel bir zümre vardı. Bu zümre günümüz Türki Cumhuriyetleri, Cava, Mekke, Medine gibi yerlerden gelen kiÅŸilerden oluÅŸuyordu. Bu kiÅŸiler Ramazan ayı boyunca gezerler ve uygun gördükleri yerde iftar yaparlardı. Varlıklı aileler bütün ramazan boyunca iftar verdiÄŸi için kapıları açıktı, bir nevi kervansaray görevini görür gibiydi.
İftar zamanı herkes evine çekilir, gözler minarelerin ÅŸerefesinde, kulaklar ramazan topunun sesini bekler vaziyette olur, sokaklarda iftara yetiÅŸme telaÅŸesi içinde olan tek tük insan kalırdı.
Bu çalışmamızda, dört kıtaya hâkim olmuÅŸ ve yaklaşık beÅŸ yüz elli yıl hükümranlık sürmüÅŸ Osmanlı Devleti'nin kadim Ramazan geleneklerinden, “Ramazan Tembihnameleri”, “Hilalin Tespiti”, “Mahyacılık Sanatı”, “DiÅŸ Kirası”, “Cerre Çıkmak”, “Sadaka TaÅŸları”, “Arife Çiçekleri”, “İlk Oruç Hediyesi”, “Oruca Direk Vurma” gibi konulara özetle deÄŸineceÄŸiz.
Ramazan Tembihnameleri
Osmanlıda Ramazanın yaklaÅŸmasıyla birlikte, bu ayda yapılması ve yapılmaması istenilen bazı davranışlarla ilgili halka tembihlerde bulunulmaktaydı. Davulcular vasıtasıyla insanlar camiye toplanır ve özetle herkesin umumi yerlerde edepli davranması, haya ile hareket edilmesi, cemaatle namaz kılınması teÅŸvik edilirdi. Meyhane vb. yerlerin Müslümanlara yasaklanması, oruç tutmayanların mazeretli veya yasaklı olanların ulu ortada yiyip içmemeleri, askeri kuvvet ve inzibatlar dışında silah taşınmaması, giyim kuÅŸama dikkat edilmesi, temizliÄŸe riayet edilmesi ve toplum içinde rahatsız edici davranışlardan kaçınılması konusunda tembihlerde bulunulurdu. Bu tembihlere uyulmadığı takdirde ceza kesileceÄŸi de bildirilmekteydi. Bu uygulama, sosyal düzen içerisinde devletin üstlenmiÅŸ olduÄŸu rolün gerekliliÄŸini göstermesi açısından önemlidir.
Hilal’in Görülmesi
Ramazanın geliÅŸini duyurmak için özel hazırlıklar yapılırdı. Bu hazırlıklardan biri de Ramazan'ın resmi olarak ilan edilmesiydi. Åžehirlerde kadı veya müftünün baÅŸkanlığında bir heyet oluÅŸturulur ve “yevm-i ÅŸeker” olarak bilinen, Ramazan'ın baÅŸlangıcının kesinleÅŸmediÄŸi gece hilalin gözlemlenmesi için yüksek bir tepeye çıkılırdı. Ayın görülmesiyle birlikte Ramazan'ın baÅŸlaması kesinleÅŸir ve bu gözlem süreci aynı zamanda bir ÅŸölene dönüÅŸürdü. O gece kadı, heyetindekilere özel bir ziyafet verirdi.
GûÅŸ et sadâyı bu gece / Et merhabâyı bu gece
[Ey] benim devletli efendim / Gördüler ayı bu gece (2. Mâni)
Bu gece ayı gördüler / Yüzlerin yere sürdüler
Donandı kandiller ile / Câmiler ziynet buldular (3. Mâni)
Oldu bu ÅŸeb ibtidâsı / Åžâd eyledi cümle nâsı
Minârelerde sultânım / Tesbih ü temcîd sadâsı (8. Mâni)
Bu gece göründü hilâl / Kalmadı dillerde melâl
Sizi hatâdan saklasın /Hazret-i Hayy-i Zü’l-celâl (20. Mâni)
Maniler eÅŸliÄŸinde Ramazan'ın baÅŸladığı halka duyurulur ve ilk sahura kalkılması için hazırlıklar yapılırdı. Bu ilan, camilerde kandillerin yakılması, top atışları ve davulcuların sokaklarda davul çalmasıyla halka bildirilirdi. Böylece Ramazan'ın manevi atmosferi tüm ÅŸehri sarar, coÅŸku ve heyecan içinde oruç ayına girilirdi.
Ramazan Mahyası
Ramazanın sembollerinden biri de mahyacılıktı. Cami minareleri arasında asılan ışıklı yazılara mahya denilmektedir. Osmanlı döneminde ortaya çıkan mahyacılık, ince bir ustalık ve büyük bir titizlik gerektiren özel bir sanattı. Mahyacılar, geceleri camileri süsleyen bu yazıları büyük bir emek ve ustalıkla hazırlar, estetik bir ÅŸekilde yansıtırdı. Bu uygulama rivayetlere göre ilk defa Fatih Camii müezzinlerinden Kefeli Ahmed Efendi’nin hazırlayıp padiÅŸaha hediye etmesiyle baÅŸlamıştır. I. Ahmed zamanında baÅŸlayan mahyacılık sanatı ince bir ustalık gerektiren bir sanat niteliÄŸindeydi.
Diş Kirası
Osmanlılarda her akÅŸam verilen iftar davetleri bir gelenek haline dönüÅŸmüÅŸtür. Ramazan ayı boyunca maddi durumu iyi olan kiÅŸiler, evlerine gelen davetlilere, ikram ettiÄŸi yemeklerden yiyerek sofrasını bereketlendirdiÄŸi için “diÅŸ kirası” adı altında hediye verirdi. İftardan sonra misafirlerin konumlarına göre dağıtılan diÅŸ kiraları genellikle sigara tabakaları, enfiye kutuları, kehribar tesbihler ve sigara ağızlıkları gibi hediyelerden oluÅŸurdu. YetiÅŸkinler gibi çocuklara da iftar sonrasında diÅŸ kirası verilirdi. Küçük misafirlere el iÅŸi keseler içinde hediyeler sunulurdu. Ramazan ayı, iftar sonrasında verilen bu diÅŸ kirası ile taçlandırılırdı.
Özellikle devlet erkanı, fakirlerin faydalanmasına yönelik bu uygulamaya ehemmiyet vermiÅŸtir. Hatta Fatih Sultan Mehmet’in sadrazamlarından Mahmut PaÅŸa, verdiÄŸi iftar davetlerinde ikram edilen pilavın içine altın para koydurur ve o paraya denk gelen kiÅŸi paranın sahibi olurdu.
Cerre Çıkmak ( Cezbetmek)
Cerre çıkmak cezbetmek manasına gelmektedir. Osmanlı döneminde medreselerde eÄŸitim gören talebeler dokuz ay boyunca eÄŸitimini tamamladıktan sonra üç aylarda özellikle Ramazan ayında köylere dağılarak vaazlar verip insanlara tebliÄŸde bulunurlar, halk da onların geliÅŸini dört gözle beklerdi. Ve Ramazan sonunda onlara hediyeler vererek uÄŸurlardı.
Sadaka Taşları
Temelinde insan ve insanın onuruna saygı olan Osmanlı Devleti’nde fakir ve muhtaç kiÅŸilerin ihtiyaçlarını gidermek için kullanılan yöntemlerden birinin de sadaka taşı olduÄŸu bilinmektedir. GeliÅŸtirilen bu yöntem sayesinde, ihtiyaç sahipleri ihtiyaçları miktarınca parayı buralarda bulabilirdi. Bu taÅŸlar genellikle bir metre kadar uzunlukta olup baÅŸ kısmı oyuk ÅŸeklindeydi. Bu tasarım sayesinde oyuk kısma elini sokan parayı aldı mı ? yoksa oraya para mı bıraktı? belli olmazdı. Bu iÅŸlem genellikle gece yarısı sabaha karşı gerçekleÅŸtirilirdi. Bu taÅŸlar Camii avlularında, fakir semtlerde veya vakıf bahçelerinde yer alırdı.
Zimem Defteri
Zimem Defterleri, halkın mahallelerinde bulunan manav, bakkal, kasap gibi esnaftan veresiye aldıkları ÅŸeylerin yazıldığı borç defterleridir. Osmanlı devletinde özellikle Ramazan ayında hali vakti yerinde olan kimseler, bilinmedikleri mahallelere tebdili kıyafet olarak gidip, esnafın elindeki borç defterinin başından, sonundan ve ortasından üç sayfa koparıp, o sayfalarda kayıtlı olan kiÅŸilerin borcunu öderdi ve Allah kabul etsin deyip oradan ayrılırdı. Bu iÅŸlemi “saÄŸ elin verdiÄŸinden sol elin haberi olmamalı” hadisinden yola çıkarak yaparlar ve bu nedenle bilhassa tanınmadıkları mahallelere tebdil-i kıyafet olarak giderlerdi.
İlk Oruca Hediye
Çocukların din eÄŸitimi alması, onların ahlaki ve manevi geliÅŸimini destekleyerek bilinçli ve sorumluluk sahibi bireyler olmalarına katkıda bulunur. Ancak, bu eÄŸitimin sevgi, hoÅŸgörü ve anlayış çerçevesinde verilmesi büyük önem taşımaktadır. Zorlayıcı ve baskıcı olmayan, çocuÄŸun yaşına ve algısına uygun bir din eÄŸitimi, onların geliÅŸimini, aile ve deÄŸerlerine baÄŸlı olmasını olumlu yönde etkilemektedir. Osmanlılardaki kadim ramazan geleneklerinden biri de ilk kez oruç tutan çocuklara, orucu teÅŸvik etmek amacıyla verilen hediyelerdi.
Yine yaşı tutmayan küçük çocuklara da “oruca direk vurma”, “tekne orucu” denilen uygulamalar yapılırdı. Bu baÄŸlamda küçük çocuklar gün boyu açlık veya susuzluÄŸa dayanamayacağı için günün yarısında yeme içme ihtiyaçlarını giderirler ve sonrasında yarım gün oruç tutmuÅŸ olurlardı. Bu da çocuklarda oruç konusunda bir bilinç oluÅŸmasını saÄŸlardı.
Ramazan EÄŸlenceleri
Ramazan, Müslümanlar için ibadet ayı olmasının yanı sıra, Osmanlı toplumunda kültürel ve sosyal hayatın da canlandığı özel bir dönemdi. Teravih namazlarında bestelenmiÅŸ salât ü selamlar okunur, ilahiler söylenir ve Ramazan’ın ilk yarısında “HoÅŸ geldin Ramazan”, son yarısında ise “Veda” temalı ilahiler dile getirilirdi.
Ramazan, ibadetle birlikte eÄŸlence ve sosyal etkinliklerin de yoÄŸunlaÅŸtığı bir dönemdi. Osmanlı’da Ramazan gelenekleri arasında semai kahvehaneleri de gösterilmektedir. Teravih namazlarından sonra aileler genellikle evlerine çekilmekten ziyade akraba ve komÅŸularıyla birlikte Semai Kahvehanelerinde vakit geçirmeyi tercih ederlerdi. Aşıklar burada yüksekçe bir yerde oturarak çeÅŸitli mani ve türküler söyleyip atışmalar yaparak ramazanın sevincini yaÅŸatırlardı.
19. yüzyıldan itibaren İstanbul’da özellikle Veznecilerden Åžehzadebaşı’na kadar Direklerarası diye nitelendirilen bölgede iftardan sahura kadar tiyatro, meddah, orta oyunu, Karagöz-Hacivat gösterileri gibi etkinlikler de düzenlenirdi. Kahvehanelerde müzik eÅŸliÄŸinde sohbetler edilir, nargile ve çay içilir, halk eÄŸlenceleri büyük ilgi görürdü.
İstanbul dışındaki ÅŸehirlerde de Ramazan geceleri eÄŸlenceli geçerdi. Anadolu’nun çeÅŸitli yerlerinde iftar sonrası evlerde yüzük oyunu oynanır, bilmeceler sorulur, halk oyunları ve manilerle gece neÅŸeli bir ÅŸekilde geçirilirdi. Kahvehanelerde ise âşık atışmaları, halk hikâyeleri ve meddah anlatıları büyük ilgi görürdü.
Kadir Gecesi
İslam dünyasında özel olarak kutlanan ve bu gecelere has ibadetler yapılan beÅŸ geceye kandil denilmiÅŸtir. Bunlar Mevlid, Regaib, Mi’rac, Berat ve Kadir Geceleridir. BaÅŸka bir görüÅŸe göre, II. Selim döneminde camilerde kandil yakıldığı için de bu gecelere kandil denilmiÅŸtir.
Esas konumuz Ramazan ayı olduÄŸu için burada Kadir gecesi üzerinde duracağız. İslam aleminde Ramazan ayının 27. gecesi Kadir Gecesi olarak bilinir. Kur’an-ı Kerim’in bu gecede indirilmeye baÅŸlandığı kabul edilmektedir. Kur’an-ı Kerim’de Kadir adında bir sure bulunmaktadır. Bu surenin üçüncü ayetinde “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.” buyrularak gecenin ehemmiyeti vurgulanmıştır.
Osmanlılar Kadir gecelerindeki heyecan ve sevinçlerini çeÅŸitli manilerle dile getirirlerdi.
Açılır bâÄŸ ile bostan / Mübârek Kadir Gecesi
Salınır hûr ile gılman / Mübârek Kadir Gecesi (1184. Mâni)
Makbûldür cümle dilekler / Zemine iner melekler
Çarha girer hep felekler / Mübârek Kadir Gecesi (1189. Mâni)
Terk edip hâb-ı gafleti / Edelim Hakka tâati
Kulun mâkbûldür hâceti / Mübârek Kadir Gecesi (1191. Mâni)
Arife Çiçekleri
Osmanlılarda bayramdan önce yapılan hazırlıklardan biri de yeni kıyafetler almaktı. Bayram için çocuklara yeni kıyafetler alınır fakat bu heyecanla daha fazla bekleyemeyen çocuklar ,bayram sabahı gelmeden yeni kıyafetlerini giyer, süslenir ve neÅŸeli bir ÅŸekilde sokaklara çıkardı. Bayramın hemen öncesinde arefe günü yapıldığı için halk arasında bu çocuklara "Arife Çiçekleri" denilirdi. Tabi bu çocuklar sadece varlıklı ailelerin çocuklarından ibaret deÄŸildi. Aynı ÅŸekilde vakıflar, hayır kurumları ve varlıklı kiÅŸiler de bu mübarek ayda seferber olur, durumu olmayan çocukları giydirmeyi üstlenerek sevinçlerine vesile olurlardı.
Ramazan Bayramı
Osmanlılarda bayram sevinci halk arasında camiler veya musalla denilen açık alanlarda kılınan bayram namazıyla baÅŸlardı. Saray erkânı ise Fatih Sultan Mehmet tarafından belirlenen teÅŸrifat kanunlarına göre kutlama yapardı. Ramazan bayramı coÅŸkusu sosyal hayatta büyük bir etkiye sahipti. Yabancı seyyahlar da bu coÅŸkuya tanık oldukları için bu bayramı “Türklerin en büyük bayramı” olarak nitelendirmiÅŸlerdir.
Ramazan bayramının tespiti hilalin görülmesine göre belirlenirdi. Mevsim ve hava ÅŸartları olumsuz olduÄŸunda ise geriye doÄŸru yapılan hesaplamalarla hilalin ülke sahasında görüldüÄŸü zamanlar üzerinden hesap yapılırdı. Bu hesaplamalar devlet eliyle yapılır ve İstanbul Kadılığı, Manastır ve Ankara vilayet naiplerinin ortak kararıyla belirlenirdi.
Bayramın geliÅŸi, İstanbul’un farklı noktalarından top atışları yapılarak ve minarelerde kandiller yakılarak halka haber verilirdi.
Sonuç
Ramazan ayı hiç ÅŸüphesiz tüm İslam alemi için en önemli ay olarak kabul edilir. Bu ayda Kur’an-ı Kerim’in indirilmiÅŸ olması, İslam’ın beÅŸ ÅŸartından biri ile olan oruç ibadetimizin eda edilmesi ve hayır hasenat, af ve maÄŸfiret ayı olması hasebiyle Müslümanlar bu ayı olabildiÄŸince dolu dolu geçirmeye çalışmaktadır. Tabi Ramazan denilince büyüklerimizden hep duyduÄŸumuz “ ah nerde o eski ramazanlar” cümlesi her zaman eski ramazanlara özlem duyulduÄŸunu bizlere hatırlatmaktadır. Kadim Osmanlı Kültürüne doÄŸru yolculuk ettiÄŸimizde ecdadın neler yaptığına tanık oluyoruz. Devlet eliyle adeta emr-i bil maruf yapılarak halkın iyiliÄŸe teÅŸvik edildiÄŸini görüyoruz. Ramazan sevincinin küçük bir çocuktan anneye, mahalle esnafından sokak bekçisine kadar toplumun her kesim ve zümresine yayılarak adeta gönül inÅŸası gerçekleÅŸtirildiÄŸine ÅŸahit oluyoruz. Bu da bizlere sosyal devlet anlayışının Osmanlı kültüründe tezahür ettiÄŸini göstermektedir. Osmanlıda Ramazan ayının , yapılan ibadetler, hayır çalışmaları ve eÄŸlencelerle “onbir ayın sultanı” tabirine uygun bir ÅŸekilde geçirildiÄŸine tanık oluyoruz.