Geçmemiş Gelenek

“İnsanoÄŸlu, var edilip bahse deÄŸer bir ÅŸey olana kadar, ÅŸüphesiz, uzun bir zaman geçmemiÅŸ midir?”

İnsan Suresi 1. ayet

“ ‘Yapışın!’ emri, evrensel düzendeki yerlerini ortaya koymak ve hiçbirini dışarıda bırakmamak suretiyle parçaları bir araya getirmektedir ve bu kenetlenme fiili ancak önceden belirlenmiÅŸ bir merkeze ve kıbleye binaen gerçekleÅŸtirilebilmektedir.”

Gai Eaton

Çalının fışkın dalları misali savruk düÅŸünceler, heyecan verici olsa da sadra ÅŸifa olacak bir kabiliyeti haiz olmuyor, olamıyor. Bir fıkıh, bir okul olmaksızın yapılan entelektüel icralar nispeten bir lezzet tattırsa da maalesef maksadı hâsıl kılamıyor. İlim iÅŸtahının da pek çok ÅŸehvet veren dürtülerde olması gerektiÄŸi gibi dizginlenmesi ve budanması icap ediyor.

GeleneÄŸin saÄŸaltılmış tecrübesine itimat etmek, en azından, bir baÅŸlangıç noktası olabilmelidir. Bizden öncekilerin kendi çaÄŸlarının dertlerine ürettikleri dermanlar, olay merkezli deÄŸerlendirildiÄŸinde o çaÄŸa mahkûm edilebilirler. Onların mesuliyetlerini yerine getirerek elde ettikleri ve bugüne taşınan çözümler, olgu merkezli düÅŸünüldüklerinde ise hususi bir hürmeti hak ederler. İşte bu olgu merkezli düÅŸünme usulü ile mevcut tecrübeden istifade etmek hem mümince bir basiret göstergesi hem de rasyonel zeminde bir emek ve zaman tasarrufu olacaktır. Beslenen kaynağın birliÄŸi, pek çok nedenden kaynaklı, kaynağı farklı okuma biçimlerine raÄŸmen, ümmetin ortak hafızasının olmasına ve onun tevarüsüne imkân saÄŸlamıştır. Bahsedilen farklı okuma biçimleri ayrıca bir zenginlik olarak da kabul edilebilmelidir. YaÅŸanılan çağı razı olunacak bir sahicilikte ve sıhhatte yaÅŸama mesuliyeti her bir çaÄŸdaşın sırtında durmaktadır. Bunu yapabilmek için yeniden bir usul ve yöntem geliÅŸtirmek bir seçenektir. Saygın bir seçenek olarak da takdiri hak etmektedir. Ama mevcut müktesebattan istifade etmek; gerekli ise onun hukukuna, iÅŸin ehli tarafından yapılacak bazı uygun düzenlemeler ile müktesebatı tatbik etmek çok daha makul bir seçenek olarak görülmektedir.

Usul, vusule zemin olur. Usul ayrıca asla da temas eder. O halde usulsüzlük vusulsüzlüktür, diyebiliriz. Peki, bizim usulümüz nedir? Bu usulün ve dolayısıyla ekolün ilkeleri neler olacaktır? Belirlenecek ilkeler hangi zeminde ve hangi yöntem ile belirlenecektir? Bunlara benzer pek çok müÅŸkül gündeme gelecek ve kuvvetle muhtemel çıkışı çok zor bir döngüye girilecektir. Bir ÅŸekilde ilkeler belirlenebilirse bu ilkeler, bir sonraki kuÅŸaÄŸa ve çaÄŸa aktarılıp merhem olabilecek midir? Maalesef dafeatle çiÄŸnenmiÅŸ, tahfif ve tahkir edilmiÅŸ tarihi tecrübemizden, bu eziyeti yapanların arzuladığı gibi, tamamen vazgeçtiÄŸimizde elde kalan alet ve edevat ile nasıl bir ıslah yapılabilir? YolunmuÅŸ kuÅŸ nasıl uçabilir? Usulü belirleyip bir yol yapma gayreti muhteremdir elbette. Ama çok kez yürünmüÅŸ bir yol varsa ve açmaya çalıştığımız yol mevcuda mütevazi ise neden israfa müsaade edilsin?

Çok metni okumak mı pek çok gözün deÄŸdiÄŸi damıtılmış ve sayısız duaya temas etmiÅŸ bir metni çok okumak mı sorusuna, verilecek cevap tecrübeden müstefid olup olamayacağımızı gösterecektir. Bir çeÅŸni misali her heves ettiÄŸini gündemine alan talibin idrak kabiliyeti de gönlü de yorulacak; ya pes edecek ya da bir baÅŸka alana sıçrayarak iÅŸtahını oyalayacaktır. Bir dönem yazılan metinleri ve o metinleri okuma usulünü mahrem kabul edelim, demiyoruz. Muhterem görerek müstefid olalım, diyoruz. Üzerlerinde kalem oynatılamaz görmek de bir savrulma halidir, her kalem tutanın takdirine müsaade etmek de baÅŸka bir savrulma halidir. Sulh ve sıhhat dengededir

DevÅŸirmek de bir baÅŸka kopuÅŸ ÅŸeklidir. Nasıl ki her canı çekilen yenirse bedene hastalık bulaşır, her iÅŸe gelen devÅŸirilirse o da ahlakı tahrip eder. İlkeler, çıkarlara göre devÅŸirilebilen bir savrukluk karşısında ilke olmaktan düÅŸüp buharlaşırlar. İlkeyi ilke yapan zemin iyi fehmedilip tutarlı bir tavırla yolun vacibine itaat edilmelidir. İşin namusu devÅŸirme ile deÄŸil, evvelkilerin mutabık kaldıkları sınırlara itibar edip hikmeti olduÄŸuna itimat etmektedir. Müslüman’a yakışan tavır namuslu tavırdır.

Anlatmaya azmettiÄŸimiz meseleye müsavi bir baÅŸka mesele de atalara yapılan duadır. Neden bizden öncekiler için Rabbimize niyazda bulunuruz? Gelecek nesillere yapılan duayı anlamak bizden öncekilere yapılan duayı anlamak kadar zor deÄŸildir. Zira insan süreÄŸen olmayı arzu eder. İnsan anılmak ister. İnsan kendisinin hatırlanmasını ister. Peki ya gelip geçmiÅŸlere neden bir minnet hissedilir? Buradan bakabildiÄŸimizde geçmiÅŸin ÅŸimdi ile dolayısıyla bizimle varoluÅŸsal bir baÄŸ ile baÄŸlandığını ve geleneÄŸin bizi, biz kılmadaki rolünü görmüÅŸ oluruz. Biz o zincirin bir halkası ve o akışın ÅŸimdisiyiz. Bütünün parçası olmayı kabul etmek hem zaruri bir tevazuu hem de doÄŸal bir özgüveni getirecektir.

Dinin bir zamanlar sahip olduÄŸu dönüÅŸtürücü ve mayalayıcı güç zamanla kaybolmuÅŸsa bunun sebebi damıtılmış tarihi tecrübede deÄŸil bu tecrübenin hakkını vermekte gönülsüz müstahdemlerdedir. Anın vacibini yerine getirmek yerine hukuki ve ahlaki alanları mugalâta ile ÅŸahsi ikbalinin aracı yapanlardadır. GeleneÄŸe fatura kesmek bir baÅŸka yanlış olacaktır. Muteber duruÅŸ, geleneÄŸin tecrübesine sırtını temkinle dayayıp, aynı temkinle ve samimiyetle geleceÄŸi imar ve inÅŸa etmektir. V’allahualem!

 

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam DüÅŸüncesi'nin editoryal duruÅŸunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın