İslami Hareketler ve Yeni Arayışlar -2

Cumhuriyet Türkiyesi'nde İslami Uyanış ve İslami Hareketin Serüveni

Osmanlı’nın çöküşü ve Hilafetin kaldırılmasından sonra bazılarının tanımlamasına göre Türkiye bir fetret dönemine girdi. Yönünü Batı’ya dönen Cumhuriyet kadroları İslami değerlere adeta savaş açtı. Çok partili döneme geçilmesiyle görece nefes alabilen Müslümanlar tekrar yavaş yavaş İslami kaynaklarla buluşmaya başladı. Tercüme eserler, İran Devrimi, Afgan Cihadı ve Filistin İntifadası gibi olaylar tüm dünyayı olduğu gibi Türkiye Müslümanlarını da etkiledi. İslami Hareket bilinci seksenli yıllarda netleşmeye doksanlı yıllarda ise yükselişe geçmeye başladı.  28 Şubat darbesiyle bu süreç güçlü bir sarsıntı geçirdi. Bu aşamaya kadar partili partisiz mücadele, devrimci ve uzlaşmacı model, İrancı olup olmama, Sünnet’e bakış açısı, din devlet ilişkileri, demokrasi, laiklik ve ideolojiler, gelenek ve yenilik gibi birçok mesele ana tartışma konularındandı. İslami Hareketler büyük oranda devlet olma hedefine odaklanmışlardı. Hakkın ve hakikatin hakimiyeti arzusuyla yanıp tutuşan kendinden emin bir gençlik hareketi vardı. Doksanlı yıllarda, birlikte yaşama, diyalog, postmodern düşüncenin uzantısı olarak farklılık ve çoğulculuk gibi konular gündeme gelmeye başladı. Artık devletten daha çok medeniyet kavramı dolaşıma sokuldu. Artık daha temkinli, epeyce renksiz, canlılığını yitirmiş, oldukça bilgili ve tecrübeli ama fazlasıyla hesapçı ve tereddütlü orta yaş grubunun konfora da alışmış bir nesli kürsüleri işgal etmeye başlamıştı.

Türkiye’de tarikatların geniş halk kitleleri üzerinde özellikle varoş ve Anadolu şehirlerinde belli bir etkinliği hala var gözükmektedir. Nurculuğun da yaygın bir etki gücü hala vardır. Tabi ki FETÖ yalnızca Nurculuğa değil bütün İslami cemaat ve kurumlara çok büyük bir zarar vermiştir ve bu örgütün olumsuz etkileri hala devam etmektedir. En yaygın dindarlar topluluğunu oluşturan cami cemaati bile bu olumsuz dalgadan uzak kalamamıştır. Milli görüş geniş halk kitlelerindeki etki gücünü yitirmiş ve bir kadro hareketine dönüşmüştür. Ak Parti Erdoğan üzerinden dindar, milliyetçi ve muhafazakar kitleleri en çok etkileme gücünü hala muhafaza etmektedir. Ancak özellikle gençler üzerinde Ak Parti’nin yaptığı hataların çok büyük negatif etkileri vardır. Son yıllarda vakıf dernek ve çeşitli STK kurumları üzerinden örgütlenen İslamcılar da Ak Parti döneminde görünürlükleri artsa da etki güçlerini yitirmişlerdir. Üniversite gençliği arasında, varoşlarda ve geniş halk kitleleri üzerindeki etki kabiliyetleri zayıflamıştır. Bu durum Türkiye’deki diğer ideolojik merkezlerin halk ve gençler üzerinde daha çok etkin oldukları anlamına gelmemektedir. Çünkü küreselleşme, sekülerleşme, bireyselleşme, çıkarcılık, konformizm, teknolojizm ve dijitalizm gibi olgular tüm kesimleri doğrudan etkileyen bir konuma yükselmiştir. Belki de genç yaşlı bütün insanları en çok kuşatıp etkileme gücüne sahip olan olgu bu tip yeni gelişmelerdir.

Yukarıda bir kısmını sıraladığımız tarihi gelişmeler ve Müslümanların yaşadığı tecrübeler, İslami Hareketlerin çeşitlilik arz edip farklı birçok metodu denediğini ortaya koymaktadır. Tebliğ ve davetten, sosyo-kültürel çalışmalara, ekonomik birliklerden siyasi faaliyetlere, partisel mücadeleden silahlı mücadeleye, uzlaşmacı metoddan devrimci yönteme, sivil direnişten şiddet kullanmaya, darbeden devrime, muhalif olmaktan iktidar olmaya, koalisyondan mutlak otoriteyi elinde tutmaya, gizli örgütlenmeden şeffaf örgütlülüğe kadar birçok yöntemi uygulayan İslamcılar ve cemaatler tüm dünyaya model olacak bir sistemi ortaya koyabilmiş değiller henüz.

Günümüzde İslami Hareketlerin Arayışları

Yaşanılan onca tecrübeden sonra çok sayıda İslami Hareket ve oluşumlar yeni bir çıkış yolu bulmak için ne yapılması gerektiği noktasında büyük bir arayışın içine girmişlerdir. İstenilen sonuçların alınamamasının içe dönük, dışa dönük, bölgesel ve genel çok sayıda nedeni vardır;

-Küresel bir hegemonyanın varlığı artık bir komplo olarak görülmemelidir. Bazılarının kendi yetersizliklerini ve başarısızlıkları dış güçlere havale etmesi bu gerçekliği örtmemelidir. İslami Hareketler dünya sisteminin şifrelerini hakiki bir çözümlemeye tabi tutmalıdır. Bununla ilgili ciddi bir tecrübemiz olmakla birlikte mevcut dünya sisteminin karmaşık yapısını kılcallarına kadar çözümleyecek bir donanımımızın olup olmadığı tartışma konusudur. Dünya, küresel, bölgesel ve yaşanılan ülkeler olarak, siyasi, kültürel, askeri, sosyolojik ve ekonomik olarak ciddi bir analize tabi tutulmalıdır.

-Küresel sistemin fay hatlarının ayrıntılı bir fotoğrafı çekilmelidir. Bu fay hatlarının nasıl tetikleneceği ile ilgili A, B, C, planlarının olması ve bunun için çok yönlü hazırlıkların yapılması gerekmektedir.

-İslami Hareketlerin yolunu tıkayan ve onlara acımasızca saldıran kurumların başında İslam ülkelerindeki askeri ve güvenlik yapılanmaları gelmektedir. Ciddi bir kısmı sömürgecilerin güdümünde eğitim alan üst kademe subaylar kendi halklarının inanç değerlerinden uzak bir eğitimle mankurtlaştırılmaktadır. Polis teşkilatları genel olarak Müslüman halkların haklı taleplerini bastırmakta yetersiz kaldıkları için bölge diktatörlükleri tarafından büyük oranda askeri yapı muhalifleri kontrol altında tutmak ya da yok etmek için kullanılmaktadır. İslam ülkelerindeki askeri silahlanma stratejisi ne yazık ki genellikle kendi halklarına ya da komşu olan diğer İslam ülkelerine karşı olarak planlanmaktadır. Çünkü buradaki akıl emperyalizme aittir. Normalde olması gereken Müslüman ülkelerin sömürgeci ülkelere ve Siyonist tehlikeye göre bir silahlanma stratejisi izlemesidir. Ulusal İstihbarat örgütleri de aslında dış tehditlere göre örgütlenmesi gerekirken ekseriyetle kendi halkını düşman gören bir mantıkla faaliyet göstermektedir. Türkiye son dönemlerde hem MİT’in yapısında bir değişiklik yaparak onu dış istihbarat örgütlerinin tehditlerine karşı yeniden yapılandırmak suretiyle hem de savunma sanayinde bağımsız bir teknoloji ve üretime kavuşma hamleleri ortaya koyarak düşman ülkelere karşı yeni bir bakış açısını benimseyerek önemli bir adım atmış gözükmektedir. Benzer hassasiyeti taşıyan Baykar gibi özel girişimcilerle savunma sanayisinin yerli ve güçlü olması için uzun soluklu bir planlama yapmak elzemdir. Bu kritik noktalarda nüfuz sahibi olan kişilerin İslami değerlerle barışık olması, Müslüman ülkelerin üzerinde ittifak etmesi gereken çok önemli bir husustur.

-Bağımsızlık savaşlarında Müslümanlar büyük oranda düşmanla mücadele edip şehit ya da gazi düşerken Yahudi, Hristiyan vb. azınlıklar eğitim hayatındaki istikrarlarını sürdürdüler. Sömürgeciler işgal ettikleri toprakları terk ederken yönetime ve üst düzey bürokrasiye çoğunlukla Müslümanlardan devşirdikleri işbirlikçileri (ki bunun geçmişi uzun yıllar öncesine dayanır) ve asıl kimliklerini gizleyen eğitimli gayrimüslimleri yerleştirdiler. Dışişleri, devletin hassas yüksek bürokrasisi, yüksek yargı ve uluslararası kurumlardaki üst düzey bürokratların hala bu tip kişilerden oluştuğu söylenmektedir. İslamcılar bu kişilerin deşifre edilmesinde daha cesur davranmalı ve bu tür yerlere gözü pek ve donanımlı gençlerini teşvik etmelidir. Çünkü İslamcıların belediyelerde ya da devlet idaresinde başarısız olması için bu makamları kullanan yahut onlara yargı ve bürokrasi darbesi yapan çok sayıda örnek mevcuttur. Ancak İslamcıların makamla imtihanı da ayrı bir tartışma konusudur. Bu alanda oto-kontrolü sağlayacak etkin ve özgün bir model geliştirilmelidir.

-Sömürgeci güçler ve işbirlikçileri kendi iktidarlarını tahkim etmek için ekonomik gücü belli ellerde toplamıştır. Bunlar büyük oranda seküler çevrelerdir. Körfez ülkelerinde devasa servete hükmedenler bu seküler çevrelerle aynileşmiştir. Bir ülkedeki İslami hassasiyet taşıyanların hepsini toplasan o ülkedeki öncü bir seküler aile holdinginin servetine denk bir bütçeye sahip bile olamamaktadır. Oligarşik bir yapıya sahip olan bu güç odakları istisnalar dışında İslamcıların kayda değer bir ekonomik güce sahip olmasına izin vermemektedir. Belli bir güce erişenlerse büyük oranda bu oligarşik güçle uzlaşmak zorunda bırakılmaktadır. Muazzam bir ekonomik güce sahip olan bu oligarşi İslami Hareketlerin ilerlemesini sahip olduğu bu ekonomik güçle engellemektedir. İslamcılar halkı arkasına alarak iktidara gelse bile bu devasa ekonomik güç piyasaları manipüle ederek İslamcıları halklar karşısında zor durumda bırakabilmektedir. Küreselleşmenin bu kadar karmaşık bir hal aldığı durumda İslam ülkeleri kendine özgün bir ekonomik model geliştirmek zorunda gözükmektedir. Ancak yıllardır söylem düzeyinde kalan bazı çıkışlar ya da faizsiz bankacılık vb. girişimler hakim düzeni devam ettirmekten başka bir işe yaramanaktadır. Üretim, tüketim ve paylaşım noktasında vahye dayalı devrimsel bir hamlenin gerekli olduğu aşikar gözükmektedir. Ancak böyle bir medeniyet hamlesi yıllar alacak bir çaba ve hazırlığı gerektirmektedir. Bu tür kalıcı çözümler sağlanıncaya kadar İslami Hareketlerin kendi ekonomik bağımsızlığına kavuşabilecek ve yönetimlerde söz sahibi olduklarında iç ve dış ekonomik saldırılara karşı mukavemet gösterebilecek bir mekanizma geliştirmeleri gerekmektedir. Ümmetin yer üstü ve yer altı kaynaklarını yıllardır çarçur edenlere karşı da çok net ve sonuç alıcı bir hamlenin yapılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Bunun hamle için gerekli olan verileri açığa çıkarıp bu sürecin yol haritasını çıkarabilecek cesur ve temiz uzmanlara ihtiyaç duyulmaktadır.

-Medya konvansiyonel bir yolda ilerlerken dahi beşinci kuvvet olarak tanımlanıyordu. Şu an ki yeni nesil medya çok daha grift bir etkileşim ortamı sunmaktadır. 28 Şubat’ta darbeci cunta medyayı adeta bir silah gibi kullanmıştı. Yalan, iftira, manipülasyon ve hedef göstererek medya organları sabah akşam ülkede terör estirmişlerdi. Emperyalizmin desteğinde gelişen Gezi kalkışmasında bu sefer yalnız Türkiye’de değil tüm dünya da benzer bir algı oluşturulmaya çalışılmışdı. Ancak iktidar kısmen de olsa kendini ifade edebilecek bir medya yelpazesi oluşturduğu için özellikle iç kamuoyunda yapılan tezviratlara karşı mücadele edip psikolojik üstünlüğü zamanla ele geçirmeyi başarmışdı. Günümüzde sosyal medya ortamı dev bütçelere sahip olmadan da kişi ve gruplara kendini ifade etme imkanı veriyor gibi gözükmekle birlikte kritik meseleler de algoritmaları elinde bulunduran şirket sahiplerinin kolaylıkla istedikleri haberleri perdeleyebileceğini dilediklerini de öne çıkarabileceklerini her geçen gün daha net bir şekilde idrak ediyoruz. Türkiye ölçeğinde bir ülkenin BİP gibi bir portalı işlevsel hale getirememesi ilginç bir araştırma konusudur. İki Milyarlık Müslüman nüfusun birkaç tane tüm dünya da etkin olan haber ajansı, televizyon kanalı ve sosyal medya portalının olamaması garip bir durumdur. Milyarlarca lirayı spor kulüplerine ve eğlenceye ayıran servet sahiplerine bu konuda baskı kuramamış olmak tüm İslami kurumların bir eksikliğidir. İslami Hareketlerin ise ortak meselelerini duyurabileceği tam bağımsız güçlü bir medya ağından mahrum olması apayrı incelenmesi gereken bir husustur. On binlerce kişi toplanıp birçok eylem yapsa da eğer onu gerekli şekilde duyuramıyorsa beklenilen kamuoyu baskısının oluşması pek mümkün olmamaktadır.

-İslam dünyası son dönemlerde mezhepsel ve etnik bir çatışma girdabında enerjisini harcamaya zorlanmaktadır. 1994’de yayınlanan RAND raporunda bunun işaretleri verilmiş ve Müslümanlar arasındaki farklı fay hatlarının harekete geçirilerek çatışmaların körükleneceği ve İslam ülkelerinin bölünüp parçalanacağı ifade edilmişti. Tüm bunlar bilinmesine rağmen planlanan senaryo adım adım uygulanırken Müslüman alim, aydın ve siyasetçiler bu kirli planı durdurabilecek bir direniş ortaya koyamamaktadır. İçinde bulunulan bu acı tabloya aramızda çok sayıda hain ya da ahmak dostun bulunması mazeret olarak ileri sürülmemelidir. Bir ülkedeki hatta bir ildeki cemaat ve dernekler dahi ortak konularda beraber hareket edebilme becerisi gösteremez iken İslam ülkelerinin birlik olmasını beklemek hiç de gerçekçi olmayacaktır.

Geçtiğimiz yıllarda İslam ülkelerinde yaşanan ve hala devam etmekte olan büyük altüst oluşlar İslami cemaat ve düşünürleri yeni arayışlara sürüklemektedir:

Müslüman Kardeşler ve benzeri hareketler yıllarca ülke yönetiminde söz sahibi olması engelleniyordu. Arap ayaklanmaları sonrasında bu hareketler bazı ülkelerde serbest seçimler yoluyla iktidar ya da iktidara ortak oldular. Ancak küresel emperyalizm ve bölge derin devletleri onların iktidarına izin vermedi. Bunun üzerine liberal, sol, ulusalcılar İslamcıların yönetime aday olmalarının bu ülkelerde demokratik bir ortamın oluşmasına engel olduğunu ve halkların askeri-bürokratik diktatörlük ile İslamcılar arasında sıkışıp kaldığını ve bu krizin çözüm yolunun İslamcıların siyaset arenasından çekilmesiyle olacağını ileri sürdüler. Doğası gereği demokratik bakış açısına aykırı olan ve aslında belki de İslami Hareketlerin demokrasi eleştirilerini haklı çıkaran bu paradoksal ve ahlaksız sayılabilecek öneriler kimi geleneksel cemaat ve tarikatler tarafından ve dahi az sayıda İslamcı düşünürce de dile getirildi. Aslında bu eleştiriyi dile getirenlerin büyük bir kısmı bazı İslam ülkelerinde yapılan askeri bürokratik darbelere ya ortak olmuşlar ya da suskun kalmışlardı.

Aslında tartışmanın temelinde Müslümanların modernite ve onun ürettiği kurulmalarla hakiki bir yüzleşmeyi henüz sonuca bağlayamamış olması yatmaktadır. İslami Hareketler, cemaatler ve onun uzantısı olan partiler arasında nasıl bir ilişki olması gerektiği hususunda kendi aralarında ciddi müzakereler yürütmektedir. Aynı şey sözde siyasetle uğraşmayan cemaat ve tarikatlerin yetiştirdiği kişilerin devlet kademelerinde yüksek mevkilere gelmesi ve burada kadrolaşmaya gitmeleri ve sonrasında bu kadroların cemaatleri ile olan ilişkileri meselesinde de karşımıza çıkmaktadır. Bu meselelerin tartışılmasında ve uygun çözümlerin bulunmasında bir beis yoktur. Nitekim kimi düşünürler Müslümanların temel sorununu anayasal ve yönetimsel krizi aşacak bir konsensüse varamamalarına bağlamaktadır. Ancak bazı kolaycıların, eziklerin ya da işbirlikçilerin buradan yola çıkarak laiklik gibi çözümler ortaya koyması ya da İslamcılara yalnızca davet-tebliğ, hayır hasenat işlerini uygun görmeleri çok basit ve art niyetli bir yaklaşımdan öte bir anlam ifade etmemektedir. Aslında konu etraflıca ele alındığında sekülerlerin bu konuda çok da farklı olmadıkları rahatlıkla görülecektir. Seküler kesimin kendi örgütlendiği STK, klüp, dernek ve sosyal ortamlarında dünyevi tarikatler-örgütler oluşturdukları ve yalnız siyaseti değil sanat ve spor dünyasını dahi buna göre şekillendirmek istedikleri artık herkesçe bilinen hususlar olmasına rağmen bu kadar iki yüzlü tekliflerde bulunabilmeleri onların arsızlığıyla açıklanabilir ancak. Bu konuda onlarla paralel düzlemde çözüm önerileri ortaya koyan bazı sözde İslamcı akademisyen ve aydınların laikliği ve sekülerizmi bir kurtuluş reçetesi olarak sunmaları ise ciddiyetten uzak tarihi olgularla da uyuşmayan bir durumdur. Yıllarca İslam ülkelerinde açıktan ya da örtülü olarak laiklik ve sekülerizm uygulamaları hakim ve bu anlayış İslam dünyasının gelişimine, refahına, güven, adalet ve huzurlu bir düzen kurabilmesine hiç de olumlu bir katkı sunmamışken tüm bunları görmezden gelmek kabul edilebilir bir yaklaşım değildir. Burada sorgulanması gereken şey emperyalizmin düzenine çomak sokan İslamcıları desteklemek yerine kanlı askeri darbelerle işbirliği yapan sekülerlerin ve İslami çevrelerin neden kendilerini bir türlü hakiki bir öz eleştiriye tabi tutmadığıdır.

Bu bağlamda tüm sorunları İslami bir devletin olmamasına indirgemek ve Hizbut Tahrir gibi hareketlerin hilafetle her şeyin çözüleceğini ileri sürmesi ya da İslamcıların bir kısmının bir dönem devlet-siyaset konusuna fazla odaklanıp diğer mevzuları ihmal etmesi gibi meseleler apayrı üzerinde durulması gereken bir konu olarak ele alınmalıdır. Özellikle bazı tarikatların, akademi dünyasının, edebiyat sanat çevrelerinin ve masa başı entelektüel ve aforizma üreten aydın tayfasının kendi konfor alanlarında bu konularla ilgili söylemler üretip sahadaki tecrübeleri küçümseyerek onlara ayar vermeye çalışması çok haksız yaklaşımlardır. Samimi ve içeriden bir dille yapılan değerlendirmeler her kesim açısından elbette çok önemlidir.

Bazı entelektüeller Post-İslamcılık tartışmasını derinleştirmek istemektedir. Batıda Post-Kapitalizm tartışmalarına paralel yürütülen bu yaklaşımlar İslamcılığı modern ideolojilere bir cevap olarak sınırlandırarak, ideolojilerin bittiği bir çağda İslamcılığın da bittiğini ve bundan ötürü başka bir paradigma üretmek gerektiğini ileri sürmektedirler. Ancak İslamcılar kendi düşünsel sistemlerinin temelini oluşturan içtihat ilkesinin bu sorunları aşmaya yeteceğini düşünmektedir.

Postmodernitenin çeşitliliğe vurgu yapan ve farklı kültürlerin bir arada yaşamasını öneren savlarını önemseyen bazı çevreler hakikat temelli, şeriat esaslı bir İslamcılık algısının Müslümanları dünyada yalnız bırakacağını, bundan ötürü ötekiyle beraberce oluşturacağımız bir düzenle geleceğe yürümemiz gerektiğini ifade etmektedirler. İslamcılar ise Müslümanların diğerleriyle beraber yaşama kültürüne fazlasıyla sahip olduklarını bu meselenin çözüm yolunun şeriatle çelişmeyeceğini ancak bu çözüm şeklinin herkesi memnun edemeyeceğini zaten modern ya da postmodern çözüm önerilerinin de herkesi memnun edemediğinin altını çizmektedirler.

Daha önceki bazı alimlerin dediği gibi içinde bulunulan krizi büyük bir eğitim seferberliği ile aşabileceğimizi söyleyen düşünürler de mevcuttur. Öncelikle Batı güdümündeki eğitim anlayışından kurtulmak gerektiğinin altını çizen aydınlar, İslam dünyasında üretilen bilginin hala çok az olduğunun ve akademiyanın bu yetersiz haliyle dünyayla rekabet edemeyeceğini vurgulamaktadırlar.

Bazıları ise asıl sorunumuzun ahlaki kriz olduğunu ve ahlak merkezli bir söylem geliştirmek gerektiğini, diğer insanlarla bu bağlamda daha kolay ve sağlıklı ilişki kurabileceğimizi ileri sürmektedir. İslamcılar bütüncül İslam anlayışının bir parçası olarak bunu yadsımamakla birlikte inanç, eylem, hukuk ve ahlaki bütünlüğün bir arada ele alınmasının daha doğru olduğunu ifade etmektedir.

Geleceğin dünyasında ulus devletlerin geri döneceği ya da ortadan kalkarak küreselleşmenin farklı siyasal düzenler üreteceği de önemli tartışmalar arasında yer almaktadır. Tek kutuplu, iki kutuplu, çok kutuplu ve kutupsuz-merkezsiz bir dünya öngörülerine göre de farklı pozisyon alışlar söz konusudur.

Fütüristlerin öngörüleri söz konusu olduğunda teknolojizm, dijitalizm, yapay zeka, robotizm, transhümanizm ve posthümanizm vb. tartışmaları öne çıkmaktadır. İslamcı entelektüeller bu bağlamda dinin geleceği ne olacak sorusuna cevap aramaktadır. Sekülerizm dinleşirken din de sekülerleşerek karmaşık bir varlık anlayışına gidilebileceği ya da ütopyaların insanlığa bir distopya sunacağı ve bunun çözümünün yine ilahi dinlerde bulunacağı da tartışmalar arasında yer almaktadır. Küresel ısınma, iklim değişikliği, çevre kirliliği, LGBT akımı, nüfusun azaltılması yeni pandemi dalgaları gibi çok sayıda başlık geleceğe dair düşünce üretmek isteyen birçok İslamcı entelektüelin kafa yorması gereken konular arasında kendisine yer bulmaktadır.

İslamcıların şu an yaşamakta olduğumuz ve yakın gelecekte muhtemelen yüzleşeceğimiz bölgesel ve küresel pek çok soruna dişe dokunur bir cevap üretebilmesi için öncelikle makul bir güç birliğine gitmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur. Büyük meydan okumalarla karşı karşıya kalan İslamcıların ayakta kalabilmesi öncelikle sağlıklı ve samimi bir istişare zeminin oluşmasına bağlı gözükmektedir. Mevcut ülke yöneticileri ve cemaat liderliğinin bu zemini oluşturmakta oldukça zorlandığı aşikardır. Bundan ötürü gelecek kuşakların beraber iş kotarabilecek bir ahlaki yapıyla yetişmesi için her cemaat kendi eğitim müfredatını acilen gözden geçirmesi gerekmektedir.  Gençlere bunun pratik uygulamalarını yapmaları için fırsatlar sunulması çok önemlidir. Hareketler ve cemaatler bölgesel ve küresel olarak önlerine sınırlı sayıda ortak hedef koyarak kitleleri buna odaklamalıdır. İslam ülkelerindeki yoksulluk, yolsuzluk ve tembellik sorununa köklü bir çözüm bulunmalıdır. Bölgedeki işbirlikçi statüko düzeninin İslami Hareketler karşısında bir süre daha acımasız bir direniş göstereceği bilinerek daha bir azimle bu köhnemiş düzenin yıkılması için geniş bir cephe kurulmalıdır. Bu cepheyi yönetebilecek Müslümanların elde ettikleri imkanlarını heba etmeyen ve verimli bir şekilde kullanabilecek bir liderlik tesis edilmelidir. Bu liderlik arzu edilen müfredatla yetişen kuşak içinden pekala çıkabilecektir. Bu nesil dijitalizmin ve teknolojinin bize sunduğu asimetrik savaş imkanlarını kullanarak küresel emperyalizmi yenilgiye uğratacak çıkış yolunu bulacaktır.

Söz konusu dijitalizm süreciyle gelen yeni sekülerleşme dalgası Müslümanlar dahil olmak üzere herkesi etkilemektedir. Bu rüzgar özellikle genç nesilde insanların dinle ilişkisini zedelemiş ve hatta kopma derecesine getirmiş gözükmektedir. Bundan dolayı ateizm-deizm-agnostisizm gibi düşüncelerin gençler arasında yaygınlaştığı söylenmektedir. Arka planının daha çok psikolojik ve sosyolojik saiklerden teşekkül ettiği anlaşılan bu vakıa karşısında söz konusu saikleri devre dışı bırakacak Müslüman örneklikler sergilenmesi elzemdir ki bu örnekliği sahih bir şekilde ortaya koyma sorumluluğu İslamcılara düşmektedir. Ayrıca günümüz saldırıları karşısında İslam akaidine uygun bir Allah-İnsan-Madde ilişki ağının yeninden inşasının gerekliliği de aşikardır.

Aksa Tufanı, mevcut İslami Hareketlerin kendi ilkelerine sadık kalarak, istişare ve dayanışma içerisinde cesur bir şekilde öne çıktıklarında emperyalizme öldürücü darbeler vurabileceğini öğretmiştir. Modernist eğilimli İslamcıların ve Batı etkisinde kalan aydınların aceleci bir şekilde İslami Hareketlere yönelttikleri bazı eleştirilerin çok da temeli olmadığını ortaya koyan Aksa Tufanı, belki de tüm cemaatleri ve düşünürleri her şeyi baştan ele alıp fikir, söz eylem tutarlılığına davet ederek onları plan, azim, cehd ve cesaretle yeni bir gelecek için seferber olmaya zorlamaktadır.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam Düşüncesi'nin editoryal duruşunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın