Tabuları yıkmak, ne büyük iddia… Maalesef yalnızca söyleniş itibari ile ağız dolusu olup mana yönü ile pek bir şey ifade etmiyor artık. Günümüzün içi boşaltılan kavramlar furyasına kapılıp o eski geniş, derin manasından, bir dönemin en çok peşine düştüğü psikolojik, felsefi ve hatta bir ucuyla kozmolojik konu başlıklarından biri olan kullanımından kopup onun bir zamanlar bir alt başlığı olan “ön yargıları yenmek” manasında kullanılmaya kadar sürüklenmiş bir kelime yapısı. Zamanla çağa ayak uydurması aslında bizleri bu kadar irite etmez, etmemeli de…
Bu evrilme, normal bir süreçle dilin nefes alışverişleri gibi doğal olsaydı keşke. Birkaç örnek vermemiz gerekseydi ‘aka’ kelimesinden başlardık. Bu kelime Göktürk Türkçesinde ‘saygıdeğer’ anlamına geliyorken Eski Anadolu Türkçesinde saygı gösterilen kişilere (gündelik hayatta ya da çevremizde bu rolü üstlenen yani kendisine saygı gösterilen kişiler hep öz ya da manevi olarak onları bu konuma konumlandırdığımız büyük erkek kardeşler yani ağabeylerdir.) söylene söylene bu kişilere verilen isim haline gelmiş daha sonraki süreçte de ağabeye kadar evrilmiştir. Hakeza 'amele' kelimesi de bu şekilde anlam daralması yaşamış bir kelime olup kelime özünde ana dili olan Arapça ‘da 'işçi, çalışan' gibi manalara geliyor iken zaman içerisinde kullanım olarak 'ustalığı olmayan işçi, niteliksiz beceriksiz insan" gibi aşağılayıcı bir manaya daralmış. Her ne kadar kötü bir anlam kazanmış olsa da dilin kullanımı ve bu anlam daralmasının oluşum süreci itibariyle bu süreç doğal bir süreçtir. Bu örneklerde görüldüğü üzere kelime ya da kavramlarda anlam daralmaları doğal yollarla yaşandığı takdirde dil için zararlı değil, aksine yararlı ve onları zenginleştirici mahiyette olur.
Şöyle üzerine ve geldiği noktaya bakıp biraz düşününce tabuları yıkmak kavramı aklıma Geroge Orwel’ın 1984 isimli distopyasını getiriyor. Halkı; geçmiş ve gelecekten, özgür düşünceden ve doğru, güzel olan her şeyden iktidar ve sonsuz bir bugün anlayışı uğruna daimî bir baskı altına alan ‘Parti’nin’, ‘Büyük Birader’in’ bu amaçlarının bir başlangıcı ve daimilik garantisi olarak gerçekleştirmek istedikleri en önemli projesi “Yeni Söylem” adı altında dilin yeni bir versiyonunu üretmektir. Sanılanın aksine bu yeni versiyonda “Parti”nin lehine olacak yeni kelimeler üretilmez ya da var olan kelimelere bu doğrultuda yeni manalar kazandırılmaya çalışılmaz. Aksine dil, insanların yeni, modern, özgür manalar üretememeleri hatta düşünememeleri ve ne konursa tabaklarına kabullenmeleri adına budanır.
Bu durumun niyesi yazar tarafından “çünkü insanlar kelimeler vasıtasıyla düşünür, özgürlük ifade eden kelime olmazsa kimsenin aklına bu özgürlük denen şey gelmez.” diyerek açıklanır. Nitekim haklıdır, biz insanlar yani zihinlerimiz kelimeler, manalar ve yansımalar aracılığı ile düşünür ve tasavvur ederiz. “Büyük Birader”in gerçekleştirmek istediği bu projenin gerçekleşmesi durumunda sonuç şöyle bir matematiğe götürür bizi: “Özgürlük” artık bir 'şey' olamayacaktır. İşte bu ikinci oluş tehlikeli bir süreçtir. Nitekim sezdiğim kadarı ile “tabuları yıkmak” kavramının ve anlam yükü itibari ile örneklerini artırabileceğimiz benzerlerinin uğradığı anlam daralmaları bu şekilde, tabiri caizse güdümlü bir anlam daralmasıdır.
“Tabuları yıkmak” inandığım kadarı ile insanların keyfi olarak yani yararları için ortaya koydukları birtakım uygulamaları, inanışları zamanla Tanrı buyruğuymuşçasına kendisi için zaruri hale getirmelerine karşı Donkişot gibi Kürşad gibi yalın kılıç savaşmalarıdır. Bu söylediğim şeyleri biraz açmam ve sözün sonunda da olsa net olmam gerekirse güzelliğin birbirinin aynı infuliencer çakması insanlarla bir alakası yoktur. Mutluluk insan durağında her daim durmayan ara ara uğrayan bir trendir. Öyle ledsiz, yemek odasız, duvar kağıtsız evler de güzel olabilir, belediye seçiminde oy ne olursa olsun partiye verilmez ve “af” denilen olgu ‘tanımadığımız’ insanlar için değil, ‘dostlarımızın’ yanlışlarının bağışlanmasını kapsayan bir mekanizmadır. Son kertede sen istediğin kadar inkâr et adına “karma”, “enerji”, “budha” da desen tarif ettiğin ve kendince hiçbir şey yapmadan “adalet” beklediğin makam içine doğduğun kültürün ilahı olan Allah’tır.
İsmet ÖZEL “‘millet ne der?’ diye kahrolası bir put vardır.” derken işte tam manasıyla ‘tabuları yıkmamanın’ sonuçlarından bahseder. Kapitalizmin “Parti” gibi baskısını gün gün artırdığı ve gözünü dilimize, dillerimize diktiği günümüz dünyasında henüz tam manasıyla “Yeni Söylem”ler yürürlüğe girmemişken, yani düşünebiliyorken ve hislerimiz hala bir ‘şey’ iken fark etmek gerek.