Abdurrezzak Makri: Aksa Tufanı sünnetullahın bir tezahürüdür

img
Abdurrezzak Makri: Aksa Tufanı sünnetullahın bir tezahürüdür

İslam DüÅŸüncesi'ne verdiÄŸi röportajda Cezayirli siyasetçi ve düÅŸünür Abdurrezzak Makri Aksa Tufanı'nı sünnetullahın bir tezahürü olarak yorumluyor, bu baÄŸlamda Aksa Tufanı'nın rabbani bir müdahale ve ilahi bir inayet olarak zulüm ve zalimlerin egemenliÄŸini yıkmak için mazlumlara verilen bir fırsat olduÄŸunu belirtiyor.

1. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kendinizden ve Cezayir İslami hareketindeki yolculuÄŸunuzdan bize bahseder misiniz?

Ben Abdulrezzak Makri. Esas eÄŸitimim tıp üzerineydi ama sonrasında genel olarak beÅŸeri bilimlere yöneldim. Åžeriat ve hukuk alanında ve yönetim bilimlerinde lisansüstü çalışmalar yaptım. Cezayir'deki en büyük İslami hareket olan “Barış Toplumu Hareketi”nin önceki baÅŸkanıyım.

Hareket 17 yıl boyunca hükümette bulundu, ardından 2012'de muhalefete geçti. Åžu anda Ulusal KurtuluÅŸ Cephesinin ardından parlamentoda ikinci büyük gücüz. Tabii Arap dünyasında seçimlerin genellikle hileli olduÄŸu bilindik bir husus. Bununla beraber biz büyük bir direniÅŸ kapasitesine sahibiz ve büyük bir toplumsal tabanımız var. İki dönem hareketin baÅŸkanlığını yaptıktan sonra ÅŸu anda hareketin teÅŸkilatının dışında bulunuyorum. 1991 yılında hareketin kurucu üyelerinden biri oldum. Ulusal Yürütme Komitesi üyesi ve iki dönem, yani 10 yıl hareketin baÅŸkan yardımcısı olduktan sonra iki dönem hareketin baÅŸkanlığını yaptım, ardından hareketin teÅŸkilat yapısından tamamen ayrıldım.

Ayrıca, 1997 yılında kurduÄŸum ve baÅŸkanlığını yaptığım "Basiret AraÅŸtırma, Danışmanlık ve EÄŸitim Hizmetleri Merkezi" adlı bir merkezimiz var. Merkez beÅŸeri bilimlerde hakemli dergiler çıkarıyor ve resmi olarak tanınıyor. Birçok akademisyen bu dergilerde makaleler kaleme alıyor. Dergiler ekonomi, sosyal bilimler, İslami araÅŸtırmalar, stratejik araÅŸtırmalar ve edebiyat araÅŸtırmaları gibi çeÅŸitli alanlarda yayımlanıyor. Yine 2009 yılında kurulan ve gençleri liderlik konusunda yetiÅŸtirmeye odaklanan "Tercih Nesli Liderlik EÄŸitimi Akademisi"nin de kurucusuyum. Akademi, birçok alanda toplumda liderlik etmeleri için binlerce genci eÄŸitmekte ve adım adım yetiÅŸtirmektedir.

Åžu anda meÅŸgul olduÄŸum esas görevim Kuala Lumpur DüÅŸünce ve Medeniyet Forumu'nun genel sekreterliÄŸi. Forumun merkezi ÅŸu an İstanbul'da. Aslında ilk olarak Malezya'da kuruldu, ardından İstanbul'a taşındı. Forumun ilmi ve fikri olarak hem geniÅŸ hem de bilinen bir etkinlik yelpazesi var. Bugüne kadar altı konferans düzenlendi. İkisi Malezya'da, ikisi Türkiye'de, biri Sudan'da gerçekleÅŸti. Ayrıca birçok araÅŸtırma ve çalışmanın yürütüldüÄŸü, yıllık ödüller verilen ve birçok seminerin düzenlendiÄŸi bir platform olmaya devam ediyor.

Aynı zamanda kitap telifiyle de iÅŸtigal ediyorum. Yaklaşık 18 kitap yazdım, en son kitaplarımdan birisi "Medeni Uyanış ve GeçiÅŸin ZorluÄŸu". Uluslararası Müslüman Alimler BirliÄŸi bu kitabın deÄŸerlendirilmesi için bir hakem heyeti kurdu. Komitede medeniyet meseleleriyle ilgilenen Tunuslu Prof. Dr. Abdulmecid en-Neccar, tarih uzmanı Prof. Dr. Ali Sallabi ve Birlik BaÅŸkanı Prof. Dr. KaradaÄŸi vardı. Kitap heyet tarafından deÄŸerlendirildikten sonra BirliÄŸin maddi desteÄŸiyle basıldı ve çeÅŸitli ülkelerde dağıtıldı. Kitapların yanı sıra verdiÄŸim konferanslar da faaliyetlerimin önemli bir kısmını oluÅŸturuyor.

2. Sizin gözlerinizden Cezayir'de İslami hareketin yaÅŸadığı önemli aÅŸamalar ve olaylar nelerdir?

Bu uzun bir mesele. İslami hareketin Cezayir'de yaÅŸadığı geliÅŸmeleri ve nasıl kurulduÄŸu gibi konuları "Cezayir'de İslami Hareket: GeçmiÅŸ, Åžimdi ve Gelecek Perspektifi" adlı kitabımda ele aldım, daha ayrıntılı bilgi için bu kitaba bakılabilir.

Ancak kısaca özetlemek gerekirse: Cezayir'de İslami hareketin kökleri oldukça derindir. İslami hareketler 1960'ların başında bağımsızlıktan sonra kendini göstermeye baÅŸladı. 1970'lerde teÅŸkilatlandılar ve 1980'lerde büyük bir toplumsal güç haline geldiler. 1988 yılında, büyük halk ayaklanmaları yaÅŸandı ve anayasada deÄŸiÅŸiklikler yapıldı. Bu deÄŸiÅŸikliklerle birlikte İslami hareketlerin parti kurmalarına izin verildi. Bu dönemde, Cezayir İslam KurtuluÅŸ Cephesi (FIS) gibi bazı partiler kuruldu.

Tabii, Cezayir İslam KurtuluÅŸ Cephesi aslında bir örgüt olmaktan çok bir akımdı, çünkü siyasi açılım öncesinde mevcut deÄŸildi. Siyasi açılım öncesinde mevcut olanlar örgütlü ve tanınan partilerdi. Bugünkü adıyla Barış Toplumu Hareketi bu partiler arasında yer alıyordu. Ancak geçmiÅŸte bu hareketin baÅŸka isimleri vardı. Bu harekete merhum Åžeyh Mahfuz önderlik ediyordu. BaÅŸka bir hareket Åžeyh Abdullah Cebel tarafından yönetiliyordu. Bunlar medeni ve siyasi boyutları olan örgütlü hareketlerdi. Yine TebliÄŸ Cemaati Cezayir'de yıllardır mevcut olan yapılardan. Son zamanlarda Selefi hareket de Cezayir'de kendini göstermeye baÅŸladı.

Az önce bahsettiÄŸim siyasi açılımdan sonra Cezayir toplumunda karşılığı olan ve İslami hareketin içinde bulunan kimi ÅŸahsiyetler İslami KurtuluÅŸ Cephesi'ni kurma giriÅŸiminde bulundular. Erken giriÅŸimlerinden dolayı geniÅŸ bir halk desteÄŸi topladılar ve 1990 seçimini kazandılar.

Sonra ne yazık ki bu seçim sonuçları karşısında bir darbe yapılarak seçimler iptal edildi. Bundan sonra ülke çok büyük bir kanlı krize girdi. Aslında bizim hareketimiz İslami KurtuluÅŸ Cephesi'nden önce sosyal ve davetçi bir yapı olarak mevcuttu. ÇoÄŸulculuk ortaya çıktığında ilk baÅŸta biz parti kurma konusunda tereddüt ettik ve "İrÅŸad ve Islah DerneÄŸi" adlı kültürel ve davetçi bir organizasyon kurduk. Ancak, siyasi sorunlar öne çıkınca, 1991'de "İslam Toplumu Hareketi" olarak bir siyasi partiye dönüÅŸtük. Tabii, İslami KurtuluÅŸ Cephesi'nin siyasi hayata erken atılımı nedeniyle iyi seçim sonuçları gerçekleÅŸtiremedik. Ama kriz git gide büyümeye baÅŸladığı zaman krizin çözümü için giriÅŸimlerde bulunduk. Bu konu hakkında "Krizi Çözme GiriÅŸimleri" baÅŸlıklı hacimli bir kitap yazdım ve burada 1991'den 2018'e kadar hareketin gerçekleÅŸtirdiÄŸi tüm giriÅŸimleri detaylı olarak ele aldım. Cezayir'de Halduniyye Yayınevi’nden basılan kitap bu açıdan oldukça önemli bir tarihsel belge hüviyetini taşıyor.

GiriÅŸimlerimizden biri, farklı taraflar arasında bir diyalog kurma çabasıydı, özellikle devlet, siyasi sistem ve İslam KurtuluÅŸ Cephesi arasındaki kriz konusunda. Ne yazık ki diyalog baÅŸarılı olamadı ve tüm bu giriÅŸimler baÅŸarısız oldu. Bu durumda, seçim yoluna dönmeye karar verdik. Elbette, siyasi sistem de seçimlere geri dönerek kendi meÅŸruiyetini saÄŸlamak istedi. Yani anlaÅŸma yoktu, taraflar arasında bir diyalog kurma ve onları bir noktada buluÅŸturma gücümüz de yoktu. O halde çözüm, halka geri dönmekti. Bu baÄŸlamda, 1995'te merhum Åžeyh Mahfuz önderliÄŸinde baÅŸkanlık seçimlerine katıldık ve sonuçlar Åžeyh Mahmud için büyük bir zaferle sonuçlandı.

İmza toplama sürecinden baÅŸlayarak seçim kampanyasına kadar, halkın ve kamuoyunun büyük desteÄŸi vardı. O dönemde, siyasi sistem hareketin toplumsal tabanını doÄŸru bir ÅŸekilde deÄŸerlendiremedi ve tüm toplumsal desteÄŸin İslami KurtuluÅŸ Cephesi'nde olduÄŸunu düÅŸündü. Bu ÅŸekilde siyasi sistem İslami hareketten kurtulduÄŸunu zannetti ancak İslam Toplumu Hareketi'nin halktaki derinliÄŸini görünce ÅŸaÅŸkına uÄŸradı. Bu yüzden 1995 seçimlerinde usulsüzlük yaptılar. Hatta seçimde hile yapanların birçoÄŸu yaptığı tezviratı itiraf etti. Vakıayla baÅŸa çıkmaya çalıştık, ardından 1997 parlamento seçimleri yapıldı. Bu seçimler ilk çoÄŸulcu seçim oldu. Biz seçimlerden bir yıl önce hükümete dahil olduk. Çünkü devlet ile bizim aramızda yeni bir kutuplaÅŸma olacağını fark ettik, bu nedenle bu kutuplaÅŸmanın ne ülkeye ne de bize bir faydası olmadığını belirttik. Kan dökülüyordu, bu yüzden önceliÄŸimiz güvenlik sorununu çözmek oldu. Bizim tutumumuz açık ve netti: Hem iktidarda kalma hem de iktidara gelme amacıyla silah kullanımını reddediyorduk ve her türlü silahlı faaliyete karşıydık. Bu doÄŸrultuda İslam aleminde hem iktidarda kalmak hem de iktidara gelmek için ÅŸiddetin karşısında durma konusunda sembol olduk. Bu yüzden ağır bedeller de ödedik. Silahlı gruplara karşı tutumumuz nedeniyle hareketin baÅŸkan yardımcısı Åžeyh Muhammed Süleymani'nin de aralarında olduÄŸu 400'den fazla ÅŸehit verdik.

1996'da hükümete katılmamızın amacı, mevcut tıkanıklık ve çatışma krizini çözmek ve ülkeyi çöküÅŸten kurtarmak için yardım etmekti. Aksi taktirde o dönem büyük krizler yaÅŸayan Somali ve Lübnan'ın durumuna doÄŸru gidiyorduk. Bu yüzden ülkenin çökmesini kabul edemezdik.

Devlet ve siyasi rejim mefhumları arasında o zaman ayrım yapıyorduk. Siyasi rejime karşı çıkmamız mümkündü ancak devletin çökmesi durumunda bütün ülke harap olabilirdi. Biz, ülkenin istikrarı ve ulusal uzlaşı için devletin içinde olmayı hedefledik ve uzun süre hükümette kaldık.

1997'deki seçimlerde büyük ve skandal bir usulsüzlük yaÅŸandı. Seçimlerin akabinde hükümette kalmak ve hükümetten ayrılmak ÅŸeklinde hareket içerisinde iki farklı görüÅŸ ortaya çıktı. Benim görüÅŸüm ÅŸu ÅŸekildeydi: Siyasi rejim "Demokratik Ulusal Toplum" adında yeni bir parti kurarak ve onların lehine seçimlerde usulsüzlük yaparak bize bir mesaj vermek istiyordu. Rejim bizim iktidarda ortak olmamızı istemiyordu ve siyaset, medya ve sivil toplum alanlarındaki tahakkümüne devam etmek istiyordu. Bu nedenle benim görüÅŸüm siyasi rejimle çatışmaya girmeden mümkün olduÄŸunca onunla aramıza mesafe koymamız, toplumda siyasi olarak mücadeleye devam etmemiz, alternatiflerimizi ortaya koyarak hem siyasi rejimden hem de ÅŸiddet ve terörden ayrışmamız yönündeydi. Tabi 1997'de görüÅŸüm kabul görmedi ve hareket hükümette kaldı. 1999'da baÅŸkanlık seçimlerine katıldığımızda Åžeyh Mahfuz'un adaylığı reddedildi ve 1996'da konulan bir anayasa maddesinden dolayı seçimlere girmesi engellendi.

Sonrasında hareket 2002'ye kadar büyük bir kriz yaÅŸadı. 2002'deki seçimler de büyük bir usulsüzlükle karşılaÅŸtık ve büyük bir gerileme yaÅŸadık. 2003'te Åžeyh Mahfuz'un vefatından sonra hareketin başına kimin geçeceÄŸi konusunda büyük bir kriz yaÅŸandı. On yıl boyunca kriz sürdü, hareket hükümette kalmaya devam etti, ancak bu süreçte düÅŸünme, geliÅŸme ve siyasetimizi gözden geçirme fırsatı bulamadık. Uzun bir süre zor bir vaziyet içerisinde kaldık. Arap Baharı'yla birlikte bütün dünya kaynamaya baÅŸladı, Arap halkları her yerde rejimler karşısında ayaklanıyordu. Bu doÄŸrultuda hareketin sosyal ve düÅŸünsel yapısında büyük deÄŸiÅŸimler yaÅŸandı ve hareket içinde hükümetten ayrılmamız doÄŸrultusunda büyük bir talep oluÅŸtu. Siyasi rejim birtakım reformların yapılacağına dair vaatlerde bulunmuÅŸtu ancak sonrasında bunları reddetti. Böylece 2012 yılında hükümetten ayrıldık.

2013 yılında düzenlenen hareketin kongresinde hareketin baÅŸkanı oldum. BaÅŸkan olduÄŸum süreçte hareketi hükümetten uzak bir ÅŸekilde yönettim ve on yıl boyunca büyük bir yenilenme sürecine girdik. Bu dönemde düÅŸünce, araÅŸtırma alanlarına ve siyasi program geliÅŸtirmeye büyük önem verdik ve İngilizlerin gölge hükümet diye isimlendirdikleri özel sektör heyetleri kurduk. Ayrıca, gençlerin ve kadroların yetiÅŸtirilmesine yönelik büyük çalışmalar yaptık ve sivil toplum içinde etkili bir ÅŸekilde çalıştık. Hareketin iç ve dış alandaki iliÅŸkilerini geliÅŸtirmeye odaklandık. Böylece hareket on yıl sürecinde büyük bir dönüÅŸüm geçirdi ve sembolik deÄŸeri önemli ölçüde arttı. Seçimlerde dikkate deÄŸer bir baÅŸarı saÄŸladık ve sivil toplumda geniÅŸ bir varlık kazandık. Daha sonra 2019'daki halk hareketinde esas taraf olarak önemli bir rol oynadık. 2017'de temel seçimlere girmeyi reddettik ve ardından 2019'da genel seçimlere katıldık. Biraz önce söylediÄŸim gibi büyük bir baÅŸarı yakaladık. CumhurbaÅŸkanından hükümete dair bir diyalog oluÅŸturmak için görüÅŸme talebi aldım. GörüÅŸmede biz hükümete katılımdan hükümete ortak olmaya geçiÅŸ yapmayı talep ettik, yani seçim sonuçları uyarınca yönetimde ortak olmayı, programda ve devlette etkili bir ÅŸekilde yer almayı istedik. Ancak CumhurbaÅŸkanı ve hükümet devlette etkili olmadan sadece katılım saÄŸlamamız ÅŸeklindeki görüÅŸlerini sürdürdü. Biz de bu durumda hükümete girmeyi reddettik.

Sonrasında, 2023'te kongre yapıldı. Ben harekette iki dönem liderlik yapmıştım ve artık hareketin liderliÄŸinde ve teÅŸkilat yapısı içerisinde kalmayı reddettim. Ulusal ve uluslararası düzeyde entelektüel alanda çalışmalara yoÄŸunlaÅŸma konusunda ısrar ettim. Tabii daha konuÅŸulacak konular var ama bu ÅŸekilde iktifa edelim.

3. Malik bin Nebi çaÄŸdaÅŸ dönemde Cezayir'in en önemli düÅŸünürlerinden birisi. Malik bin Nebi hangi düÅŸünceleriyle ön plana çıkmaktadır? DüÅŸünceleri İslam dünyasında etkili olmuÅŸ mudur?

Ben aslında son dönemde Malik bin Nebi'nin düÅŸüncelerine özel olarak odaklandım. Son kitabım veya bir önceki kitabım "Medeni Uyanış ve GeçiÅŸin ZorluÄŸu"nda bin Nebi'nin yanı sıra medeniyetlerin ve ulusların doÄŸuÅŸu ve çöküÅŸü meseleleriyle ilgilenen İbn Haldun ve Toynbee ve Spengler gibi isimlerin düÅŸüncelerini inceledim.  Ayrıca Malik bin Nebi'nin "Uyanışın Åžartları" kitabı üzerine el-Cezire'de bir programda yer aldım ve sonrasında bu kitapla ilgili 23 televizyon bölümü yaptık. Akabinde "Uyanışın BeÅŸ Åžartı" adı altında baÅŸka bir program yaptım. Bu konu üzerine inÅŸallah yeni bir kitabın da yayınlanması planlanıyor. Dolayısıyla Malik bin Nebi'nin düÅŸüncelerine büyük bir ilgi gösterdiÄŸimi söyleyebilirim.

Malik bin Nebi'nin fikirleri oldukça geniÅŸ kapsamlıdır ve esas düÅŸüncelerini ortaya koyduÄŸu kitabı ise Uyanışın Åžartları kitabıdır. DiÄŸer kitapların çoÄŸu, Uyanışın Åžartları'nda ortaya koyduÄŸu düÅŸüncelerin açıklaması, ayrıntılandırılması kabilindendir.

Malik bin Nebi'nin fikirlerinden biri, “kahramanların rolü" üzerinedir. Bin Nebi'ye göre sömürgeci saldırılara karşı mücadelede ve ülkelerini, milletlerini savunmada kahramanlar önemli bir yer tutarlar. Ancak bireysel kahramanlık, fikir bireysel düzlemden toplumsal düzleme taşınmaksızın tek başına yeterli ve sürdürülebilir deÄŸildir. Kahramanlar inançsal ve düÅŸünsel bir motivasyonla kendilerini feda ederler ve insanlara liderlik ederler. Ancak onlar öldüklerinde her ÅŸey onlarla birlikte biter. Bundan dolayı fikirler, kahraman bireyin ötesine geçmeli ve kahraman toplumun fikrine dönüÅŸmelidir.

Malik bin Nebi'nin önemli düÅŸüncelerinden bir diÄŸeri medeniyetlerin uyanış ÅŸartları hakkındadır. Öncelikle bu ÅŸartlar insan, toprak ve zamandır. Dinî fikir bu üç unsuru dönüÅŸtürdüÄŸünde bu üç faktör bir medeniyetin uyanışına dönüÅŸür. Malik bin Nebi bu üç unsurun -insan, toprak ve zaman- her yerde mevcut olduÄŸunu, ancak bu üç unsurun ancak dinî fikir dahil olduÄŸunda uyanışı gerçekleÅŸtirebileceÄŸini söyler. Malik bin Nebi dini düÅŸünce konusunu geniÅŸçe ele alır. Ben bu meseleyi ayrıca "Türk Siyasi Deneyiminin Kayıp Halkası" adlı son kitabımda geniÅŸ bir ÅŸekilde ele aldım. Malik bin Nebi, herhangi bir medeniyetin temelinde dinî bir fikrin bulunması gerektiÄŸini öne sürer. Bu düÅŸünce, Arnold Toynbee ve diÄŸer pek çok düÅŸünür tarafından da desteklenir. İbn Haldun da dinî fikrin devletin sürekliliÄŸini saÄŸladığını ve ona zaman ve mekân içinde geniÅŸleme sunduÄŸunu belirtir. Malik bin Nebi, Batı medeniyetinin bile dinî bir fikirle baÅŸladığını belirtir ve 9. yüzyılda baÅŸlayan Karolenj Rönesansı'nı ve İslam medeniyetinin meydan okumasına cevap olarak Katolik katedrallerinde bilimin doÄŸuÅŸunu ele alır. Ben çalışmalarımda Batı medeniyetinin dini boyuttan dinle çatışma boyutuna nasıl geçtiÄŸi konusuna daha fazla açıklık getirmeye çalıştım. Kopernik, Newton gibi isimlerden bahsettiÄŸimizde, genellikle dindar olduklarını görürüz. Kopernik bir din adamıydı. Galileo Papanın arkadaşıydı. Newton tek tanrıya inanıyordu. Descartes da dine karşı deÄŸildi. Ancak, zamanla kilise bilimsel buluÅŸları bir tehlike olarak görmeye baÅŸladı çünkü bilimsel keÅŸifler kilisenin bilimsel teorilerini geçersiz kılmaya baÅŸladı, özellikle de dünyanın dönmesiyle ilgili teoriyi. BaÅŸlangıçta kilise bilime karşı deÄŸildi, ancak bilim geliÅŸtikçe ve kilisenin aslında hurafe olan bilimsel teorilerini çürütmeye baÅŸladıkça, kilise bilime karşı daha düÅŸmanca bir tutum sergilemeye baÅŸladı. Kilise, o zamanlarda toplum üzerinde egemenlik kurarak teokrasi adı verilen bir yönetim biçimini benimsiyordu. Bu, hükümdarları, prensleri ve kralları onaylama yetkisini içeriyordu. Bu durum, Avrupa toplumunda adaletsizlik, yoksulluk ve diÄŸer sorunlara yol açtı. Avrupa toplumu, kilisenin egemenliÄŸine karşı koydu ve dini egemenliÄŸe karşı bir reform süreci baÅŸlattı. Bu süreç, on beÅŸinci yüzyılda baÅŸlayan dini reform hareketiyle, Protestanlık ve özellikle bilimsel devrimden sonra Fransa'da ortaya çıkan düÅŸünürlerle ÅŸekillendi. Avrupa düÅŸüncesi, bu sürecin etkisi altında geliÅŸti.

Malik bin Nebi öne sürdüÄŸü temel düÅŸüncelerden bir diÄŸeri medeniyetlerin geliÅŸimiyle ilgilidir. Malik bin Nebi medeniyetin ruhi bir motivasyon temelinde baÅŸladığını, sonra bilim aÅŸamasına geçtiÄŸini iddia eder. Zamanla, içgüdülerin egemenliÄŸi baÅŸlar ve böylece medeniyet çöker. Bu geliÅŸim iki aÅŸamada gerçekleÅŸir, ilk aÅŸama, aklın ruhla baÄŸlantılı olduÄŸu dönemdir, ikinci aÅŸama ise aklın ruhtan koptuÄŸu dönemdir. Aklın ruhtan kopmasıyla birlikte içgüdüler egemen olur ve medeniyet çöküÅŸe uÄŸrar.

Bu analizleri Batı medeniyetine uyguladığımızda, Batı medeniyetinin çöküÅŸe doÄŸru yol aldığını görürüz. Çünkü Malik bin Nebi'nin ifade ettiÄŸi gibi, Batı Medeniyeti Karolenj Rönesansı'yla uyanan dini motivasyonla baÅŸlamıştır. BaÅŸlangıçta bilimle din arasında bir ayrışma olmamasına raÄŸmen zamanla bilim dinle çatışmıştır ve aklın içgüdüler üzerindeki etkisi kaybolduÄŸu vakit içgüdüler egemen olmuÅŸtur. Åžu anda içgüdü Batı medeniyetinde tamamen egemendir ki bu durum kendisini ekonomide, yoksullukta, büyük sosyal eÅŸitsizliklerde, çevrede ve ahlaki deÄŸerlerde, örneÄŸin eÅŸcinsellik ve cinsiyet gibi konularda kendini göstermektedir. Dolayısıyla Batı medeniyeti çöküÅŸe doÄŸru yol almaktadır.

Malik bin Nebi'nin ortaya attığı bir diÄŸer kavram "azlık adamı" kavramıdır. Malik bin Nebi'ye göre azlık adamı sürekli olarak yolun yarısında, fikrin yarısında, projenin yarısında, iradenin yarısında askıda kalan kiÅŸidir ve kendine tam güveni yoktur. Bir ÅŸeylere baÅŸlarlar ve sonra durur. Bu tür insanlar medeniyet inÅŸa edemez. Medeniyeti inÅŸa eden, tarihte yürüyen insan, fikre sahip olan azimet adamıdır. Malik bin Nebi insan sorunun özünde medeniyet sorunu olduÄŸunu söyler. İnsan tarihteki konumunu ve uyanışa geçeceÄŸi tarihsel anı bilmediÄŸi zaman medeniyet uyanışını gerçekleÅŸtiremez.

Malik bin Nebi ayrıca "sömürülebilirlik" kavramını ortaya atar. Ona göre sorun sadece sömürgecilikte deÄŸil, aynı zamanda sömürüye açık olma eÄŸiliminde de gizlidir. Sömürgeci güçler bizi cehalet içinde tutmak istiyorsa, sömürge altındaki ülkelerde bilim ve bilim insanlarına karşı, düÅŸünürlere karşı olan insanlar bulur. EÄŸer iÅŸgalciler, bizim tembel ve aciz olmamızı ister, bu durum karşısında biz eylem ve orijinal iÅŸ ortaya koyma konusunda hiçbir irade ortaya koymayarak sömürgecilerle birlikte çalışırız. İşgalci güçler bizim bölük pörçük olmamızı ister biz de kendimizi parça parça ederiz ve kendi aramızda çatışmalar oluÅŸtururuz.

Malik bin Nebi'nin etkisi sadece Cezayir'deki İslami hareketle sınırlı deÄŸil, aynı zamanda diÄŸer coÄŸrafyalarda da etkili olmuÅŸtur. Özellikle Malezya siyasi düÅŸüncesinde ve Türkiye'de önemli etkiler uyandırdığını düÅŸünüyorum. Malik bin Nebi'nin düÅŸüncelerinin ÅŸu anda yeniden sahaya döndüÄŸünü görüyoruz.

4. Aksa Tufanı'nın Cezayir İslami hareketi üzerindeki etkileri hakkında neler söylersiniz? İslamcıların Aksa Tufanı'nı destek amacıyla düzenledikleri eylemlerin etkinliÄŸini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Aksa Tufanı gerçekten çok önemli ve kritik bir zaman diliminde gerçekleÅŸti. Bu dönemde, Filistin meselesi ciddi bir tehlike altındaydı. İslam aleminde istibdat rejimleri tahakkümlerini kurmuÅŸ, halklar artık tarihin dışında kalmıştı. Halkların deÄŸiÅŸim ve ıslah gücü kalmamıştı.  Filistin davası çıkmaza girmiÅŸti. Kassam Tugayları Gazze topraklarından bir karış fazlasını özgürleÅŸtiremiyordu. İsrail Gazze'yi kendi topraklarına katmak istiyordu. Tabii İsrail'den bahsederken İsrail derin devletinden bahsediyoruz, istihbaratından, üniversitelerinden, yargısından bahsediyoruz, radikal dini akımdan bahsetmiyoruz. İsrail derin devleti Sina'yı Gazzeliler için alternatif toprak görerek Gazze sorununu çözmek istiyordu. Batı Åžeria'daki Filistinlileri ise Ürdün'e göç ettirecekti. Nitekim İsrail yerleÅŸim yerleriyle Batı Åžeria'da her ÅŸeyi yok ediyordu. Mescid-i Aksa tamamen tehdit altındaydı. Yahudilerin düzenlediÄŸi baskınlar son bulmuyordu. Kazılar devam ediyordu. Kudüs'ün İslami sembolleri siliniyor ve Kudüs yahudileÅŸtiriliyordu. 1948 haritası dahilindeki Filistinliler Apartheid rejiminde yaşıyordu. DiÄŸer yandan normalleÅŸme süreci devam ediyordu. Suudi Arabistan İsrail'le iliÅŸkilerini normalleÅŸtirecek son ülkeydi ve eÄŸer Suudi Arabistan iliÅŸkilerini normalleÅŸtirdiÄŸinde ona diÄŸer tüm İslam ülkeleri de katılacaktı.

İşte bu koÅŸullar altında gerçekleÅŸen Aksa Tufanı, Sünnetullah'ın bir tezahürüdür. Sünnetullahın bir tezahürü olması Aksa Tufanı'nın rabbani bir müdahale ve ilahi bir inayet olması anlamına gelir. Zulmün tuÄŸyan ederek egemen olduÄŸu ve mazlumun da zulüm karşısında elinden hiçbir ÅŸey gelmediÄŸi vakit Allah, zalimleri ve onların heybetlerini yıkar ve mazluma bir fırsat verir. Bu minvalde Aksa Tufanı, İsrail'in heybetini ve İsrail anlatısını yerle bir etti. İsrail istihbaratının ve ordusunun itibarını yıktı. İsrail toplumunu parçalanma sürecine soktu ve kamuoyunu Filistin lehine çevirdi.

Bu doÄŸrultuda Aksa Tufanı hem Müslümanları hem de Müslüman olmayan insanları etkiledi. Ancak ne yazık ki Müslümanlar ne Cezayir’de ne de bir baÅŸka ülkede Aksa Tufanı'nın seviyesine çıkabildiler. Bundan dolayı sorunuza gelecek olursak Sünni dünya Aksa Tufanı seviyesinde bir tepki ortaya koyamadı. Aksa Tufanı'yla olmulu ÅŸekilde etkileÅŸimde bulunanlar Åžii dünyası oldu ve bu duruma bir çözüm getirilmezse oldukça büyük problemler baÅŸ gösterecek. Åžu an Hamas'ın baÅŸlattığı Aksa Tufanı'nı destekleyenler İran, Hizbullah ve Husiler. Sünni dünya ise direniÅŸe doÄŸrudan bir destekte bulunmuyor. Sünni dünya iki devletli çözüme inanıyor ama iki devletli çözüm imkânsız. Hatta İsrailliler bile bu çözümü kabul etmiyorlar; ister radikal dini hareket olsun isterse de İsrail'deki seküler akım olsun iki devletli çözüme inanmaz. Dolayısıyla, gerçekleÅŸmesi mümkün olmayan bir konu hakkında konuÅŸuyoruz ve bu konuda kendimizi oyalayıp direniÅŸe doÄŸrudan destek olmuyoruz. DireniÅŸe doÄŸrudan destek olmakla onu büyük bir güç kılmayı ve ambargoyu üzerinden kaldırmayı kastediyorum.

Åžu an çatışmanın giderek geniÅŸleyeceÄŸini görüyoruz. İsrail’e karşı mücadele edenler Hamas ve Åžii gruplar olacak. Bu koÅŸullar altında söz gelimi Batı, İsrail meselesinin kendisine büyük bir yük olduÄŸunu fark eder ve müdahale ederse ya da Rusya ve Çin arkadan devreye girerse ve savaÅŸ büyürse o zaman Sünniler ne yapacak? İran ve Hamas ile mi yoksa İran’a karşı mı olacaklar? Bu gerçekten büyük bir sorun. Bu yüzden sorunun çözümü İran’a karşı olmakta deÄŸil, direniÅŸi desteklemek ve Siyonist varlık karşısında durmakta yatıyor. Sünniler olarak ezici çoÄŸunluk biziz, neyden korkacağız? Tarihsel süreçte Sünniler İslam medeniyetinin uyanışını gerçekleÅŸtirirlerse, Åžiiler ihtirasını dizginleyerek ümmete dahil olmak durumunda kalacak. Ancak Sünniler zayıf kalırsa, liderlikleri yoksa, İslam medeniyetine dayanan bir vizyonları olmazsa, İslam'ın hakim olması gerektiÄŸine inanmazlarsa bu durumda sorunu çözemeyiz.

Çözüm İran ile çatışmakta deÄŸil, çözüm uyanışta. EÄŸer İslam medeniyeti seviyesine ulaÅŸamazsak, İslam adına İslam aleminin uyanışını gerçekleÅŸtiremezsek ve Filistin'i özgürleÅŸtirmek için çabalamazsak önümüzdeki yüzyıl boyunca kurtulamayacağımız bir krizin içine gireceÄŸiz. Aksa Tufanı bir imtihandır ümmet bu imtihanı yaÅŸamazsa vaziyet gerçekten kötü bir hal alacak.

Yorum Yapın