Ertuğrul Taşlı: Ümmet bilinci geleceği inşa etme iradesidir

img
Ertuğrul Taşlı: Ümmet bilinci geleceği inşa etme iradesidir

Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi nedir? Ümmet kavramının millet kavramıyla iliÅŸkisi nedir? Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlaşılmalı? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Ümmet" dosyasında ErtuÄŸrul TaÅŸlı'ya sorduk.

1. Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi, tarihsel serüveni ve millet kavramıyla iliÅŸkisi hakkında neler düÅŸünüyorsunuz? Ümmetten kasıt siyasal bir birliktelik midir yoksa ötesi var mıdır? Bu baÄŸlamda Ümmet olmanın göstergeleri nelerdir? 

Dosya konusu ile ilgili sorulara cevap vermeye baÅŸlamadan önce ÅŸunu açıkça ifade etmek isterim.
İçinde yaÅŸadığımız post modern çaÄŸda kavmiyetçiliÄŸin, sekülerizmin, ulusçuluÄŸun, siyonizmin ve emperyalizmin kuÅŸattığı bir dünyada, ümmet kavramı çoÄŸu zaman ya romantize edilmiÅŸ bir nostaljiye indirgenmiÅŸ ya da siyasi bir ajitasyon aracına dönüÅŸtürülmüÅŸtür. Oysa ümmet, yalnızca tarihî bir kalıntı deÄŸil; iman, sorumluluk ve dayanışma temelli bir bilincin adıdır. Bu bilinç, parçalanmış Müslüman toplumlar için yeniden bir "diriliÅŸ teklifi" olacaktır. Ümmet bilinci bir geçmiÅŸ özlemi deÄŸil; çaÄŸdaÅŸ zamanlarda adalet, dayanışma ve direniÅŸ fikriyle geleceÄŸi inÅŸa etme iradesidir.

Ümmet kelimesi Arapçada “topluluk”, “izlenen yol”, “bir araya gelmiÅŸ ve belli bir amaç etrafında birleÅŸmiÅŸ insanlar topluluÄŸu” olarak ifade edilir. Kök itibari ile önderlik etme, istikamet üzere olma manalarını taşır.
Râgıb el-İsfahânî ümmeti “aynı dine inanma, aynı zamanda yaÅŸama veya aynı mekânda bulunma gibi önemli bir unsurda toplanan gruplar” diye açıklamıştır.

Kerim kitabımız Kur’ân’da ümmet kelimesi birçok ayette farklı anlamlarda kullanılmıştır. Genel olarak

“DoÄŸru yolda olan topluluk/vasat ümmet” (Bakara 143), “Tek din üzere olan insanlık ailesi” (Enbiyâ 92), “Kıyamete dek bir örneklik taşıyan/önderlik eden iman cemaati” (Âl-i İmrân 110) olarak ifadelendirilmiÅŸtir.

Ümmet, toplumsal birlik olmanın yanında, bir misyonun taşıyıcısıdır. Ahlaki ve ilahi bir ilkeye dayanır. Zamana, coÄŸrafyaya ve kavme indirgenemez. Yani ümmet,  birlikte yaÅŸamak için olduÄŸu kadar birlikte yaÅŸatmak için de vardır. Bu yönüyle herhangi bir ‘millet’ten farklıdır.

Ümmet, Medine Vesikası'yla siyasal bir sözleÅŸmeye dönüÅŸmüÅŸ aynı zamanda dinî bir kardeÅŸlik, hukuki bir topluluk ve ahlaki bir örneklik içermiÅŸtir. İslam’ın ilk dönemlerinde siyasal, hukuki ve ahlaki birliÄŸin iç içe geçtiÄŸi bir bütünlük hâlindedir. Tarihi süreç içerisinde ise bazı deÄŸiÅŸimlere uÄŸramıştır. Siyasi iktidarın kontrolüne girmiÅŸ, mezhebi farklılıklar, ümmet içi ayrışmalara yol açmıştır. Osmanlı, ümmeti mezhebi farklılıklara raÄŸmen bir arada tutabilen nadir siyasal yapı olmuÅŸtur. Halifelik, ümmetin simgesel başı olmuÅŸtur. Osmanlı sonrası modern dönemde bir ayrışma, parçalanma ve direniÅŸ ile karşılaşırız. Bu dönemde ümmet fikri, devletin sınırlarıyla tanımlanır hâle gelmiÅŸtir.

1924’te hilafetin kaldırılması, ümmetin siyasal anlamda baÅŸsız kaldığının da göstergesi olmuÅŸtur. Ulus-devletler ümmet yapısının dağılmasına sebep olsa da bir sivil bilinç, bir manevi aidiyet ve mevcut duruma direniÅŸ yönüyle ümmet hala varlığını sürdürmektedir.

Ümmet ve millet anlam yakınlığı söz konusu olsa da özellikle ulus kavramı ile millet kavramının yakınlaÅŸması, aynileÅŸmesi ile birlikte farklar daha belirgin hale gelmiÅŸtir. Nitekim millet içe aidiyet kazandırırken dışarıyı ötekileÅŸtirmeye baÅŸlamıştır. Oysa ümmet kuÅŸatıcıdır, içe de dışa da iman bağını kurabilme vasfı ile bakar ve içi de dışı da kardeÅŸlik ekseninde birleÅŸtirir.

Ümmet içinde millet mümkündür lakin millet içinde ümmet daraltıcı olacaktır.

Ümmet, sadece bir siyasal sistem ya da halifelik rejimi deÄŸildir. Ümmet aynı anda, tevhid temeli ile oluÅŸturulmuÅŸ bir inanç birliÄŸidir. İyiliÄŸi emredip kötülükten men eden bir ahlaki topluluktur. (Âl-i İmrân 110) Zayıfın, haksızlığa uÄŸramışın hakkını gözeten, adaleti tesis eden bir siyasi birlikteliktir. Peygamberler silsilesi ile kesintiye uÄŸramayan ve kıyamete kadar da uÄŸramayacak olan tarihsel bir sürekliliÄŸin de adıdır. (Enbiyâ 92).

Nihayetinde bir halk topluluÄŸu olma vasfı olsa da bunu aÅŸan ve kuÅŸatan bir hakkı temsili ifade eder. Siyaset bunun sadece bir aracı olabilir. Asıl olan, ümmetin iman, ahlak ve adalet üzerinden bir medeniyet inÅŸa etmesidir. Dolayısıyla ümmet kavramı ne sadece bir kimlik  ne yalnızca bir siyasal birliktir. O, aynı zamanda kurucu bir medeniyet mefkûresi, insani ve ahlaki sorumluluk bilinci, Allah’ın yeryüzünde adaletle temsilciliÄŸidir.

İnanç temelli bir kardeÅŸlik, adalet merkezli bir bakış açısı, sınırları aÅŸan bir dayanışma,  yeryüzündeki tüm Müslümanların dertleri ile hemhal olma, çaÄŸa ÅŸahitlik sorumluluÄŸu ile bakabilme/vahyin mesajını tüm insanlığa taşıma iddiasına sahip olma ümmet olmanın göstergeleri olacaktır. Bugün bu göstergeleri taşıyan bir birliktelikten uzak olunsa da bu noktada ciddi imkanlara ve gayretlere de sahibiz.

2. Abdulaziz döneminde temelleri atılan Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-i İslam siyasetini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlamalıyız?

Abdülaziz dönemi, Batı karşısında yorulan, zayıflayan Osmanlı'nın yeni siyasi çıkışlar aradığı bir dönemdir. Abdülaziz, özellikle ulusçu (milliyetçi) akımların imparatorluÄŸu parçalayacağı endiÅŸesiyle, Müslümanları merkeze alan bir birlik düÅŸüncesini ön plana çıkarmıştır. Ancak bu dönemde İttihad-ı İslam henüz sistematik bir devlet politikası halini almamıştır; daha çok fikir düzeyinde tartışılmıştır.

Bu fikir, II. Abdülhamid döneminde kurumsallaÅŸmış, merkezî bir dış ve iç siyaset halini almıştır. Osmanlı’nın Batı karşısında askeri, siyasi ve ekonomik olarak yenildiÄŸi bir dönemde, ümmet kimliÄŸi etrafında bir toparlanma ve direniÅŸ stratejisi olarak "İttihad-ı İslam" siyasetini benimsemiÅŸtir.

II. Abdülhamid, hilafeti salt dini bir kurum olmaktan çıkarıp siyasi bir araç olarak da iÅŸlevselleÅŸtirmiÅŸtir. Halife sıfatıyla, sadece Osmanlı tebaası olan Müslümanları deÄŸil, sömürge altındaki Müslüman halkları da etkilemeye çalışmıştır. Bu çerçevede eÄŸitim, basın-yayın, din adamları aracılığıyla propaganda, hac organizasyonları, demiryolu projeleri (ör. Hicaz Demiryolu) gibi yollarla ümmet bilinci güçlendirilmeye çalışılmıştır. Hindistan, Endonezya, Afrika’daki Müslüman halklarla doÄŸrudan veya dolaylı iliÅŸkiler kurulmuÅŸtur.

İngiltere, Fransa gibi sömürgeci devletler açısından bu politika ciddi bir tehdit olarak algılanmıştır. İttihad-ı İslam, Batı karşısında dünya Müslümanlarını bir araya getirerek küresel bir İslam dayanışması oluÅŸturma çabası olarak deÄŸerlendirilebiliriz. Bu yönüyle hem anti-emperyalist, hem de ümmetçi bir perspektife sahiptir.

İttihad-ı İslam siyasetinde ümmet olgusu ile hilafet arasında sıkı bir iliÅŸki kurulmaya çalışılmıştır. Ümmet, sadece etnik ya da coÄŸrafi deÄŸil inanca dayalı bir kimliktir. Hilafet ise bu kimliÄŸe siyasi bir temsil ve merkezi bir otorite kazandırma aracıdır. II. Abdülhamid, hilafeti ümmetin başı olarak tanımlamış ve böylece tüm Müslümanların lideri olarak konumlandırmıştır. Bu baÄŸlamda hilafet kurumu ümmetin siyasi birliÄŸinin teminatı, Sömürge altındaki Müslümanlara manevi bir umut, İslam dünyasına ise siyasi-ideolojik bir alternatif merkez olmuÅŸtur.

İttihad-ı İslam siyaseti ile milliyetçiliÄŸe karşı ümmet merkezli bir bakış geliÅŸtirilmiÅŸ. Emperyalizme karşı direniÅŸin dinî temellere dayandırılması, toplumsal motivasyonu güçlendirmiÅŸtir. Sınırları aÅŸan bir birlik fikrini, bugünkü İslam birliÄŸi tartışmalarının da öncülü olacak ÅŸekilde sistemleÅŸtirmiÅŸtir. Ancak bu siyaset yerel milliyetçiliklerin ve BatılılaÅŸma eÄŸilimlerinin karşısında yeterince etkili olamamıştır. Hilafetin sembolik bir liderlikten öteye geçememesi nedeniyle, pratikte sınırlı bir baÅŸarı elde etmiÅŸtir. İslam dünyasında da Osmanlı halifeliÄŸi her zaman evrensel bir otorite olarak kabul görmemiÅŸtir.

3. ModernleÅŸmeyle birlikte tarih sahnesinde beliren ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet olgusu ümmet anlayışını nasıl etkiledi? Farklı ideolojik akımların oluÅŸturduÄŸu toplumsallıklar karşısında İslamcıların ümmet vurgusu nasıl netice verdi/veriyor?

ModernleÅŸme, Batı’da baÅŸlayan ve tüm dünyaya yayılan bir süreç olarak sadece teknolojik ilerleme deÄŸil, aynı zamanda devlet, toplum, birey, bilgi ve din algısında köklü dönüÅŸümler gerçekleÅŸtirmiÅŸtir. Toplulukların dini kimlik üzerinden deÄŸil, etnik/kültürel kimlik üzerinden tanımlanması yaygınlaÅŸmış-tır. Siyasal yapı olarak hilafetin yerine ulus-devlet, ümmetin yerine millet, ÅŸeri hukukun yerine pozitif hukuk geçmiÅŸtir. Bu dönüÅŸüm sadece bir teknik deÄŸil, aynı zamanda bir anlam ve aidiyet kayması da oluÅŸturmuÅŸtur.

Ulus-devlet, tek tipçi, sınırlandırıcı bir kimlik dayatır. Bu yönüyle, sınır tanımayan, evrensel bir kardeÅŸlik fikrine dayanan ümmet anlayışıyla çeliÅŸir. Diller, lehçeler, mezhepler ve farklılıklar "milletleÅŸme" sürecinde bastırılır. Oysa ümmet, bu farklılıkları iman kardeÅŸliÄŸi zemininde doÄŸal kabul eder.

HalifeliÄŸin kaldırılması, ümmetin siyasi merkezsizleÅŸmesini ve simgesel çözülmesini beraberinde getirmiÅŸtir. Arap dünyasında yükselen Baasçılık, Arap sosyalizmi gibi hareketler İslam’ı ya araçsallaÅŸtırmış ya da marjinalleÅŸtirmiÅŸtir. Bu akımlar, ümmet fikrini geri, bölücü ya da modası geçmiÅŸ görmüÅŸ; onun yerine Arap ulusçuluÄŸu, sınıf dayanışması gibi modern-seküler kimlikleri ikame etmiÅŸtir. Modern liberal düzende ümmet, evrensel hukuk, birey hakları gibi kavramlar karşısında kolektivist ve otoriter bir yapı gibi sunulmuÅŸtur. KüreselleÅŸme sürecinde ümmet, sınırları aÅŸan bir birlik arzusu taşısa da kapitalist küresel düzenin kültürel ve ekonomik tek tipleÅŸtiriciliÄŸiyle örtüÅŸmediÄŸinden marjinalleÅŸtirilmiÅŸtir.

Ümmet vurgusu, özellikle hilafetin kaldırılmasından ve İslam coÄŸrafyasının parçalanmasından sonra bir ideolojik bilinç ve tepkisel hat olarak deÄŸerlendirilmelidir.

İslamcı düÅŸüncenin öncüleri, ümmeti sadece dini deÄŸil, aynı zamanda siyasi ve toplumsal bir proje olarak yeniden kurmaya çalıştılar. Bu vurgular, hem Batı emperyalizmine karşı bir direnç hattı hem de içteki sekülerleÅŸmeye karşı bir medeniyet iddiası haline geldi. İslamcı hareketler, ümmet tasavvurunu merkezlerine alırken devlet pratiklerinde genellikle ulus-devlet kalıplarını aÅŸmakta zorlanmışlardır.

İran İslam Cumhuriyeti, ümmet vurgusunu mezhebi bir çerçeveye hapsetmiÅŸ Türkiye'deki bazı İslamcı yapılar ise zamanla ümmet vurgusunu yerli ve milli söylemle uzlaÅŸtırarak zayıflatmıştır.

İslamcı hareketler ise ümmet fikrini içselleÅŸtirmiÅŸ olsa da bölgesel siyaset, Batı müdahalesi ve iç bölünmeler nedeniyle etkin bir ümmet siyaseti kurulabildiÄŸini söyleyemeyiz.

Arap Baharı sonrası İslam dünyasında bir kez daha ümmet fikri diriliÅŸ ve direniÅŸ umudu olarak sahneye çıktı ancak bu kaotik sonuçlar, mezhep çatışmaları ve jeopolitik çıkarlar nedeniyle akamete uÄŸradı. Buna raÄŸmen ümmet fikri, sınır ötesi adalet ve dayanışma arayışı olarak hâlâ canlıdır. Filistin/ Gazze, DoÄŸu Türkistan gibi meselelerde ümmet refleksinin canlılığını koruduÄŸu görülmektedir.

Ümmetin modern dünyada yeniden inÅŸası, yalnızca siyasal bir hilafet projesiyle deÄŸil aynı zamanda ahlaki, kültürel ve sosyal bir dayanışma ağı kurmakla mümkündür.

Bugünkü İslamcı hareketlerin önünde iki temel görev ve imkan vardır: Ulus-devletin sınırlarını aÅŸabilen evrensel ve kuÅŸatıcı bir birlik fikri üretmek ve bu fikri ÅŸiddet ve çatışma yerine tevhid, adalet, kardeÅŸlik, merhamet ve özgürlük temelli bir eksene oturtmak.

4. Kavmiyetçilik/milliyetçilik/ırkçılık ve ümmet kavramları arasında ne tür kesiÅŸme yahut çatışma noktaları vardır? Bu cihetle ümmet kavramı ekseninde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan mezhebi ve siyasi ayrışmaları nereye oturtmak lazım? Bu sorunlar Ümmet fikrini bir ütopya yapar mı?

Bu üç kavramın İslam düÅŸüncesiyle iliÅŸkisi, Kur’an ve Sünnet’teki temel ilkeler dikkate alındığında:

Irkçılık (asabiyye): Ä°slam’ın kesin biçimde reddettiÄŸi bir duruÅŸtur. Hz. Peygamber, Veda Hutbesi’nde “Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a üstünlüÄŸü yoktur.” buyurarak, takvayı tek ölçü olarak belirlemiÅŸtir. Bu yönüyle ırkçılık ümmet fikriyle doÄŸrudan çatışır.

Kavmiyetçilik: Kavim temelli aidiyet, Kur’an’da toplumsal bir gerçeklik olarak kabul edilir (“Sizi milletler ve kabileler hâlinde yarattık” – Hucurat, 13). Fakat bu aidiyetin üstünlük meselesi görülmesi yasaklanmıştır. Kavmiyet, ümmet bilincini aşındıracak ÅŸekilde merkeze alındığında bir "asabiyye"ye dönüÅŸme tehlikesi taşır, dikkat edilmelidir.

Milliyetçilik: Modern dönemin ideolojik bir formudur ve Batı’da oluÅŸmuÅŸ seküler ulus-devlet düÅŸüncesine dayanır. Bu baÄŸlamda ümmet tasavvurunun tam karşısındadır. Zira ümmet, coÄŸrafya ve etnisiteyi aÅŸan, iman ve ahlaka dayalı bir "iman topluluÄŸu"dur. Milliyetçilik ise sınırları çizilmiÅŸ bir etno-politik birliktir.

KesiÅŸme noktaları ise fertlerin aidiyet duygusu ve kültürel kimliÄŸi baÄŸlamında deÄŸerlendirilebilir.
Kavim/millet temelli üstünlük ve siyasal birlik iddiaları ümmetin birliÄŸi için tehdit oluÅŸturur.

İslam tarihi boyunca ümmet içerisinde fikrî çoÄŸulluk mevcuttur. Bu çoÄŸulluk, mezhebî farklılıklar ve içtihat farkları ÅŸeklinde oluÅŸmuÅŸ; uzun süre bir zenginlik olarak da yaÅŸanabilmiÅŸtir. Fakat bu farklılıklar bazı durumlarda ümmet birliÄŸini tehdit eder hâle gelmiÅŸtir.

Emevîlerden itibaren mezheplerin iktidarla iç içe geçmesi, fikrî ihtilafları düÅŸmanlığa dönüÅŸtürmüÅŸtür. Åžiî-Sünnî gerilimi bunun en açık örneÄŸidir.

Özellikle Osmanlı sonrası dönemde mezhebi farklar, etnik farklılıklarla birleÅŸmiÅŸ ve ümmet kimliÄŸi arka plana itilmiÅŸtir. Arap milliyetçiliÄŸi, İran’daki Pers merkezli Åžiî milliyetçiliÄŸi, Türk seküler ulusçuluÄŸu bu sürecin örnekleridir.

Bugün Suriye, Irak, Yemen gibi ülkelerde yaÅŸanan çatışmalar mezhep temelli görünse de arka planında siyasi iktidar mücadeleleri, dış müdahaleler ve aidiyet krizleri vardır. Bu durum ümmet bilincinin parçalanmasına yol açmaktadır. Bu baÄŸlamda, mezhebi ayrışmaların asıl sorunu, onların fikrî derinliÄŸinden çok, siyasal ve kimliksel araçlara dönüÅŸtürülmüÅŸ olmasıdır. Mezhebi ve siyasi ayrışmalar ortadan kaldırılmalı ve ümmet yapısının içten zayıflamasına müsaade edilmemelidir.

Ümmet birliÄŸi ütopya mı, hayır tam aksine bir gerçekliktir. Müslümanların tek bir devlet ve siyasi otorite altında birleÅŸmesi,  günümüz dünyasında reel bir ihtimal olmaktan çok uzaktır. Bu haliyle, evet, ütopya gibi görülebilir. Ancak bu, İslam'ın idealini anlamsız kılmaz. Çünkü ümmetin birliÄŸine dair hedef, ümmetin siyasi ve ahlaki yön pusulasıdır.

Ümmet, siyasi bir birlikten öte, iman, adalet ve sorumluluk temelinde oluÅŸan bir bilinçtir. Bu bilinç, coÄŸrafi, mezhebi ve etnik farklılıkları aÅŸabilen bir üst aidiyet olarak mümkün ve gereklidir. Birbirine dua eden, zulme karşı birleÅŸen, adaleti savunan bir ümmet ÅŸu anda da vardır ve İslami Hareketler bunun en belirgin taşıyıcılarıdır. Unutulmamalı ki ümmet bilinci, Müslümanların içinde bulunduÄŸu  dağınıklığı aÅŸabilecek yegâne çatıdır. Pratik anlamdaki zayıflık bizi bir umutsuzluÄŸa düÅŸürmemelidir.

5. Müslümanların Ümmet olma idealini ütopik bulan çevrelerin "hayali bir cemaat" olan ulusçuluÄŸu dayatması ve bu uluslar arasındaki ırk, bölge vb. zeminler üzerinden yeni birlik arayışlarına girmelerini nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Aynı ÅŸekilde farklı ırk, din ve kültürleri olan toplumların Avrupa BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri vb. çatılar altında toplanması söz konusuyken ümmet idealinin realizmden uzak olduÄŸu iddialarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

“Ümmet ütopyadır” diyenlerin ulusçuluÄŸu bir “realite” sayması büyük bir paradokstur. Bu söylemde büyük bir çeliÅŸki vardır. Bir yanda ümmet gibi tarihte kökü, metinde dayanağı, bilinçte karşılığı olan bir yapıyı "ütopya" diye dışlayacaksınız; diÄŸer yanda ise modern dönemde masa başında çizilmiÅŸ sınırlarla, yapay kimliklerle inÅŸa edilmiÅŸ ulusları "gerçek" kabul edeceksiniz, yok böyle bir ÅŸey!

Unutmayalım ki Arap milliyetçiliÄŸi, Batı sömürgeciliÄŸinin bir aparatıdır. (Sykes-Picot sürecinde İngiliz desteklidir.) Türk milliyetçiliÄŸi, ümmet kimliÄŸini tasfiye ederek yükselmiÅŸtir. İran’daki Pers merkezli milliyetçilik, ÅžiiliÄŸi etnikleÅŸtirmiÅŸtir.

Bütün bu yapılar Batı merkezli ulus-devlet modelinin ithal kopyalarıdır. Fakat buna raÄŸmen gerçek sayılırken, İslam’ın asli kimliÄŸi olan ümmet “ütopya” diye küçümseniyor. Bu kabul edilemez bir akıl tutulmasıdır. Bu bakımdan, “ümmet hayaldir” diyenlerin aslında ulusçuluÄŸu bir tür seküler iman haline getirdikleri görülüyor.  Bugün Avrupa BirliÄŸi, ABD ve hatta NATO gibi ittifaklar gösteriyor ki, farklı ırk, dil ve kültürler siyasi ve ekonomik amaçlarla bir araya gelebiliyor. Bu ÅŸu anlamlara gelir, farklılıklar birleÅŸmenin önünde mutlak bir engel deÄŸildir.  Avrupa’da İngiliz, Fransız, Alman gibi geçmiÅŸte birbirini sömürmüÅŸ ve birbiriyle savaÅŸmış halklar, ÅŸimdi ortak pazar ve deÄŸerler adına birleÅŸebilmiÅŸlerdir. Bu birlikler çıkar temellidir ama ortak bir kimlik ve ahlaki söylem de inÅŸa edilmiÅŸtir. (Avrupa deÄŸerleri, insan hakları söylemi vb.)

O halde ümmet neden mümkün olmasın? Ümmetin birleÅŸme zemini çıkar deÄŸil, iman ve ahlaktır. Bu, birliÄŸi daha da saÄŸlamlaÅŸtıracak bir temeldir. Çünkü vicdana, sadakate ve adalete dayanır. Yani Batı’nın “çok kültürlü birlikleri”, ümmet idealinin imkânsız deÄŸil ihmâl edilmiÅŸ olduÄŸunu gösterir.

Ümmet BirliÄŸi, zamanın gerçekliÄŸine deÄŸil zamanı aÅŸan ilkeye dayanır. Ümmetin birliÄŸi, önce siyasi deÄŸil ahlakî bir bilinçle, sonra sivil dayanışma, daha sonra siyasi tasavvur olarak inÅŸa edilir.

Bugün ümmet: Bir coÄŸrafya deÄŸil, bir bilinçtir. Bir devlet deÄŸil, bir duyarlılıktır. Bir sınır deÄŸil, bir sorumluluktur. O halde Avrupa BirliÄŸi’nin çıkar merkezli birlikteliÄŸini “gerçek”, Ümmetin iman merkezli tasavvurunu “hayal” görmek ancak tarihine ve kimliÄŸine yabancılaÅŸmış zihinlerin hükmü olabilir.

6. Ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin baÅŸ döndürücü bir ÅŸekilde hızla geliÅŸtiÄŸi ve küreselleÅŸmenin had safhaya vardığı bir dönemde ümmetçilik fikrinde yeni bir anlayış ve dile ihtiyaç var mı? Bu bize toplumsallaÅŸma için yeni bir imkân sunabilir mi?

Evet, bugünün küreselleÅŸmiÅŸ dünyasında ümmetçilik fikri yeni bir anlayış ve dile muhtaçtır. Bu ihtiyaç, bir zayıflama deÄŸil, bir imkân ve zorunluluk olarak okunmalıdır. Zira ümmetçilik, klasik anlamıyla sadece hilafet tasavvuruna veya ortak siyasî otoriteye indirgenemez. Bugünkü dünya, hem ümmetin karşılaÅŸtığı sorunları hem de birliÄŸi yeniden kurmanın vasıtalarını beraberinde getirmektedir.

Ümmetin ÅŸekillendiÄŸi klasik dönemlerde ulaşım, bilgi aktarımı ve iletiÅŸim son derece sınırlıydı. Fıkıh, içtihat, haberleÅŸme ve siyasal karar alma "mahallî" merkezliydi. Bugün tarihsel ÅŸartlar deÄŸiÅŸti. Bir haber saniyeler içinde dünyayı dolaşıyor. Bir zulüm fotoÄŸrafı ümmetin vicdanını anında harekete geçirebiliyor. Sosyal medya gibi dijital mecralar, sınırları aÅŸan birliktelikler oluÅŸturabiliyor.

Bu, ümmet olmanın “haberdar olma” ve “sorumluluk taşıma” bilincini evrenselleÅŸtiriyor. O hâlde ümmet kavramını sadece siyasal birlik deÄŸil, küresel ahlaki dayanışma olarak yeniden tanımlamak gerekir.

“Ümmet” kavramı uzun süre ya bir nostalji olarak ya da bir siyasi slogan olarak kullanıldı. Bu da onu ya romantik ya da ideolojik bir etikete indirgedi. Yeni bir dil, bu kavramı tekrar canlı, gerçek ve eyleme geçirilebilir hale getirebilir.

Ümmet fikri, insani yardım dayanışması (İnsan Vakfı, İHH, AFAD, vb.), eÄŸitim aÄŸları, ilim havzaları, fikri mücadele ve medya dayanışması, ekonomik birlik projeleri  ile pratiÄŸe dönüÅŸtürülebilir. Ümmetin farklı coÄŸrafyalarında yaÅŸayan bireyleri sorumluluk ve bilinç temelinde birleÅŸtirebilir.

Sosyal medya, podcast, dijital video içerikleri sayesinde “ümmet bilinci” taşıyan fertler coÄŸrafi sınırları aÅŸarak yeni bir birliktelik oluÅŸturuyor. Bugün Gazze için, DoÄŸu Türkistan için, Yemen için ses çıkaran bir genç; Somali’de bir çocukla “ümmet kardeÅŸliÄŸi” kuruyor.

Bugün ümmet fikri, bireysel inançtan toplumsal harekete dönüÅŸebilecek çok sayıda yeni vasıtaya sahiptir. ToplumsallaÅŸma, yani bireyin bir topluluk içinde kimlik ve sorumluluk kazanması, ümmetçilikle anlam bulur. Özellikle genç kuÅŸaklar, artık sadece ulusal kimlik üzerinden deÄŸil, ahlaki ortaklıklar üzerinden anlam arıyor. Ümmet bilinci, adalet, merhamet, paylaşım, kardeÅŸlik gibi deÄŸerlerle, bireylerin yalnızlığını, parçalanmış kimliÄŸini aÅŸmalarına yardımcı olabilir. Dolayısıyla ümmetçilik, bugünün insanına sadece geçmiÅŸe ait bir baÄŸlılık deÄŸil, geleceÄŸe dair bir yönelim ve sığınma alanı da sunar.

Bugünkü iletiÅŸim ve ulaşım imkânları, ümmet fikrini imkânsız deÄŸil, kaçınılmaz kılmaktadır. Yeni bir ümmet dili, romantizmden arınmış ama direniÅŸ ruhunu taşıyan; nostaljiden uzak ama tarihle köprü kuran bir söylem olmalıdır. Bu dil, tüm insanlığa karşı bir teklif olabilir..

7. Tek tip insan modelini dayatan Batı emperyalizmine karşı uzun süredir direniÅŸ gösteren İslam dünyasında, Aksa Tufanı ümmet bilincini yeniden canlandırabilir mi? Tüm dünyada Gazze hususunda bu kadar yüksek bilinç oluÅŸmasına karşın Filistin meselesinde Müslümanlar neden yol alamıyor?

Filistin meselesinde Müslümanlar yol alamıyor ön kabülü eksik bir deÄŸerlendirme olacaktır. İstenilen boyutta olmasa da Filistin meselesi Müslümanlara yeni yol alış imkanları da saÄŸlamıştır. Aksa Tufanı, bir direniÅŸ hamlesi olmanın ötesinde, İslam dünyasının vicdanını harekete geçiren ve Özgürlük Tufanı’na dönüÅŸtürecek olan bir eÅŸik olduÄŸunu söylemeliyiz. 7 Ekim’den itibaren yaÅŸananlar, İslam dünyasının ve hatta küresel vicdanın derin bir sarsıntı yaÅŸamasına sebep oldu. Bu durum, ümmet bilincinin üç boyutunu bir kazanım olarak tekrar gündeme getirdi:

Duygusal boyut: Kalpler Gazze ile atıyor. Dualar, pankartlar, sokak yürüyüÅŸleri ve sosyal medya tepkileri bunun tezahürleri.

Ahlaki boyut: Gazze’nin yalnız bırakılması, Müslümanlarda “biz neredeyiz?” sorusunu tekrar canlandırdı.

Siyasi boyut: Ümmet adına konuÅŸan devlet yapılarının ya sessiz kalması ya da ikiyüzlü davranması derin bir öfke oluÅŸturdu.

Bu bilinç sürdürülebilir kılınırsa kalıcı ve süreklilik ifade eden bir deÄŸiÅŸime dönüÅŸebilir. Aksa Tufanı, bir kıvılcımdır.  Bunun bir inÅŸaya dönüÅŸmesi için, bu kıvılcımı kurumsal yapılara, kalıcı dayanışma aÄŸlarına ve stratejik akla dönüÅŸtürmek gerekir.

Siyasi İrade EksikliÄŸi yol alma noktasında zafiyetler doÄŸuruyor. Ümmet adına karar alacak bir merkezî iradenin olmaması gücün dağınıklığına sebep oluyor. Arap BirliÄŸi sessizdir. İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı etkisizdir. Türkiye, Katar gibi ülkeler söylem üretmekte ama somut adımda sınırlıdır. İran’ın direniÅŸe verdiÄŸi destek ise mezhepçi bir okumaya sıkışmaktadır. İslam dünyasındaki devletlerin çoÄŸu, ulus çıkarlarını ümmet idealinin önüne koymuÅŸtur. Gazze, onlar için ahlaki deÄŸil diplomatik bir mesele gibi duruyor.

Gazze için aÄŸlayan milyonlar, kendi ÅŸehirlerinde aynı bilinci örgütlü bir harekete dönüÅŸtürmek zorundadır. 

Filistin meselesi sadece bir iÅŸgal deÄŸil, aynı zamanda emperyal bir hegemonya meselesidir. ABD’nin mutlak desteÄŸi, BM’nin çifte standardı, küresel medyanın manipülasyonu gibi faktörler, her kazanımı büyük bir duvara çarptırıyor. Batı’nın dayattığı model, kültürel tek tipleÅŸme (homojen birey), seküler deÄŸerler, tüketim merkezli yaÅŸam ve ulus-devletçilikle örülüdür. Aksa Tufanı bu modele karşı; DireniÅŸin İslami ahlakla da mümkün olduÄŸunu, zaferin sadece silahla deÄŸil iman ve sabırla da kazanılabileceÄŸini ortaya koymuÅŸtur.

Yani Aksa Tufanı, Batı’nın “tek insan” modeline karşı, “imanla direnen insan” tipini yeniden görünür kılmıştır. Bu, ümmet için sadece bir siyasi mesaj deÄŸil bir varlık iddiasıdır. Fakat bu iddianın ete kemiÄŸe bürünmesi için fikri düzlemde netleÅŸme, kurumsal düzlemde teÅŸkilatlanma, siyasi düzlemde cesaret, toplumsal düzlemde süreklilik gereklidir.

Aksa Tufanı, ümmet bilinci için geçici bir kıvılcım deÄŸil potansiyel bir uyanış kapısıdır. Ancak bu kapıdan geçebilmek için ümmetin; siyasi erdemini, sivil organizasyon gücünü, fikri netliÄŸini, medya ve kültür araçlarını yeniden inÅŸa etmesi gerekir.

Gazze’de bir halk direniyor; İslam dünyası ise vicdanıyla kıvranıyor. Bu kıvranış ya geçici bir duygusal patlama olacak ya da uzun vadeli bir diriliÅŸin tohumu.

Yorum Yapın