Talip Türcan: İslâm hukukunu modern hukuk düzenlerinden ayıran en önemli husus, onun şer’î nitelikte olmasıdır

img
Talip Türcan: İslâm hukukunu modern hukuk düzenlerinden ayıran en önemli husus, onun şer’î nitelikte olmasıdır

İslam hukukunun ana kaynakları ve dayandığı zemini oluÅŸturan temel kavramlar nelerdir? Ä°slam hukuk sistemi ile modern hukuk sistemleri arasında temel perspektif ve metodolojik farklılıklar hakkında ne dersiniz?  ÇaÄŸdaÅŸ İslâmî hareketlerin modernitenin hukuk alanındaki meydan okumalarına cevapları nelerdir? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "İslamcılığın Hukuk Tasavvuru" dosyasında Prof. Dr. Talip Türcan’a sorduk. 

1- Fıkıh/hukuk ve fıkıh usûlü ne demektir? OluÅŸumundan modern dönemlere anlamlarında farklılaÅŸma veya deÄŸiÅŸim oldu mu? İslam hukukunun ana kaynakları ve dayandığı zemini oluÅŸturan temel kavramlar nelerdir?

Fıkhın, gelenekte, biri hükümlerin elde edilmesi faaliyetini diÄŸeri de hükümlerin bizzat kendilerini esas alan iki ayrı tanımı bulunmaktadır. Usûlcülere ait olan ilk tanım, fıkhı, “ÅŸer’î amelî hükümleri ayrıntılı (tafsîlî/cüz’î) delillerinden çıkararak bilmek” biçimindedir. Bu tanıma ulaşılması hicrî 5. yüzyılın sonlarında, hatta daha geç bir vakitte ancak mümkün olabilmiÅŸtir. Fakîhler ise fıkhı, “ÅŸer’î amelî hükümler bütünü” olarak tanımlamışlardır. Fıkıh, müslüman düÅŸüncesindeki erken modernleÅŸme aÅŸamasına kadar bilme (ilm) faaliyeti üzerine kurulu epistemik geleneÄŸini kırılma olmaksızın sürdürmüÅŸtür. Nitekim Mecelle’nin, bir kanunnâme (codex) olmasına raÄŸmen, ilk maddesi “İlm-i fıkh, mesâil-i ÅŸer’iyye-i ameliyyeyi bilmektir” biçiminde kaleme alınmıştır.

Fıkıh usûlü ise, “müctehidin ÅŸer’î amelî hükümleri kendileri aracılığıyla elde ettiÄŸi kaynak ve yöntem kuralları” demektir.

Fıkhın temel kaynakları ilahî iradeyi temsil eden Kitâb ve Sünnet’tir. Fıkhın bilhassa İmâm eÅŸ-Åžâfiî’den sonra yerleÅŸik hâle gelen genel teorisi iki ilke üzerine kuruludur. Onlardan ilki, ÅŸer’îlik ilkesidir. Åžer’îlik, bir hükmün fıkha dâhil sayılabilmesi için ilahî iradeye nispet edilmiÅŸ olmasını zorunlu tutar. İkincisi beyân ilkesi olup, ÅŸer’îlik ilkesinin bir gereÄŸi olarak gerçekleÅŸmesi mümkün ve muhtemel olan her bir beÅŸerî davranışın hükmünün Kitâb ve Sünnet’in temsil ettiÄŸi ilahî iradede bulunduÄŸunu ve her bir hükme onlar yoluyla (doÄŸrudan ya da dolaylı) ulaşılabileceÄŸini öngörür.

Fıkhın, tanımında da birer unsur olarak yer alan iki temel karakteri vardır. Birisi açıkladığımız ÅŸer’îlik, diÄŸeri de amelîliktir. Amel kavramı fıkhın düzenleme alanını sınırlamaktadır. Buna göre amel, insanın dışsal ve etkileri hemen peÅŸi sıra dışa yansıyan içsel davranışları demektir. Fıkıh, insanın tamamen içsel olan itikadî ve vicdânî davranışlarının dışındaki bütün davranışlarına hüküm baÄŸlar. Hukuk ise yalnızca beÅŸerî iliÅŸki teÅŸkil eden (toplumsallık niteliÄŸi taşıyan) davranışları toplumun gerek duyduÄŸu ölçüde seçer ve düzenler. Åžu hâlde fıkıh, yalnızca düzenleme alanı bakımından bile, hukuku da içeren geniÅŸ bir normatif yapıdır. Düzenleme alanının yanı sıra fıkıh, tavsiye edici normları içermesi ve ikili bir yaptırım sistemine sahip olması yönlerinden de hukuktan daha geniÅŸ kapsamlıdır. Bu açıklamalar esas alındığında fıkhın İslâm hukukuna indirgenemeyeceÄŸi; fakat fıkhın içinden hukuk kavramın akarşılık gelen bir İslâm hukuku alanının tanımlanabileceÄŸi anlaşılmaktadır.

Modern dönemde fıkhı İslâm hukukuna, fıkıh usûlünü de hukuk metodolojisi ya da hukuk felsefesine indirgeme eÄŸilimleri açığa çıkmıştır. Fıkıh, daha dar olan İslâm hukuku alanını kastetmek için kullanılabildiÄŸi gibi, tersi de geçerlidir. Tasrih etmeksizin baÅŸvurulan söz konusu kullanımlar yanlış deÄŸerlendirmelere yol açmaktadır. Fıkıh usûlü de ne hukuk metodolojisine ne de hukuk felsefesine indirgenebilir. Fıkıh usûlü, kendine özgü bir disiplindir. Hukuk metodolojisi ağırlıklı olarak normların yorumuyla ilgili olduÄŸu hâlde, fıkıh usûlü, yorum faaliyeti yanında, esas itibariyle ÅŸer’î amelî hükümlerin kaynaklarından çıkarılması hususunda iÅŸlevseldir. Fıkıh usûlünün, özellikle makâsıd-ı ÅŸer’iyye ilkelerinden hareketle hukuk felsefesi olarak nitelenmesi de uygun deÄŸildir. Üstelik makâsıd da, hukuk felsefesindeki yaklaşımın aksine, mutlak deÄŸildir; ÅŸer’îdir ve normlara tâbidir. Ayrıca ülkemizde fıkıh usûlü, ilgili dersin ilahiyat fakültelerinin ders programlarında yanlış isimlendirilmesi sebebiyle hukuk usûlü olarak anılmakta, hatta hukuk usûlü baÅŸlığı altında fıkıh usûlü kitapları yazılmaktadır ki, bu tutumun hiçbir bilimsel izahı bulunmamaktadır.

2- İslam hukuk ekolleri arasındaki yorum farklılıkları neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? Temel metodolojik ayrımlar nelerdir ve bu farklılıkları nasıl okumalıyız?

İslam hukukunun kaynakları Kitâb ve Sünnet’tir. Kitâb ve Sünnet bize nass (söz/metin) olarak nakledilmiÅŸtir. Kitâb (Kur’ân)’ın nakledilmesi ve ilahî iradeyi temsil eden ÅŸer’î bir delil olduÄŸu hususunda görüÅŸ birliÄŸi oluÅŸmuÅŸtur. Sünnet’in kaynak anlamında ÅŸer’î bir delil olduÄŸu hususunda ise büyük çoÄŸunluÄŸun  ittifakı gerçekleÅŸmiÅŸtir. Nassların doÄŸrudan içerdikleri hükümler, düzenlenmesi gereken beÅŸerî davranış ve iliÅŸkilere oranla oldukça kısıtlıdır. İslam hukuk ekollerinin farklılaÅŸmasında en temel etken, sınırlı nasslardan sınırsız sayılabilecek davranış ve iliÅŸkilerin hükümlerinin hangi yöntemlerle çıkarılması gerektiÄŸi hususundaki görüÅŸ ayrılığıdır. BaÅŸlangıçta re’y ve eser biçiminde iki ana yöntemsel paradigma altında gerçekleÅŸen ayrışma, zaman içinde ilgili alt yöntemlerin benimsenmesiyle ayrıntılı usûlî doktrinlere dönüÅŸmüÅŸtür. Re’y yöntemini benimseyenler, metinlerin anlam ve delâletlerini sınırlı tutup, uygulama çevresini çok geniÅŸletme ihtiyacı duymamışlardır. Çünkü onlar, Kitâb ve Sünnet metinlerinde doÄŸrudan ya da delâlet yoluyla elde edilemeyen hükümler için re’y yoluna baÅŸvurmayı meÅŸru saymışlardır. Eser yöntemini benimseyenler ise, re’ye baÅŸvurmadan, her bir hükmü metinlerden doÄŸrudan ya da dolaylı olarak elde etmeyi hükmün meÅŸruiyeti için zorunlu görmüÅŸlerdir. Bu ilkesel kabul, metinlerin uygulama çevresini bütün davranış ve iliÅŸkileri kapsayacak biçimde geniÅŸletmeye imkân veren yorum yöntemlerini benimsemeyi gerekli kılmıştır. Dolayısıyla bir yöntem olarak re’ye baÅŸvurup vurmama ve nassların delâletlerine iliÅŸkin görüÅŸ ayrılıkları, ekollerin farklılaÅŸmasında etkili olmuÅŸtur. Tek tek hadislere dönük sıhhat ve baÄŸlayıcılık (amel edilebilirlik) kurallarındaki görüÅŸ ayrılıkları da her bir ekolün ortaya çıkmasına yol açan etkenlerin başında gelmektedir. Ayrıca ekollerin açığa çıktıkları toplumsal yapılar ve coÄŸrafî bölgelerin koÅŸulları da onlara karakter kazandıran etkenler arasındadır.

3- Fıkıh müktesebatının oluÅŸumunun tarihine baktığımızda devlet eliyle gerçekleÅŸtirilen bir kodifikasyon hareketini Mecelle’ye kadar göremiyoruz.  Mecelle bu yönüyle modern dönemlerde İslam hukukuna dair tasavvurlara ne derece etki etmiÅŸtir ve yine zikredilen özelliÄŸiyle Mecelle modern dönemlerdeki İslam düÅŸüncesinin üretimlerinin hukuktaki bir yansıması olarak görülebilir mi?

İctihâd döneminde pozitif düzeyli İslâm hukukunun oluÅŸturulması ve uygulanması müctehid hâkimler eliyle gerçekleÅŸtirilmiÅŸtir. Hukuk ekollerine ait doktrinlerin teÅŸekkül edip yerleÅŸik hâle gelmesinden sonra ise hukuk, yasama düzeyinde, devlet baÅŸkanlarınca belli bir ekolün belli görüÅŸlerinin tercih edilmesi ve uygulanmasının hâkimlere emredilmesi suretiyle bir tür tedvine konu kılınmıştır. İctihâd kapısının kapandığı kabulü de belirtilen tedvin süreciyle ilgilidir. Çünkü ictihâd teorisi, devlet baÅŸkanının ancak müctehid olmayan hâkimlere belli hükümlere göre karar vermelerini emredebileceÄŸini öngörmektedir. İslâm hukukunda bir tedvin faaliyetinin Mecelle’ye kadar görülmemesi, hem onun kendine özgü teÅŸekkül tarzı ile hem de soyut tedvin yönteminin yeni zamanlara ait olmasıyla ilgilidir. Gerçi Mecelle soyut tedvin yöntemine tam anlamıyla sadık kalmış deÄŸildir. 19. yüzyıl Avrupa’da soyut yönteme dayalı tedvin dönemidir. Bu, özellikle sanayi devrimine ve ÅŸehirleÅŸmeye baÄŸlı olarak çok fazla artan ve karmaşıklaÅŸan iliÅŸki biçimlerinin meseleci yöntemle hukukîleÅŸtirilmesinin artık imkân dâhilinde olmadığının görülmesi üzerine açığa çıkmış zorunlu bir eÄŸilimdir. İslâm hukukunun sözü edilen sürecin dışında kalması düÅŸünülemezdi. Mecelle, dogmatik açıdan klasik fıkha sıkı sıkıya baÄŸlıdır. Dolayısıyla onu, modern İslâm düÅŸüncesinin hukuktaki yansıması saymak isabetli olmayabilir. Mecelle’nin en önemli etkisi ise, 20. yüzyılda kimi İslâm ülkelerinde giriÅŸilen İslâm hukukunu kanunlaÅŸtırma hareket ve faaliyetlerinin önünü açmış olmasıdır.

4- İslâm hukuk sistemi ile modern hukuk sistemleri arasında temel perspektif ve metodolojik farklılıklar hakkında ne dersiniz? Modern İslam düÅŸüncesinde makâsıd vurgusunun hukukla iliÅŸkisine dair neler söylersiniz? Bunun Fıkıh usûlünün yeniden yapılandırılması ile ilgisi kurulabilir mi?

İslâm hukukunu modern hukuk düzenlerinden ayıran en önemli husus, onun  ÅŸer’î nitelikte olmasıdır. Bir normun İslâm hukukundan bir parça sayılması onun ÅŸer’î olmasına baÄŸlıdır. Åžer’îlik, kendine özgü kaynak ve yöntem kuralları yoluyla ulaşılabilen bir yapısal unsurdur. Åžer’îlik, hukuku devletsel olanın öncesine koyan bir yaklaşımdır. Bu, modern insan hakları teorilerindeki temel açmaza, beÅŸer üstü bir iradenin temel alınmasından ötürü, aynı zamanda bir çözüm niteliÄŸindedir.

Modern İslâm düÅŸüncesinde makâsıd, kanımca, gelenekte olana göre farklı, hatta onu tahrif edici biçimde tanımlanmaktadır. Gelenek kendi koÅŸulları gereÄŸi makâsıdı ÅŸer’î normlara baÄŸlı olarak kavradığı hâlde, modern İslâm düÅŸüncesi onu bir tür hukuk felsefesi olarak anlama eÄŸilimindedir. Bu, ÅŸer’îlik ilkesiyle baÄŸdaşır görünmemektedir.

Fıkıh usûlünün yeniden yapılandırılması, beÅŸerî davranış ve iliÅŸkilerin deÄŸiÅŸimi, dönüÅŸümü ve sayıca çok fazla artıp karmaşık hâle gelmesi olgusu karşısında, özellikle normların tafsîlî delile dayandırılması koÅŸulu bakımından bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bir taraftan ÅŸer’îlik ilkesine baÄŸlı kalmak, diÄŸer taraftan deÄŸiÅŸimi karşılamak çok ciddî usûl çalışmalarını gerekli kılmaktadır. Kanımca baÅŸvurulacak çıkarım yöntemlerinin hiç olmazsa, teknik tabiriyle söylersek, mülâim mürsel münâsebeti garanti edecek düzeyde ÅŸer’îlik niteliÄŸine sahip olmaları icap eder.

5- Ä°slâm dünyasında modern zamanlara kadar hukuk/fıkıh eÄŸitimi ana hatlarıyla nasıl yapıldı? Günümüzde ilahiyat fakültelerinde Ä°slam hukuku eÄŸitiminin seyri, etkileri ve sonuçları hakkında neler söylenebilir? ÇaÄŸdaÅŸ İslâmî hareketlerin modernitenin hukuk alanındaki meydan okumalarına cevapları nelerdir?

Modern zamanlara kadar fıkıh eÄŸitimi ekollerin kendi gelenekleri içinde, hoca-öÄŸrenci iliÅŸkisine dayalı olarak ve belli kaynakların okutulması suretiyle gerçekleÅŸmiÅŸtir. Hoca, kendi hocasından öÄŸrendiÄŸini öÄŸrencisine aktarmıştır. Alana yüksek düzeyde katkıda bulunan ilim adamları, belirtilen öÄŸretim usûlüyle yetinmeyip, kendileri ayrıca üstün gayret sarf eden kimselerdir. Modern dönemde müslümanların batılı hukuk düÅŸüncesiyle karşılaÅŸmaları fıkhın hukuka karşılık gelen yanının ön plana çıkarılmasına vesile olmuÅŸtur. Modern dönemde toplumsal ihtiyaçların gerekli kıldığı kanunlaÅŸtırma tarzı da belirtilen süreci etkilemiÅŸtir. 19. yüzyılın sonlarından baÅŸlayarak müslüman hukukçular fıkhı, yeni bir formda ve karşılaÅŸtırmalı olarak inceleyen eserler kaleme almışlardır. Yeni bir form tabiriyle, fıkhın içeriÄŸinden hareketle dogmatik düzeyde genel teoriler oluÅŸturulması faaliyetini kastediyorum. Bu, aslında batılı hukuklar için de yenidir.

İlahiyat fakültelerinde İslâm hukuku eÄŸitiminin nasıl verilmesi gerektiÄŸine dair ortak bir yaklaşımın varlığından ne yazık ki söz edilemez. Bunda birbirinden çok farklı eÄŸilimler olarak gelenekselci, tarihselci ve modernist yaklaşımlar yanında, hukukun fıkıhla iliÅŸkisine dair fikirlerin, öÄŸretimi yapanlar bakımından, yeterince açıklığa kavuÅŸturulamamış olması da etkilidir.

6- Yapay zekanın fıkhî boyutu, hukuk alanında kullanılması ve bunun boyutları hakkında neler öngörülebilir? İlerde makinelerin hakimlik yaptığı mahkemeler görür müyüz? Dijitalizmin geleceÄŸi radikal bir ÅŸekilde dönüÅŸtürme giriÅŸimleri karşısında İslamcıların düÅŸünceleri nelerdir?

Yapay zeka, insanın düÅŸünme süreçlerini taklit etme yolunda aÅŸamalar kat etmektedir. Kimileri yapay zekanın günün birinde insanın düÅŸünme yetisini dahi aÅŸan bir düzeye evrilebileceÄŸini öngörmektedir. Yapay zeka ile ilgili birçok etik sorun ÅŸimdiden kendini göstermiÅŸtir. Hukuk, insanlar arası iliÅŸkilere yönelen bir normatif yapıdır. Yapay zeka, denetlenebildiÄŸi sürece ya da kendini sınırlayabileceÄŸi varsayıldığında hukuk alanı da dâhil, insana ve topluma dönük iÅŸlevler üstelenebilir. Fakat bunlar, yapay zeka insan gibi düÅŸünecek  düzeye ulaÅŸmadıkça ancak teknik/biçimsel çıkarımların yeterli olduÄŸu alanlarla sınırlı kalacaktır. Yapay zeka insan gibi düÅŸünebildiÄŸinde, artık ona irade ve sorumluluk nispet edilmesi gerekecektir. İnsan, düÅŸünen bir varlık olmanın yanın sıra, hissetmekte, sezmekte ve inanmaktadır. Acaba yapay zekanın inanmasından, sübjektif ahlakî yargılarda bulunmasından da söz edilebilecek mi?

Fıkhın üzerine kurulu olduÄŸu teori, diÄŸer hukuk düzenlerinden farklı olarak, normların oluÅŸturulması ve özellikle yargısal düzeyde uygulanmasında ilgili organların (kiÅŸiler) müslüman olmalarını bir koÅŸul olarak aramaktadır. Fıkha özel bir tespit olarak bunun vurgulanması gerekir. Yapay zekanın hâkimlik yapmasına gelince, bu, hâkimliÄŸin nasıl bir iÅŸlev olduÄŸuna verilecek cevapla doÄŸrudan ilgili görünmektedir. Hakimlik teknik bir iÅŸlev mi yoksa etik-politik bir iÅŸlev midir? Hâkimlik salt teknik bir iÅŸlev olarak kabul edildiÄŸinde, yapay zekanın hukuk kurallarını tikel olaya uygulamasından söz edilebilir. Fakat bu yöntemde yargılamanın en temel ilkelerinden olan bireyselleÅŸtirmeye, hâkime, özellikle ceza yargılamasında tanınmış olan vicdanî kanaat unsuru dâhil edilmemiÅŸ olacaktır. Üstelik, yargılamanın her olaya özgü adalet ve hakkaniyet deÄŸerlendirmesi, ancak insanla aynîleÅŸmiÅŸ bir makine tarafından gerçekleÅŸtirilebilir. Åžu kadar ki adalet ve hakkaniyet gibi deÄŸerlerin insanî olduÄŸu da hesaba katılmalıdır.

Yorum Yapın