Muhammed Muhtar Åžankiti: Despotluk Siyasi Putperestliktir

img
Muhammed Muhtar Åžankiti: Despotluk Siyasi Putperestliktir

Despotluk Siyasi Putperestliktir / Muhammed Muhtar Åžankiti

Despotluk putperestliÄŸin çeÅŸitlerinden biridir. Zira putperestliÄŸin itikadi ve siyasi olmak üzere iki sınıfı vardır ve Kur'an'ı Kerim'in ifade ettiÄŸi üzere putperestlik köklerini cehaletten alır: "De ki: 'Ey cahiller! Bana Allah’tan baÅŸkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?”[1] Kavmi Hz. Musa'dan (a.s.) kendilerine tapacakları bir put yapmasını istediÄŸinde Hz. Musa onlara ÅŸöyle söylemiÅŸtir: "Siz gerçekten cahil bir kavimsiniz."[2]

İslam siyasi putperestliÄŸe karşı kapsamlı bir savaÅŸ baÅŸlatmıştır. Bundan dolayı Peygamber Efendimiz (s.a.v.) "Allah'tan baÅŸka kral ve hükümdar yoktur."[3] diye buyurmuÅŸ ve İslam'dan önce Fars topraklarına hükmeden kralların kullandığı "krallar kralı" gibi lakapları çirkin bularak ÅŸöyle söylemiÅŸtir: "Kıyamet günü Allah nezdinde en çirkin kiÅŸi, krallar kralı diye isimlendirilen kiÅŸidir. Allah'tan baÅŸka kral yoktur."[4]  Sufyan es-Sevri hadiste geçen krallar kralının ÅŸehinÅŸâh, yani Acemlerin (Farsların) dilindeki ÅŸâh-ı ÅŸâhân olduÄŸunu söylemiÅŸtir.[5]

Peygamber Efendimizin kralların kibir ve ihtiÅŸamını buÄŸzetmesi ve "krallar kralı" lakabını çirkin bulması, İslam siyasi deÄŸerleri ve İslam'dan önce egemen olan despotik deÄŸerler arasında isim ve terimler düzeyinde dahi ortaya çıkan ahlaki çeliÅŸkiye iÅŸaret eder. Bu, bazı İslam alimlerinin üzerinde ısrarcı olduÄŸu bir konudur. Bu alimlerden biri olan San'âni, yukarıdaki hadiste geçen "krallar kralı" ÅŸeklinde isimlendirme hakkında ÅŸu açıklamada bulunmuÅŸtur: "Bu ÅŸekilde bir isimlendirme haramdır, buna 'kadılar kadısı' (kâdı'l-kudât) da dahildir. 'Hakimler hakimi' (hâkim'ul-hukkâm) demek ise ondan daha da çirkindir."[6]

Peygamber Efendimiz kendisine getirilen bir adamın korku içinde titrediÄŸini gördüÄŸünde ona ÅŸöyle söylemiÅŸtir: "Sakin ol, ben bir kral deÄŸilim. Ben ancak kuru et yiyen bir kadının oÄŸluyum."[7] Medine'ye gelen heyetler, Peygamber Efendimizin ÅŸahsını diÄŸer insanlardan ilk anda ayırt edemeyebiliyordu. Çünkü o, halktan insanlarla iç içe ve onlara yakın bir hayat sürüyordu. Genç devleti yönetmesine ve muzaffer ordulara komutanlık etmesine raÄŸmen yaÅŸantısında krallardaki gösteriÅŸin herhangi bir izi bulunmuyordu. Enes bin Malik ÅŸöyle diyor: "Mescitte Peygamberle (s.a.v.) oturuyorken deve üzerinde bir adam geliverdi. Mescide deveyi çöktürdü ve onu baÄŸladı. Ardından 'Muhammed hanginiz' diye sordu. O sırada Peygamber (s.a.v.) insanların arasında yaslanmış oturuyordu. Dedik ki: O, ÅŸurada yaslanmış oturan beyaz adam."[8]

Sahabeler (r.a.) Peygamber Efendimizden bu nebevi düsturu almışlar, "kral" lakabını çirkin bularak onu reddetmiÅŸler ve siyasi putperestliÄŸin gölgesinden arınmış İslami bir terim olan "emir" lakabını kullanmışlardır. Ebu Hâmid el-Gazzâli ÅŸöyle diyor: "Rum kralı kayser, Ömer bin Hattâb'ın durumuna baksın ve yapıp ettiklerini izlesin diye ona bir elçi gönderir. Elçi Medine'ye girdiÄŸinde halka 'kralınız nerde' diye sorar. Onlar da 'bizim kralımız yoktur, bizim emirimiz vardır' diye cevap verir."[9]

Halkın zihninde yücelik kazanmak için dinle iliÅŸkili lakaplar edinmede aşırıya gitmek siyasi putperestliÄŸin belirtilerinden biridir. Yönetim ve paylaşımda emanet ve adalet sahibi olmak, dini meselelerde gayretli olmak ve Müslümanları koruyup kollamak gibi dinin siyasi gereklerine en uzak insanlar bile bu tür lakapları kullanabilir. San'ani ZemahÅŸeri'nin dine hizmeti ima eden lakapları riyakarca kullanmayı çirkin bulduÄŸunu aktarır. ZemahÅŸeri der ki: "Din hakkında hiçbir bilgisi ve gayreti olmayan kimsenin [Seyf'ud-din/dinin kılıcı gibi] dinin falanı, dinin filanı diye lakaplar kullanması hakkında ne mi söylüyorum? Allah'a yemin olsun ki bu, boÄŸazda takılıp cefa veren lokmadan farksızdır."[10]

Bu minvalde MaÄŸribli seyyah ibn Cübeyr yaÅŸadığı çaÄŸda doÄŸudaki yöneticilerin "Åžems'ud-din/ dinin güneÅŸi", "Kutb'ud-din/ dinin kutbu", "Seyf'ud-din/dinin kılıcı" gibi kendilerine vermeye alıştıkları dini lakapları önemsiz addetmiÅŸtir. Nitekim bu yöneticiler ne dinle ne de dünyayla ilgilenen, bilakis benliklerine siyasi enaniyetin iÅŸlemiÅŸ olduÄŸu kimselerdir ve içi boÅŸ gurur lakaplarının ardına saklanmışlardır. İbn Cübeyr bu tür lakapları taşıyanlar arasında Selahaddin Eyyubi'yi ayrı bir yere koyar ve onun adının "müsemmasına uygun bir isim, manasına mutabık bir söz" olduÄŸunu söyler.

İbn Cübeyr der ki:

"Endülüs emirliklerinin hükümdarları gibi bu beldedeki birçok sultan da dine nisbet edilen ziynetlerle süslenmiÅŸtir. Bundan dolayı burada ihtiÅŸamlı lakaplardan ve kapanın elinde kalan içi boÅŸ sıfatlardan baÅŸka bir ÅŸey duymazsın. Hem avam hem krallar bu sıfatlarda eÅŸit olur, zengini de fakiri de onları ortaklaÅŸa kullanır. Böylece onların arasında kendisine layık veya uygun bir vasıf taşıyan hiç kimse kalmamıştır. Ne ki Åžam, Mısır, Hicaz ve Yemen diyarının efendisi, fazileti ve adaletiyle nam salmış Selahaddin bundan müstesnadır. Çünkü onunki müsemmasına uygun bir isim, manasına mutabık bir sözdür. Onun haricindekilerde ise bu sıfatlar ÅŸiddetli rüzgarlardan, tartışmalı tanıklıklardan ve zorlamalarla uydurulmuÅŸ dine nisbet iddialarından öte anlam ifade etmez: Krallar için kullanılan yersiz lakapların, aslan gibi göÄŸsünü kabartan kediden ne farkı vardır!"[11]

Kevakibi'nin fark ettiÄŸi üzere herhangi bir toplumun dilinde bu tür lakapların aşırı bir ÅŸekilde kullanılması, o toplumun kültüründe siyasi putperestliÄŸin derinliÄŸine iÅŸaret eder.  Kevakibi bu konuda Arapçanın Farsçadan daha iyi durumda olduÄŸunu gözlemleyerek ÅŸöyle söylemiÅŸtir: "DüÅŸünürler derler ki, kralların ÅŸanı, sarayların heybeti, törenlerin gösteriÅŸi, ileri gelenler için düzenlenen merasimler ve ihtiÅŸam alametleri gibi kralların kendisine baÅŸvurarak halkın yüreÄŸine korku salmak istediÄŸi çarpıtmalarda yönetimlerin aşırıya gitmesi, bu yönetimlerin ne kadar despot olduÄŸuna iÅŸaret eden en önemli delillerdir. Tıpkı saygınlığı az olan kimsenin tekebbüre, ilmi az olan kimsenin tasavvufa, doÄŸru sözlü olmayan kimsenin yemine ve malı az olan kimsenin süslü elbiselere sığınması gibi despot da bu tür çarpıtmalara sığınır. Aynı minval üzere düÅŸünürler derler ki, bir toplumun konuÅŸtuÄŸu dil, yani toplumun dilinde tazim ifadelerinin Arapçadaki gibi az mı olduÄŸu yoksa teslimiyeti ifade eden ibarelerin Farsçadaki gibi çok mu olduÄŸu, o toplumun kökeninin köleliÄŸe mi yoksa özgürlüÄŸe mi daha yakın olduÄŸunu gösterir."[12]

Ancak Arapça, Fars dilinin tesiri ve Sasani geleneklerin baskısı altında siyasi putperestliÄŸin lekelerinden masun kalamamıştır. Ataları olan Fars krallarının geleneÄŸine uygun hareket etmek için Celal'ud-Devle el-Buveyhi'nin "krallar kralı" lakabını kullanmaya çalışması ve nebevi hadisle çeliÅŸmesine raÄŸmen iktidarın etkisi altındaki fakihlerden bunun cevazına dair fetva çıkarmada baÅŸarıya ulaÅŸması, bu durumu açıkça ortaya koymaktadır.

Fakat fakih Maverdi bunu reddetmiÅŸtir ve "kadı Maverdi'yi bu lakabın alınmasının yasak olduÄŸunu söylemeye sevk eden ÅŸey, baÅŸka bir anlama delalet etmesi mümkün olmayan sahih hadislerde geçen sünnet olmuÅŸtur."[13] Ä°bn'ul Cevzi, Celal'ud-Devle'nin bu lakabı kullanmasına izin veren fakihleri eleÅŸtirmiÅŸ, onları nebevi sünneti bilmemekle suçlamış ve ÅŸöyle söylemiÅŸtir: "Bu konudaki görüÅŸüm Maverdi'nin görüÅŸünden baÅŸkası deÄŸildir. Çünkü bunun yasak olduÄŸuna dair sahih hadisler mevcuttur. Ne var ki son dönemin fakihleri nakillere bigâne kalmıştır."[14]

Özgür alimlerin siyasi putperestlik karşısında gösterdikleri duruÅŸun ilgi çekici örneklerinden biri de İbn Kesir'in hocası İbn Teymiyye hakkında aktardığı sözlerdir. İbn Kesir ilk olarak Mütenebbi'nin Seyf'ud-Devle'yi övdüÄŸü ÅŸu iki beyti nakleder:

Sen ki benim tüm umutlarımın dayanağı!

Sen ki benim tüm endiÅŸelerimin sığınağı!

Senin kıracağın kemiği kim nasıl iyileştirsin!

Senin iyileştireceğin kemiği kim nasıl kırabilsin!

Ardından bu iki beyit hakkında ÅŸu açıklamada bulunur: Üstadımız Allame Åžeyh'ul-İslam Ahmet İbn Teymiyye'nin (r.a.) Mütenebbi'nin yaratılmış bir kimse hakkında bu kadar ileri gitmesini reddettiÄŸi ve bunun sadece Yüce Allah için uygun olduÄŸunu söylediÄŸi bana ulaÅŸtı. Ayrıca Allame Åžems'ud-Din ibn Kayyim (r.a.) bana İbn Teymiyye'den ÅŸunları duyduÄŸunu aktardı: 'Ben bu beyitleri secdedeyken okuyabilir ve itaat ve teslimiyete dair içerdiÄŸi anlamlarla Allah'a dua edebilirdim.'[15]

KuÅŸkusuz İbn Teymiyye, despotluÄŸun siyasi putperestlik olduÄŸunu, siyasi putperestliÄŸin itikadi putperestliÄŸin ikizi olduÄŸunu ve yöneticileri kutsama, onların karşısında boyun eÄŸme temayülünden zihinleri özgürleÅŸtirmenin tevhidin en önemli gereklerinden ve imanın en mühim ÅŸubelerinden biri olduÄŸunu idrak eden özgür alimler arasındaydı. Bu ise bugün Müslümanlar için çok büyük bir derstir: Zihinlerinizi siyasi putperestlikten özgürleÅŸtirin ki bedenleriniz siyasi kölelikten kurtulsun.

Çeviren: Ömer Budak

 

[1] Zümer Suresi 64. Ayet

[2] Araf Suresi 138. Ayet

[3] Ahmed bin Hanbel 32/199, hadisin senedi sahihtir.

[4] Müslim 3/1688

[5] Ali el-Kâri, Mirkât'ul-Mefâtih 7/2998

[6] Subul'us-Selam 2/543

[7] Ä°bn Mace 4/430, hadisin senedi sahihtir.

[8] Buhari 1/23

[9] el-Gazzali, et-Tibr'ul-Mesb'ûk fi Nasîha'til-Mulûk 18

[10] San'ani, Subul'us-Selam 2/543

[11] Rıhlet'u İbn Cubeyr, 216

[12] El-Kevakibi, Tabaiu'l-İstibdad 53

[13] Ä°bn Kesi, el-Bidaye ve'n-Nihaye 12/54

[14] el-Muntazam, 15/265

[15] el-Bidaye ve'n-Nihaye 11/292

Yorum Yapın