İktisat ve Endoktrinasyon: İslamcılık Zaviyesinden Bir Okuma

İktisat, aydınlanmadan itibaren makro ve mikro seviyede mevcut dünya düzeninin iÅŸlemesi için ortaya konulan normları öÄŸrenmek ve toplumun bu normlara göre karar ve tercihlerde bulunmasını saÄŸlamak için sunulan bir bilimdir tanımlamasını merkeze aldığımızda hâkim paradigmanın iktisadı “kıt kaynakların sınırsız ihtiyaçları nasıl karşılayacağı” ÅŸeklinde tanımlaması oldukça manidardır. Bizlere norm olarak dayatılan bu tanımlamanın arka planında mündemiç olan öÄŸreti ise genelde gözden kaçırılmaktadır. Çünkü modern dünyada iktisat eÄŸitimi/bilimi, insan davranışlarını ve iktisadi tercihlerini piyasa normlarına ve ekonomik düzenin gerekliliklerine uyumlu hale getirme aracı olarak iÅŸlev görmektedir. Bu eÄŸitim yoluyla insan, ekonomik sistemin taleplerine göre ÅŸekillendirilmekte ve toplumsal rıza, insanların ekonomik kurallara itaat etmesiyle -gönüllü ya da ikna yoluyla- tesis edilmektedir. Bu baÄŸlamda modern iktisat eÄŸitimi, hâkim paradigmaya uygun zihinler yetiÅŸtirmenin ve ekonomik düzene uyumlu bir toplumsal yapıyı inÅŸa etmenin temel anahtarıdır.

Bir diÄŸer açıdan mevcut ekonomik sistemi yöneten dünya düzeni (paradigma), piyasa mekanizmasını ideolojik bir çerçeve içinde kurgulamakta ve bu çerçeveyi de eÄŸitimle kurumsallaÅŸtırarak meÅŸruiyetini saÄŸlamaktadır. İktisadi kavram ve olgulara getirmiÅŸ olduÄŸu tanımlamalar, sorunlaÅŸtırmalar, analiz ve yöntemler iktisat eÄŸitiminin merkezine yerleÅŸtirilmektedir. Bu ÅŸekilde insanlar ekonomik sistemin dayattığı rekabet, tüketim ve bireysel baÅŸarı odaklı deÄŸerleri sorgulamadan benimseyen birer ekonomik özne haline getirilerek adeta mankurtlaÅŸtırılır. Bu yönüyle iktisat eÄŸitimi/bilimi, yalnızca ekonomi bilgisini aktaran bir süreç deÄŸil, aynı zamanda insanların bu bilgi üzerinden sisteme rıza göstermesini saÄŸlayan ideolojik bir araç olmaktadır. Bu yönüyle sistem, insanların ve toplumların ekonomik düzene itaatini saÄŸlamanın ötesinde, bu düzeni normatif bir gerçeklik olarak kabul etmelerini, baÅŸka bir çıkış yolunun olamayacağını örtük bir biçimde dayatmaktadır.  

Buradan hareketle iktisat için yapılan bu tanım, Allah’ın er-Rezzâk sıfatını kullarına unutturarak, insanın rızkını kendi çabasıyla sınırlı bir çerçevede elde etmesi gerektiÄŸi fikrini norm haline getiren ve insanın ilahî kudret ile olan bağını göz ardı eden bir paradigmanın ürünüdür. Oysa İslam düÅŸüncesinde rızık, salt bireysel çabanın deÄŸil aynı zamanda Allah’ın er-Rezzâk sıfatının bir tecellisidir. Modern iktisat ise insanı “üretici” ve “tüketici” rolleriyle dar bir çerçevede tanımlamakta, toplumsal dayanışma, teâvün, bereket, ihsân, takdir ve ta’yin gibi kavramlarımızı görmezden gelmektedir. Ayrıca bu anlayış, sadece ekonomik bir teoriden ibaret olmayıp, toplumları bu sınırlayıcı çerçevede düÅŸünmeye ve kararlar almaya zorlayan bir sistemin dayatmasıdır. İslâmcılık düÅŸüncesi ise bu paradigmayı kökten sorgulayan, insanı ve toplumu ilahi bir hakikat merkezinde yeniden konumlandırmayı hedefleyen bir duruÅŸ sergilemeyi gerektirmektedir. İslam’ın hayatın her alanına rehberlik eden ilkelerine dayanarak, kıtlık ve ihtiyaç eksenli dar bir çerçeve yerine, bereket, paylaşım ve adalet eksenli bir iktisat anlayışını yeniden tanımlamayı önermeli ve Müslümanların kendilerine ait bir iktisat anlayışının olduÄŸunu ortaya koymalıdır. Bu anlayış, yalnızca teorik bir tartışma deÄŸil, aynı zamanda mevcut sistemin dayattığı normların karşısına İslam’ın temel aksiyonlarından neÅŸet eden iktisadi pratikleri ortaya koyma mücadelesi olarak deÄŸerlendirilmelidir.

Batı’nın Müslümanlara karşı tarih boyunca yürüttüÄŸü siyasî, askerî meydan okumaları, iÅŸgal ve sömürü politikaları, sadece toprakların deÄŸil, zihinlerin ve kimliklerin de iÅŸgaline yol açmıştır. SavaÅŸlar, zulümler ve sömürü faaliyetleri, İslam coÄŸrafyasını ekonomik, sosyal ve kültürel olarak zayıflatmış, Müslüman toplumların kendi tarihsel güç ve birikimlerinden ceberut bir biçimde uzaklaÅŸtırılmasıyla sonuçlanmıştır. Ancak bu geri bırakılmışlık yine Batı’nın dayattığı tarih yazımıyla, Müslümanların kendi beceriksizlikleri olarak sunulmuÅŸ ve bu söylem endoktrinasyonla Müslüman toplumların zihinlerine bir kader olarak iÅŸlenmiÅŸtir.

İşte İslâmcılık düÅŸüncesi, bu dayatmayı/endoktrinasyonu kökten reddederek, Müslümanların içine düÅŸürüldüÄŸü bu geri kalmışlık hissinin gerçek sebeplerini sorgulayan bir hareket olarak da okunmak zorundadır. Çünkü bu okuma biçimi, Müslümanların Batı’nın maddi ilerlemesine teslim olmadan kendi medeniyet deÄŸerlerini yeniden inÅŸa edebileceÄŸi inancını taşımaktadır. Nitekim İslâmcılık, sömürü düzenine karşı bir direniÅŸ olduÄŸu kadar, Müslüman toplumları tekrar öz benliklerine döndürecek, onları tarihsel bir özne haline getirecek bir davet ve eylem çaÄŸrısıdır. Bu yönüyle İslamcılık, Müslümanların kendi tarihlerini ve medeniyetlerini “öÄŸretilmiÅŸ geri kalmışlık” paradigmasının dışında yeniden okumalarını ve kendi medeniyet tasavvurlarını tekrar inÅŸa etmelerini de hedeflemektedir.

Yukarıda ifade ettiÄŸimiz bu arka plandan hareketle 19. yüzyılın sonlarından itibaren ortaya çıkan meydan okumalar karşısında İslam toplumları, deÄŸerlerini yeniden ihya etme ve medeniyetlerini ayaÄŸa kaldırma ihtiyacını hissetmiÅŸtir. İslâmcılık düÅŸüncesi de bu ihtiyaçtan doÄŸan bir arayışın ve yeniden diriliÅŸ çabasının bir diÄŸer adı olmuÅŸtur. Ancak bu düÅŸüncenin yalnızca siyasî ya da askerî bir tepki olmadığını, aynı zamanda iktisadi bir arka plana sahip olduÄŸunu unutmamak gerekir. Vesselâm….

Gelecek yazımızda bu arka planın teorik ve pratik yönleri ele alınacaktır.

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam DüÅŸüncesi'nin editoryal duruÅŸunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın