İslami Hareketlerde Hakimiyet Anlayışı: Mevdudi Örneği -1

İslam medeniyeti doÄŸuÅŸundan günümüze birçok meydan okumayla karşılaÅŸmış ve bu meydan okumalara çeÅŸitli cevaplar üreterek kimliÄŸini ve canlılığını muhafaza etmeye çalışmıştır. Söz konusu meydan okumaların en serti ÅŸüphesiz Batı medeniyetinin istila ve sömürge faaliyetlerinde vücut bulmuÅŸtur. GeçmiÅŸte Haçlı Seferleri ve MoÄŸol istilası gibi hadiseler de İslam medeniyetinin yapısında ciddi bir yıkıma yol açmakla birlikte istilacılar kendi kültürlerini çekici kılacakları düÅŸünsel bir zemine sahip olmadıkları için geride bıraktıkları tahribat genellikle maddi düzeyle sınırlı kalmıştır ve üstesinden gelinebilmiÅŸtir. Modern Batı medeniyetinin kuÅŸatması ise düÅŸünsel ve sosyal hayata da uzanarak daha kapsayıcı bir meydan okumaya evrilmiÅŸ ve bu durum karşısında İslam medeniyetinin kadim nizamı fazla direnememiÅŸtir. O günlere tanık olan bir Osmanlı devlet adamı olan Sadullah PaÅŸa söz konusu deÄŸiÅŸimi "Ondokuzuncu Asır" ÅŸiirinde ÅŸu beyitleriyle izah eder:

Mecaz oldu hakikat, hakikat oldu mecaz

Yıkıldı belki esasından eski malumat.

BatılılaÅŸmanın getirdiÄŸi tahribat karşısında Müslüman fikir adamları İslam'a uygun sosyal, siyasal ve ekonomik hayatın yeniden nasıl inÅŸa edileceÄŸi sorusuyla yüz yüze kalmıştır. Uygulanması önerilen sistemlerin İslam'a ne kadar uyduÄŸu, modern ÅŸartlar altında uygulanabilirliÄŸi ve mevcut ihtiyaçlara ne ölçüde cevap verebildiÄŸi gibi birçok sorunun yanı sıra inÅŸa edilmesi gereken İslami sistemde hakimiyetin kime ait olacağı problemi de gündeme gelmiÅŸtir. Söz konusu problem karşısında Mevdudi ilahi hakimiyet teorisini ileri sürmüÅŸtür. Belki de bir düÅŸünür olması yanında bir İslami hareket lideri olması, öne sürdüÄŸü ilahi hakimiyet teorisinin İslami hareketler tarafından da benimsenmesine yol açmış, ancak Mevdudi'nin teorisi kitleler üzerindeki esas etkisini Seyyid Kutub dolayımıyla gerçekleÅŸmiÅŸtir. Biz bu yazımızda Mevdudi'nin ilahi hakimiyet anlayışını ele alacağız.

Mevdudi'nin İlahi Hakimiyet Teorisi ve Teo-Demokrasi

Mevdudi'nin ilahi hakimiyet teorisinin esasını onun uluhiyet anlayışı oluÅŸturmaktadır. Mevdudi ilah kelimesinin etimolojisi ve Kur'an ayetlerindeki ilah anlayışı üzerine yaptığı araÅŸtırmadan hareketle uluhiyetin aslının bir otorite olduÄŸu sonucunda varmaktadır. Uluhiyet ve otorite birbirini gerektirir çünkü otoritesi bulunmayan bir ilahın varlığı söz konusu olamaz. Aciz ve muhtaç bir varlık olan insan, ancak ihtiyaçlarını gideren ve dualarına icabet eden bir varlığa iman ve ibadet eder. Otorite sahibi olmayan bir varlık insanların ihtiyaçlarını gideremez ve dualarına icabet edemez. Böyle bir varlık insanların ümit ve korkuyla kendisine yönelecekleri ve dar zamanlarında kendisine el açacakları bir ilah olmaya layık deÄŸildir. Söz konusu otorite hem evrendeki kanunların hem de dünyada insanlar arası iliÅŸkileri düzenleyen kanunların yegâne sahibidir.

Kur'an'ı Kerim, bahsi geçen mutlak otorite sahibinin ancak Allah olabileceÄŸini söyler. "Göklerde ve yerde bütün egemenlik, otorite ve yetkilere sahip olan güç sadece Allah'tır. Yakarma O'na mahsustur, bütün nimetler O'nun elindedir ve emretmek sadece ona aittir. Tüm güç sahipleri, ister istemez O'na itaat etmeye, emrine boyun eÄŸmeye mecburdur. O'ndan baÅŸka otorite yoktur. Göklerde ve yerde ondan baÅŸkasının hükmü geçmez. Yaratılışın Sırlarını, nizamını, idaresini O'ndan baÅŸkası bilemez."[1]

Mevdudi'ye göre Kur'an'ı Kerim'deki ilah anlayışı parçalanma kabul etmez bir otoriteyi ÅŸart koÅŸar. Yaratma gücü ve emretme yetkisi yalnız ona aittir. Åžirk ise söz konusu otoritenin parçalanması anlamına gelir. Bu anlamda ÅŸirk evrendeki tabiat kanunları veya insanlar arası iliÅŸkileri düzenleyen kanunlar üzerinde Allah'tan baÅŸka bir kimsenin söz sahibi olduÄŸunu iddia etmektir. TaÄŸut ise kendisi ya da baÅŸkaları tarafından böyle bir otoriteye sahip olduÄŸu iddia edilen ve bu ÅŸekilde haddi aÅŸan kimsedir.

Mevdudi'ye göre Kur'an'da zikri geçen müÅŸrik kavimler yaratıcı, göklerde ve yerde her ÅŸeyi idare eden varlık olarak Allah'ın ilahlığını inkar etmiÅŸ deÄŸildir. Ancak onlar ahlaki, sosyal ve siyasal iÅŸlerde hüküm ve otorite sahibinin yalnızca Allah olduÄŸunu inkar etmiÅŸlerdir. Bu manada peygamberler Allah'ın mutlak otoritesini parçalayan ve ondan bağımsız bir ÅŸekilde kanunlar koyma yetkisine sahip baÅŸka kimselerin olduÄŸunu iddia eden müÅŸrik kavimlere ve bu iddianın sahibi taÄŸutlarla mücadele etmiÅŸ ve onları dosdoÄŸru yola davet etmiÅŸtir. Peygamberlerin insanları hidayete çağırmak ve onlara güzel örnek olmak gibi görevlerinin yanında yegane gayesi "Allah'ın hükümranlığını yeryüzünde hakim kılma mücadelesi"[2]dir. Allah'ın yeryüzünde hükümranlığını tesis etme mücadelesi, aynı zamanda zulüm ve despotluÄŸa karşı adaleti savunma mücadelesidir. Çünkü Mevdudi'ye göre dünyadaki zulüm, despotluk ve kanunsuzluÄŸun sebebi insanın insan üzerinde uluhiyetini tesis etmeye çalışmasıdır. İnsanın insana tahakkümünün ortaya çıkardığı zulüm ve despotizm halkın hakimiyetini tesis ettiÄŸini iddia eden demokrasilerde net bir ÅŸekilde görülebilir.[3] "Bu korkunç hastalığın tek çaresi insanın kendine musallat olan sahtekar hakimleri ÅŸiddetle red ve terk ederek, her ÅŸeye kadir olan Allah'ı kendisinin yegane rabbi ve ilahı olarak açıkça tanıması, ilan etmesidir. İnsanın insanca yaÅŸaması, özgürlüÄŸü ve kurtuluÅŸu için bundan baÅŸka yol yoktur."[4]

Mevdudi hakimiyeti "en yüksek iktidar ve mutlak iktidar" diye tanımlar. Ona göre hakimiyet sahibi kiÅŸinin her hükmü kanun mahiyetini taşır ve fertlerin onun karşısında herhangi bir hakları olmaz. Hakimiyeti elinde bulunduranı herhangi bir kanun baÄŸlamadığı için böyle bir varlık tam anlamıyla Kadir-i Mutlak olur ve onun hükümlerinden sual olunmaz. Bu ÅŸekildeki hakimiyet "kanuni hakimiyet" diye isimlendirilir ve İslam'da kanuni hakimiyetin sahibi Allah'tır. Allah kanunlarını peygamberler aracılığıyla bildirir. Bu anlamda peygamberler Allah'ın kanuni hakimiyetinin mümessilleridir ve onlara kayıtsız ÅŸartsız itaat zorunludur.[5] Söz konusu kanuni hakimiyet tasavvuru devlet yöneticilerinin herhangi bir siyasal hakimiyete sahip olduklarını ileri sürmenin önüne geçer. Çünkü siyasal iktidardakiler ancak meÅŸruiyetlerini Allah'ın kanuni hakimiyetinden alarak ayakta kalabilir. Böyle bir siyasal iktidar anlayışı hilafet olarak isimlendirilir.[6] Hilafet yönetiminde yasama, yürütme ve yargı organları Allah'ın kanuni hakimiyetine tabi olarak iÅŸ yapar ve hukukun üstünlüÄŸü ilahi hakimiyete dayalı olarak tesis edilir.

Mevdudi'ye göre böyle bir uluhiyet ve hakimiyet anlayışına sahip olan İslam'ın öngördüÄŸü siyasi sistem Batıda ortaya çıkan laik demokrasilerle taban tabana zıtlık arz edecektir. Zira Batılı demokrasilerde hakimiyet halka aittir ve mutlak kanun yapma yetkisi halkındır. Öte yandan İslami sisteme "teokrasi" denmesi de belirli sakıncalar doÄŸurmaktadır. Zira her ne kadar bu kelime İslami yönetim biçimi için demokrasiden daha uygun olsa da, Batı tarihinde görülmüÅŸ ve haktan kesin surette ayrılmış, kendi kanunlarını Allah'a atfederek insanlar üzerinde zulüm ve tahakkümlerini pekiÅŸtirmiÅŸ ve uluhiyetlerini örtük olarak ilan etmiÅŸ ruhban sınıfını akla getirmektedir. Oysaki İslami yönetim sisteminde bu türden seçkin bir sınıf bulunmamaktadır ve İslami yönetimde halka sınırlı bir hakimiyet de verilmiÅŸtir. Hükümet sistemine baÄŸlı icra organı onu azletmek yetkisine sahip olan Müslümanların giriÅŸimiyle gerçekleÅŸtirilir. Åžeriatta hakkında açık nass bulunmayan bir konuda ehliyet sahibi Müslümanlar içtihat yapabilirler. Ancak Allah'ın veyahut peygamberinin açık emirlerinin var olduÄŸu bir yerde hiçbir Müslüman yönetici hüküm koyma yetkisine sahip deÄŸildir. Mevdudi bu çeÅŸit bir siyasal sistemi "Teo-Demokrasi" olarak tanımlama eÄŸilimindedir.[7]

Mevdudi'nin Gözünden Müslümanların Tarihi

Söz konusu İslam ve ilahi hakimiyet anlayışı Mevdudi'nin elinde Müslümanların tarihini deÄŸerlendirmenin yegane ölçütü konumundadır. Mevdudi'ye göre İslam'ın uluhiyet ve otorite merkezli kavramsal çerçeve Asr-ı Saadet'in ardından yavaÅŸ yavaÅŸ kaybolmaya yüz tutmuÅŸtur. Halis Arapça yozlaÅŸmış ve ilah, rab, ibadet ve din gibi kelimeler Kur'an'ın nazil olduÄŸu dönemdeki anlamlarından uzaklaÅŸmıştır. Neticede insanlar Kur'an'ın davetindeki hakiki gayeyi, asıl maksadı idrak edemez olmuÅŸtur. Söz konusu dört esas terimin cehalet perdesi ile kapanması neticesinde Kur'an'ın ruhu ve mesajının temeli kaybolmuÅŸtur.[8] Ayrıca İslami nizam toplumdaki iç karışıklıklar nedeniyle Asrı-ı Saadet'ten sonra yara almış ve Hz. Osman'ın hilafeti zamanında cahiliye yavaÅŸ yavaÅŸ yeniden hortlamaya baÅŸlamıştır. Böylece hilafet son bulmuÅŸ ve yerini saltanat almıştır.[9]

GörüleceÄŸi üzere Mevdudi'nin gözünde İslam'ın getirdiÄŸi kavramsal çerçeve ve İslami yönetim sistemi, sürekliliÄŸini koruyamamış ve tarihin erken döneminde bir kopuÅŸ yaÅŸanmıştır. Bununla beraber Mevdudi İslam tarihinin sürekliliÄŸini tecdid faaliyetleri üzerinden inÅŸa eder. Cahiliyenin İslam toplumlarında tekrar baÅŸ göstermesiyle İslam alimleri cahiliyenin azgınlığı karşısında İslam'ı tekrar hayatın içinde yaÅŸanabilir kılmak adına harekete geçmiÅŸtir ve söz konusu ihya hareketi tarih boyunca cevap etmiÅŸtir.

Sonuç

Genel hatlarıyla ortaya koymaya çalıştığımız ilahi hakimiyet teorisi ve Mevdudi'nin söz konusu teori üzerinden İslam toplumları hakkındaki deÄŸerlendirmeleri çeÅŸitli eleÅŸtirilere maruz kalmıştır. Mevdudi'nin otorite anlayışı üzerinden geliÅŸtirdiÄŸi uluhiyet ve İslam anlayışı ile İslam tarihi tenkidi özellikle eleÅŸtiri oklarının konusu olmuÅŸtur. Bir sonraki yazımızda söz konusu eleÅŸtiriler ayrıntılarıyla ele alınacaktır.

 

[1] Mevdudi, Kur'an'a Göre Dört Terim, 23.

[2] Mevdudi, İslam'da İhya Hareketleri 32.

[3] Mevdudi, İslam'da Siyasi Sistem 35-37.

[4] A.d.e. 27.

[5] Mevdudi, İslam'da Hükümet, 405-412.

[6] A.d.e. 413.

[7] Mevdudi, İslam'da Siyasi Sistem 33-35.

[8] Kur'an'a Göre Dört Terim, 10-13.

[9] Mevdudi, İslam'da İhya Hareketleri 34.

Yorum Yapın