İslamcılığın Ne Olmadığını Anlatmak

Ne çok tanım var İslamcılık üzerine,  ne de çok kafa karışıklığı. Tanımlamalar meseleyi sarahate kavuÅŸturmak adına deÄŸil de karıştırmak amacıyla bilhassa kurgulanmışlarcasına sakil, manipülatif. İslam’a besledikleri düÅŸmanlığı alenen ifÅŸa cesaretine sahip olmayanlar, aynı düÅŸmanlığı izhar etmenin sözünün etki alanını daraltacağı kaygısı taşıyanlar, durduÄŸu yer dışındaki İslam anlayışlarının mahza batıl olduÄŸunu düÅŸünenler, İslamcılık üzerine aleyhte konuÅŸmanın zamanın ruhuna uygun düÅŸtüÄŸünü görenler muhayyel bir tasavvur üzerine İslamcılık tanımlamaları bina etmiÅŸler. Zemin çürük olunca haliyle binanın saÄŸlamlığından söz edilemese de bu çürük binanın dairelerinin talibinin azımsanmayacak miktarda olması Prokrustesin yatağına yatıpta kalkamayanların sayısının bir hayli fazla olduÄŸunu gösteriyor. Malum olduÄŸu üzere Prokrustes, sahibi olduÄŸu hana gelen müÅŸterilerini yatma vakti gelince odalarına çıkartmakta, kendi elleriyle yataÄŸa yatırdığı insanlarının ayaklarının yataÄŸa denk gelip gelemediÄŸine bakmakta, uzun gelen kısımları testere ile kesmekte, kısa gelen ayakları ise mengenelerle çekerek mafsalları, eklemleri kopararak uzatmakta ve böylelikle yatakta olanı bir ÅŸekilde yataÄŸa uyarlamaktadır. İdeal insan formunun yatağının boyutları ile mukayyet olduÄŸuna ve buna uymayan her insan tekinin uzuvlarının kesilerek yatak boyuna eÅŸitlenmesine inanan Prokrustesin fani vücudunun kara topraÄŸa karışmasının üzerinden binlerce yıl geçse de açtığı yolda durmadan yürüyenler aynı yöntemi bilhassa son birkaç yüzyıldır oldukça sofistike ve etkili bir ÅŸekilde sürdürmekteler. Gelgelelim İsmiyle müsemma hiçbir Müslüman yataÄŸa uymamakta, uymadığı gibi yatağı ve yataÄŸa yatmayı kabul etmemektedir. Yatağın sahipleri ise bu açmazın çözümünün bir kısmını isimle müsemmayı ayırmakta bulmuÅŸlar ve buradan hareketle Müslüman Dünyasının oluÅŸturan bireyleri, kurum ve kuruluÅŸları hızla sekülerleÅŸtirme gayreti içerisine girmiÅŸlerdir.  İşte İslamcılık hakkındaki tüm enformasyona/dezenformasyon doÄŸrudan mezkur yataÄŸa yatmama meselesiyle irtibatlıdır.

İslamcılığa dair tariflerin belirsizlik ihtiva etmesi ayrı bir problem mevzusudur. Belirsizlik, tarifine gayret edilen kavramla sair kavramlar arasındaki sınırların geçiskenliÄŸinden kaynaklanabilir ki  bu durumun benzerlerine özellikle sosyal bilimlerde çok rastlanır, zira kavramların her biri pek çok iliÅŸkisel anlam alanına sahiptir. Bir baÅŸka deyiÅŸle bir kavramı ifade etmek ancak pek çok kavramın muhtevasından yararlanmakla mümkündür. BelirsizliÄŸin ortaya çıktığı bir diÄŸer durumun sebebini ise belirsizliÄŸin yarattığı boÅŸluklardan istifade etmek isteyenlerin suyu bulanıklaÅŸtırma yolundaki gayretleri oluÅŸturur. İslamcılık tariflerinin yapaylığında iki halin etkisi olmakla birlikte asıl dikkat edilmesi gereken nokta operasyonel olandır.

Bu sebeplerle biz bu yazımızda İslamcılığın tarifini yapmaktan ziyade ne olmadığını hayatın içinden canlı misallerle göstermeye çalışacağız ve bu iÅŸlemi deÄŸillemeler baÅŸlığı altında gerçekleÅŸtireceÄŸiz.  Bir kavramın ne olmadığını anlatmaya çalışmak, her hangi bir kavramın neyi ifade etmediÄŸi baÅŸlığı altına alınabilecek sayısız kavramın bulunduÄŸu için ilk bakışta beyhude bir çaba olarak görülebilir. Meseleye daha derin baktığımızda ise deÄŸillemelerin fiziksel nesnelerin dünyasında anlamını yitirdiÄŸini, sözgelimi bardağı anlatırken bardak aÄŸaç deÄŸildir demenin bir anlamının olmadığını görmekle birlikte kavramlar dünyasında bu yöntemi uygulamanın oldukça zihin açıcı olduÄŸunu müÅŸahede ederiz. Özellikle aralarında yakın iliÅŸki bulunan kavramların birbirlerinden tefrikinde bu yönteme baÅŸvurmaya sıklıkla mecbur dahi kalırız. Mesela İslam’la Hristiyanlığın ya da İslamla sekülerleÅŸmenin farkını belirtmek için hayatın içinden müÅŸahhas misallerin yardımına baÅŸvurmamıza gerek bulunmamaktadır zira bu iki faklı dinin, görüÅŸün arasındaki aralığın büyüklüÄŸü nazari olarak oldukça belirgindir.  Aynı dinin içinde neÅŸet etmiÅŸ üstelik bir hayli irtibat noktası olan akımların arasındaki farkın tespiti ise bir nevi hudud noktalarının tespitinde kullanılan iÅŸaret taÅŸları hükmündedir.  Özetle her ikisi de ölüm olsa da Marx Stirner’in ölümü ile Fanya Kaplanın ki farklı farklı gerçekleÅŸmiÅŸ ve farklı sonuçlar doÄŸurmuÅŸtur. Kimi basit, kimi karmaşıktır.

DEĞİLLEME BİR

1

 “NakÅŸibendiyenin son parlayan güneÅŸi Seyyid Abdulhakim Arvasidir. Bundan sonra geride kalanlara düÅŸen bu güneÅŸi unutmamak ve ehl-i sünnet ulemanın eserlerine sıkı sıkıya sarılmaktır.”

2

“Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri ile birlikte Velilik mührü de vurulmuÅŸtur. Geride kalanlara düÅŸen bu yolda tabi olarak yürümektir.”

3

“Ben sizin tırmandığınız bu helezonda hav hav ederek arkanızdan tırmanıp dururken, kasemle size teminat vereyim, bu helezonda o kadar beklenmedik ÅŸeyler gördüm. Gözüm açık bir bir gördüm. Size tarif edem bir bir; Felekler burcuna çıktım, melekten merhaba gördüm, bana Hakk’tan nida geldi: Gel ey aşık ki mahremsin, bura mahrem makamıdır, seni ehli vefa gördüm. Sizin içinizde çok ÅŸey gördüm, öyle ihsanlar gördüm ki, hak dostlarına henüz kapaklar açılmamıştı, zarfının üzerine bantlanmış gibi zarflar içinde size gelen ihsanlara ÅŸahit oldum…” (1)

İlk misalde NakÅŸibendiyenin Halidiyye koluna mensup olup Türkiye kamuoyunda Işıkçılar olarak tanınanların, ikinci misalde ise NakÅŸibendiyenin Müceddediye koluna mensup Süleymanlıların anlayışları, üçüncü misalde ise Fetö elebaşısının sözleri yer almaktadır.

  Mekke’de inen Tebbet Suresinde henüz hayatta iken Ebu Lehebin ve eÅŸinin cehenneme girecekleri açıkça belirtilmiÅŸtir.  Ebu lehebin asla iman etmeyecek olması ancak ilahi bir bilgiyle mümkün olduÄŸundan bu sure indirilmiÅŸ ve gerçekten de sureden sonra Ebu lehep on yıl kadar yaÅŸamasına raÄŸmen iman etmeden cehennemi boylamıştır. Ebu Leheb’in sureten dahi iman edenlerin safında yer alması halinde vahyin söylediklerinin boÅŸa çıkma durumu söz konusuyken bu surenin indirilmiÅŸ olması kelamın ilahiliÄŸini açıkça ortaya koymaktadır. İmam Maturidinin de iÅŸaret ettiÄŸi üzere sure geleceÄŸe dair taşıdığı kesin bilgi itibari ile baÅŸlı başına bir mucize niteliÄŸindedir. Hz. Muhammed’in nebilerin sonuncusu olduÄŸunun bizzat Kur’an’da yer alması da Cenab-ı Allah’ın ilminin tüm zamanları ve mekânları kuÅŸatması ile mümkün olmaktadır. Son insan tekinin yeryüzünden silineceÄŸi güne kadar ki tüm insanlara ve ortamlara dair hiçbir ÅŸeyi dışarda bırakmayan kapsamlı bir ilme sahip olmakla ancak son peygamberin kim olduÄŸu söylenebilir.

Seyyid Abdulhakim Arvasi’nin NakÅŸibendiyenin son parlayan güneÅŸi olduÄŸunu söyleyenler zorunlu olarak iki durumdan birden iÅŸaret ederler. Durumlardan ilkini kıyamete kadar gelecek tüm insanlar hakkında böylesi bir bilgiye sahip olmaları, diÄŸerini kendilerine Rableri tarafından özel olarak bu bilginin verildiÄŸi hususu oluÅŸturmaktadır. Sözün sahipleri kendilerine kimselerin bilmediÄŸi bir sırrın emanet edildiÄŸini ileri sürmek suretiyle Seyyid Abdulhakim Arvasi üzerinden bizzat kendilerinin yüceltilmesini gerçekleÅŸtirilmektedir. Süleyman Hilmi Tunahan hazretleri ile birlikte Velilik mührü de vurulmuÅŸtur’ iddiası da aynı zaafları içermekte olup, İstikbalin bilgisine sahip olmayan birinin bu sözleri söyleyebilmesi mümkün deÄŸildir. 

Mahiyeti itibari ile mehdi, mesiyanik olan bu söylemlerle amaçlanan var olan yapılara baÄŸlıları nezdinde masumiyet ve doÄŸrudan Allah tarafından verilmiÅŸ dokunulmazlık zırhı kazandırılmasıdır. İslam Dünyasının pek çok coÄŸrafyasında her zaman diliminde benzeri söylemlere sıklıkla rastlamak mümkündür. Misal: On Dokuzuncu Yüzyılda Hindistan’da Gulam Ahmed kurulan KadıyaniliÄŸin liderine bir takım baÄŸlılarınca Nübüvvet sıfatı yakıştırılır. Karşı çıkmadığı bu sıfatla ilgili olarak çok farklı yorumlarda bulunup kendisinin “yeni bir kitap getiren kiÅŸi” anlamında bir peygamber olmadığını, nübüvvetinin “Allah’ın has ve seçilmiÅŸ bir kulu” manasında deÄŸerlendirilmesi gerektiÄŸini, bu noktada nebîliÄŸinin velâyet nuruna sahip bulunması sebebiyle mecazi anlamda zıllî (gölge) ve burûzî (yeniden belirme) biçiminde anlaşılabileceÄŸini, ayrıca Allah tarafından kendisine haberler ilham edilmesi açısından “muhaddes” olduÄŸunu ifade eden (2))  Gulam Ahmed’le bu sözlerin sahipleri anılan hususta aynı çizgide durmaktadırlar. Kaldı ki  Kadıyaniler Hanefi fıkhına titizlikle baÄŸlı olup Nübüvvet, Mehdi ve Cihat hakkındaki görüÅŸleri dışında diÄŸer hususları sair Müslümanlarla oldukça benzerdir.

Son tahlilde cemaatin kurucu lideri ya da örnek alınan ÅŸeyhi aşılmaz, aşılması mümkün olamaz olarak görülmekte ve bu kabul kendilerinden olmayan/olamayan Müslüman birey ve yapıları ötekileÅŸtirme neticesini kendiliÄŸinden doÄŸurmaktadır. Bu yapıların mensuplarına göre diÄŸer Müslümanlar iyi niyetli ama en hafif nazarla ehli bidat olarak nitelenen insanlardır.

Karakoç, ‘GeçmiÅŸ zamanın üstatlarını küçük görmemeli, ama onların da esiri olmamalı’ (3) demek suretiyle aşılmazlık zırhına sonradan büründürülen İslam Büyüklerine gösterilmesi gereken sahici tavrın ne olması gerektiÄŸine iÅŸaret etmektedir. Hazreti peygamberin tasarrufları arasında bile külli ve cüz’i tasarruf ÅŸeklinde yapılan yaygın ayrımların mevcut olduÄŸu, Aslen sünnetin keyfiyeti ve baÄŸlayıcılığı üzerine geçmiÅŸten bugüne yapılagelen tartışmaların odak noktasını da bu ayrımların mahiyetinin oluÅŸturduÄŸunu düÅŸünmek bu söylemin yanlışlığını tek başına ortaya koymaktadır. Zamanla ve mekânla kayıtlı olmak insanın kaderidir.  Bu kayıtlar sebebi ile insan son derece sınırlı bir bilgiye ve kuvvete sahiptir. Sadece seçilmiÅŸ kullar olan Peygamberlere Cenab-ı Allah tarafından verilen vahiyle tüm zamanlara ve mekânlara seslenebilme imkânı verilmiÅŸtir.

İslamcılar gerek bu çaÄŸda gerek geçmiÅŸte yaÅŸamış seçkin büyüklerinin tarihle ve mekânla kayıtlı kullar olduÄŸunu kabul ettikleri için kurucu lider kültünü reddederler.

DiÄŸer iki örnekten farklı olarak üçüncü örnekte bizzat cemaat liderinin kendi makamını kutsayan sözleri yer almaktadır. Bütün konuÅŸmalarında olduÄŸu gibi mahfiyet perdesi altında hav hav cümleleriyle baÅŸlayan cümle Fethullah Gülen’in kendisini miraca çıkarmasıyla sona ermektedir.  Meleklerle merhabalaÅŸma, Allah’ın kendisi ile konuÅŸması,  kendisine baÄŸlı olanlara verilen ihsanları görme, mahrem makamına eriÅŸme, ehl-i vefadan olma… Sahabelerden hiç birinin bir tekini söylemeye asla cüret edemeyeceÄŸi sözlerle kendisini seçilmiÅŸ kullardan olduÄŸunu beyan etmekte böylelikle kendisine itaatsizliÄŸi doÄŸrudan Allah’a itaatsizlikle eÅŸitlemektedir.  

DEĞİLLEME İKİ

Zamanla ve mekânla kayıt olmak, kendi zamanında ve mekânında söylenen sözlerin olduÄŸu gibi baÅŸka mekân ve zamanlara taşınmasının baÅŸlı başına bir problem olduÄŸunu kabul etmeyi beraberinde getirir. 1715 Yılında Bursa’da vefat eden Bursevi ÅŸöyle demektedir: “Bizim asrımız ekâbirinin ekserinde her türlü bidat mevcuttur; zira acem gibi bir mendil döÅŸeyip üzerine iskemle ve onu dahi üzerine sini dedikleri altı korlar.” “Sarık ehl-i sünnetin ÅŸiarıdır. Sarığı nedeniyle bir kimseyi ayıplama ve ona tan etmek, Resulullah’ın ve meleklerin sünnetini ayıplama manasına geldiÄŸi için küfürdür. Sarığı terk eden bid’at ve delalet içindedir.’ (4)

Anlaşılacağı üzere Bursevi(ö.1715) Anadolu’da sofra bezi, sofra örtüsü diye bilinen örtünün üzerine konulan yüksekliÄŸe yerleÅŸtirilen sininin Farslardan gelen ve ileri gelenler tarafından uygulanan bir bid’at olduÄŸunu söylemektedir. Bursevi’yi bu hükme iten sebep Efendimizin(S.A.V) sini ve sini altlığını kullanmamış olmasıdır. İçinde bulunduÄŸumuz günlerde ise masada yemeyi Frenk uygulamasından sayarak bidat olarak niteleyenler bulunmakta ve fakat onlar da çoÄŸunlukla sini ve sini altı kullandıkları için Bursevi’ye göre bidat olan bir eylemi gerçekleÅŸtirmektedirler.

Bursevi’nin içinde bulunduÄŸu vasatın belirli koÅŸulları altında söylemiÅŸ olduÄŸu bu sözün aynıyla alınıp bu güne taşınması kendi içinde pek çok problemi barındırmaktadır. Yapılması gereken Bursevi’yi bu hükme götüren endiÅŸelerin tespitidir. GeçmiÅŸte yaÅŸamış bir İslam âlimini dikkate almak ta ancak bu yolla mümkündür. Verilen hükümlerden ziyade hükme götüren saikleri ve yolları araÅŸtırmak zahmetli, çetin bir yol olmakla beraber oldukça deÄŸerlidir.  İslamcı DüÅŸünce gerek bu çaÄŸda gerek geçmiÅŸte yaÅŸamış seçkin büyüklerinin dinin asıllarına dair olmayan sözlerinin her zaman ve mekânda mutlak olarak doÄŸru olduÄŸunu bu sebeple kabul etmez. Åžer’i hükümlerin illeti ve hikmeti nasıl tahkik ediliyorsa İslam büyüklerinin uygulamaları da aynı iÅŸleme tabi tutulur.

DEĞİLLEME ÜÇ

 “Osmanlı KureyÅŸten deÄŸildir. HalifeliÄŸi meÅŸru deÄŸildir. “(Ahmed Rıza han Barelvi)

Ahmed Rıza Han Barelvi Hint alt kıtasında on milyonlarca mensubu olan bir hareketin kurucusudur. İngiliz iÅŸgali altındaki Hindistan’ın Hanefi Fıkhına göre Darülislam olduÄŸu yönünde fetvalar vermiÅŸ, İngilizler aleyhine hiçbir oluÅŸuma katılmamış ve Birinci Dünya Harbinde Cihad ilan eden Osmanlı’nın KureyÅŸ’ten olmadığı için halifeliÄŸinin meÅŸru olmadığını dolayısıyla fetvanın geçersiz olduÄŸunu söylemiÅŸtir.

Sahih Hadis kaynaklarımızda KureyÅŸin HalifeliÄŸi hakkında pek çok rivayet yer almaktadır: “Muhakkak ki bu iÅŸ (yönetim) KureyÅŸ’tedir. Onlar dini ikame ettikleri sürece kim onlara düÅŸmanlık ederse Allah onu yüzüstü süründürür.” (Buhârî, “Menâkıb”, 2; Nesâî, “Siyer” 103, 8697; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XXVIII, 65) “KureyÅŸ’ten iki kiÅŸi kaldığı sürece bu iÅŸ onlardadır.” (Buhârî, “Menâkıb”, 2; Müslim’in rivayetinde “İnsanlardan iki kiÅŸi kaldığı sürece bu iÅŸ (yönetim) onlardadır.”  Müslim, “İmâre”, 4; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VIII, 141; Ahmed b. Hanbel, Müsned, XIX, 446; Ebû Ya’lâ, Müsned, IX, 438. “Bu iÅŸte insanlar KureyÅŸ’e tabidir. Müslümanları Müslümanlarına kâfirleri kâfirlerine (tabidir.)”( Buhârî, “Menâkıb”, 1; Müslim, “İmâre”, 1.) Bununla birlikte Efendimizden nakledilen “Başı kuru üzüm tanesi gibi HabeÅŸli bir köle dahi yönetici tayin edilse dinleyin ve itaat edin.(Buhari-Ahkam) “Başınıza, sizi Allah’ın kitabı ile yöneten burnu kesik siyah bir köle emir tayin edilse bile onu dinleyin ve itaat edin” (Müslüm Hac 9) ÅŸeklinde rivayetlerde bulunmaktadır. Bu hadislere göre emirin deÄŸil KureyÅŸli Arap olma ÅŸartı bile aranmamaktadır. Keza Hz. Ömer’den bir halife adayı önermelerini istediklerinde sahâbeye, “EÄŸer saÄŸ olsaydı, ÅŸüphesiz onu tayin ederdim” dediÄŸi Huzeyfe’nin azatlısı Salim KureyÅŸli deÄŸildir. Hazreti Peygamberin vefatının ardında Sakifte gerçekleÅŸen toplantıda Hazreti Ebubekir’in “Siz bu iÅŸe ehilsiniz. Lakin Araplar bu iÅŸin KureyÅŸ’in bu boyundan baÅŸkasının hakkı olduÄŸunu düÅŸünmezler. Onlar nesep bakımından Arapların orta kesimini oluÅŸtururlar.” Diyerek onları Hilafet makamına layık gördüÄŸünü lakin siyaseten Arapları ancak KureyÅŸlilerin bir arada tutacağını ifade etmektedir. Ayrıca Allah Rasulü’nün (s.a.v.) “Mülk (idare) KureyÅŸ’te, kaza (yargı) Ensar’da, Ezan HabeÅŸ’te, emanet Ezd’de yani Yemen’dedir” hadisi de KureyÅŸlilik meselesinin ÅŸart olmadığı noktasında karinedir. Zira hiç kimse hadiste geçtiÄŸi gibi yargı görevini icra etmesi için Ensar’dan birini, ezan okuması için HabeÅŸli birini, bir emanet bırakmak için illa da Yemenli birini aramamaktadır. Peki, halife olması için neden KureyÅŸli aransın? Hadiste geçen “kaza (yargı) Ensar’da” ifadesinin, Müslümanlara, aralarında çıkan nizaları çözmek için kıyamete kadar Ensar neslinden birini bulmalarını talep ettiÄŸi ÅŸeklinde anlaşılamayacağı açıktır. Bu hadisi, söz konusu görevlerin mezkûr kabilelere hasrettiÄŸi ÅŸeklinde anlamak mümkün deÄŸildir. Hz. Peygamber belli özelliklerini öne çıkararak bu kabileleri taltif etmiÅŸtir. Ancak bu söz konusu görevlerin baÅŸka topluluklar tarafından eda edilemeyeceÄŸi anlamına gelmez. Buna göre fertler arasındaki anlaÅŸmazlıkları hükme baÄŸlamak için Ensar’dan, ezan okunması için HabeÅŸ’ten, emanet bırakmak için Yemen’den birini aramak söz konusu olmadığı gibi mülk (devlet baÅŸkanlığı) için illa da KureyÅŸli birini aramak söz konusu deÄŸildir.

İktidarı sadece KureyÅŸ’in hakkı olarak gören fakihler, Büveyhîler’in, adını hutbelerden kaldırdıklarında Abbâsî halifesinin itibarını iade eden Selçuklu dönemine, Haçlı ve MoÄŸol istilaları gibi İslâm toplumunun tarihte karşı karşıya kaldığı iki büyük meydan okumayı defetmiÅŸ olan Memlük ve Osmanlı dönemine tanıklık etmiÅŸ olsalardı yine de hilâfetin KureyÅŸ’e ait olması gerektiÄŸinde ısrarcı olurlar mıydı?  ÇaÄŸdaÅŸ tarihçilerden İmaduddin Halil’in deyiÅŸiyle, “tarihin çaÄŸrısına icâbet eden genç ve dinamik bir aktör olarak ortaya çıkan” Memlükler ve Osmanlılar var olma ve yok olma tehdidi karşısında Müslümanların ve beldelerinin güvenliÄŸini saÄŸlamak ve ahkâm-ı ÅŸer‘iyeyi tatbik etmek üzere tarih sahnesine çıkmış olan aktörlerdir. Bu aktörler İslâm hukukçularının, bir dârın dârü’l-İslâm olabilmesi için gerekli gördükleri güvenliÄŸi saÄŸlayıcı güçlerdir. Dârü’l-İslâm için gerekli görülen ÅŸer‘î ahkâmın tatbiki ancak bir iktidarla mümkün olabilmektedir. Bir iktidarın uygulamalarının baÄŸlayıcı olabilmesi ve egemen olduÄŸu topraklarda kendisini bu yetkisinden de-facto yoksun bırakmak isteyen iç veya dış meydan okumalar karşısında bekasını koruması ancak sosyal ve fiziksel güçle mümkün olabilmektedir. KureyÅŸlilik belirli bir dönem iktidara, ihtiyaç duyduÄŸu bu gücü tedarik etmiÅŸ, bu özelliÄŸini kaybettiÄŸinde de halifede aranan ÅŸartlardan birisi olma özelliÄŸini kaybetmiÅŸtir. Dikkatle incelendiÄŸinde bu deÄŸerlendirmenin halifenin hangi kabileye mensup olduÄŸuna deÄŸil Arap Yarımadasının o an içinde bulunduÄŸu sosyo-politik durumuna odaklanan bir deÄŸerlendirme olduÄŸu görülmektedir. Hz. Peygamber’den (s.a.v.) vârid olduÄŸu sabit olmuÅŸ olan KureyÅŸlilik ile ilgili rivayetler “İ’mâlü’d-delîl evlâ min ihmâlihâ-Delili iÅŸletmek onu ihmal etmekten evladır” kaidesi gereÄŸince ihmal edilmeksizin cem edilerek telif edilebilir. Böylece söz konusu rivayetlerin belirli bir kavme deÄŸil iktidarın velayet görevini yerine getirebilmesi için ihtiyaç duyduÄŸu güç ve nüfuza iÅŸaret ettiÄŸi ÅŸeklinde yorumlanabilir. Nitekim KureyÅŸliliÄŸi in‘ikad ÅŸartı olarak gören muhaddis ve fakihler dahi ilgili hadislerin ÅŸerhleri sadedinde KureyÅŸin nüfuz ve etkin gücüne iÅŸaret etmiÅŸlerdir. (İslamcılar Sünnette yer alan hükümlerin belli bir kısmının cüz’i olduÄŸunu düÅŸünürler. Bu sebeple hükümlerin günümüz dünyasında karşılığını bulmaya çalışırlar. Bunu gerçekleÅŸtirirken klasik usul kitaplarında yer alan vesail, makasıd gibi tasniflerden sıklıkla yararlanırlar.

DEĞİLLEME DÖRT

“Tarih boyu derin ve köklü bir kültüre ve kültür mirasına sahip olan Türk milletinin kendi kültürlerini terk edip AraplaÅŸması beklenemeyeceÄŸine göre, yapılması gereken yegâne ÅŸey, İslamiyet’i Türk kültürü içerisinde eritmek ve bir Türk İslamı oluÅŸturmaktı İşte, Maturudi, Ebu Hanife’nin yöntemine baÄŸlı kalarak bunu baÅŸarmak ve dinde aklın nasıl dengeli bir biçimde kullanılabileceÄŸini göstermek için Tevhid ve Tevilat’ı kaleme almıştır” (Hanefi Özcan ‘Türk Din anlayışı’)

Özcan’a göre İslamlaÅŸma süreci öncesinde Türk Milletinin birkaç bin yıldır tevarüs ederek gelen derin bir kültürü ve bu kültürün deÄŸiÅŸmez, deÄŸiÅŸmesi teklif dahi edilemez ilkeleri bulunmakta olduÄŸundan İslam Dini ister istemez Türk Milleti içerisinde varlığını sürdürmek için bu kültüre kendinden tavizler vermek mecburiyetindedir. Bu karşılaÅŸmada varlığını sürdürecek olan Türk Kültürü, eriyecek olan ise İslam’dır. Aslolan Türklük, tali olan İslam’dır. Tamlayan Türklük, tamlanan İslam’dır. Böyle bir yaklaşım ancak beÅŸer tarafından uydurulmuÅŸ her hangi bir din ile bir kültürün karşılaÅŸmasından söz konusu olabilir.

20. yüzyılın baÅŸlarından itibaren popülaritesi giderek artan bu yaklaşımın öncü isimlerinde biri de Yahya Kemal ÅŸöyle demektedir. “Ben her ÅŸeyden evvel bir Türk gibi duyarak yazıyor idim ve ‘Bu nevi edebiyattan tam yerli Müslüman olan ruhlar ÅŸiddetle hoÅŸlanıyorlardı. Siz kimsiniz, kaç kiÅŸisiniz… bütün bir Türk Milletinin tarihi hatıralarına ne karışırsınız. Türk Milleti dinini istediÄŸi gibi benimsemiÅŸtir… Evet bu millet, İslamiyet’i kendi mizacına göre kabul etmiÅŸ ve çok eski putperestliÄŸi ile karıştırmış ve öyle sever, onun uÄŸruna yalnız bu sebeple ölür’ sizin itirazlarınızla yaprak bile kıpırdamaz”

Yahya kemal bu sözleri Babanzade ile konuÅŸmasında söylemiÅŸtir. Hikâyenin aslı ÅŸöyledir; Yahya kemal 1921-1922 arasında Tevhid-i Efkâr’da yazdığı esnada, Eyüp Sultana iliÅŸkin bir yazı yazarak, bu yerin halkın gözünde kutsiyetinden bahsetmiÅŸ. O esnada kendisi gibi Edebiyat Fakültesinde ders vermekte olan Babanzade Ahmet Naim Bey’le öÄŸretmen odasında karşılaÅŸtıklarında, Babanzade, Yahya Kemal’e Eyüp Sultan yazısı yüzünden çıkışarak; ‘islamiyet’e ettiÄŸiniz zararı bu ara kimse etmiyor, bu zavallı milleti daima ÅŸaşırtıyorsunuz. Bir zaman Türkçülükle ÅŸimdi de İslamiyet’i efsaneler üzerine kurulmuÅŸ bir din gibi göstererek, hasılı bu ÅŸaşırmış millete bir türlü ÅŸaşırtmayı icat ediyorsunuz İslamiyet’te ölülere ibadet, ölmüÅŸ insanları filan ve falan semtte hazır ve nazır zannetmek gibi itikatlara yer yoktur. Peygamber Efendimiz Hazretlerinin kendi naaşı bile takdis olunamaz İşte İslam’ın Hristiyanlara ve diÄŸer dinlere faikıyeti bundandır. Böyle batış ÅŸeylere İslam’da inanılmaz demiÅŸ. Yahya Kemal’de Babanzadeye çok kızmış ve yukarıdaki sözleri söylemiÅŸtir.

Arapların Lat, Uzza, Menat Hübel, İsaf ve naile ve benzeri nice sahte tanrılara ve Arap kültürüne ait olan pek çok hususa savaÅŸ açan İslam Dini ne bir kabilenin ne de bir kültürün dinidir. Kendisine tabi olunması Allah’ın kelamıdır. Ataların dinine baÄŸlılık adına vahye karşı çıkanların durumunun pek çok peygamber kıssasında ÅŸiddetli bir ÅŸekilde Allah tarafından kınanması sarahaten göstermektedir ki açık nassın olduÄŸu yerde söz sadece nassın ta kendisinindir.

Yukarıda yer verdiÄŸimiz tartışma hakkında Yasin Aktay’ın tespitlerine kulak kabartmak gerekmektedir. “Bidat ve hurafelere kültürel zenginliklerimiz olarak bakmaktan çekinmeyen Türk muhafazakârları, bunu sadece BatılılaÅŸma hareketinin İslam’a bunlar üzerinde saldırmasına bir tepki olarak yapmamışlardır. ÇoÄŸu zaman bu tepki, ümmete gönderme yapan İslamcıların Türk Kültürünü arka plana itme ihtimaline karşı da yüksek sesle dillendirmiÅŸlerdir. Çünkü bu dönemde ve aslında her zaman, dinin asli yorumlarına dönmeyi salık veren İslamcılık, yerel-kültürel deÄŸerlere bir saldırganlık olarak algılanmıştır. Saldırganlık, İslamcılığın Kitab’ı merkeze alan yorumunun pratik sonuçlarında hissedilmiÅŸtir. En önemli sonuç, görüntünün büyük ölçüde AraplaÅŸmaya zorlaması ihtimalidir. Zira bilinçaltında, Kur’an’ın lafzi/kitabi yorumunun aynı zamanda Kur’an’ın indiÄŸi koÅŸulların birebir tekrar edilmesine yönelik bir teklif içeriyor olduÄŸuna dair bir korku vardır. Yani, modernleÅŸme BatılılaÅŸma ile özdeÅŸleÅŸtiÄŸi oranda, İslamlaÅŸma da bir tür AraplaÅŸma olarak algılanmıştır. İslamcılığın evrenselci vurguları ise, bu AraplaÅŸma art niyetini kamufle eden bir ideoloji olarak algılanmıştır. Bu korkuyu besleyen, kuÅŸkusuz çok revaçta bazı yorumlar da yok deÄŸildir” 6

İslam’ı kendine din olarak seçen bir kavmin insanları, dini anlarken kendi ruh ve karakterlerini ancak İslam’ın sınırları içerisinde kalmak ve İslami yaÅŸantıyı tahkim etmek amacıyla devreye sokabilirler.  Millî hususiyetler İslam’ın amir hükümleri ile çatıştığı anda mutlak surette terk edilmelidir.

İslamcılar milli hususiyetlere önem vermekle beraber bu önemin mahiyetini kaynaklar hiyerarÅŸisine göre konumlandırırlar.

DEĞİLLEME BEŞ

BeÅŸinci deÄŸillememize İsmail Kara’nın iktibası ve tespiti ile baÅŸlıyoruz: Åžemseddin Sami 1900 Baskı tarihli Kamus-ı Türkisinin Gavur Maddesine ÅŸunları yazmıştır. “Gavur: Farsça Mecusi ve AteÅŸperest demek olan gebr’den veya Arapça kafir’den. 1. Vahdaniyete inanmayan adam, kâfir, müÅŸrik. 2. Gayrimüslim, Nasranî. Gâvur olmak: dinden düÅŸmek, küfretmek. Åžemseddin Sami burada kalmamış maddenin altına “Amiyane ve kaba bir tabir olduÄŸundan istimali terk olunmuÅŸtur”  ibaresini dercetmiÅŸ. Yani sözlükte madde ÅŸöyle geçiyor

Abdurrahman Åžeref Bey’in aktardığına göre 1856 ıslahat fermanından sonra gayrimüslimler için gâvur gibi aÅŸağılayıcı kelimelerin kullanılması yasaklanmıştı. BeyoÄŸlu gibi gayrimüslimlerin yoÄŸun olarak yaÅŸadıkları yerlerde Hristiyanların, kendilerine gâvur dedikleri gerekçesiyle Müslümanları ÅŸikâyet etmeleri üzerine tabur aÄŸası’ gâvura artık gâvur denmeyeceÄŸini bilmiyor musunuz? Diye Müslümanlara çıkışmış, ardından bu söz dillere düÅŸmüÅŸtür.

Kendisini İslam’a nispet etmeyenlere yani Gâvura ve küffara Gâvur ve küffar demek aynı zamanda Müslüman KimliÄŸimize vurgu yapmanın bir baÅŸka biçimidir.  Kimliklerin ortadan kaldırıldığı, her ÅŸeyin grileÅŸtiÄŸi çağımızda kimliÄŸin önemini vurgulamak İslamcıların ödemekle yükümlü oldukları borçlardandır.

DEĞİLLEME ALTI

“YavaÅŸ yavaÅŸ o hale geldim ki bir kandil çöreÄŸi, bir ramazan manisi iyi yakılmış bir mahya… benim için Müslümanlığın ta kendisidir.” (Mahur Beste)

Türkiye’de muhafazakârlığın Yahya Kemalden sonra zirve ismi olarak bilinen Ahmet Hamdi Tanpınar’ ait olan bu söz,  Müslümanlığı Kültürel unsurdan ibaret gören zihniyetin gerçekte ne düÅŸündüÄŸünü, ne hissettiÄŸini göstermesi açısından önemlidir. Kandil çöreÄŸi, ramazan manisi, mahya gibi görüntüler elbette nesiller boyu tevarüs eden bir anlama, anlamlandırma ve anlamı günlük dille canlandırma biçiminin sembolleridir. Bir baÅŸka deyiÅŸle bir toplumun düÅŸüncesi vahyin bir unsuru ile yani oruçla, ramazan ayı ile Kadir gecesi ile etkileÅŸime geçmiÅŸ bu etkileÅŸimin hasılası olan coÅŸkunluÄŸun taÅŸması ve toplumun her ferdinden yankısını bulması kendisini somut göstergeler vasıtasıyla izhar etmiÅŸtir. Batılı kelimelerle ifade edecek olursak fenomenin oluÅŸumuna sebep veren bir numen bulunmakta ve bu numen özde aynı olan ve fakat görünüÅŸte farklılaÅŸan tecellilere kaynaklık teÅŸkil etmektedir. Bu yüzden önemsiz diye türedi diye lakaytlıkla üzeri çizilemez. Bununla birlikte Tanpınar’ın yaklaşımında kabuÄŸun varlık sebebi olan özün ikinci plana itildiÄŸini, hatta yok sayıldığını görmekteyiz. Gerçekten de bu yaklaşımda olan biten fenomenin numen yerine ikame edilmesidir. Her kültürün kendi fenomenlerini her alanda üretmesi vakıası üzerinde düÅŸündüÄŸümüzde ise bu durumun en nihayetinde vahyi anlamsızlaÅŸtıracağı en azından belirsizleÅŸtireceÄŸi neticesine ulaşırız.

Misal verelim; Müslüman toplumlar hayatlarının merkezinde olan namazlarını ikame edebilmek ve aralarında ünsiyeti saÄŸlayabilmek gibi sebeplerle Yeryüzünün her bir köÅŸesinde mescidler inÅŸa etmiÅŸlerdir. Kubbeli çadırlarının formunu camilerine yansıtan ve asıl dikkat çekici geliÅŸmesini Türk/İslam Mimarisinde bulmuÅŸ olan camilerin yanı sıra kubbeye hiç iltifat etmeyen cami mimari örnekleri de bol miktarda bulunmaktadır. Dip not :  Sanat tarihçisi Josef Strzygowski’ye göre gök kubbeyi temsil eden Türk Kubbesi(topak ev) Orta ve ön Asya’dan bütün dünyaya yayılan kubbe mimarisinin menÅŸeidir.) İster kubbeli ister kubbesiz olsun, ister minareli ister minaresiz olsun mescidlerin inÅŸasının lahuti bir boyutu, bir özü bulunmaktadır. Önemli olan da bu özün muhafazasıdır. Bu özü taşımayan aksine bu özü imha etmek üzere inÅŸa edilen mescidlerin içinde Efendimiz ve mü’minler namaz kılmaktan dahi men olunmuÅŸlardır. (Tevbe Suresi 10-108)  Sultanahmet Camiinde, Süleymaniye’de ruhun dalgalanması, vecd ile Yaradanına yönelmesi ne Sultanahmet’i ne Süleymaniye’yi Müslümanlığın ta kendisi haline getirir. Müslümanlığın ne olduÄŸunu Aziz Kitap kendi bütünlüÄŸü içerisinde ne güzel ifade etmektedir. “Yüzlerinizi doÄŸuya ve batıya çevirmeniz iyilik(birr) deÄŸildir. Asıl iyilik Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan sevgilerine raÄŸmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoÄŸru kılan, zekâtı veren, anlaÅŸma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar sadık olanlardır. İşte bunlar muttakilerin ta kendileridir” (2/Bakara 177)

DoÄŸru ÅŸeylere inanma(Sahih akide), inancın salt bir duygudan ibaret kalmayıp hayata yansıması neticesinde çok sevilen maldan Allah yolunda harcama, Allah’a ve kullarına verdiÄŸi ahitleri yerine getirme ve imtihanın en ÅŸiddetli olduÄŸu anlarda dahi sabretme gibi hususlar fazilet erdem olarak tanımlanmakta ve ‘Yüzlerinizi doÄŸuya ve batıya çevirmek iyilik deÄŸildir’ denmek suretiyle de özünü yitiren bir kabuÄŸun hiçbir anlam ifade etmediÄŸi ifade edilmektedir.

Hülasa kabuÄŸu öz; özü kabuk mesabesine indiren ve böylelikle bir ters yüz iÅŸleminden ibaret olan bu yaklaşım İslamcılarca reddedilir.

DEĞİLLEME YEDİ

“Kar yaÄŸdığından dolayı hemen kardan adam yapma yarışına koyulan arkadaÅŸlar; Bu iÅŸ göründüÄŸü kadar masum mu acaba? Sonuçta farkında olmadan malzemesi kar olan bir heykel(put) yaptığınızın farkında mısınız? İster tapınılsın, ister tapınılmasın. Yapılan sonuçta bir heykel(puttur)” (Abdülhamit Kahraman)

Herhangi bir nesnenin put haline gelebilmesi o heykelin ilahi bir varlık olduÄŸu ya da ilahi varlığı temsil ettiÄŸinin kabulü ile mümkündür. Heykele doÄŸrudan ilahilik atfetmek putperestliÄŸin en ham, en düÅŸük ÅŸeklidir ki Cahiliyye Dönemi müÅŸrik Arapları içerisinde böyleleri de bulunmaktadır.  Heykeli, ilahi güce sahip olduÄŸuna inanılan bir varlığın sembolü olarak görmek ve böylelikle sembole tapınarak ilahi varlığa ulaÅŸmaya çalışmak ÅŸirkin daha sofistike bir hali olup Cahiliyye Dönemi Mekke Arapları arasında bu hal daha yaygın olarak bulunmaktaydı. Meleklere, cinlere, gök cisimlerine, ata ruhlarına, Peygamberlere, salih insanlara veya bunların sembollerine velev ki Allah’a yakın olmak için tapınanlar yine aynı putperestlik formunu gerçekleÅŸtirirler. “iyi bil ki halis din ancak Allah’ındır. O’ndan baÅŸka bir takım dostlar tutanlar da ÅŸöyle demektedirler: ‘ Biz onlara sadece bizi Allah’a yaklaÅŸtırsınlar diye ibadet ediyoruz…” (Zümer Suresi 3. Ayet/Elmalılı Hamdi Yazır Meali) Aziz Kur’an’da putperestliÄŸi ifade  etmek için yere yer kullanılan Heyakil, Temasil, Evsan ,Esnam gibi kavramların anlam alanları da kudsiyetin nesnenin kendisinde deÄŸil , nesneye kutsallık atfeden insanın zihninde olduÄŸuna iÅŸarete ederler.  Bu açıdan herhangi bir insanın ya da nesnenin putunu yapmadan da ona tapmak mümkündür ki Müslümanların yakın/uzak tarihlerinde maalesef görülebilen durum budur.

 Resim/Heykel yasağının sınırsızca geniÅŸletilmesi masum bir eÄŸlence için genelde çocuklar tarafından yapılan kardan adamı put yapımı ile eÅŸdeÄŸer görmek, lafzın bütünü ile ruhunu görmezden gelen bir anlayışla mümkündür.

İslamcılar,  hükmün tıpkı bir insan teki gibi lafzı ve ruhu ile bir bütün olduÄŸuna inanırlar.

DEĞİLLEME SEKİZ

“Yarın ahirette kabirden çıkan bir adamı azap melekleri yakalasa, azaba götürürken o adam dese ki ‘ben NakÅŸibendi Tarikatı’nın Halidi Kolundanım’ dese bırakırlar. (7)

Cübbelinin sözlerini önerme ve hüküm kalıplarına dökersek ÅŸu sonuçlarla karşılaşırız.

Birinci Önerme

Amelleri tartılmış ve günahları sevaplarından fazla gelmiÅŸ bir mü’min dahi cehenneme götürülürken intisap mahalli olarak NakÅŸibendiyenin Halidiye Kolundan olduÄŸunu söylerse azaptan kurtulur.

İkinci Önerme

Cübbeli Ahmet NakÅŸibendiyenin Halidiye Koluna mensuptur.

Hüküm 1

Cübbeli Ahmet bu mensubiyeti dolayısıyla günahları sevaplarından fazla olsa dahi hiçbir azaba uÄŸramayacaktır. 

Hüküm 2

Cübbeliyi Dinleyen, dinlemeyen NakÅŸibendiyenin Halidiye Koluna tüm insanlar azaba uÄŸramayacaklardır.

Yukarıda yer verdiÄŸimiz anlayışın ülkemizdeki tescilli numenelerinden biri de Fethullah Gülen’dir. 06.04.1979 tarihli bir ses kaydında Gülen ÅŸöyle demektedir: “Ve üç-beÅŸ gün evvel bir çocuk yanıma gelecektir, bana ÅŸunu anlatacaktır, hislerimden dolayı muahaze etmeyin beni, bağışlayın. HaÅŸr ü neÅŸrin bütün endiÅŸe verici keyfiyetiyle cereyan ettiÄŸini gördüm, alev alev dehlizlerden alev çıkıyor gibi cehennemin ortalığa dehÅŸet saldığını gördüm, tutup tutup milleti cehenneme atacaklar gördüm ve derken selvi boylu birisi, incelerden ince birisi … cehennemin kapısına kollarını gerdi, girilmez buradan içeriye dedi, halkı önüne alıyordu, kimse girmesin diye çırpınıyordu. ÖnlemiÅŸti ilk gelenleri, girmiyordu artık kimse içeriye. Fakat arkadan gelen bir zılgıta dayanamamıştı, çekiliverince herkes içeriye itiliyor ve herkes cayır cayır yanıyordu, içinde tanıdıklarım da vardı diyor, çocuÄŸu dehÅŸet almıştı, ürpere ürpere anlatıyordu, ama ben caminizde gördüklerimi görmüyordum orada diyor, cemaatimizde gördüklerimi görmüyordum orda diyor, tanıdığım arkadaÅŸlar vardı, korunmuÅŸ ve geride kalmışlardı. Neyi ifade ediyor sana, ne anlatıyor bunlar sana, cemaatin içinde perdesini kaldırıp imamın sana baktığını anlatıyor, batmayan güneÅŸin, gurûb etmeyen güneÅŸin sana baktığını anlatıyor…” (8)

“Ey Resulullah’ın kızı Fatıma! Sen de kendini Allah’tan satın almaya çalış; zira senin için de bir ÅŸey yapamam.”( Buhari, Vesaya 11) diyen Efendimizin durduÄŸu yer nerede sözlerin sahibinin durduÄŸu yer nerede! MeÅŸreb, cemaat, tarikat fetiÅŸizmi olarak isimlendirebilecek bu sözlerin ilmi, akli hiçbir dayanağı olmadığı gibi Hırıstiyan Ruhbanların Endülajans belgesi dağıtmalarını andıran bir yönü de bulunmaktadır.

İslamcılar bir cemaate, bir öndere baÄŸlı olmakla cennetin kapılarının doÄŸrudan açılacağı cehennemin kapılarının da doÄŸrudan kapanacağı yönündeki her türlü inancı reddederler. Cennet müjdesinin Allah’a iman edip sonra dosdoÄŸru istikamet tutturan kullar için melekler tarafından çok özel anlarda verileceÄŸine inanırlar.

DEĞİLLEME DOKUZ

İslamcılar Hazreti Peygamberin vefatı ile birlikte vahyin kesildiÄŸine iman ederler. Cenab-ı Allah’ın bazı kullarına bazı hususları ilham yoluyla bildirmesinin mümkün olduÄŸuna inanmakla birlikte ilhamın, Dinin hiçbir kaidesine aykırı olamayacağını ve sadece sahibi için delil teÅŸkil edebileceÄŸini, ikinci bir kiÅŸiyi asla ve kata baÄŸlamayacağını kabul ederler.  Bununla birlikte Tarihsel süreç içerisinde bilgiyi doÄŸrudan Allah’tan, peygamberden aldığını iddia eden insanlar ve onlara tabi olanlar da eksik olmamıştır. Bu anlayışa göre belli insanlar adeta seçilmiÅŸtirler ve Allah onlarla doÄŸrudan konuÅŸmakta olduÄŸundan onlar aracısız bilgiye sahip masumiyet kesbetmiÅŸ kullardır.

“Yani insan, mahiyeti itibariyle zaman üstü, mekân üstü olabilir. Dünü yarınla beraber görebilir. DoÄŸrudan doÄŸruya huzur-i risaletpenâhiye ulaÅŸabilir ve Efendimizi dinleyebilir. Hz. Cibril’i Kur’an okurken duyuyor gibi olabilir. Zât-ı uluhiyyetin bikem u keyf kendisine konuÅŸtuÄŸunu duyabilir. Buna binaen ehlullahtan bazıları Efendimizden ve sahabeden hadis aldıklarını söylüyorlar. Hatta ben tabiindenim diyen insanların sayısı az deÄŸildir… DoÄŸrudan doÄŸruya efendimizden emir aldım diyenlerin sayısı da az deÄŸildir.” (9)

DEĞİLLEME ON

“…Ben sizin samimiyetinize itimad ederek o mübarek ruhu eÄŸer iz’ac etmeyeceksem ona ait bir ÅŸeyi rahatlıkla ifade edebilirim: Belki ÅŸu dakikada beni de hicaba gark edecek ÅŸekilde sizin de saflarınızın arasında bulunmaktadır. Beni dinlemek üzere olmasa bile kendi cemaatinin arasında gezmek, aÄŸlayan gençlerin alnını sıvazlamak, başını okÅŸamak, elini sırtına koymak, ‘yürü evladım!’ demek için aranızda bulunmaktadır.” (10)

Her insan tekinin yapıp ettiklerinin meÅŸruluÄŸunun sorgulanması İslam Dininin temel kaynaklarına bakılarak yapılabilir ve yine Allah katında bir kulun deÄŸeri samimi bir kalple Allah’a yönelerek Åžer’i Åžerife uygun bir hayat sürmesindedir.  Kendisini İslam’a nispet eden her türlü oluÅŸum için de bu durum aynıyla geçerlidir.  Herkes tarafından doÄŸruluÄŸu teslim edilen bu hakikate raÄŸmen rüyalar, yakazalar üzerinden kendisinin İlahi bir onaya sahip olduÄŸunu iddia eden insanlar hiç eksik olmadığı gibi bu insanlar peÅŸlerine milyonlarca insanı takabilmektedir. Bazıları rüya, yakaza boyutunda kalmayıp Hazreti Peygamberin bizzat kendi cemaatine geldiÄŸini, öÄŸrenci evlerini ziyaret ettiÄŸini tekrar ve tekrar söyleyerek kendi ÅŸahsını sorgulanamaz bir noktaya taşımaktadır.  Böylesi sapkın bir ve doÄŸrudan istismar içeren anlayışın yakın zamanlarda en profesyonel uygulayıcısı Fethullah Gülen’dir.

 “Bizim gibiler hakikatte öyle ÅŸeyler görmezler, ama rüyada görebilirler. Gördüm ki ben, Efendimiz elimden tuttu benim. Mina’da dolaÅŸtırdı, Müzdelife’de dolaÅŸtırdı, Arafat’ta dolaÅŸtırdı. Getirdi sahabenin içine kattı. Sonra da hepimizi Kâbe’nin içine doldurdu. Ne güzel ÅŸeyler. Ben buna baÅŸka bir yorum, baÅŸka bir mahmil aramalıyım.

“…Gün be gün mefhar-i mevcudat efendimiz mescitlerimize teÅŸrif buyuruyor, gelecekten ne haber? diyor… ben bu mevzuda meseleyi objektiften alıp, indi ve enfüsi hüviyete büründürmek suretiyle size arz etmek istemiyorum. Ama belki 100 kere var ki kalbi aydın ve içi duru kimselerin âlem-i menâmında belki de bazılarının yakazasında ‘ben İzmir’e gidiyorum, bir oradaki havaya bakacağım’ dediÄŸini duydular kâinatın fahrının. ‘Anadolu’da bana ihtiyaç var, geziye çıktım’ dediÄŸini duydular fahri kâinat efendimizin. Sizin camilerinize geliyor, seccadelere yüzlerini koyan gençlerinize bakıyor, yaÅŸlılarınızın aÅŸk heyecanını yokluyor, cemaatinin kıvama gelip gelmediÄŸine bakıyor… Mefhar-i mevcudat efendimiz vaziyetinize bakıyor, ben o bezmde o âlemde hüküm verme selahiyetine haiz deÄŸilim, onun bir kıtmiri olabilirsem kendimi talihli sayacağım… Fahri kâinat efendimiz bizi bu hava ve ubudiyet içinde yokluyor inanın buna. Ehli keÅŸif ve ehli müÅŸahedenin müÅŸahedesiyle yokluyor…” (11)

Yazımızda yer alan bir, sekiz, dokuz ve on numaralı deÄŸillemelere, İslamcılığın BatıniliÄŸin temel argümanlarına karşı duruÅŸunu ifade ettiÄŸi;  İki, üç, yedi numaralı deÄŸillemelere,  fıkıh ve fıkıh usulü hakkında İslamcılığın bakışını yansıttığı; dört ve altı numaralı deÄŸillemelere, İslam’ı kültüre indirgeyen ve böylelikle vahyedilmiÅŸ olan dine yaÅŸanan tarihin bir parçasından baÅŸka bir ÅŸey olarak bakmayan muhafazakâr bakış açısını verdiÄŸi ve ülkemizde yeniden canlandırılmaya çalışılan Milli Din anlayışını anlattığı,  beÅŸinci deÄŸillemeye ise Müslüman KimliÄŸine vurgu yapmanın önemini sarahaten ortaya koyduÄŸu için yer verilmiÅŸtir.  Yazımızı Yusuf Kaplan’ın tarifi ile sonlandıralım.  “İslamcılık, bizim hem İslam’la hem dünyayla, hem de batıyla nasıl iliÅŸkiler kurduÄŸumuzu ve aslında bu iliÅŸkinin nasıl olması gerektiÄŸini gösteren çok yönlü, bütüncül bir tefekkür, idrak ve varoluÅŸ yolculuÄŸudur”  (12)

KAYNAKÇA

1-(Hisar-3 (İrade Kahramanları), dk. 15.50 vd.) https://cdnuploads.aa.com.tr/uploads/TempUserFiles/haber/2017/07/KENDI-DILINDEN-FETO-20170725son.pdf   

2-(Kadıyanilik/Ethem Ruhi Fığlalı/ TDV

3-ÇaÄŸ ve İlham Sayfa  45

4-) Fatih M Åžeker Osmanlılar ve Vehhabilik.  Dergah yayınları 2. Baskı Nisan 2016 sayfa 83

5- Halifede aranan ÅŸartlardan biri olarak kureyÅŸliliÄŸin kavmiyetçilik ile iliÅŸkilendirilmesine eleÅŸtirel bir yaklaşım/Dr. Abdurrahim Åžen)https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2571788

6-Aktay- İslam ve SekülerleÅŸmenin Kaynakları

7-Cübbeli Ahmet/https://www.youtube.com/watch?v=Zp655ZKc1hk)

8-Sesli Vaazlar 7, 1979 04 06, İktisadi Mülahazalar-7, dk. 1:33:30 (https://cdnuploads.aa.com.tr/uploads/TempUserFiles/haber/2017/07/KENDI-DILINDEN-FETO-20170725son.pdf Sayfa 106)

9-Gülen, Sohbet-i Canan, Nil Yayınları, İstanbul 2013, s. 21-22) https://cdnuploads.aa.com.tr/uploads/TempUserFiles/haber/2017/07/KENDI-DILINDEN-FETO-20170725son.pdf

10-1979-08-17_Gonul Dunyamizdan-03 - İmanla gelen değişim (Salihli), dk. 1:09:00)

11-1979-07-09_Gonul Dunyamizdan-02 - Muhabbet fedailerinin ozellikleri - Beraat Gecesi (Izmir-Hisar Camii), dk. 11.25)

12-(https://www.yenisafak.com/yazarlar/yusuf-kaplan/bir-tefekkur-yolculugu-olarak-islmcilik-33784)

Yorum Yapın