Orhan Atalay : Ümmet terimi müşterek tarihi bağlara sahip siyasal bir toplumu ifade eder.

img
Orhan Atalay : Ümmet terimi müşterek tarihi bağlara sahip siyasal bir toplumu ifade eder.

Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi nedir? Ümmet kavramının millet kavramıyla iliÅŸkisi nedir? Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlaşılmalı? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Ümmet" dosyasında Prof. Dr. Orhan Atalay'a sorduk.

1-Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi, tarihsel serüveni ve millet kavramıyla iliÅŸkisi hakkında neler düÅŸünüyorsunuz? Ümmetten kasıt siyasal bir birliktelik midir yoksa ötesi var mıdır? Bu baÄŸlamda Ümmet olmanın göstergeleri nelerdir?

Arapça kökenli olan ümmet kelimesi sözlük olarak “yönelmek, kast etmek, yönetmek, kök, asıl, önderlik etmek” gibi baÄŸlama göre birçok anlama gelir.  Türkçede anne kelimesinin Arapça karşılığı olan el-ümm kelimesi veya “önde duran, önde yürüyen, önder, devlet baÅŸkanı” anlamına gelen imam kelimesi de aynı kökten türemiÅŸlerdir.

Ümmet kelimesi ıstılah olarak geniÅŸ bir anlam haritasına sahiptir. Mesela bütün iyi hasletleri kendisinde barındıran tek kiÅŸiye ümmet denildiÄŸi gibi, ortak bir amaç için bir araya gelmiÅŸ bir cemiyete, topluluÄŸa da ümmet denilebilir. Keza ortak bir dile, tarihe, inanca, topraÄŸa mensup bir topluluÄŸa veya bir kavme ümmet denildiÄŸi gibi, müÅŸterek bir dinî paylaÅŸan toplulukların tamamına da ümmet denilebilir. Hatta Peygamberimizin hicretten hemen sonra Medine’de yaÅŸayan tüm taraflarla yaptığı Medine SözleÅŸmesi’nde ortak bir dine sahip olmasalar bile ortak bir savunma paktına üye olanlar da bir ümmet olarak tanımlanmıştı.

Özetle ümmet terimi müÅŸterek tarihi baÄŸlara sahip siyasal bir toplumu ifade eder. Bu baÄŸ dil olabilir, din olabilir, ekonomi olabilir ama en temel bağı ortak hedefler oluÅŸturmaktadır. Kısacası aynı yöne bakan, aynı hedeflere yönelmiÅŸ, müÅŸterek bir amaç güden topluma ümmet diyoruz. Tanımda öne çıkan baskın anlam hedef birliÄŸidir. Bu anlamıyla ümmet terimi millet terimiyle örtüÅŸür. Mesela Ä°slam Milleti denildiÄŸinde İslam Ümmeti anlaşılır. Akif’in “Hani milliyetin İslam idi, kavmiyet ne!” ifadesinde de bu anlama veya temaya vurgu yapılmıştır.

İslam’ın doÄŸuÅŸundan günümüze kadar gelen tarihi serüvene baktığımızda ise Müslümanların bu müÅŸterek bağı hep diri tutmaya çalıştığını görüyoruz. Gerek dinî öÄŸretiler, gerekse hayatın getirdiÄŸi zorunluluklar veya tecrübeler ümmet bilincinin diri tutulmasında tüm Müslümanlar için büyük yararlar olduÄŸu gerçeÄŸinin ispatlarıyla doludur.  Müminleri en hayırlı ümmet hatta kardeÅŸler olarak tanımlayan ayetlerden tutun da her türlü farklılığa raÄŸmen tüm Müslümanları yek bir vücut olarak tavsif eden hadisleri hatırladığımızda bu inanç ve bilinç zaman zaman bir takım haricî sebeplerle zayıflamış olsa bile her zaman bir ideal olarak canlılığını, tazeliÄŸini, idealizmini korumuÅŸtur. İslam’da dinî ve siyasî diye ikili bir alan ayrımından söz edemeyeceÄŸimize göre ümmet teriminde gözetilen ilk mananın müÅŸterek hedeflerde toplandığını dikkate aldığımızda, dil, etnisite, coÄŸrafya, mezhep gibi farklılıklara sahip Müslümanların ancak ortak siyasî, iktisadî, dinî, askerî hedefler etrafında birleÅŸerek geliÅŸtirecekleri yapılarla ümmet manasının teÅŸekkül edeceÄŸini söyleyebiliriz.

2-Abdulaziz döneminde temelleri atılan Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-ı İslam siyasetini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlamalıyız?

Bu süreci Abdulaziz ile baÅŸlatmak eksik olur kanaatindeyim. Abdülaziz’in yaÅŸadığı çağı kısaca hatırlayacak olursak Osmanlı’nın yükselen Batı karşısında ayakta kalma çarelerinin yoÄŸunca arandığı bir dönemdir. Özellikle Fransız İhtilali’nden sonra en etkin akım olan milliyetçiliÄŸin tehdidi altına giren Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun ister istemez hakimiyetinde bulunan farklı dinî cemaatleri, kavimleri bir arada tutmanın yollarını daha bir ciddiyetle aradığını görüyoruz. Balkanların ayrılışına kadar güdülen Osmanlıcılık politikasının dağılmayı önleyemediÄŸi anlaşılınca hiç deÄŸilse Müslümanları bir arada tutalım diye İslamcılık veya Pan-İslamcılık ya da İttihad-ı İslam düÅŸüncesinin öne çıktığını görüyoruz. Bu akım Mısır’dan Hindistan’a kadar geniÅŸ bir alanda karşılık buldu. Bu düÅŸünceyi besleyen çok sayıda alim, düÅŸünür, ÅŸair ve siyasi oldu. Afgani’nin Urvetu’l-Vuska dergisindeki yazıların kahir ekseriyetinin güttüÄŸü amaç buydu. Müslüman dünyanın birçok merkezi ÅŸehirlerinin camilerinde verilen vaazlar, matbaalarından çıkan dergiler, çeÅŸitli salonlarda verilen konferanslar hatta yazılan tefsirlerde öne çıkarılan vurgularda hep bu tema iÅŸleniyordu.  

Batı emperyalizminin İslam dünyasını parçalayarak zayıflatmaya yönelik daha köklü plan ve projeler inÅŸa edip yürürlüÄŸe koymaya baÅŸladığı XVIII. yüzyılın sonları ile XX. yüzyılın ilk yarısı arasında kalan tarih dilimini idrak eden Müslüman mütefekkirlerin ürettikleri projelerin başında, Müslümanların birlikteliklerini korumaları ve bunu daha da güçlendirmeleri anlamında, vahdet bilincini yeniden diriltmek ve geliÅŸtirmek ideali yer almaktadır. Nitekim bu döneme damgasını vuran ve yeni bir tefsir yöneliÅŸine de öncülük eden içtimaî tefsir hareketinin kendi yayın organlarına, en saÄŸlam ip anlamında Urvetu’l-Vuska ismini vermeleri bile tek başına konunun önem derecesini açıkça ortaya koymaktadır. Derginin içeriÄŸine bakıldığında çeÅŸitli alanlarda hayati önemi haiz toplumsal konuların yoÄŸun olarak iÅŸlendiÄŸi ve bazı sayılarında iÅŸlenen vahdet konusunun, Müslümanların altın devirlerine, Kur’anî öÄŸretilere ve coÄŸrafi avantajlara dayanılarak idealize edildiÄŸini rahatlıkla izleyebiliyoruz.

Mesela, “Allah’a ve Resul’üne itaat edin. Birbirinizle çekiÅŸmeyin ki, sonra korkuya kapılır da kuvvetiniz yok olur...” (Enfâl, 8/46) ayetiyle baÅŸlayan İslam BirliÄŸi baÅŸlıklı makalede Müslümanların bugün içinde bulundukları tefrikanın asıl sebebi olarak yöneticilerin kendi aralarındaki kısır çekiÅŸmeleri olduÄŸuna dikkat çekilir: “Evet, ilimde ve sanayide geri kalmışlığın ve kuvvetteki zaafın sebepleri vardır. En önemli sebep ise, yönetim peÅŸinde olanların ihtilaflarıdır... Üzerlerindeki deÄŸiÅŸik yöneticiler tıpkı tek kabiledeki birden fazla baÅŸkan gibidirler. Bu sultanların istekleri çeliÅŸkili ve gayeleri birbirine aykırı olduÄŸundan, idareleri altındaki halkı birbirine düÅŸman hale getirdiler.” Bu tezini Endülüs ve Hindistan örnekleri ile ispata çalışan bu tür yazılar daha sonra tefrikanın kesin bir haram, birlik ve dayanışmanın ise kesin bir farz olduÄŸunu hatırlatarak, Müslüman halkın siyasi yöneticilere deÄŸil de alimlere uyması halinde arzulanan vahdetin mümkün olacağını savunur: “Allah’a yemin ederim ki, eÄŸer Müslümanlar kendi akidelerine, kendileri gibi düÅŸünen ve amel eden alimlere uymakta özgür bırakılmış olsalardı bu birlik saÄŸlanırdı. Lakin müfsitlerin Müslümanların arasına karışması bu birliÄŸi engelledi. Onlar bütün mutluluÄŸu, emir ve yasak olmayan bir yerde dahi olsa, Emir veya Kralda görmekteler...” Daha sonra mevcut geriliklerin giderilmesi için ihtiyaç duyulan asıl ÅŸeyin birlik olduÄŸunu ileri süren makale, bu tezine dönemin Rusya’sını örnek göstererek Müslümanlara ÅŸöyle seslenir:

“Ey insan kalıntıları, yiÄŸitlerin halefleri, zaman sizi geriye attı, ona ulaÅŸmanın vakti geçti mi? Hayır, hayır! Allah’a eksiklik nispet etmekten O’na sığınırım, sizden asla ümit kesilmez. O Müslümanlar ki, Edirne’den PeÅŸaver’e kadar uzanan İslam devleti olmaya aday toprakların, onları birleÅŸtiren Kur’an’ın ve ortak akidenin sahibi elli milyon insandırlar. DiÄŸer milletler gibi ilerlemek ve kendilerini savunmak için neden birleÅŸmiyorlar? Oysa birleÅŸmek, dinlerinin esasıdır. Onlar, “Ancak müminler kardeÅŸtirler” (Hucurat, 49/10) hükmü gereÄŸince kardeÅŸlerine bakmayacaklar mı? Oysa onlar birleÅŸecek olsalar her türlü selin önünde durabilen bir set olurlar.”

Aynı konuyla ilgili olarak, Vahdet ve Hakimiyet baÅŸlığını taşıyan ikinci makale ise ÅŸu nebevi hadisle baÅŸlar: “Mümin, diÄŸer mümin için bir duvarın tuÄŸlaları gibidir; biri diÄŸerini destekler. Bu makale, bazen zaruretin insanları sevk ettiÄŸi bazen de dinin insanlara bu yönde rehberlik ettiÄŸi, ayrıca eÄŸitim ve öÄŸretimin de bu konuda etkili olduÄŸu iki ÅŸeyin var olduÄŸunu, bunların da birlik ve hakimiyet esasları olduÄŸunu savunur.

Müslüman alemin modern dönemlerde Batı’da zuhur eden etnik köken ve ırk merkezli ulusalcı düÅŸünce ve eÄŸilimlerin etkisine girerek iç dinamiklerini kaybedip parçalanma sürecine girdiÄŸini daha derinden hisseden ve dolayısıyla bu eÄŸilime daha sert tepki gösteren bir baÅŸka düÅŸünür de Muhammed İkbâl’dir. Zaman zaman büyük ÅŸahsiyetlerin ruhları ile yaptığı farazi konuÅŸmalarda, özellikle Müslüman toplulukların içinde bulundukları olumsuz ÅŸartlara çözümler araması İkbâl’in sıkça baÅŸvurduÄŸu bir anlatım yöntemidir. Bu yöntem ve üslûp üzere Hz. Ebu Bekir’in ruhu ile yaptığı söyleÅŸide, “Bizim ıstırabımıza çare nedir?” sorusunu soran İkbâl, çarenin Birlik Suresi olarak tanımladığı Ä°hlâs Suresi’nde saklı olduÄŸu cevabını alır.

İslamî özü oluÅŸturan ve Kur’an bilinci ile biçimlenmiÅŸ tevhid inancının özellikle Müslüman toplumun oluÅŸumunda etkin bir unsur olduÄŸunu belirterek, zamanla aynı bilincin Müslümanlar arasındaki etkinliÄŸinin yitirildiÄŸinden ve çok ciddi bir anlam kaybına maruz kaldığından ÅŸikayet eden İkbâl, Arap Ümmetine Birkaç Söz baÅŸlıklı yazısında: “Onun (Batı’nın) felsefesi her milleti periÅŸan ettiÄŸi gibi, Arapların birliÄŸini de parça parça kıymıştır. Arap onun tuzağının halkasına düÅŸeli felekten bir an bile huzur görmemiÅŸtir.” sözleri ile, İslam coÄŸrafyasının emperyalizmin hileli politikaları ve Müslümanların da gafletleri yüzünden periÅŸanlığından ÅŸikayet eder. AÅŸağıdaki mısralarda ise, Kur’anî kavramların toplumsal içeriklerinin nasıl kaybedildiÄŸine dikkat çeker:

 

Tevhid, bir zamanlar dünyada yaÅŸayan bir güçtü,

Bugün ise, yalnızca kelâm ilminin bir konusu olmuÅŸtur.

Ah!.. Bu sırrı ne hoca bildi, ne de fakih!

Harekette vahdet olmazsa, fikirde birlik beyhûdedir.

 

Bu düÅŸünce akımı ister istemez İstanbul’da da karşılık buldu. Namık Kemal (1840/1888) Hürriyet gazetesinin 10 Mayıs 1869 tarihli baskısında ilk kez İttihad-ı İslam tabirini kullanmaya baÅŸladı. Sonraları siyasî bir proje olarak daha çok da Yeni Osmanlıların çıkardığı Basiret gazetesinde tartışılmaya baÅŸlayan bu akım ilmî ve edebî cenahtan ciddi savunucular buldu. Bediuzzaman’dan Elmalılı’ya, Ziya PaÅŸa’dan Ali Suavi’ye Mehmet Akif’e kadar geniÅŸ ve etkin bir kesim tarafından ciddi çaÄŸrılar, eserler yazıldı. 1873’de Asım Efendi’nin yazdığı İttihad-ı İslam Risalesi’nden Bediuzzaman’ın Uhuvvet Risalesi’ne, Akif’in “Bana vahdet gibi bir yâr-ı müsaid lazım” mısrasını içeren ÅŸiirlerine kadar ciddi bir müktesebat vücuda getirildi. Bunların bir kısmı müstakil eserler ÅŸeklinde, büyük bir kısmı ise Sırat-ı Müstakim, SebilurreÅŸat, Beyanu’l-Hakk gibi dergilerde yazıldı.

Büyük bir yekün tutan bu müktesebat nihayet siyasî mecralarda da tartışılmaya baÅŸlandı ve en önemli siyasî bir çıkış seçeneÄŸi olarak kabul gördü. Nitekim Akçora’nın Üç Tarz-ı Siyaset’inin en baskın tezi İttihad-ı İslam idi. II. Abdulhamit bu düÅŸünceyi siyasal bir proje olarak kabul edip gecikmeksizin tatbikata koydu. Dünyanın deÄŸiÅŸik coÄŸrafyalarına alimler, vaizler göndermek, İslam dünyasının muhtelif merkezlerindeki tarikat mensuplarıyla irtibatlar kurmak, demiryollarıyla önemli İslamî merkezleri birbirlerine baÄŸlamak bu projenin eserlerinden bir kısmıydı. Hindistan, Güney Asya, Afrika gibi geniÅŸ bir coÄŸrafyada kabul gören bu düÅŸüncenin eseri olarak adına hutbe okutulan II. Abdulhamit Halife, İstanbul’da hilafet merkezi olarak kabul gördü.

İttihad-ı İslam kavramının birkaç yıl sonra Batı medyasında da Panislamizm olarak tartışıldığını görüyoruz. Sonra, II. Abdulhamit’in tahttan indirilmesi, İttihat Terakki’nin İktidarı, 1. Dünya Savaşı ve 1924’te hilafetin ilgası derken, İttihad-ı İslam düÅŸüncesinin uzun bir süre aÄŸza alınması bile birçok yerde suç olarak tanımlandı. O günden bugüne son yüzyıllık zamanda yaÅŸanılanlar ve özellikle de İslam dünyasının emperyalizmin iÅŸtahını kabartan yeraltı/yerüstü her türlü jeo/beÅŸerî stratejik imkanları göz önünde bulundurduÄŸumuzda İslam ülkeleri arasında saÄŸlam birlikler/birliktelikler kurmanın bir zaruret olduÄŸu açıktır.

Bugün için elimizde olan en önemli imkan İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı’dır. Bu yapının daha etkin hale getirilme ihtiyacı açıktır. Bu teÅŸkilatın bugüne kadar kendisinden bekleneni yerine getirmeyiÅŸi veya getiremeyiÅŸi üzerinde ciddi tahlillere ihtiyaç vardır. Çözüm odaklı saÄŸlıklı tahlillerle tespit edilen problemlerin ortadan kaldırılmasıyla arzu ettiÄŸimiz birliÄŸin tesis edilmemesi için hiçbir nedenin olmayacağına kaniiyim. Bu baÄŸlamda yakın zamanda teÅŸebbüs edilen D-8 denemesinin küresel emperyalizmi hangi boyutlarda endiÅŸelendirdiÄŸini düÅŸündüÄŸümüzde gerçekleÅŸmesi halinde İslam dünyasının nasıl bir zifiri karanlıktan, sefalet ve gaflet kabuÄŸundan çıkacağını tahmin edebiliyoruz.

3-ModernleÅŸmeyle birlikte tarih sahnesinde beliren ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet olgusu ümmet anlayışını nasıl etkiledi? Farklı ideolojik akımların oluÅŸturduÄŸu toplumsallıklar karşısında İslamcıların ümmet vurgusu nasıl netice verdi/veriyor?

İnsanlık tarihi ilerledikçe dünyanın da o oranda küçüldüÄŸünü, uzaklıkların yakınlaÅŸtığını, farklılıklar arasında çeÅŸitli iliÅŸkilerin daha sıklaÅŸtığını dolayısıyla insanların ya da toplumların birbirlerinden daha fazla etkilendiÄŸini görüyoruz. ModernleÅŸme sürecinde de olan bitenler bunun açık örneÄŸidir. 1789 Fransız İhtilali ile tüm dünyada ciddi bir deÄŸiÅŸim sürecinin baÅŸladığını biliyoruz. Bu ihtilal ile ortaya çıkan ulusalcılık modası dinî, etnik, kültürel ve dilsel bakımdan çok uluslu imparatorlukları parçalayan bir iÅŸlev görmeye baÅŸladı. “MeÅŸru din Kral’ın dinidir” kuralının geçerli olduÄŸu OrtaçaÄŸ Avrupası’nda 7 Yıl Savaşı, 30 Yıl Savaşı ve 100 Yıl Savaşı gibi mezhepler arasında yaÅŸanan çatışmalı süreçler o toplumları zaten bir dereceye kadar homojen hale getirmiÅŸti. Dolayısıyla ulusalcılığın Avrupalı imparatorluklarda neden olduÄŸu hasarlar çok sınırlı kalırken Osmanlı İmparatorluÄŸu gibi çoÄŸulcu yapılara verdiÄŸi hasarın çok daha fazla olduÄŸunu görüyoruz. Nitekim bu akımın etkisiyle önce Müslüman olmayan Balkanlardaki ulusların, akabinde Arnavutlar ve Araplar gibi Müslüman ulusların da kopmasıyla Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun yıkılışına kadar giden süreçler yaÅŸandı. Bu tarihsel kesitte İttihat ve Terakki’nin iktidara gelmesiyle birlikte devletin resmî ideolojisi haline getirilen ulusalcılık fikrinin etkin bir politika ÅŸeklinde icraata dökülmesi, devam eden bu ayırımcı tahribatı iyice alevlendirmiÅŸti. Bu sürecin Birinci Dünya Savaşı’na tekabül etmesi ise iÅŸin hatimesi oldu.

İslam dünyası için tarihin en travmatik yüzyılını oluÅŸturan bu dönemde İslam dünyasının dört bir yanından yükselen sesler vahdete, ittihada, birliÄŸe ve beraberliÄŸe ciddi çaÄŸrılar, vurgular içermiÅŸ olsa da İslam dünyasının maruz kaldığı sömürge süreçleri o seslerin hayatiyet bulmasına izin vermedi. Nitekim bugün bile o çaÄŸrıların siyasal, kültürel, ekonomik, askerî vb. karşılıklarının henüz oluÅŸmadığını görüyoruz. Bu realiteyi o çaÄŸrıların yanlış olduÄŸu ÅŸeklinde elbette ki yorumlayamayız ancak bundan ifasıyla mükellef olduÄŸumuz ödevin hakikaten ne kadar ağır olduÄŸunu anlayabiliyoruz.

BildiÄŸiniz üzere İslamcılık fikri Batı emperyalizminin pençesinden kurtuluÅŸ çarelerinden birisi olarak doÄŸdu. Çünkü o zalim pençeden kurtuluÅŸ tek başına hiçbir ülkenin kârı deÄŸildi. KurtuluÅŸ için hep birlikte hareket etme zarureti vardı. Bu zaruret bugün için daha fazla geçerlidir. İslamcılık ise, Müslümanların her alanda kendi müstakil kimlikleri üzere yeniden bir varoluÅŸsal kıyama olan bir çaÄŸrıdır esasında. Tüm Müslümanları İslam’dan baÅŸka hangi ilkeler etrafında toplayabilir, ne ile motive edebilirsiniz? Bu hakikat dün öyle olduÄŸu gibi bugün de öyledir, yarın da öyle olacaktır. Bu tarihsel, dinsel, toplumsal ve güncel realiteden hareket eden İslamcıların davet edecekleri, savunacakları, geliÅŸtirecekleri toplumsal yapı elbette ki ümmetçilik olacaktı. Bu düÅŸünceyi, inancı veya ideali geliÅŸtirirken elbette ki, bunu zayıflatan akımlarla da eÅŸ zamanlı olarak mücadele edilecekti. Ümmetçilik düÅŸüncesinin en zararlı karşıtı ise, elbette ki, kavmiyetçiliktir. İlk günden itibaren İslam Allah’ın ipi etrafında tüm müminleri toplanmaya davet ederken mensuplarını kavmiyetçilik yaparak tefrikaya düÅŸmekten de aynı hassasiyet ve kararlılıkla sakındırmıştır. Bugün içimize sinmeyen haliyle de olsa Müslümanlar arasında sınırlı da olsa bir dayanışmadan söz edilecek ise bunda o çaÄŸrıların büyük katkısı olduÄŸunu inkâr  edemeyiz.

4-Kavmiyetçilik/milliyetçilik/ırkçılık ve ümmet kavramları arasında ne tür kesiÅŸme yahut çatışma noktaları vardır? Bu cihetle ümmet kavramı ekseninde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan mezhebî ve siyasî ayrışmaları nereye oturtmak lazım? Bu sorunlar Ümmet fikrini bir ütopya yapar mı?

Merhum Akif’in Safahat’ını okursanız İslamcıların idealize ettikleri ümmetçiliÄŸin baÅŸ belasının kavmiyetçilik olduÄŸunu görürsünüz. Bundan beteri ise, ırkçılıktır. Müslüman toplumların kültürel dokularının inÅŸasında İslam’ın etkisi olsa gerek ki, ırkçılıktan söz etmek mümkün deÄŸildir. Zira tüm insanlığın aynı biyolojik kökeni paylaÅŸtığı inancının kökleÅŸtiÄŸi bir coÄŸrafyada ırkçılık neÅŸvu nema bulamazdı. Denilebilir ki, bu inanç Hıristiyanlık öÄŸretisinde de mevcuttu ama buna raÄŸmen ırkçılık denildiÄŸinde akla ilk gelen coÄŸrafya Avrupa ve Amerika’dır. DoÄŸru, ama bu, Hıristiyanlığın getirdiÄŸi öÄŸretilerin ne derece benimsendiÄŸi, özümsendiÄŸiyle ilgili baÅŸka bir bahistir.

Milliyetçilik kavramı ile kavmiyetçilik ve ırkçılık kavramları arasında tam bir benzerlikten veya aynilikten söz etmek zordur. Zaman zaman aşırı yorumlarla kesiÅŸen, ortaklaÅŸan temalar olsa bile, herkesin ortak deÄŸerler kümesi etrafında oluÅŸan toplumunu daha ileri seviyelere taşıma ülküsü olarak tanımladığımızda milliyetçiliÄŸi ayrı bir yere koymak gerekir diye düÅŸünüyorum. Müslümanlar açısından bakıldığında ise, her Müslüman ait olduÄŸu en küçük toplumsal biriminin geliÅŸmesini savunması, onun için uÄŸraÅŸması, ona katkı da bulunması sonra da bir sonraki daha geniÅŸ daireye taşıyıp onu da geliÅŸtirmeye çalışması, bunu nihayetinde tüm Müslümanları hatta tüm insanları içerecek kadar geniÅŸletmesinde hiçbir sakınca olmadığı gibi, yapması gereken bir ÅŸey olduÄŸunu söylemeliyiz. İşin teorik çerçevesini böyle koyduÄŸumuzda bugün İslam dünyasında yaÅŸanan kimi bölgesel, lokal mezhebî veya siyasî çatışmaların nedenlerini baÅŸka nedenlerde aramak lazım gelir diye düÅŸünüyorum. Yukarıda bahsettiÄŸimiz sömürge süreçleri henüz bitmiÅŸ deÄŸildir, belki daha organizeli, sinsi yol ve araçlarla devam etmektedir. Bu tuzaÄŸa karşı biz Müslümanların da daha etkin önlemler alması gerekiyor. Mesela Tekarüb Beyne’l-Mezahib, yani mezhepler arası yakınlaÅŸma faaliyetine benzer yapıları çoÄŸaltabiliriz.

5-Müslümanların Ümmet olma idealini ütopik bulan çevrelerin ‘hayali bir cemaat’ olan ulusçuluÄŸu dayatması ve bu uluslar arasındaki ırk, bölge vb. zeminler üzerinden yeni birlik arayışlarına girmelerini nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Aynı ÅŸekilde farklı ırk, din ve kültürleri olan toplumların Avrupa BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri vb. çatılar altında toplanması söz konusuyken ümmet idealinin realizmden uzak olduÄŸu iddialarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Ümmet olma idealini ütopik olarak tanımlamak, yorumlamak veya düÅŸünmek açık tarihsel, toplumsal ve dinsel bir cehalet olur. Bedir’den Çanakkale’ye, Afganistan’a, Bosna’dan Gazze’ye kadar yaÅŸananlar bunun en açık cevabıdır. İslam inanç ve hukuk sistemi din bağını yegâne baÄŸ olarak tanımlar. Toplumsal örgümüz bu baÄŸ etrafında teÅŸekkül etmiÅŸtir. Bu baÄŸ, 15 asır önce neyi ifade ediyorsa bugün de aynı ÅŸeyi anlatıyor. Kısacası en kolay gerçekleÅŸtirilecek bir birlikten söz edilecek ise, o da Ä°slam Ümmeti olur. Ulusçuluk fikrini ortak maddi deÄŸerler kümesi olarak tanımlayacak olursak, Ümmetçilik ise o deÄŸerlere ilaveten daha güçlü saikler olan manevi deÄŸerleri de kapsar. İkincisinin etkinliÄŸini pratikte daha rahat gözlemleyebiliriz. Hele hele yaÅŸadığımız çaÄŸda asırlarca kanlı bıçaklı Avrupa ve Amerika topluluklarının bugün hayata geçirdikleri birlikteliklerin zıtların birleÅŸmesi kadar zor bir iÅŸ olduÄŸunu düÅŸündüÄŸümüzde, Müslümanların daha güçlü birliktelikler vücuda getirmeleri son derece kolay, pratik ve o oranda elzem bir ödev olduÄŸunu düÅŸünüyorum. Hasılı ümmetçilik fikrini bir ütopya anlamında bir idealizm olarak tanımlamak doÄŸru deÄŸildir, aksine yakın zamana kadar asırlarca varlığını korumuÅŸ bir realizmdir. İdealimiz ise, onu güncel haliyle yeniden inÅŸa ve ihya etmektir.

6-Ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin baÅŸ döndürücü bir ÅŸekilde hızla geliÅŸtiÄŸi ve küreselleÅŸmenin had safhaya vardığı bir dönemde ümmetçilik fikrinde yeni bir anlayış ve dile ihtiyaç var mı? Bu bize toplumsallaÅŸma için yeni bir imkân sunabilir mi?

KuÅŸkusuz her fikir elveriÅŸli ÅŸartları haiz bir iklim ve bir atmosferde kök salar, çiçek açar ve meyveye durur. Bunun için de alın teri ister. İletiÅŸim çağı belki bize daha az emek ile daha fazla ürün devÅŸirme imkanı sunuyor.  Çağın dili de deÄŸiÅŸim yasasından bağımsız deÄŸildir. Bu çağın da kendisine has bir dili, yolu ve yöntemi vardır. Bunların tespitinden önce çağı kavramak, sonra da dilini geliÅŸtirmek farzdan önceki farz gibidir. Bunun için de semantikten psikolojiye kadar bir dizi alanda derin ve kapsamlı teoriyi ve pratiÄŸi içeren akademik çalışmalara ihtiyaç vardır. Bu çalışmalardaki baÅŸarı kapasitesi amaca ulaÅŸma imkanımızı o oranda artıracaktır. Bundan daha önemlisi ise, ümmetçilik fikrini daha geniÅŸ zeminlere yaymanın ve daha etkin ÅŸekilde kökleÅŸtirmenin yolunu daha sahici ve ikna edici bir dil geliÅŸtirmekle bulabiliriz. Åžiirinden sinemasına kadar geniÅŸ bir iletiÅŸim yelpazede bunları planlamak ve geliÅŸtirmek çağın olmazsa olmazlarındandır.

7-Tek tip insan modelini dayatan Batı emperyalizmine karşı uzun süredir direniÅŸ gösteren İslam dünyasında Aksa Tufanı ümmet bilincini yeniden canlandırabilir mi? Tüm dünyada Gazze hususunda bu kadar yüksek bilinç oluÅŸmasına karşın Filistin meselesinde Müslümanlar neden yol alamıyor?

Müslümanların yol almadığını söylemek doÄŸru olmasa gerek, belki arzu edilen düzeyde yol almadıklarını söyleyebiliriz. Bu konuda çok temel bir yanılgımız olduÄŸu kanaatindeyim. O da İslam Ülkeleri tamlamasıyla ilgilidir. Oysa biliyoruz ki, bu ülkeler içinde Batı emperyalizminin hedeflerini gerçekleÅŸtirme vaadi ile iktidara gelmiÅŸ veya bu vaat ile iktidarını koruyan nice ülkeler vardır. Bu hedeflerin başında da bir düÅŸünce, inanç, kültür, siyasal, ekonomik ve sosyal tarz olarak İslam’ı zayıflatmak vardır. Bunların çoÄŸu kendi deÄŸerler setine yabancılaÅŸmış hatta düÅŸmanlaÅŸmış sömürge süreçlerinden kurtulmuÅŸ deÄŸillerdir. Dolayısıyla bu ülkelerden beklenen ile bu ülkelerin gerçekliÄŸi arasındaki derin uçurumu ortadan kaldırmadan veya en azından iyice kapatmadan onların kendilerinden bekleneni karşılamaları çok zor görünüyor. Bu zorluÄŸu aÅŸmanın yegane yolu olsa olsa İslam ülkeleri arasında her alanda ciddi iÅŸbirlikleri vücuda getirmektir.

Aksa Tufanı’na gelince, her ÅŸeyden önce, 1948, 1967 ve 1973 Arap-İsrail savaÅŸlarında Arap cenahının ihaneti ile inÅŸa edilen İsrail’in yenilmezliÄŸi algısı bu tufan ile yerle bir edildi. Bahsi geçen savaÅŸlarda çok sayıda Arap devletinin üç-beÅŸ gün içinde beyaz bayrak çekip teslim olduklarını düÅŸündüÄŸümüzde Siyonist devletin belki de tarihinde ilk kez ciddi bir çıkmazla karşı karşıya kaldığını, hatta her geçen gün saplandığı bataklığa biraz daha battığını, Avrupa ve ABD müttefiklerinden gelecek yardım olmazsa pes edeceÄŸini görüyoruz. DiÄŸer bir ifade ile onlarca Arap devletinin defalarca kez kendisine karşı zelil bir ÅŸekilde yenik düÅŸtükleri İsrail, ilk kez yenilginin acısını ve utancını yaşıyor. Bu süreç nasıl biterse bitsin bu saatten sonra artık ne İsrail eski İsrail’dir ne de Filistin, Gazze, Hamas. İsrail tüm dünyada daha kötü bir pozisyona girmiÅŸken Filistin, Gazze ve Hamas daha haklı, daha iyi pozisyonlar kazandı. Hele hele İran ile İsrail arasında son günlerde baÅŸlayan füze atışlarıyla ortaya çıkan resim her iki tarafla ilgili algıyı ciddi oranda deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Delinmez denilen savunma kubbelerinin nasıl delik deÅŸik edildiÄŸini, o kubbelerle savunulan ÅŸehirlerin nasıl yerle bir edildiÄŸini gördüÄŸümüzde bundan sonraki dönemler için kimin iÅŸinin daha zor olduÄŸunu rahatlıkla tahmin edebiliriz.

Yorum Yapın