Sultan II. Abdülhamid Han Dilemması: Kızıl Sultan mı? Ulu Hakan mı?

Sultan II. Abdülhamid Han, Osmanlı padiÅŸahları arasında en çok tartışılan ve üzerinde en çok konuÅŸulan isimlerden biridir. Tahta geçtiÄŸi 33 yıllık süre zarfında yaÅŸanan olaylar, bu tartışmaların baÅŸlıca sebeplerindendir. Bir kısım çevrelerce "Kızıl Sultan, Pinti Hamid, Büyük Cani" gibi olumsuz unvanlarla anılan II. Abdülhamid, diÄŸer taraftan “Ulu Hakan” ve “Cennet Mekan Sultan Abdülhamid Han” gibi daha olumlu tanımlamalarla da yad edilmektedir. Bu nedenle çalışmamıza, bu karmaşık bakış açılarını yansıtan “Sultan II. Abdülhamid Han Dilemması” (İkilemi) adını verdik.

Amacımız, tarihi bir ÅŸahsiyet hakkında aşırı duygusal bir övgü ya da acımasız bir eleÅŸtiri yapmaktan kaçınarak, Sultan II. Abdülhamid’i ve dönemindeki geliÅŸmeleri en kapsamlı ÅŸekilde, tüm gerçekliÄŸiyle incelemektir. Bu noktada övgü ve yergi arasında bir denge kurarak, tarihi vicdan çerçevesinde objektif bir deÄŸerlendirme yapmayı hedefliyoruz. Çalışmamızın hazırlık aÅŸamasında, farklı görüÅŸlere sahip çok sayıda kaynağı göz önünde bulundurduk. Ayrıca dönemin siyasi koÅŸulları dikkate alınarak daha kapsamlı ve doÄŸru bir analiz yapmaya özen gösterdik. Büyük ÅŸairimiz Mehmet Akif Ersoy’un ÅŸu dizeleri, tarihsel olayları deÄŸerlendirirken önemli bir hatırlatma niteliÄŸindedir:  

“GeçmiÅŸten adam hisse kaparmış… Ne masal ÅŸey!  

BeÅŸ bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?  

Tarih’i ‘tekerrür’ diye tarif ediyorlar;  

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi?”  

Bu dizelerden hareketle, yakın geçmiÅŸte farklı coÄŸrafyalarda yaÅŸanan olayların daha doÄŸru bir ÅŸekilde anlaşılabilmesi için Sultan II. Abdülhamid dönemi geliÅŸmelerinin dikkatle incelenmesi gerektiÄŸi açıkça ortaya çıkmaktadır. Sultan II. Abdülhamid’i anlamak için, onun yetiÅŸtiÄŸi ortamı ve nasıl bir siyasi atmosferde tahta çıktığını da göz önünde bulundurmak önemlidir. Tarihsel deÄŸerlendirmelerde, her dönemi kendi koÅŸulları içinde ele almak gerekir. Bu baÄŸlamda, 19. yüzyılın ÅŸartlarını, günümüz zihniyetiyle yargılamak doÄŸru bir yaklaşım olmayacaktır. Sultan II. Abdülhamid’in aldığı kararları ve gerçekleÅŸtirdiÄŸi icraatları doÄŸru ÅŸekilde anlayabilmek için, onun büyüdüÄŸü dönemi, içinde bulunduÄŸu siyasi ortamı ve özellikle Filistin’in toprak bütünlüÄŸü üzerindeki tedbir çalışmalarının da günümüzde yaÅŸanan olaylarla baÄŸdaÅŸtırarak incelemek oldukça yerinde olacaktır.

HAYATI

Sultan II. Abdülhamid Han, 21 Eylül 1842 tarihinde dünyaya gelmiÅŸtir. Babası, Tanzimat döneminin padiÅŸahı Sultan Abdülmecid, annesi ise Tirimüjgan Kadın Efendi’dir. On yaşında, annesinin vefatının ardından, babasının kararıyla, hiç çocuÄŸu olmayan Piristû Kadınefendi ona analık yapmıştır. EÄŸitimine büyük özen gösterilmiÅŸ ve özel hocalar atanarak yetiÅŸtirilmiÅŸtir. Türkçe derslerini Gerdankıran Ömer Efendi, Farsçayı Ali Mahvî Efendi, Arapçayı ise Ferid ve Åžerif Efendilerden almıştır. Ayrıca Osmanlı tarihi derslerini Vakanüvis Lutfi Efendi’den, Fransızca’yı Edhem ve Kemal paÅŸalarla Fransız asıllı Gardet adlı bir öÄŸretmenden, müzik derslerini ise İtalyan müzikçiler Guatelli ve Lombardi’den almıştır.

Anne sevgisinden mahrum olarak büyüyen Abdülhamid, babasının ona karşı soÄŸuk tavırlarıyla da karşılaÅŸmış, bu durum çocukluk yıllarından itibaren yalnızlığa sürüklemiÅŸtir. Tahta yakın olmayan bir konumda bulunması, sarayda onun etrafında çok fazla ilgi olmasına engel olmuÅŸtur. Saray halkı ve devlet adamları, zeki ve derin düÅŸüncelere sahip olsa da bu düÅŸüncelerini dışa vurmayı tercih etmeyen Åžehzade Abdülhamid’i pek sevmezdi.

Akıllı bir ÅŸehzade olarak herkesin uzağında kalan Abdülhamid, ancak Pertevniyal Kadın'ın desteÄŸiyle Sultan Abdülaziz'e yaklaÅŸabilmiÅŸti. Zekâsı ve siyasi yeteneÄŸiyle dikkat çeken Abdülhamid, amcası Sultan Abdülaziz tarafından serbest bir ÅŸekilde yetiÅŸtirilmesi için fırsat buldu. Mısır ve Avrupa'da yapılan seyahatlere de yer verildi. Åžehzadelik yıllarını özgürce geçiren Abdülhamid, Maslak çiftliÄŸinde toprak iÅŸleriyle ilgilendi; Koyun besledi, üstübeç madenlerini iÅŸletti ve borsa faaliyetlerine katılarak para kazandı. Tahta geçerken ise servetinin 100.000 altını geçtiÄŸi söyleniyor.

SULTAN II. ABDÜLHAMİD VE OSMANLI'NIN ÇALKANTILI DÖNEMİ

Sultan II. Abdülhamid, henüz bir ÅŸehzade iken Kırım Savaşı patlak vermiÅŸti. Bu savaÅŸ öncesinde Osmanlı Devleti, Rus Çarı I. Nikola tarafından “Hasta Adam” olarak adlandırılmıştı. Her ne kadar Osmanlı, Kırım Savaşı’ndan galip ayrılsa da bu dönemde baÅŸlayan dış borçlanma süreci, ilerleyen yıllarda devleti ciddi bir ekonomik krize sürükleyecek ve baÅŸka sorunların da temelini atacaktı.

Böyle bir atmosferde, anayasal bir yönetim kurma arzusuyla hareket eden Midhat PaÅŸa ve arkadaÅŸları, Sultan Abdülaziz ve ardından V. Murad’ı tahttan indirerek II. Abdülhamid ile anlaÅŸmaya vardılar. Sultan II. Abdülhamid, 31 AÄŸustos 1876 tarihinde, 34 yaşında tahta çıktı. Ancak ülke, o günlerde oldukça zor bir dönemden geçiyordu. Sultan Abdülaziz döneminde baÅŸlayan Bosna-Hersek ve Bulgar ayaklanmaları, V. Murad devrinde Sırbistan ve KaradaÄŸ ile yaÅŸanan savaÅŸlarla daha da geniÅŸlemiÅŸti. Bu isyanlar, Rusya tarafından kışkırtılıyor ve destekleniyordu. Osmanlı Devleti’nin mali imkânsızlıkları nedeniyle bu isyanların bastırılması mümkün olmuyordu.

DiÄŸer yandan, Sultan Abdülaziz’in son yıllarında Mahmud Nedim PaÅŸa’nın dış borçlarla ilgili aldığı kararlar Avrupa’da tepkiyle karşılanmış ve Osmanlı’nın yeni mali yardımlar almasını imkânsız hale getirmiÅŸti. Bu durum, Avrupa kamuoyunun Osmanlı Devleti’ne karşı olumsuz bir tutum geliÅŸtirmesine neden olmuÅŸtu. Tahta çıktıktan sonra Sultan Abdülhamid, devletin içinde bulunduÄŸu zor durumu hafifletmek için samimi adımlar attı. Ordunun ve halkın desteÄŸini kazanmak adına daha önce görülmemiÅŸ jestler yaptı. Seraskerlik Kapısı’nda subaylarla yemek yiyerek konuÅŸmalar yaptı; hükümet üyeleri ve saray personelini Yıldız Sarayı’nda ağırladı. Tersane’de bahriye askerleriyle aynı sofrada oturdu, ulemayla birlikte iftar yaptı ve Balkan cephelerinden gelen yaralıları ziyaret ederek hediyeler dağıttı. Camilerde halkla birlikte namaz kıldı. Bu tür davranışları, halk ve ordu arasında büyük bir moral yükseliÅŸi saÄŸladı.

Ancak Avrupa devletleri, Osmanlı üzerindeki “Hasta Adam” stratejisinden vazgeçmiÅŸ deÄŸillerdi. İngiltere’nin giriÅŸimiyle İstanbul’da, Haliç’teki Bahriye Nezareti’nde bir konferans düzenlendi. Tersane Konferansı adı verilen bu toplantıya Osmanlı, Prusya, İngiltere, Rusya ve Fransa temsilcileri katıldı. Tam da konferansın baÅŸladığı gün, 23 Aralık 1876’da, Osmanlı Devleti’nin ilk anayasası olan Kanun-ı Esasi ilan edildi.

Batılı devletler, konferansta Osmanlı’ya, bağımsızlığını tehlikeye sokacak nitelikte ağır teklifler sundular. Ancak bu teklifler, Sultan Abdülhamid’in emriyle Meclis-i Umumi’de görüÅŸülerek reddedildi. Sultan II. Abdülhamid, anayasal yönetim taahhüdüne sadık kalarak seçimlerin yapılmasını saÄŸladı. Seçimlerin ardından, 19 Mart 1877’de, Osmanlı tarihinin ilk parlamentosu padiÅŸahın huzurunda açıldı. Bu meclis, 69’u Müslüman, 46’sı gayrimüslim olmak üzere toplam 115 mebus ve 26 ayan üyesinden oluÅŸuyordu.

Sultan II. Abdülhamid’in çabaları, iç ve dış meydan okumalarla dolu bir dönemde Osmanlı Devleti için önemli bir dönüm noktası oldu.

SULTAN II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİNDE ZORLUKLARLA ÅžEKİLLENEN OSMANLI YÖNETİMİ

Tersane Konferansı’nda alınan kararların ardından Osmanlı Devleti, Londra Protokolü’nü de reddetti. Bu durum, Rusya’nın 24 Nisan 1877’de Osmanlı’ya savaÅŸ ilan etmesine sebep oldu. Rusya’ya, Romenler, Sırplar, KaradaÄŸlılar ve Bulgarlar da destek verdi. Mali ve askeri açıdan zor durumda olan Osmanlı Devleti, dış yardım alamazken, Plevne’de Gazi Osman PaÅŸa’nın ve doÄŸuda Gazi Ahmed Muhtar PaÅŸa’nın gösterdiÄŸi büyük baÅŸarılar bile savaşın genel seyrini deÄŸiÅŸtiremedi. Cephelerdeki maÄŸlubiyetlerin ardından Osmanlı orduları geri çekilmeye baÅŸladı ve beraberinde on binlerce Müslüman-Türk muhacir İstanbul’a akın etti. Muhacirlerin Anadolu’nun farklı bölgelerine yerleÅŸtirilmesi için planlamalar yapıldı.

Bu çalkantılı süreçte Osmanlı Meclis-i Mebusan’ında da istikrarsızlık hakimdi. Milliyet gruplarının çıkar çatışmaları, meclisi etkisiz hale getirdi. Her mebus, kendi milletinin sorunlarıyla ilgilenirken, bir birlik saÄŸlanamıyordu. Sultan Abdülhamid, meclisten karar almasını istediÄŸinde bu karmaÅŸa sebebiyle sonuç alınamıyordu. Bu durum üzerine Abdülhamid, 13 Åžubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı süresiz olarak tatil etti. İlk meclis denemesi 10 ay 25 gün sürdü, ancak baÅŸarısızlıkla sonuçlandı. MeÅŸruti yönetim kağıt üzerinde devam ederken, devlet yönetimi giderek Abdülhamid’in elinde toplandı.

Dış politikada ise Osmanlı, Avrupa’daki dengeleri doÄŸru okuyamadığı için sık sık hatalı kararlar aldı. Osmanlı temsilcilerinin, yabancı devletlerin çıkarlarına alet olmaları, devletin itibarını zedeledi. Bu durumun acı sonuçları, Berlin Kongresi’nde daha belirgin hale geldi. Dış politikadaki bu hatalar, Abdülhamid’in ÅŸüpheciliÄŸini artırdı. Babıali’ye güvenmeyen Sultan, yönetimi Yıldız Sarayı’nda toplamaya baÅŸladı. Tıpkı Tanzimat padiÅŸahlarının aksine, hükümet iÅŸlerini sadrazam ve nazırlara bırakmayarak devletin tüm politikalarını bizzat kendisi belirledi ve kontrol etti.

Abdülhamid, yönetim sürecinde ÅŸüphelerinin derinleÅŸmesine neden olan çeÅŸitli olaylarla karşılaÅŸtı. Amcası Sultan Abdülaziz’in ÅŸüpheli ölümü ve V. Murad’ı yeniden tahta çıkarma giriÅŸimleri, padiÅŸahın kuÅŸkularını artırdı. I. ve II. ÇıraÄŸan Vakaları da bu durumu pekiÅŸtirdi. Bu nedenle Abdülhamid, devlette olup biten her ÅŸeyden haberdar olmak için güçlü bir hafiye teÅŸkilatı kurdu. Ona göre, jurnalcilik hoÅŸ olmayan bir yöntemdi, ancak devrin koÅŸulları bunu zorunlu kılıyordu. DiÄŸer yandan, Sultan Abdülaziz’in ölümüne iliÅŸkin derin bir soruÅŸturma baÅŸlatıldı. Bu soruÅŸturma sonucunda, Midhat PaÅŸa ve diÄŸer suçlananlar Yıldız Sarayı’nda yargılanarak idama mahkum edildi. Ancak Abdülhamid, bu cezaları müebbet hapse çevirdi. PadiÅŸahın iç politikadaki sertliÄŸi, dış güçlerin Osmanlı üzerindeki baskıları ve içeride yaÅŸanan kargaÅŸalarla ÅŸekilleniyordu. II. Abdülhamid, Avrupa’da Osmanlı aleyhine yapılan yayın faaliyetlerine karşı sıkı bir sansür uyguladı. İmparatorluÄŸu toparlama çabasında, savaÅŸlardan kaçınmayı öncelikli hale getirdi ve gerektiÄŸinde bazı tavizler verdi. Mali açıdan devleti düzlüÄŸe çıkarmak için büyük çaba sarf etti; saray masraflarını kıstı ve borçların ödenmesine öncelik verdi. 1854-1874 yılları arasında alınan dış borçların yükü, devlet gelirlerinin yarısından fazlasını oluÅŸturuyordu. Bu sorunu çözmek için 20 Aralık 1881’de Avrupalı alacaklılarla Muharrem Kararnamesi imzalandı ve Düyûn-ı Umûmiyye kuruldu. Bu düzenleme, Osmanlı Devleti’nin Batı’daki itibarını kısmen düzeltse de, yer altı ve yer üstü kaynaklarının iÅŸletme hakları Avrupalı ÅŸirketlere bırakılarak ekonomik bağımsızlıktan ödün verildi.

Sultan Abdülhamid, saltanatı süresince idareli, disiplinli ve stratejik adımlar atarak devleti ayakta tutmaya çalıştı. Hem iç hem de dış baskılar altında, Osmanlı Devleti’nin çöküÅŸ sürecini geciktirmek için yoÄŸun çaba sarf etti.

 

SULTAN II. ABDÜLHAMİD’İN PANİSLAMİZM VE İSLAM DÜNYASINA YÖNELİK POLİTİKALAR

Sultan II. Abdülhamid’in öncelik verdiÄŸi konuların başında, İslam dünyası ile baÄŸların güçlendirilmesi geliyordu. Ona göre Osmanlı Devleti’nin dış tehditler karşısındaki en saÄŸlam dayanağı Müslüman tebaanın desteÄŸiydi. Bu doÄŸrultuda, Müslüman tebaaya yönelik bir siyaset izledi ve bu baÄŸlılığı pekiÅŸtirmek için çeÅŸitli adımlar attı.

Almanya’dan saÄŸlanan mali destekle 1888 yılında HaydarpaÅŸa-İzmit demiryolu hattını Ankara’ya kadar uzatma projesini baÅŸlattı. 1902’de ise bu hattın BaÄŸdat’a kadar ulaÅŸmasını saÄŸlayacak projenin yapımını Almanlara devretti. Ayrıca, İngiltere’nin Arap topraklarında yürüttüÄŸü Osmanlı aleyhtarı faaliyetlere karşı büyük bir hassasiyet gösterdi. İngiliz ajanlarının Arap milliyetçiliÄŸini körüklemek, halifeliÄŸin Araplara ait olduÄŸunu savunarak halkı Osmanlı’ya karşı kışkırtmak çabalarına “Panislamizm” politikasıyla cevap verdi.

Panislamist düÅŸünceyi yaymayı bir devlet politikası haline getiren Sultan Abdülhamid, halifelik makamını etkin bir ÅŸekilde kullandı. Güney Afrika, Japonya ve Çin gibi uzak bölgeler dahil olmak üzere, İslamiyet’in yayılması için din alimleri gönderdi. Åžam’dan Mekke’ye uzanan Hicaz demiryolunu inÅŸa ettirerek bu çabaları somut bir altyapı projesiyle destekledi. Arap coÄŸrafyasında yoÄŸun bir propaganda faaliyeti yürüterek, İslam dünyasını Batı emperyalizmine karşı birlik olmaya çağırdı. Müslüman tebaasına ÅŸu sözlerle seslenerek birlik ve beraberliÄŸin önemini vurguladı:

“Bize hasta adam diyorlar. Hasta deÄŸiliz, yatağından taÅŸan bir nehre benziyoruz. Yapmamız gereken, nehrin dağılmış kollarını tekrar yatağında toplamaktır. Bizi zinde tutacak yegâne kuvvet İslamiyet’tir. Birlik ve beraberlik her kuvvete üstündür.”

DIŞ POLİTİKA BAŞARISI

Sultan II. Abdülhamid, dış politikada “denge siyaseti” olarak bilinen bir strateji izleyerek büyük bir baÅŸarı elde etti. Avrupa devletlerinin Osmanlı üzerindeki çıkar çatışmalarını ustalıkla kullanarak, büyük güçler arasındaki rekabetten faydalandı. Bu yaklaşımı, Osmanlı’nın uluslararası arenada pozisyonunu korumasına önemli katkılar saÄŸladı.

1878’den 20. yüzyılın baÅŸlarına kadar bağımsız bir dış politika izleyen II. Abdülhamid, hiçbir devletle kalıcı bir ittifak yapmadı. İngiltere’nin Osmanlı Devleti için oluÅŸturduÄŸu tehdidi dengelemek amacıyla Rusya ile yakınlaÅŸma arayışına girdi. Mısır’da İngiltere’nin nüfuzunu zayıflatmak için Fransa’yı devreye soktu. Kuzey Afrika’da ise Fransa ile İtalya’yı karşı karşıya getirdi. Balkanlardaki durum daha da karmaşıktı. Berlin AntlaÅŸması sonrası Balkan devletlerinin Osmanlı aleyhine birleÅŸmelerini engellemek için, bu devletler arasındaki anlaÅŸmazlıklardan faydalanarak bir denge saÄŸlamaya çalıştı.

II. Abdülhamid’in dış politikası, büyük devletler arasındaki çatışmaları fırsata çevirmek ve Osmanlı’nın varlığını bu rekabetten faydalanarak sürdürmek üzerine kuruluydu. Bu strateji, onun dış politikadaki en büyük baÅŸarısı olarak kabul edilir. Sultan II. Abdülhamid’in saltanat dönemi, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun en çalkantılı ve karmaşık dönemlerinden biri olarak tarihe geçmiÅŸtir. Onun yönetimi, içeride reformlar ve modernleÅŸme çabaları, dışarıda ise devletin varlığını sürdürebilme adına yürütülen diplomasi mücadelesi ile ÅŸekillenmiÅŸtir.

Sultan II. Abdülhamid, Ermeni meselesinde Batılı devletlerin baskılarına boyun eÄŸmeyerek Berlin AntlaÅŸması’nın 61. maddesini uygulamayı reddetmiÅŸtir. Bunun Ermeni muhtariyetine yol açacağı endiÅŸesiyle taviz vermemiÅŸtir. Filistin’de ise Siyonistlerin Yahudi devleti kurma tekliflerini kesin bir dille reddetmiÅŸ, Filistin’e Yahudi yerleÅŸimlerini engellemek adına çeÅŸitli önlemler almıştır.

 

EĞİTİM VE MODERNLEŞME ADIMLARI

EÄŸitim alanında pek çok önemli yenilik yapılmış, Batı tarzı eÄŸitim kurumları ve uzmanlık okulları açılmıştır. Üniversiteler, mesleki okullar, kız okulları ve sanat okulları kurularak eÄŸitimde yaygınlık saÄŸlanmıştır. Ayrıca müze ve kütüphane gibi kültürel kurumlar kurulmuÅŸ, arÅŸivleme ve kataloglama çalışmaları gerçekleÅŸtirilmiÅŸtir.

Demiryolları, ÅŸoseler ve telgraf hatları gibi ulaşım ve iletiÅŸim projelerine önem verilmiÅŸ, Ziraat Bankası gibi kurumlarla tarım desteklenmiÅŸtir. Sanayi alanında fabrika açılışları ve ticari düzenlemelerle modernleÅŸme çabaları sürdürülmüÅŸtür.

SON DÖNEMİ VE TAHTTAN İNİŞİ

II. MeÅŸrutiyet’in ilanıyla artan iç karışıklıklar ve 31 Mart Vakası sonrasında Abdülhamid tahttan indirilmiÅŸtir. Selanik’e sürgüne gönderilen Sultan, Balkan Savaşı sırasında İstanbul’a geri getirilmiÅŸ ve ömrünün geri kalanını Beylerbeyi Sarayı’nda geçirmiÅŸtir. 10 Åžubat 1918’de vefat eden Abdülhamid, II. Mahmut Türbesi’nde defnedilmiÅŸtir.

Abdülhamid’in saltanatı, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun modernleÅŸme çabaları ile çözülme sürecinin iç içe geçtiÄŸi bir dönemi temsil eder. Onun politikaları, hem içeride hem dışarıda etkileri uzun süren sonuçlar doÄŸurmuÅŸtur

 

II. ABDÜLHAMİD DÖNEMİ’NİN EN ÇOK ELEÅžTİRİLEN KONULARI

II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı İmparatorluÄŸu'nun tarihinde sıkça "İstibdat Dönemi" olarak anılmıştır. Bu dönemin en çok eleÅŸtirilen yönleri arasında baskı, sansür uygulamaları ve etnik ayaklanmaların bastırılması yer almaktadır. Sultan Abdülhamid’in tahta çıkışının hemen ardından, Mithat PaÅŸa’nın sadrazamlığı döneminde hazırlanan basın yasa tasarısı, dönemin sansür politikalarının temelini oluÅŸturmuÅŸtur. Bu yasa tasarısı üç ana bölümden oluÅŸuyordu:

1. Basın ve Sansür Uygulamaları

II. Abdülhamid’in tahta çıkışının ardından, Mithat PaÅŸa’nın sadrazamlığı sırasında bir basın yasa tasarısı hazırlanmıştır. Tasarı üç ana bölümden oluÅŸmaktaydı:

  1. Basımevlerinin KuruluÅŸu ve İşletilmesi: Yeni bir gazete çıkarmak için hükümetten izin alınması zorunluydu. BaÅŸvurunun deÄŸerlendirilip karara baÄŸlanması 15 gün içinde gerçekleÅŸecekti.
  2. Gazeteler ve Süreli Yayınlar: Yayınlanan her gazete nüshasından iki kopya, baÅŸkentte Matbuat Dairesi’ne, taÅŸrada ise valiliklere teslim edilecek ve bir belge alınacaktı. Bu belgeyi almayanlara her sayı için iki Osmanlı altını ceza uygulanacaktı.
  3. Basın Yoluyla İşlenen Suçlar: Gazetelerde hükümet yetkililerine yönelik cevap ve düzeltme hakkı tanınmış, bu düzeltmelerin ilk ya da ikinci sayfada yayımlanması zorunlu hale getirilmiÅŸtir. Devletin güvenliÄŸini sarsacak yazılar yayımlayan gazeteler süresiz kapatılacak, padiÅŸaha hakaret içeren yazıların yayımlanması durumunda sorumlular 1 ila 3 yıl hapis cezasına çarptırılacaktı. Meclis-i Mebusan tartışmalarının yanlış yorumlara yol açabilecek ÅŸekilde yayımlanması yasaklanmış, anayasal düzene karşı yazılar yazanlara bir aydan bir yıla kadar hapis cezası öngörülmüÅŸtür.

2. Sıkıyönetim ve Sürgün Politikaları

1877’deki 93 Harbi gerekçe gösterilerek ilan edilen sıkıyönetim kararnamesi, ülke çapında ciddi kısıtlamalar getirmiÅŸtir. Kararnameyle: Askeri yetkililere gece gündüz ev arama yetkisi verilmiÅŸ, Åžüpheli veya sabıkalı kiÅŸilerin baÅŸka bölgelere sürgün edilmesi mümkün kılınmış, Halk arasında "zihinleri karıştırabilecek" yayın yapan gazeteler derhal kapatılmış, Her türlü cemiyet faaliyeti yasaklanmıştır. Bu kararname sonrasında Mithat PaÅŸa dahil olmak üzere pek çok milletvekili, gazeteci ve muhalif sürgüne gönderilmiÅŸtir.

 

3. Yabancı Basın ve Yurtdışı Muhalefeti

Dışarıdan gelen yabancı dildeki basın yayınları da sıkı bir sansürden geçirilmiÅŸtir. Hariciye Nezareti’ne baÄŸlı Matbuat-ı Hariciye MüdürlüÄŸü, gümrüklerde bu yayınları kontrol etmiÅŸ ve Osmanlı aleyhine olabilecek içerikleri engellemiÅŸtir. Ayrıca, yabancı basında çıkan olumsuz haber ve yorumlar, II. Abdülhamid yönetimi için ciddi bir endiÅŸe kaynağı olmuÅŸtur. Bu yayınları engellemek adına yabancı basın muhabirleri satın alınmış ve ekonomik çıkarlarla susturulmaya çalışılmıştır.

İçeride baskılara maruz kalan birçok muhalif, yurtdışına kaçarak burada gazetecilik faaliyetlerini sürdürmüÅŸtür. Paris, Londra, Cenevre gibi merkezlerde yoÄŸunlaÅŸan bu gazeteler arasında Muhbir, Hürriyet, İttihad, İnkılap ve Ulum gibi önemli yayınlar yer almıştır. Zamanla Balkan ÅŸehirleri de bu muhalif hareketin merkezlerinden biri haline gelmiÅŸtir. Özellikle Selanik, bu faaliyetlerin yoÄŸunlaÅŸtığı ÅŸehirlerden biri olmuÅŸtur.

1881’den itibaren sansür daha katı hale gelmiÅŸtir. Bazı gazetelerin baÅŸyazarları, yazıları sansürlendiÄŸinde bu yazıların yerlerini boÅŸ bırakma yoluna gitmiÅŸlerdir. ÖrneÄŸin, Sabah Gazetesi baÅŸyazarı Åžemsettin Sami’nin yazıları sansüre uÄŸramış, gazetenin bu bölümleri beyaz bırakılarak yayımlanmıştır. Ayrıca halkın isyana teÅŸvik edilebileceÄŸi düÅŸünülen bazı kelimelerin kullanımı da yasaklanmıştır.

Bu dönemin dikkat çeken bir diÄŸer özelliÄŸi, gazeteciler tarafından gerçekleÅŸtirilen ilk grev olmuÅŸtur. Bu, dönemin sert baskı politikalarına karşı bir direniÅŸ niteliÄŸi taşımaktadır. II. Abdülhamid’in baskıcı politikaları, sansür uygulamaları ve otoriter yönetim anlayışı, döneminin en çok eleÅŸtirilen yönleri olmuÅŸtur. Basındaki kısıtlama tedbirlerine bu dönemde, hem yerel hem de uluslararası tepkiler artmıştır. Ancak bu dönemde gazetecilerin grev gibi hak arayışlarına yönelmesi ve yurtdışındaki muhalif basının etkinliÄŸi, dönemin siyasal ve sosyal yapısında önemli etkiler bırakmıştır. Bu süreç, Osmanlı basın tarihinin en önemli dönüm noktalarından birini teÅŸkil etmektedir

4.  DoÄŸu Vilayetleri ve Ermeni Ayaklanmaları

II. Abdülhamid yönetiminin en çok eleÅŸtirildiÄŸi konulardan biri de DoÄŸu Anadolu’daki Ermeni ayaklanmalarını bastırma politikalarıdır. Toprak devletin toprak bütünlüÄŸünü korumak için  bölgedeki isyanlar sırasında alınan sert tedbirler, hem içeride hem de uluslararası kamuoyunda tartışmalara neden olmuÅŸtur.

ELEÅžTİRİLERE FARKLI AÇILARDAN BİR BAKIÅž, BİR DEÄžERLENDİRME

Sultan II. Abdülhamid, kendi ifadesiyle "devlet ve milletin saadet ve selameti ile din-i mübin-i İslam’ın bekası"nı yegâne hedefi olarak belirtmiÅŸtir. Ona göre, milletin iradesi saÄŸlam olduÄŸunda ve fertler arasında ittifak saÄŸlandığında, Osmanlı Devleti büyük güçlerin ortasında saÄŸlam bir politika izleyebilirdi. Abdülhamid, milletin birliÄŸinin temeli olarak İslam dinine dayanmaktadır.

Abdülhamid Dönemini doÄŸru deÄŸerlendirebilmek için, TebedelenlioÄŸlu’nun “Abdülhamid Devrinin her yirmi dört saati bin muamma ile doludur.” sözünü aklımızın bir köÅŸesine yazmamız gerekmektedir. Bu ifade, dönemin karmaşıklığını ve çok katmanlı sorunlarını özetlemektedir.

Büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni "hasta adam" olarak görmesi ve parçalamayı hedeflemesi, dönemin en önemli dış baskılarından biri olarak öne çıkmıştır. II. Abdülhamid, bu algıyı kırmak ve Osmanlı’nın varlığını sürdürmek için çeÅŸitli stratejiler geliÅŸtirmiÅŸtir. Sıklıkla "istibdat" olarak nitelendirilen bu eylemlerin temel amacı da, Osmanlı’yı zayıf ve çökmeye yakın bir devlet olarak gören bu algıyı bertaraf etmek ve devletin gücünü koruyarak varlığını devam ettirmesini saÄŸlamaktır.

II. Abdülhamid, iflas etmiÅŸ ve yıllık gelirinin 14 katı borçlanmış bir ülkeye devlet baÅŸkanlığı yapmıştır. İktidarı boyunca borçları azaltmak adına çeÅŸitli indirimler yapmış ve borçları neredeyse sıfırlama noktasına getirmiÅŸtir. Kendisinden önce tahtta bulunan amcası Sultan Abdülaziz’in öldürülme giriÅŸimleri ve tahta çıkışından sonra art arda yaÅŸanan üç darbe giriÅŸimi, II. Abdülhamid’i güvenlik konusundaki önlemlerini artırmaya zorlamıştır.

II. Abdülhamid, kurduÄŸu Hafiye TeÅŸkilatı sayesinde hem yurt içinde hem de yurt dışında meydana gelen olaylardan hemen haberdar olmuÅŸ ve bu olaylara karşı önlemler almıştır. Yıldız İstihbaratı, dönemin dünyanın önde gelen istihbarat örgütleriyle rekabet edebilecek düzeyde geliÅŸtirilmiÅŸ, 30 yıl boyunca Osmanlı iç iÅŸlerinde etkin bir rol oynamıştır. Yıldız İstihbaratı, sivil polis kurumuyla benzer iÅŸlevler üstlenmiÅŸ ve devletin güvenliÄŸini saÄŸlamada önemli bir araç olmuÅŸtur.

Saltanatı süresince sadece 11 kiÅŸinin – bunların hepsi de adi suçluların – idam hükmünü onaylamış olan II. Abdülhamid, özellikle siyasi suçluları affederek Adliye ile arasını açmıştır. Adliye Nazırı Abdurrahman PaÅŸa’nın istifası ve ardından gelen tartışmalar, II. Abdülhamid’in adalet anlayışını ve yönetim tarzını gözler önüne sermiÅŸtir. II. Abdülhamid, hakimlerin insan olmasından dolayı hatalar yapabileceÄŸini, bu hataların piÅŸmanlık yaratacağını belirterek, Adliye Nazırı Abdurrahman PaÅŸa’nın istifasını kabul etmemiÅŸtir.

II. Abdülhamid, kendisine düzenlenen bombalı suikast giriÅŸimlerinde de önemli davranışlar sergilemiÅŸtir. ÖrneÄŸin, Avusturyalı bir kadının bileÄŸinden yaralandığında ona hediye olarak bir bilezik göndermiÅŸ, yaralanan bir iki Yunan askerine ise birer saat hediye etmiÅŸtir. Bu tür davranışlar, padiÅŸahın zarafetini ve insani yaklaşımını göstermektedir.

Dönemin siyasi ve sosyal çalkantıları göz önünde bulundurulduÄŸunda, II. Abdülhamid’in basına uyguladığı sansürün bir gereklilik olduÄŸu ileri sürülebilir. 19. yüzyılda yaÅŸanan büyük tehditler karşısında, devletin güvenliÄŸini saÄŸlamak için alınan tedbirler, bireylerin özgürlüklerini sınırlamayı gerektirmiÅŸtir. II. Abdülhamid’in bu tedbirleri, devletin bekasını saÄŸlamak adına zorunlu görülmüÅŸtür ve tahttan indirildikten sonra alınan sert önlemlerin haklılığına iÅŸaret etmektedir.

1896-1897 döneminde, büyük devletlerin Osmanlı’nın iç iÅŸlerine müdahaleleri artmış, özellikle Ermeniler’in isyanları büyük devletlerin Osmanlı’yı zayıflatma çabalarının bir parçası olarak deÄŸerlendirilmiÅŸtir. II. Abdülhamid’e "Kızıl Sultan" lakabının verilmesi, Avrupa basınının onun sert politikalarını ve idam cezalarını eleÅŸtirmesinden kaynaklanmıştır. Bu lakap, Sultan II. Abdülhamid’in dış güçlerin baskısına karşı gösterdiÄŸi direnç ve sertliÄŸi ifade etmektedir.

II. Abdülhamid dönemi, dönemin aydınları ve edebiyatçıları arasında derin tartışmalara ve eleÅŸtirilere sahne olmuÅŸtur. ÖrneÄŸin, Rıza Tevfik Bölükbaşı ve Süleyman Nazif gibi önemli figürler, II. Abdülhamid’e yönelik eleÅŸtirilerini ÅŸiirlerle dile getirmiÅŸlerdir. Bu ÅŸiirler, dönemin sosyal ve politik çalkantılarını, aynı zamanda Abdülhamid’in yönetim tarzına karşı duyulan hoÅŸnutsuzluÄŸu yansıtmaktadır.

II. Abdülhamid’in Filistin politikası, hem Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun toprak bütünlüÄŸünü koruma hem de dış baskılar karşısında stratejik dengeyi saÄŸlama amacı taşıyordu. Filistin, hem jeopolitik hem de dini açıdan büyük öneme sahip bir bölgeydi. Özellikle Siyonist hareketin Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurma isteÄŸi karşısında II. Abdülhamid’in tutumu belirleyici olmuÅŸtur.

19. yüzyılın sonlarında, Theodor Herzl liderliÄŸinde geliÅŸen Siyonist hareket, Filistin’de bir Yahudi yerleÅŸim birimi kurmayı hedefliyordu. 1896’da Herzl, bu amaç doÄŸrultusunda II. Abdülhamid ile bir görüÅŸme yapmak istedi. Herzl, Osmanlı’nın dış borçlarının ödenmesine katkı saÄŸlayacağını ve ekonomik destek sunacağını vaat ederek Filistin topraklarının bir kısmının Yahudilere verilmesini talep etti. Ancak II. Abdülhamid, Filistin’in satılmasına kesin bir ÅŸekilde karşı çıkarak ÅŸu tarihi sözü söylediÄŸi rivayet edilmektedir:
"Ben bir karış dahi olsa toprak satmam. Çünkü bu vatan bana deÄŸil, milletime aittir. Milletim bu toprakları kanlarını dökerek kazanmıştır. Kanla alınan toprak ancak kanla verilir."

II. Abdülhamid, Filistin’in Osmanlı egemenliÄŸi altında kalmasını saÄŸlamak için çeÅŸitli önlemler almıştır: Yahudi nüfusunun Filistin’e göçünü sınırlamak için sıkı tedbirler uygulanmıştır. Yahudilerin bölgeye yerleÅŸmesine izin verilmezken, yalnızca kısa süreli ziyaretlere müsaade edilmiÅŸtir. Filistin topraklarının yabancılara satışı yasaklanmıştır. Bu yasağı desteklemek için bölgedeki arazi kayıtları dikkatle tutulmuÅŸ ve sıkı denetimler yapılmıştır. Filistin, Osmanlı idaresi altında daha sıkı bir ÅŸekilde yönetilmiÅŸ ve bölgedeki güvenlik artırılmıştır. Askeri önlemlerle bölgedeki istikrar korunmaya çalışılmıştır.

II. Abdülhamid, İslam birliÄŸi ideolojisini destekleyerek Filistin’deki Müslüman halkın desteÄŸini güçlendirmiÅŸtir. Bölgenin dini önemi nedeniyle İslam dünyasının desteÄŸini almayı amaçlamıştır.

II. Abdülhamid’in Filistin politikası, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun toprak bütünlüÄŸünü koruma ve dış müdahaleleri engelleme üzerine kuruluydu. Bu politikalar, Siyonist hareketin Filistin’de etkin bir ÅŸekilde yerleÅŸmesini büyük ölçüde engellemiÅŸ, ancak I. Dünya Savaşı sonrası dönemde Osmanlı’nın Filistin üzerindeki kontrolünü kaybetmesiyle birlikte durum deÄŸiÅŸmiÅŸtir. II. Abdülhamid’in bu kararlı tutumu, Filistin’in Osmanlı yönetimi altında uzun süre korunmasını saÄŸlamış ve onun diplomatik dehasının bir yansıması olarak tarihe geçmiÅŸtir.

SONUÇ

II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun en çok tartışılan ve eleÅŸtirilen dönemlerinden biridir. Baskıcı sansür politikaları, siyasi suçlulara yönelik sert yaptırımlar ve etnik ayaklanmaların bastırılması, dönemin en çok eleÅŸtirilen yönleri arasında yer almıştır. Ancak Sultan II. Abdülhamid’in bu dönemde devleti ayakta tutma çabaları, zor bir dönemde yönetim becerisi olarak da deÄŸerlendirilmelidir. Güvenlik ve özgürlük dengesi, dönemin ÅŸartları göz önüne alındığında, II. Abdülhamid’in aldığı tedbirlerin bazı açılardan zorunlu olduÄŸu söylenebilir. Bununla birlikte, büyük devletlerin Osmanlı içiÅŸlerine müdahaleleri ve Ermeni ayaklanmalarını bastırma politikaları, II. Abdülhamid’in yönetim tarzını eleÅŸtirenlerin baÅŸlıca gerekçeleri arasında yer almaktadır.

II. Abdülhamid dönemi, Osmanlı yapısının en karmaşık ve çok katmanlı süreçlerinden biri olarak öne çıkıyor. Bu dönemde Sultan II. Abdülhamid, hem içerideki siyasi çekiÅŸmelerle hem de dışarıdaki emperyalist tehditlerle mücadele etmek zorunda kaldı. Yönetim sırasında uygulanan politikalar ve yayınlanan kimi çevrelerce otoriter bulunarak eleÅŸtirilse, bu politikaların temel devletin parçalanmasından ve çözülmekten koruma çabası

Onun dönemindeki hayatta kalma eÄŸitim reformları, altyapı projeleri ve iletiÅŸim aÄŸları gibi modernleÅŸme adımları, Osmanlı'nın sürdürülebilir dünya ÅŸartlarına uyum saÄŸlamak adına önemli bir giriÅŸim olarak deÄŸerlendirilmesi gerekir. Aynı ÅŸekilde, politika alanında izlenen  denge politikası, Devlet yönetimindeki varlığının 33 yıl boyunca sürdürülmesinde kilit rol oynamıştır.

Bugünkü Filistin ve Orta DoÄŸu’daki olaylara iliÅŸkin tablolar, II. Abdülhamid'in aldığı bazı önlemler ve öngörülerinin ne kadar yerinde olduÄŸu daha iyi anlaşılmaktadır.

 

Yorum Yapın