Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi nedir? Ümmet kavramının millet kavramıyla iliÅŸkisi nedir? Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlaşılmalı? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Ümmet" dosyasında MAZLUMDER Genel BaÅŸkanı Kaya Kartal'a sorduk.
1-Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi, tarihsel serüveni ve millet kavramıyla iliÅŸkisi hakkında neler düÅŸünüyorsunuz? Ümmetten kasıt siyasal bir birliktelik midir yoksa ötesi var mıdır? Bu baÄŸlamda Ümmet olmanın göstergeleri nelerdir?
“Öne geçmek, öncülük etmek, imam olmak” manasındaki emm kökünden türeyen ümmet kelimesi ‘kendilerine peygamber gönderilen topluluk’, ‘kavim,’ ‘her canlı cinsi’ gibi anlamlarda kullanılmaktadır. Aynı dine inanan, aynı zaman veya mekanda yaÅŸayan insanlar için de kullanılmıştır. Kur’an’da altmış dört yerde geçen ümmet kelimesi, saydığımız anlamların yanında, hayvan ve cin toplulukları ile benzer inanç ve hayat tarzına sahip insanlar için de kullanılmıştır. (Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi Ümmet maddesi)
Yaygın kullanımdan daha ziyade İslam Ümmeti -en geniÅŸ anlamıyla- Müslümanlar için kullanılmakta olup, tek başına kullanıldığında da bu anlamıyla öne çıkmaktadır. Yine Ümmet-i Muhammed de benzer anlamda kullanılmaktadır. Hz. Muhammed’e (s.a.v.) biat eden sahabi topluluÄŸuyla oluÅŸmaya baÅŸlayan ümmet, ilk dört halife devrinde halifelik kurumu ile kurumsallaÅŸmıştır.
Millet kelimesi bugün, özgün dinî anlamından uzaklaÅŸarak Batı’daki nation kavramının karşılığı olarak kullanılmaktadır. Önceleri ise, din karşılığı olarak ve izlenen/gidilen yolu ifade etmek için kullanılmıştır. Bu baÄŸlamda İslam milleti, İbrahim milleti, küfür milleti, Hristiyan veya Yahudi milleti gibi kullanımları olmuÅŸtur. İslami literatürde din, bir toplumun etrafında birleÅŸtiÄŸi ve üzerinde yürüdüÄŸü yol yerine kullanıldığı için bu toplumu oluÅŸturan fertlerin kendisine millet deÄŸil, ümmet, kavim veya cemaat denilmektedir.
Yukarıda da ifade edildiÄŸi üzere modern dönemde nation kavramı millet kelimesiyle karşılanmış, böylece millet kavramı dinî içeriÄŸinden soyutlanarak salt sosyolojik ve siyasal bir kavram halini almıştır. Bununla beraber modern dönemde “bir milletin bir devletle aynileÅŸmesi” anlamına gelen milliyetçilik akımı, kitleleri milliyet duygusu etrafında toplayıp harekete geçiren en önemli unsur kabul edilmiÅŸtir. (Bkz. TDV İslâm Ansiklopedisi Millet maddesi) Bu ayrışma ile beraber millet-milliyetçilik ümmet-ümmetçilik farklı ve çoÄŸunlukla karşıt siyasi ve sosyal tavırları ifade etmek üzere kullanılmaya baÅŸlanmıştır.
Gelinen noktada ümmet kendisini din ile tanımlayan, meÅŸruiyetini dine dayandıran insanların siyasi bir tavrı olsa da ortada siyasi bir birliktelikten çok, duygusal ve manevi bir baÄŸdan söz edilebilir. İslâm coÄŸrafyası yapay sınırlarla ayrıştırılmış, çeÅŸitli düÅŸmanlıklar üretilmiÅŸ, kendisini ümmet çatısı altında gören farklı devletlerin vatandaÅŸlarının birbiri ile iletiÅŸimi kesilmiÅŸtir. Dil ve alfabe bariyerinin de etkisi ile bu kopukluk daha da artırılmıştır.
Bir potansiyel olarak ümmet ve ideal olarak ümmet birliÄŸi, gerçekliÄŸini korusa da bunların hayata geçirilmesi için gereken ÅŸartların ve ortamın halihazırda bulunmadığını da göz ardı etmemek gerekir. Bırakın dünya mazlumlarının dertlerine çözüm olmayı, ümmetin mazlumlarının dertlerine dahi çözüm üretemeyen, birbirinin derdiyle dertlenemeyen, Gazze Soykırımı’nı seyretmekle yetinen, ülkesine sığınan siyasi muhacirleri dahi koruyamayan ve zalimlere iade etme pratikleri sergileyen bir zeminde çok fazla yol almamız gerektiÄŸi ortadadır. Zira ümmet olmaktan bahsediyorsak, inanç ve amel birliÄŸi yanında, sorumluluk bilinci, birbirinin derdiyle dertlenme, zulme karşı ortak dayanışma ve mücadele, adaleti ayakta tutma ve emanete sahip çıkma gibi baÅŸlıklarda da ortak bir tavrın gerekliliÄŸi göz ardı edilemez.
2-Abdulaziz döneminde temelleri atılan Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-i İslam siyasetini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlamalıyız?
Haçlı istilasından MoÄŸol istilasına, sömürgecilik ve iÅŸgal süreçlerinden Gazze’de yaÅŸanan soykırıma kadar İslam coÄŸrafyasındaki siyasi ve sosyal dağılmaların, hukuk sisteminin çöküÅŸünün ve gücün kaybedilmiÅŸ olmasının ne tür acılar yaÅŸattığını hepimiz biliyoruz. Bu tür maÄŸlubiyetler tekrar tekrar yaÅŸansa da ümmet bilinci ve adalet temelli birlik fikri, bu dağınıklıktan çıkış için hâlâ güçlü bir imkândır.
Osmanlı’nın dağılmasını önlemek, sömürgeciliÄŸe karşı bir savunma geliÅŸtirerek ümmet coÄŸrafyasını birleÅŸtirebilmek amacıyla Abdulaziz döneminde gündeme gelen İttihad-ı İslam siyaseti II. Abdulhamid ile bir devlet politikası haline gelmiÅŸtir. Öyle ki II. Abdulhamid devrinde Hindistan, Güney Afrika, Sudan, Fas, Endonezya gibi uzak ülkelere kadar Müslüman kitlelerle bu makam üzerinden iliÅŸki kurulmuÅŸtur. Dinî ve siyasi hedefleri bulunan bu siyaset, Batı sömürgeciliÄŸinin ve modernleÅŸmenin geldiÄŸi aÅŸama karşısında gecikmiÅŸ bir savunma stratejisi oluÅŸu ve maddi temeller bakımından yetersizliÄŸi sebebiyle baÅŸarıya ulaÅŸamamıştır kanaatindeyiz.
Ümmet fikrine sahip ve bunun gerekliliklerini yerine getiren bir topluluÄŸun siyasi ve dinî önderliÄŸini temsil eden Hilafet kurumu, sadece araçsal bir yapı olarak deÄŸil, İslam düÅŸüncesinin asli bir parçası ve pratiÄŸinin bir gereÄŸi olarak ele alınırsa, manevi ve siyasi gücü yeniden inÅŸa edilebilir.
3-ModernleÅŸmeyle birlikte tarih sahnesinde beliren ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet olgusu ümmet anlayışını nasıl etkiledi? Farklı ideolojik akımların oluÅŸturduÄŸu toplumsallıklar karşısında İslamcıların ümmet vurgusu nasıl netice verdi/veriyor?
Ulus, ulusçuluk, ulus-devlet gibi olguların imparatorluklar için birtakım kaçınılmaz riskler taşıdığı ortadaydı ve ulusçuluk akımıyla birlikte kadim imparatorluklar bir bir çözüldü. İslam coÄŸrafyası da bundan nasibini aldı ve özellikle Osmanlı Devleti ciddi bir çözülme yaÅŸadı ve yıkıldı. Bu yıkıntıdan onlarca ulus devlet doÄŸdu. Oysa bunların çoÄŸu, daha önce aynı ümmet çatısı altında yer alan topluluklardı. 1924 yılında hilafetin kaldırılmasıyla birlikte ümmetin coÄŸrafi ve siyasi bütünlüÄŸü de ortadan kalkmış oldu, ümmet anlayışı ciddi bir zarar gördü. Yapay sınırlar ve ideolojik duvarlarla ümmeti oluÅŸturan unsurlar birbirinden koparıldı. Dinî aidiyete dayalı ümmet anlayışı yerine etnik, kültürel ve tarihsel kimliklere dayalı ulusçuluk anlayışı ikame edildi.
Kemalizm, faÅŸizm, sosyalizm, Baasçılık, milliyetçilik gibi farklı ideolojilerin ve çoÄŸunlukla halklarıyla kopuk, onlara zulmeden dikta rejimlerinin etkisinde varlığını ve deÄŸerlerini ayakta tutmaya çalışan ümmetin unsurları, bu çözülme karşısında İslamcılık baÅŸta olmak üzere çeÅŸitli ideolojilere sarıldı.
İslamcılık bahse konu olan ideolojilerin ve ulus devletlerin ayrıştırıcı tutumlarına karşı ümmet vurgusu ile yeni bir savunma ve varlık stratejisi olarak ortaya çıkmıştır. Afgani ve Abduh ile baÅŸlayıp, Mevdudi ve Seyyid Kutub ile devam eden çizgi, istisnaları olsa da günümüzde sembolik bir hal almış olup, varlığını dinî meÅŸruiyet kalıplarıyla da ifade etmeye baÅŸlayan ulus devletlerle iç içe sürdürmektedir. Böylece diriltilmeye çalışılan ümmet fikri, siyasi ve sosyal gücünü kaybederek manevi bir aidiyet alanına sıkışmıştır.
4-Kavmiyetçilik/milliyetçilik/ırkçılık ve ümmet kavramları arasında ne tür kesiÅŸme yahut çatışma noktaları vardır? Bu cihetle ümmet kavramı ekseninde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan mezhebi ve siyasi ayrışmaları nereye oturtmak lazım? Bu sorunlar Ümmet fikrini bir ütopya yapar mı?
İslam coÄŸrafyası açısından bakıldığında ümmet fikrinin kuÅŸatıcılığı karşısında kavmiyetçi/milliyetçi/ırkçı yaklaşımların ötekileÅŸtirici ve düÅŸmanlaÅŸtırıcı yapısı ortadadır. Vaka da odur ki ümmetin kurumsal yapılarının ve özellikle hilafetin dağılması ile ortaya çıkan ulus devletler ötekini yok sayan, ona temel haklarını bile çok gören bir yaklaşım sergilemiÅŸtir.
Ümmet içinde görüÅŸ ayrılıkları olsa da kavmiyetçiliÄŸin yol açtığı derin düÅŸmanlıkları doÄŸurmamıştır. Üstelik siyasi ve sosyal birliÄŸin kurulabildiÄŸi zemin ve zamanlarda bu bölünmelerin asgari düzeye indiÄŸi unutulmamalıdır.
Bugün ümmet fikri zayıflamış ve duygusal bir bağın ötesine geçmiyor olsa da tarihi gerçekliÄŸi olan bir kavram ve fikir olduÄŸu da dikkate alınmalıdır. Asr-ı Saadet’ten Osmanlı’nın yıkılışına kadar ümmet fikri ve buna dayalı halifelik kurumu çeÅŸitli ÅŸekillerde ve ağırlıkta da olsa varlık göstermiÅŸ, istilacı ve sömürgeci güçlere karşı kalkan olabilmiÅŸ ve adil bir zemin inÅŸa edebilmiÅŸtir. Bu yönüyle bir ütopya deÄŸil, tarihi gerçekliÄŸi olan bir potansiyeldir.
5-Müslümanların Ümmet olma idealini ütopik bulan çevrelerin "hayali bir cemaat" olan ulusçuluÄŸu dayatması ve bu uluslar arasındaki ırk, bölge vb. zeminler üzerinden yeni birlik arayışlarına girmelerini nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Aynı ÅŸekilde farklı ırk, din ve kültürleri olan toplumların Avrupa BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri vb. çatılar altında toplanması söz konusuyken ümmet idealinin realizmden uzak olduÄŸu iddialarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Bu noktada bir çeliÅŸkinin bulunduÄŸu açıktır, ancak meselenin özünde algıların yönetimi bulunmaktadır ve ideolojik yönlendirmeler belirleyicidir. Ulusçuluk, hayali bir cemaat olmakla beraber çeÅŸitli sarsıntılar yaşıyor olsa da halen kendi içerisinde tutarlı ve varlığı devam eden bir projedir. Bu proje yaygın eÄŸitim, ortak dil, üretilmiÅŸ ortak ÅŸanlı tarih anlatıları, kitle iletiÅŸim araçları, kitle manipülasyonları, kutsallaÅŸtırılan sembol ve ritüeller ile duygusal bir birlikteliÄŸe de dönüÅŸmüÅŸ olup ne kadar sürdürülebileceÄŸi ise ayrı bir tartışma konusudur. Burada realizm arayışından ziyade algıların ve duyguların yönetilmesi daha çok öne çıkmaktadır.
ÇeÅŸitli farklılıklarına raÄŸmen farklı ulusların ya da toplumların aynı çatı altında toplandığı örnekler olarak AB ve ABD açısından durum biraz farklıdır. Ancak yukarıda ifade edilene benzeyen ve zaten yapay nitelikli olan anlatı, bu örneklerde farklı bir söylemle yeniden inÅŸa edilmiÅŸtir. Avrupa BirliÄŸini oluÅŸturan ülkelerin daha 80 yıl önce çoÄŸunluÄŸu sivil 70 milyon insanın öldüÄŸü bir savaÅŸ neticesinde birleÅŸtiÄŸi; ABD’yi oluÅŸturan devletlerin ise yakın denilebilecek bir tarih olan 1861 yılında bir milyona yakın insanın öldüÄŸü bir savaÅŸ neticesinde birleÅŸtiÄŸi dikkatten kaçırılmamalıdır. Açıktır ki ümmetin birliÄŸi bunlardan daha irrasyonel bir hayal deÄŸildir.
6-Ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin baÅŸ döndürücü bir ÅŸekilde hızla geliÅŸtiÄŸi ve küreselleÅŸmenin had safhaya vardığı bir dönemde ümmetçilik fikrinde yeni bir anlayış ve dile ihtiyaç var mı? Bu bize toplumsallaÅŸma için yeni bir imkân sunabilir mi?
Özellikle Gazze’de yaÅŸanan soykırım ve ümmet denilen ve çok umutlar baÄŸlanan yapının çaresizliÄŸi ve etkisizliÄŸi birtakım tartışmaları da kaçınılmaz olarak gündeme getirmiÅŸtir. İslam coÄŸrafyasında yer iÅŸgal eden ulus devletlerin, yer yer dinî kavram ve kurumlara atıf yapıyor olmalarına raÄŸmen nihai olarak kendi çıkarlarını esas alarak hareket ettiÄŸi, İslamcılık düÅŸüncesinin, istisnaları olsa da bu devletlerin söylemlerine ve politikalarına eklemlendiÄŸi, ümmet kavramının nostaljik bir noktaya itildiÄŸi bir vasatta yeni dil ve anlayışların zarureti göz ardı edilemez.
Aydınlanma düÅŸüncesinin, modernizmin ve küreselleÅŸmenin dünyamıza kattığı, inancımıza ve amelimize sirayet eden kavram ve kurumlar karşısında Müslümanca bir duruÅŸ için bugüne söz söyleyen bir yapı kurmak zorundayız. Ümmetçilik fikri bu anlamda üzerindeki tortuları, yanlış anlamaları ve tarihi yükleri atacak ÅŸekilde yeni bir anlayışla tekrar ele alınmalı, bugünün soru(n)larına cevap üretecek ve bugünün insanına hitap edecek yeni bir dile kavuÅŸturulmalıdır.
İkinci Dünya Savaşı sonrası oluÅŸan düzen, türlü zulümler eÅŸliÄŸinde yıkılırken, ayakları yere basan, hak ve adalet temelli, kimlik sormadan zulme karşı duran, hayırda yarışan, tarihin ve coÄŸrafyanın duvarlarını yıkmış, düÅŸmanına bile yaÅŸam vaadeden bir teklif sahibi olması Müslümanların üzerinde bir borçtur.
7-Tek tip insan modelini dayatan Batı emperyalizmine karşı uzun süredir direniÅŸ gösteren İslam dünyasında, Aksa Tufanı ümmet bilincini yeniden canlandırabilir mi? Tüm dünyada Gazze hususunda bu kadar yüksek bilinç oluÅŸmasına karşın Filistin meselesinde Müslümanlar neden yol alamıyor?
Zulme karşı insani ve ahlaki bir baÅŸkaldırı olarak okunması gereken Aksa Tufanı ve sonrasında yaÅŸanan Gazze Soykırımı, ÅŸimdiden dünya tarihini dönüÅŸtürecek bir güç haline gelmiÅŸtir.
Bu süreçte yalnızca Müslümanlar deÄŸil, yeryüzünün dört bir yanından vicdan sahibi insanlar da harekete geçmiÅŸ, dünyanın vicdanı uyanmaya baÅŸlamıştır. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası ÅŸekillenen insan hakları söylemi, uluslararası hukuk ilkeleri ve bu ilkelere dayanarak inÅŸa edilen kurumların ciddi bir meÅŸruiyet krizi yaÅŸadığı açıkça ortaya çıkmıştır.
Ortaya çıkan bu boÅŸlukta bir fikir olarak ümmet düÅŸüncesi ve bununla baÄŸlantılı ümmet bilinci, yalnızca Müslümanlar için deÄŸil, bütün insanlık için ahlaki ve insani bir kurtuluÅŸ imkânı sunabilir. Zira ümmet anlayışı; inanç, adalet, sorumluluk ve kardeÅŸlik temelinde ÅŸekillenmiÅŸ, zulme karşı kimlik ve sınır sormaksızın tavır almayı emreden evrensel bir duruÅŸtur.
GeniÅŸ halk kitleleri nezdinde baÅŸlayan uyanış ve bilinç, siyasi ve kurumsal bir karşılık bulamamış; bir liderlik üretememiÅŸ ve soykırımın önüne geçecek mekanizmalar inÅŸa edememiÅŸ olsa da artık farklı bir dünyaya uyandığımızı izhar etmektedir.
Bu gerçekliÄŸe raÄŸmen Müslümanlar, çeÅŸitli iç çeliÅŸkiler, vizyon eksikliÄŸi, gündelik hesaplar, örgütlenme problemleri, yerel iktidarlara angaje olmuÅŸ dar siyasi tutumlar sebebiyle etkili bir yol alamamaktadır. Ancak Aksa Tufanı ve Gazze Soykırımı sonrası ortaya çıkan bu potansiyelin, mevcut sorunları aÅŸacak büyüklükte bir güç taşıdığı kanaatindeyiz.