Mahmut Varhan: Hilafet, ümmetin merkezi gücü olmak zorundadır

img
Mahmut Varhan: Hilafet, ümmetin merkezi gücü olmak zorundadır

Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi nedir? Ümmet kavramının millet kavramıyla iliÅŸkisi nedir? Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlaşılmalı? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Ümmet" dosyasında Mahmut Varhan'a sorduk.

1-Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi, tarihsel serüveni ve millet kavramıyla iliÅŸkisi hakkında neler düÅŸünüyorsunuz? Ümmetten kasıt siyasal bir birliktelik midir yoksa ötesi var mıdır? Bu baÄŸlamda Ümmet olmanın göstergeleri nelerdir?

Bismillahirrahmanirrahim.

Rabbimizden niyazımız bu mühim sorulara yanıt vermeyi bizler için kolaylaÅŸtırmasıdır. Rabbim! GöÄŸsümü geniÅŸlet, iÅŸimi kolaylaÅŸtır, dilimin düÄŸümünü çöz ki sözümü iyi anlasınlar.

Bunun ardından;

Kavramlar, hakikatlerin anlaşılması yolunda insanoÄŸlunun kullandığı en mühim kılavuzlardan biridir. Bu doÄŸrultuda, Allah azze ve celle'nin Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem'e gönderdiÄŸi vahiy, hakikatlerin anlaşılabilmesi için yüce kavramlarla donatılmıştır. Din kemale ererken ve Allah azze ve celle bizim için İslam'ı din olarak seçerken, bu kavramlar da yerli yerine oturmuÅŸtur.

Kur'an-ı Kerim çeÅŸitli mucizelerle dolu bir kitaptır. Bu yüce kitabın mucizelerinden biri de Arap dili açısından arz ettiÄŸi mucizelerdir. İşte bu mucizelerin bir parçası, Kur'an-ı Kerim'deki birçok kelimenin, daha önce sahip oldukları anlamlardan farklı, tamamen vahye özel, yeni kavramsal anlamlar kazanmasıdır. Bunun en açık örneklerinden biri, dil bilgisi olarak "dua" anlamına gelen "salah" kelimesinin "namaz" olarak bildiÄŸimiz anlamı kazanmış olmasıdır. Allah azze ve celle iÅŸte bu kavramlarla insanlık için yeni ve sonsuza dek geçerli bir hakikat zihniyetini inÅŸa etmiÅŸtir.

Ümmet kavramını bu çerçevede ele alacak olursak, esasen, bu kavramın dinin kemale erdiÄŸi sürecin en mühim kavramlarından biri olduÄŸunu fark ederiz. Zira bu kavram, kemale eren bu yüce dinin baÄŸlılarını ifade eden genel kavram olarak seçilmiÅŸtir. Allah azze ve celle'nin insanlar içerisinden çıkardığı en hayırlı topluluk olan Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmetini ifade etmektedir. Ümmet kavramı hususi olarak, ilahi hakikate baÄŸlanma hususunda Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e biatlı olan bizleri tanımlar.

Etimolojik olarak ümmet kelimesi aslında insan topluluklarını tanımlayan bir kelimedir. Her insan topluluÄŸu bir ümmettir. Keza Allah azze ve celle Kur'an-ı Kerim'de geçmiÅŸ toplulukları tanımlarken "onlar bir ümmetti, gelip geçtiler" ifadesini kullanmaktadır. Bu, ümmet kelimesinin dilbilimsel anlamıdır. Bazen bir insan kesimini, bir halkı, bazense bir peygambere iman etmiÅŸ bir topluluÄŸu ifade etmek için ümmet kelimesi kullanılır.

Özel olarak ümmet kavramıyla kastedilen ise "Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'in ümmeti"dir. Yani Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e ve getirdiÄŸi mesaja baÄŸlanan, O'na uyan ve İslam'a baÄŸlı olmakta birleÅŸen bir topluluÄŸu ifade etmektedir.

Millet kavramı ise kelime kökeni olarak "din" anlamına gelir ki bu kavram "Millet-i İbrahim" mefhumunda ifadesini bulur. "Millet-i İbrahim", yani İbrahim aleyhisselam'ın dosdoÄŸru tevhid dinidir. Ancak bu kavram yakın yüzyıllarda "kavim, topluluk" anlamına gelecek ÅŸekilde kullanılmaya baÅŸlanmıştır.

Millet ve ümmet mefhumlarındaki kafa karışıklığının mazisi oldukça eskidir. 1800'lü yıllarla birlikte özellikle dünyanın güç merkezi haline gelen Batı Avrupa'da din ve inancı temel alan düÅŸünceler tamamen reddedilmiÅŸ, hatta yok edilmiÅŸtir. Bunlar yerine ise tamamen insanı ve insan aklını koyan düÅŸünceler türetilmiÅŸtir. İşte millet kavramı da bu süreçte, insanları bir araya getirecek yeni baÄŸlantıyı ifade etmek için türetilmiÅŸtir.

Zamanla Avrupa'dan yayılarak diÄŸer bölgelere de dahil olan bu kavram, Türkçe’de "millet" ÅŸeklinde ifade edilmiÅŸtir. "Modern" milletlerin arasındaki baÄŸ artık dine dayanmamaktadır. Bilakis soydaÅŸlığa yahut vatandaÅŸlığa dayanmaktadır. Yani insanlar arasındaki din bağının siyasi anlamı ortadan kalkmıştır. İnsanlar etnik beraberliÄŸe veya aynı toprak parçasını paylaÅŸmaya dayalı bir baÄŸ içerisine sokulmuÅŸtur.

  • Bu, aslında İslam'ın nazarında bir tür gericiliktir. Zira İslam geldiÄŸinde ve dünyayı ıslah ederek hakikat zihniyetini ikame ettiÄŸinde, insanlar arasındaki bu tür cahili baÄŸları iptal etmiÅŸtir. Tek bağın İslam bağı olduÄŸunu vurgulamıştır. Fakat çaÄŸdaÅŸ cahiliyenin insanlığa yeniden egemen olmasıyla geçmiÅŸin adetleri bir kez daha yaÅŸam ÅŸansı elde etmiÅŸtir.

Esasen "ümmet" kavramından, daha doÄŸrusu "Ümmet-i Muhammed"den kasıt, İslam ile bir araya gelen insanlar bütünüdür. Aynı Rabbe, aynı peygambere, aynı akideye baÄŸlanan insanlardır. Bu elbette bir yönüyle siyasi bir ifadedir. Zira İslam, yeryüzünde Allah azze ve celle'nin hükümlerinin fiilen tatbik edilmesini gerektirir. Bu hükümlerin tatbik edildiÄŸi bir siyasi oluÅŸumun sahibi ve asli unsuru da Müslümanlardır, yani ümmettir.

Bu elbette, birbirleriyle hiçbir teması olmayan ve bambaÅŸka noktalarda yer alan insanların hayali bir ÅŸekilde bir araya gelmesi gibi bir anlam taşımaz. Aksine asıl olan ÅŸey, ortak bir zeminde yer alan insanların inanç ve hakikat birlikteliÄŸi ile bir araya gelmesi, insanları birleÅŸtiren ve hareket ettiren temel kavramın İslam olmasıdır. İnsanlar arasındaki bağın kaynağının İslam bağı olmasıdır. Toprak veya kavmiyet bağı deÄŸil.

Bu baÄŸlamda ümmet olmanın bir numaralı göstergesi Allah azze ve celle'ye sadık ve saf bir inançla baÄŸlanmak, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in yaÅŸayarak öÄŸrettiÄŸi örneklik üzerinde sebat etmektir. Bu ÅŸuurla yaÅŸayan insanlar Ümmet-i Muhammed'i oluÅŸturur. Bu noktada sözü daha fazla uzatmadan Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in ÅŸu buyruÄŸunu aktarmanın, ümmet olmanın göstergesinin ne olduÄŸunu anlama bakımından yeterli geleceÄŸine inanıyorum:

"Mü'minler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduÄŸu zaman, diÄŸer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluÄŸa ve ateÅŸli hastalığa tutulurlar." (Buharî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)

2-Abdulaziz döneminde temelleri atılan Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-ı İslam siyasetini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlamalıyız?

Müslümanların birliÄŸini saÄŸlamak geçmiÅŸten bugüne her samimi Müslüman idarecinin en önemli gündemlerinden biri olmuÅŸtur. Bu, özellikle Müslümanların parçalandığı dönemlerdeki idareciler nezdinde daha önemli bir zemine oturmaktadır. Bu yaklaşıma İmaduddin Zengi, Nureddin Zengi ve Selahaddin Eyyubi gibi liderler devrinde de rastlanmaktadır.

Osmanlı Devleti'nin son dönem padiÅŸahları da hilafet kurumunun gücünden de istifadeyle bu yönde giriÅŸimlerde bulunmuÅŸ, ancak bu giriÅŸimler tam olarak arzulanan neticeyi doÄŸurmamıştır. Elbette bu durumun altında yatan birçok sebep bulunmaktadır. Sebeplerin belki de en büyüÄŸü, bu döneme hâkim olan "modern" zihniyetin getirdiÄŸi olumsuzluklardır. Zira bu dönemlerde özellikle İslam alemine yön veren aydın kesim büyük ölçüde "modern" yaklaşımlara kapılıp gitmiÅŸtir. Bu açıdan, insanların birliÄŸinde İslam bağının asli mesele olduÄŸu düÅŸüncesi tam anlamıyla hâkim kılınamamıştır.

Ümmet ve hilafet arasındaki baÄŸa deÄŸinecek olursak... Bir dini, siyasi ve sosyal bütün olarak İslam ümmetini, başında bir halife olmadan hayal etmek güçtür. Zira her topluluk kendi deÄŸerleri doÄŸrultusunda yönetilmek durumundadır. Kendi gücüne sahip olmayan toplumlar baÅŸka toplumları taklit etmek ve onların sürüklediÄŸi noktaya sürüklenmek durumunda kalırlar. Tıpkı bugün tecrübe ettiÄŸimiz gibi. Hilafet, ümmetin merkezi gücü olmak zorundadır. Bugün merkezi bir güçten yoksun durumda olan İslam ümmetinin ne halde olduÄŸunu anlatmaya lüzum yoktur.

3-ModernleÅŸmeyle birlikte tarih sahnesinde beliren ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet olgusu ümmet anlayışını nasıl etkiledi? Farklı ideolojik akımların oluÅŸturduÄŸu toplumsallıklar karşısında İslamcıların ümmet vurgusu nasıl netice verdi/veriyor?

Bu soruya verilecek yanıtı iki ana kısımda toplayabiliriz.

İlk olarak, milliyetçilik/ulusçuluk ve ulus devletlerin ümmet anlayışına olan etkisini deÄŸerlendirmekle baÅŸlayabiliriz. Aslında bizler İslam ümmeti ve İslam devleti derken, birbiriyle hiçbir alakası olmayan insanların yapay bir ÅŸekilde bir araya getirilmesinden söz etmiyoruz. Bilakis, zaten doÄŸal olarak bir arada yaÅŸayan insanların ortak bir baÄŸ olan İslam bağı üzerinden bir araya gelmesini ve millet anlayışının temelini bunun oluÅŸturmasını savunuyoruz. Küresel küfür düzeni -ki bu düzen içerisinde Siyonist Yahudilerin payı oldukça açıktır- böyle bir yaklaşımın mümkün olmayacağını öne sürüyor ve ulus devletleri telkin ediyor. Küresel düzenin zihniyetine endeksli kesimler de benzer yaklaşımları olmazsa olmaz görüyor. Ancak ne hikmetse, İslam aleminin kalbinde Yahudi ümmetine bir Yahudi devleti kuranlar ve bu devleti hayatta tutanlar da bizzat kendileri. Yahut Amerika BirleÅŸik Devletleri'nin zihniyetini apaçık Evanjelist-Hıristiyan bir devlet halinde kurgulayan da bizzat bu kesimler. Ancak söz konusu olan İslam ümmeti ve İslami düzen olduÄŸunda nedense (!) bu sanki uygulanması mümkün olmayan bir pratik gibi lanse ediliyor. Biz ise diyoruz ki; uygulanamaz olan ÅŸey küresel kapitalist-demokratik küfür düzeninin kendisidir ve bu düzen ortadan kalktığında İslami düzenin nasıl teÅŸkil edileceÄŸini herkes görecektir.

Tarih boyunca insan toplulukları daima belirli fikir, inanç veya güçler çevresinde organize olmuÅŸtur. GeçmiÅŸten bugüne tarihin her döneminde etnik gruplara, farklı milletlere, inanç ve ideolojilere yahut güçlü kiÅŸilere baÄŸlı olan devletleri görmek mümkündür. ÖrneÄŸin tarihin bir döneminde insanlar krallar-sultanlar çevresinde organize oluyorlar ve onların kulları gibi yaşıyorlardı. Bir dönemde Avrupa'da ve Hindistan'da katı din devletleri hakimdi. Bir dönemde Arabistan'da gerçek bir İslam devleti hayat bulmuÅŸtu. Bu açıdan tarihin her zaman farklı yaklaşımları içerisinde barındırdığı vakidir. Ancak bizler tüm bu devlet sistemlerini ikiye ayırıyoruz. Bir yanda temeline İslam'ı, İslam bağını ve Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in ÅŸûrâya dayalı yönetim sünnetini esas alan hak sistemler, diÄŸer yanda ise temeline küfrü, insan hevasını, İslam dışı baÄŸları ve insan hevasına dayalı yönetim usullerini esas alan batıl sistemler.

"Modern" addedilen dönemde, özellikle Aydınlanma Çağı sonrasında Batı Avrupa'da kurulan devlet anlayışı zaman içerisinde küresel sistemin de özünü teÅŸkil etmiÅŸtir. Bu sistem, "klasik" dönemin güçlerini, yani kralları, soyluları ve Kilise'yi tamamen bertaraf etmiÅŸ, yerine çoÄŸunluÄŸu çağın iktisadi güçleriyle baÄŸlantılı olan güç odaklarını koymuÅŸtur. Tüccarlar, faizciler, bankerler, borsacılar gibi kiÅŸilerin aileleri zaman içerisinde yeni küresel düzenin baÅŸat aktörleri olmuÅŸtur. Bu süreçte yeni yönetim kavramları tesis edilmiÅŸtir. "Millet" kavramının içerisi de etnisiteye veya topraÄŸa endeksli bir millet anlayışıyla doldurulmuÅŸtur. Halbuki bizim açımızdan millet kavramının içini İslam ümmeti, yani Allah ve Rasulü'ne iman edenler doldurmaktaydı.

İşte bu süreçte birçok kavram yeniden tanımlanmış, yeni kavramlar türetilmiÅŸ ve "eski" addedilen kavramlar ortadan kaldırılmıştır. Batılı güçler, İslam alemini ilk olarak iktisadi ve fikri, ardından askeri olarak iÅŸgal ettikten sonra, bu kavramlar bizim topraklarımızda da kök salmıştır. Bunların bazılarına örnek vermek gerekirse:

Daru'l İslam anlayışımız gitmiş, yerine toprağa dayalı bir vatan anlayışı gelmiştir.

İslam ÅŸehidi anlayışımız gitmiÅŸ, yerine Batı'nın "martyr" dediÄŸi "ulusal ÅŸehitler", "demokrasi ÅŸehitleri" türetilmiÅŸtir.

İslam'a dayalı millet anlayışımız gitmiÅŸ, yerine etnik gruplara ve toprak parçalarına dayalı millet anlayışı gelmiÅŸtir.

MeÅŸruiyetin temeli İslam olmaktan çıkarılmış ve topluluÄŸun görüÅŸü meÅŸruiyet kaynağı haline getirilmiÅŸtir.

Hakça emeÄŸe, insanca üretime, kanaatkâr bir tüketime ve Allah'ın bahÅŸettiÄŸi doÄŸal kaynakların adilce kullanımına dayalı doÄŸal iktisadi sistem gitmiÅŸtir. Yerine emek sömürüsü, lüks üretim ve tüketim, doÄŸal kaynak yaÄŸması, iÅŸgal ve faize dayalı kâr elde etmekten baÅŸka maksadı olmayan kapitalist bir iktisadi sistem gelmiÅŸtir.

Hal böyleyken, sadece ümmet anlayışımız deÄŸil, hiçbir İslami anlayışımız kalmamış ve maalesef "modern" denilen anlayışlarla deÄŸiÅŸtirilmiÅŸtir.

İkinci olarak, Müslümanların ümmet mefhumunun ve diÄŸer İslami kavramların yeniden ihyası için çağımızda verdiÄŸi çaba takdire ÅŸayandır. Bu uÄŸurda birçok Müslüman ağır bedeller ödemiÅŸ, ancak Müslümanların yeniden İslam'a göre düÅŸünmesi gerektiÄŸi bilinci toplumlarda tekrar yeÅŸermeye baÅŸlamıştır. Burada merhum Seyyid Kutub örneÄŸi durumun anlaşılmasına yardımcı olması bakımından önemlidir. Kutub, çağın baskıları karşısında unutulmaya yüz tutan İslam siyaset anlayışını, küfür düzenine karşı duruÅŸu ve tevhid-ÅŸirk mücadelesinin çaÄŸdaÅŸ yansımalarını öÄŸreten bir öÄŸretmen olmuÅŸtur. Kutub ve benzerlerinin çabaları vesilesiyle çağımızda Müslümanlar siyasi küfre karşı bilinçlenmiÅŸtir.

Bu noktada, İslam ümmeti kavramının bir muhayyile olmadığını, bilakis oldukça gerçek ve uygulanabilir bir pratik olduÄŸunu göstermek için ise daha çok çaba göstermemiz gerektiÄŸi açıktır. Bu sadece kalem erbabının yapacağı bir iÅŸ deÄŸildir. Bu pratiÄŸin bizatihi insan yaÅŸantısında görülmesi için çalışmalar yapılmalıdır, ki bu yöndeki çalışmaların ne kadar bereketli olduÄŸunu ehli takdir edecektir.

4-Kavmiyetçilik/milliyetçilik/ırkçılık ve ümmet kavramları arasında ne tür kesiÅŸme yahut çatışma noktaları vardır? Bu cihetle ümmet kavramı ekseninde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan mezhebi ve siyasi ayrışmaları nereye oturtmak lazım? Bu sorunlar Ümmet fikrini bir ütopya yapar mı?

İnsanların kavmiyet, kabile, aÅŸiret, aile, halk, etnik grup, millet, ırk, kast gibi bölünmelere tabi tutulması ve bu ayrımlara göre muamele görmesi İslam'ın kesinlikle yasakladığı bir davranıştır. Müslümanlar açısından insanlar arasındaki tek baÄŸ kardeÅŸlik bağıdır ve bu baÄŸ yalnız İslam üzerinden tesis edilebilir. Zira "Mü'minler ancak kardeÅŸtir."

Ebu Hureyre radıyallahu anh'tan rivayet edildiÄŸine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem ÅŸöyle buyurmuÅŸtur:

"Kim itaatten çıkar, cemaatten ayrılır (ve bu halde ölürse) cahiliye ölümü ile ölmüÅŸ olur. Kim de körü körüne çekilmiÅŸ cahillik bayrağı altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için öfkelenir veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür. Kim ümmetimin üzerine gelip iyi olana da, kötü olana da ayırım yapmadan vurur, mü'min olanlarına hürmet tanımaz, ahid sahibine verdiÄŸi sözü de yerine getirmezse o benden deÄŸildir, ben de ondan deÄŸilim." (Sahih-i Müslim)

İslam açısından millet, Ümmet-i Muhammed'dir. İslam devletinin sistemi altına giren, bu devletin kural ve hükümlerine göre yaÅŸayan, bu devletin korumasından yararlanan, bu devlet altında hak ve sorumluluklarını icra eden her bir Müslüman bu milletin ferdidir.

Bu noktada, özellikle milliyetçi fikirleri savunanların ortaya attığı bir kafa karışıklığı ÅŸudur: Derler ki, birbirleriyle hiçbir bağı olmayan, Fas'tan Endonezya'ya kadar uzanan bu insanlar nasıl tek bir millet olacaklar? Hâlbuki asıl millet, tek bir vatanda yaÅŸayan, ortak bir ülküyle baÄŸlanan ve aynı dili konuÅŸan insanlardır.

Biz ise deriz ki Müslümanların “ümmet” ile kastettiÄŸi yaklaşım, bir devlet altında bir araya getirilebilecek insanları İslam ile baÄŸlamaktır. Fas ile Endonezya gibi ortak yönetilmesi halihazırda mümkün olmayan iki toprak parçasında bir ütopya inÅŸa etmek deÄŸildir. Fas ve çevresini bir İslam devleti, Endonezya ve çevresini bir İslam devleti kılmaktır. Bu coÄŸrafyaların hepsinde müstakil olarak birer İslam devleti tesis edilip asıl baÄŸ İslam bağı haline getirilebilir. Bunun da ötesinde ümmet olmak insanların birbirlerine aidiyet duymada, birbirlerini sevmede, birbirlerinin acısını hissetmede, birbirleri için fedakarlıkta bulunmada İslam ve iman bağını temele almasıdır. Yani ümmet olmak hem bir siyasi tasavvuru hem de ahlaki ve toplumsal bir durumu ifade eder. Bunu iyice anlamak gerekir. Biz diyoruz ki tüm dünyadaki Müslümanlar kardeÅŸ olsunlar. Birbirlerine yakın durumdakiler de ortak bir siyasi oluÅŸum kursunlar. Bu durum cemaat çalışmaları örneÄŸinden de anlaşılabilir. ÖrneÄŸin İstanbul'un bir ucundaki BaÅŸakÅŸehir ile diÄŸer ucundaki Pendik'te bulunan Müslümanları ortak bir semt çalışmasında buluÅŸturmak güçtür. Bunlar kendi etki alanlarında ancak temas halinde çalışırlar. Ancak kardeÅŸlikleri bakidir. İlgi ve etki alanları geniÅŸledikçe aralarındaki sınırlar ortadan kalkmaya baÅŸlar.

Tarihten örnek verecek olursak; Osmanlı Devleti zamanında Cezayir, Mısır, Yemen, İran, Kafkasya, Balkanlar, Anadolu, Irak, Filistin gibi bambaÅŸka coÄŸrafyalarda tek bir devlet hüküm sürüyordu ve bu devletin bağı İslam bağıydı. SöylediÄŸimiz gibi, bizler insanların doÄŸal olarak yaÅŸadıkları coÄŸrafyalarda İslam bağı ile bir araya gelmesini öngörüyoruz. Zaman içerisinde bu coÄŸrafyalar arasında anlaÅŸmazlık ve problemlere yol açacak sınırların yavaÅŸ yavaÅŸ ortadan kalkmasını öngörüyoruz. Avrupa BirliÄŸi gibi, ABD gibi, Çin gibi, Sovyetler BirliÄŸi gibi günümüz örnekleri önümüzde dururken böyle bir ÅŸeyin "imkânsız" olarak addedilmesi iyi niyetli deÄŸildir. BelirttiÄŸimiz gibi, milliyetçilik temelindeki ulus devletler ile İslam bağı temelindeki İslam devletleri arasındaki çok sayıda farktan biri budur. İnsanları baÄŸlayan bağın vatan-etnisite bağı deÄŸil, iman-kardeÅŸlik bağı olmasıdır. Bu, tahayyül edilmesi çok güç bir durum deÄŸildir. Fakat birçoklarının düzenini bozacağı için bu hoÅŸlarına gitmemektedir.

İslam alemindeki mezhep temelli farkların abartılması da bu cihettendir. Genel itibarıyla bugün İslam aleminin yüzde 90'ından fazlası akide ve amel konularında ortaklaÅŸan noktalardadır ve ihtilaflar aşılabilir boyuttadır. Ancak mezhebi ve siyasi ayrışmalar daha ziyade İslam alemindeki ülkeleri Müslümanların kendilerinin idare edemiyor olmasından kaynaklıdır. Bugün İslam aleminde açık bir iÅŸgal vardır. Müslüman toprakları iÅŸgal altındadır ve Batı baÅŸta olmak üzere çeÅŸitli küresel güçlere baÄŸlı rejimlerce idare edilmektedir. İhtilaflar da bu rejimler arasındadır, Müslümanlar arasında deÄŸildir. Bu açıdan getirilen eleÅŸtiriler de büyük ölçüde cehaletten ve kötü niyetten kaynaklanmakla birlikte, hakkıyla amel eden Müslümanlar açısından önem arz etmemektedir. Zira güneÅŸ balçıkla sıvanmaz.

5-Müslümanların Ümmet olma idealini ütopik bulan çevrelerin "hayali bir cemaat" olan ulusçuluÄŸu dayatması ve bu uluslar arasındaki ırk, bölge vb. zeminler üzerinden yeni birlik arayışlarına girmelerini nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Aynı ÅŸekilde farklı ırk, din ve kültürleri olan toplumların Avrupa BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri vb. çatılar altında toplanması söz konusuyken ümmet idealinin realizmden uzak olduÄŸu iddialarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

Yukarıdaki cevabın bu sorunuza büyük ölçüde karşılık geldiÄŸi kanaatindeyiz. Ancak bazı noktaları daha açık hale getirmek gerekiyor:

İnsan, yapısı gereÄŸi birlikte yaÅŸamaya, insan toplulukları kurmaya, bu sebeple bir hukuk düzeni ve siyasi düzen oluÅŸturmaya, yani kendi yaÅŸayışının her bölümünü yönetmeye ve dolayısıyla yönetilmeye mecburdur. Bu doÄŸrultuda, insanların siyasi ve sosyal hakikatlerini farklı tasavvurlar ÅŸekillendirir. Her insan topluluÄŸu, siyasi örgütlenmesinin temeline farklı bir tasavvuru alır. Bir tasavvur olmadan bir düzen ortaya çıkamaz.

Milliyetçilik/ulusçuluk bu eksende beÅŸerî olarak ortaya çıkarılan fikir yapılarından biridir. Temeline genel olarak insan gruplarının vatan veya etnisite temelinde bir araya gelmesi düÅŸüncesini alır. ÖrneÄŸin İslam dünyasındaki ana akım milliyetçilik düÅŸünceleri vatan temelinde ÅŸekillenmiÅŸtir. Daha marjinal olmakla beraber tamamen ırk temelli milliyetçiliÄŸe de rastlanır. Milliyetçi düÅŸüncede esas olan ÅŸey ortak bir vatanı veya aynı etnisiteyi paylaÅŸmaktır. Bu açıdan, ulus devletlerin asli vatandaÅŸları, devletin temeli olan unsurun vatandaÅŸlarıdır. Devlet bu unsur üzerinden oluÅŸur. Din, fikir, akide, ahlak, insanlık fark etmeksizin tüm bu unsuru kendi milletinden kabul eder. Mümin ile kafiri, alim ile zalimi aynı kefeye koyar.

İslam'da ise farklı bir yaklaşım söz konusudur. İslam hayatın her alanını tanzim ettiÄŸi gibi, insanların siyasi ve sosyal yapılarını da tanzim etmiÅŸtir. İnsanları tevhid inancı etrafında toplamış, İslam devletinin asli unsurunu Müslümanlar olarak belirlemiÅŸtir. Müslüman olmayan zimmet ehli de İslam beldesinde haklarını koruyarak yaÅŸamaya devam ederler. Bunların hepsini ortak bir toplum olmanın gereÄŸi bir araya getirir. Asıl olan, yeryüzünde tek ve merkezi bir İslam devletinin bulunması, diÄŸer ülkelerin de kendi iç yapılarını korumak suretiyle bu devlete dahil olmasıdır. Ancak "bir ÅŸey bütünüyle elde edilemezse tamamen de terk edilmez" kaidesi gereÄŸi, ÅŸartların daha farklı bir durumu gerektirdiÄŸi bir düzlemde, yine İslam bağının ana yaklaşım olduÄŸu birden çok devlet de oluÅŸabilir. Tarihte böyle durumlar da vakidir. Zira Müslümanlar da insandır ve inandığımız ÅŸey bir muhayyile deÄŸildir, hakikattir.

Bu noktada ulus devletleri savunan milliyet temelli düÅŸünce "millet" adını verdiÄŸi bir ön kabul, bir mefhum üzerinden hareket edip sistemini teÅŸkil ediyor. Bu millete esas olarak vatan bağını veya etnik bağı kabul ediyor. Bir ÅŸeriat devletini savunan İslam ise "İslam ümmeti" üzerinden hareket ediyor. Kavramlarının tamamını ilahi vahye baÄŸlıyor ve sistemini bunun üzerinden teÅŸkil ediyor. Bunun ne kadar geniÅŸ ve birbirine ne kadar baÄŸlı bir coÄŸrafya üzerinde teÅŸkil edilebileceÄŸi ise ÅŸartların getireceÄŸi bir durum. Ancak dünyanın mevcut düzeniyle sürüp gideceÄŸini ve hâkim anlayışların deÄŸiÅŸmeyeceÄŸini sanmak büyük bir yanılgı olacaktır.

Sorunuzun ikinci kısmına gelecek olursak. Yukarıda da belirttiÄŸimiz üzere, günümüzde Avrupa BirliÄŸi gibi, ABD gibi, Çin gibi, Sovyetler BirliÄŸi gibi birçok örneÄŸe rastlamak mümkündür. Elbette bu örnekleri veriyor olmamız, bunların yaptıklarını "baÅŸarılı" gördüÄŸümüz veya "örnek aldığımız" gibi bir zanna yol açmamalıdır. Bu örnekleri verme sebebimiz yalnızca mevcut çaÄŸda da insan topluluklarının vatan ve etnik grup bağını aÅŸabilen ÅŸekilde organize olmasının mümkün olduÄŸunu göstermektir.

Bugün insanların büyük bir kısmı, "geliÅŸmiÅŸ" addedilen ülkelerin elde ettiÄŸi ÅŸeylerin maddi refah ve askeri güçten kaynaklı olduÄŸunu ihmal ediyor. Birkaç yüzyıl önce bu ülkelerin dünyada adı bile anılmayan ülkeler olduÄŸu gerçeÄŸini göz ardı ediyor. İslam alemi, sahip olduÄŸu kaynaklar bakımından ciddi bir maddi refah ve askeri güç potansiyeli barındırmaktadır. Åžayet ümmetimiz bu potansiyeli gerektiÄŸi gibi kullanabilirse, merkezi bir İslam devleti çevresinde kümelenmiÅŸ İslam devletleri ÅŸeklinde nasıl bir yapı oluÅŸabileceÄŸi görülecektir.

Son olarak belirtmek gerekir ki toplumlar farklı baÄŸlar üzerinden birbirleriyle iliÅŸki kurarlar. Bugün tüm bu askeri iÅŸgale, sömürüye ve yapay rejimlere raÄŸmen İslam ümmeti arasında inanılmaz derecede geliÅŸmiÅŸ baÄŸlar bulunmaktadır. Elbette her ÅŸeyi maddiyata indirgeyen bir bakış açısı ile bakanlar bir "Schengen" görmeye çalışıp göremeyecek ve buna itiraz edecektir. Fakat İslam alemindeki baÄŸlar bunlardan daha derindir. Mevcut parçalanmış durumuna raÄŸmen Mekke'de Müslümanların nasıl buluÅŸtuÄŸunu yakından görenler meseleyi daha detaylı idrak edebilir.

6-Ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin baÅŸ döndürücü bir ÅŸekilde hızla geliÅŸtiÄŸi ve küreselleÅŸmenin had safhaya vardığı bir dönemde ümmetçilik fikrinde yeni bir anlayış ve dile ihtiyaç var mı? Bu bize toplumsallaÅŸma için yeni bir imkân sunabilir mi?

Dünyadaki teknolojik geliÅŸmeler İslam alemini ve Müslümanları olumsuz etkilediÄŸi kadar olumlu da etkileme potansiyeline sahiptir. Ümmet bilincinin ve Müslümanlar arasındaki temasların artması da bu olumlu etkilerdendir.

GeçmiÅŸte, insan topluluklarına kitlesel olarak ulaÅŸabilmek, onlara temas edebilmek, onları topluca eÄŸitebilmek oldukça zordu. Yine bilgi oldukça zor yayılıyor ve insanlar arasındaki ön yargılar daha kolay kök salabiliyordu. Oysa bugün, belirttiÄŸiniz üzere ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin geliÅŸmesi bu açıdan farklı bir durum ortaya koydu. Dünyanın "küresel bir köy" haline gelmesi Müslümanlar açısından iki ucu keskin bir bıçak gibi. Bu durumu lehimize çevirmek ve durumdan vazife çıkarmak için, dünyanın gidiÅŸatını daha iyi incelememiz ve kendimizi geliÅŸtirmemiz icap ediyor.

Müslümanlar tek bir ümmet, tek bir vücuttur. Bunun iyi anlaşılması ve idrak edilmesi gerekiyor. Esasen ihtiyaç duyduÄŸumuz kavram "yeni" kavramından ziyade "yeniden" kavramı. Zira İslam'ın müktesebatı oldukça geniÅŸ. Elimizde inceleyebileceÄŸimiz, kendimizi yeniden inÅŸa etmek için kullanabileceÄŸimiz ve üzerinden geleceÄŸe bakabileceÄŸimiz büyük bir birikim var. Bizim "yeniden Müslüman olmaya" ihtiyacımız var. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ashabını nasıl yeni baÅŸtan eÄŸittiyse aynen bu ÅŸekilde kendimizi ilahi vahyin öngördüÄŸü hale getirmeye muhtacız.

Elbette daha önce belirttiÄŸimiz üzere, asıl mesele bu konuda yeni yaklaşımlar ve teoriler üretmek yerine hakikati yaÅŸayarak inÅŸa etmektir. Zira amel sözün efendisidir. Bizler eÄŸer ümmet diyorsak ve "Müminler ancak kardeÅŸtir." düsturunu benimsiyorsak, bunun teorisini deÄŸil pratiÄŸini icra etmeliyiz. Kan aÄŸlayan kardeÅŸlerimizin yanında nasıl durduÄŸumuzu, canımızı ve malımızı nasıl seferber ettiÄŸimizi herkes görmeli. Müslümanların nasıl bir kardeÅŸliÄŸe, nasıl bir baÄŸa iman ettiÄŸini herkes görmeli. Görmeli ve herkes bu kardeÅŸliÄŸin sırrının peÅŸinde koÅŸmalı. "Müslümanları bu ÅŸekilde kardeÅŸ kılan nedir?" sorusuna yanıt aramalı. Bu kardeÅŸliÄŸi kendisi de hissetmek için İslam'a teslim olmalı. Ümmet-i Muhammed'in gerçek anlamı ancak bu yaklaşımla hayat bulacaktır.

7-Tek tip insan modelini dayatan Batı emperyalizmine karşı uzun süredir direniÅŸ gösteren İslam dünyasında, Aksa Tufanı ümmet bilincini yeniden canlandırabilir mi? Tüm dünyada Gazze hususunda bu kadar yüksek bilinç oluÅŸmasına karşın Filistin meselesinde Müslümanlar neden yol alamıyor?

Halihazırda dünyadaki demokratik kapitalist küresel düzenin arzuladığı insan modeli genel olarak, sürekli olarak üreten ve tüketen, kendisini mevcut siyasi sistematik içerisinde ifade eden insandır. Bunun ötesinde, her coÄŸrafyadaki insana ayrı bir model biçilmektedir. Batılı insan bu emperyal düzen nezdinde insandır. Üretir, tüketir ve yaÅŸar. Manevi ihtiyaçları ise önemli deÄŸildir. Dünyanın geri kalanı ise Batı'nın ihtiyacı olan ÅŸeyleri üretir, Batı'nın ihraç ettiÄŸi malları tüketir. Batı'nın çıkarlarını gerçekleÅŸtiren yapay rejimlere itaat eder. Ölmesi veya yaÅŸaması çok önemli deÄŸildir. Önemli olan mevcut sistemin çarklarının dönmesidir. Bu minvalde, Avrupa BirliÄŸi'nin Dış İliÅŸkiler ve Güvenlik Politikası ÅŸefi Josep Borrell'in birkaç sene önce "Avrupa'yı güzel bir bahçeye, dünyanın geri kalanını ise ormana" benzetmesi ÅŸaşırtıcı deÄŸildir.

İslam aleminin Batılı ve DoÄŸulu istilacıların saldırılarına karşı direniÅŸi uzun süredir devam etmektedir. Hilafet merkezinin iÅŸgali ve hilafetin ilgası sürecine kadar Filipinler'den Cezayir'e, Balkanlar‘dan Kafkaslar’a kadar büyük bir direniÅŸ sergilenmiÅŸtir. 1900'lerin ardından bugüne kadar da İslam alemi küfür düzenine karışmamak, Müslüman kalmak, İslam'ın öÄŸrettiÄŸi gibi yaÅŸamak ve ümmet olarak kalabilmek için büyük bir cihadla cihad etmektedir. Filistin, Irak, Suriye, Afganistan, Somali, Mali ve ötesine kadar bu mücadele halen sürmektedir. Mübarek Aksa Tufanı Operasyonu, bu direniÅŸin bir cüzüdür.

Elbette Aksa Tufanı, hayatın diÅŸlileri arasında kaybolup giden birçok kiÅŸiye, bilhassa gençlere İslam bilincini yeniden hatırlatmıştır. Bir ümmet olduÄŸumuzun farkına tekrar varmamızı saÄŸlamıştır. Ancak ÅŸunu vurgulamamız gerekir ki Aksa Tufanı'nın gerçekleÅŸmesi tek başına sorunlarımızı çözemez. Bizim bu uÄŸurda büyük bir çaba sarf etmemiz gerekir. Yoksa tarihi olaylar tek baÅŸlarına fail olamazlar. Müslümanlar, Allah azze ve celle'nin kaderine teslimiyet göstererek ve bununla beraber ellerinden gelen tüm çabayı sarf ederek bir ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirebilirler.

Sizin de vurguladığınız üzere, 7 Ekim 2023'ten bu yana Gazze ve Filistin konusunda İslam dünyasında ve hatta dünya genelinde büyük bir farkındalık oluÅŸtu. Güney Amerika'nın ıssız ormanlarında yaÅŸayan köylülerden Çin'in gökdelenlerindeki iÅŸ adamlarına, Moro'nun pirinç tarlalarında çalışanlardan New York'un beton binaları arasında dolaÅŸanlara kadar, tüm dünya Gazze'de olup bitenlerin farkında. Ancak aradan neredeyse 2 sene geçmesine raÄŸmen bu farkındalık bizi hiçbir noktaya götürmedi. Gazze'deki ehlimizin kanı akmaya devam etti. İnsanlar evlerinden edildi. Annesinin karnındaki bebekler katledildi.

Esasen bunun sebebi anlamak isteyenler için oldukça açıktır. Sebep ÅŸudur: Bir ÅŸerrin sadece farkında olmak o ÅŸerri ortadan kaldıramaz. Aslında ÅŸaşırılması gereken ÅŸey bizzat bizim halimizdir. İnsanların farkındalığının zulmü bertaraf edeceÄŸini zannetmektir. Ağır hastalıklarla boÄŸuÅŸan ve doktor doktor gezen bir kiÅŸiyi hayal edin. Dünyanın en iyi doktorlarına gitmesi, yüzlerce ayrı doktorun bu kiÅŸinin hastalığını teÅŸhis etmesi, hatta bu kiÅŸide görülen hastalığa dair konferanslar tertip edilmesi, bu kiÅŸinin hastalığına ÅŸifa olabilir mi? Bu kiÅŸi yalnızca bunlarla derdine derman bulabilir mi? Elbette hayır. Hastalığın iyileÅŸmesi için bu kiÅŸinin tedavi edilmesi gerekir. Ya ilaç kullanacak ya ameliyat olacak yahut alternatif yöntemler deneyecektir. Belki çok ağır tedaviler görecek, organları kesilip alınacaktır.

İşte bizim halimiz de tıpkı bu ÅŸekilde. Bizler hastalığın farkında olmanın, sürekli hastalığı konuÅŸmanın, hastalık üzerine konferanslar düzenlemenin, makaleler yazmanın hastalığa ÅŸifa olacağını zanneden kimseler gibiyiz. EÄŸer Gazze baÅŸta olmak üzere İslam beldelerinin maruz kaldığı zulmü ortadan kaldırmak istiyorsak, fiilen harekete geçmemiz gerekir. Gazze meselesinde yol almak ancak böyle mümkündür. Müslümanların güç olması, kadro olması, hareket olması gerekir. Bir ağırlığımız olursa bir ÅŸeyleri deÄŸiÅŸtirmemiz mümkün olabilir. Zulmü ortadan kaldırmanın reçetesi bizatihi ilahi vahiyde aranmalıdır. Bu konuda iki hadis-i ÅŸerif paylaÅŸarak sözlerimize son vermek istiyoruz.

Sevban radiyallahu anh'tan rivayetle Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ÅŸöyle buyurdu:

"– Yakında diÄŸer milletler, yemek yiyenlerin çanak üzerine toplandığı gibi, sizin üzerinize toplanacaktır."

Adamın biri, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'e:

"– O gün biz az mı olacağız?" dedi.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ÅŸöyle buyurdu:

"– Bilakis, o gün siz çok olacaksınız. Lakin sizler selin sürüklediÄŸi çöp gibi olacaksınız. Allah, düÅŸmanlarınızın göÄŸüslerinden size karşı olan korkuyu kaldıracak ve sizin kalplerinize vehn atacaktır."

Adamın biri:

"– Ey Allah'ın Rasulü! Vehn nedir?" dedi.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ÅŸöyle buyurdu:

"– Dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir." (Ebu Davud 4297, Ahmed bin Hanbel Müsned 5/278, Ebu Nuaym Hilye 1/182, Albânî Silsiletu'l-Ehadîsi's-Sahiha 958)

Abdullah bin Ömer radiyallahu anhuma'dan rivayetle Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem ÅŸöyle buyurdu:

"Iyne yoluyla alışveriÅŸ yaptığınız, öküzlerin kuyruÄŸuna yapıştığınız, tarımı seçtiÄŸiniz ve cihadı terk ettiÄŸiniz zaman Allah size öyle bir zillet musallat eder ki, dininize dönünceye kadar onu üzerinizden kaldırmaz." (Ebu Davud, 3003)

Yorum Yapın