Ümmet Dosyası Özet

img
Ümmet Dosyası Özet

Ümmet dosyası kapsamında yayınlanan yazılara ulaşmak için tıklayınız.

İslam Düşüncesi sitesi olarak hazırladığımız ve Temmuz ayı boyunca yayınladığımız "Ümmet" dosyasında yedi farklı yazarla ümmet mefhumunu ele aldık. İslam ümmetinin son yıllarda geçirdiği ağır imtihanlar gölgesinde bizler de ümmetin dününü, bugünü ve gelecek perspektifini ortaya koymaya çalıştık. 

Nihayetinde dosya  kapsamında verilen cevaplarda öne çıkan başlıkları sizler için özetledik.

Ümmet, sadece bir siyasal sistem ya da halifelik rejimi değildir. Ümmet aynı anda, tevhid temeli ile oluşturulmuş bir inanç birliğidir

Dosya sorularına verdiği cevapta Ertuğrul Taşlı ümmetin sadece bir siyasal sistem ya da halifelik rejimi olmadığını söylemektedir. Ümmet aynı anda, tevhid temeli ile oluşturulmuş bir inanç birliğidir. İyiliği emredip kötülükten men eden bir ahlaki topluluktur. (Âl-i İmrân 110) Zayıfın, haksızlığa uğramışın hakkını gözeten, adaleti tesis eden bir siyasi birlikteliktir. Peygamberler silsilesi ile kesintiye uğramayan ve kıyamete kadar da uğramayacak olan tarihsel bir sürekliliğin de adıdır. (Enbiyâ 92).

Nihayetinde bir halk topluluğu olma vasfı olsa da bunu aşan ve kuşatan bir hakkı temsili ifade eder. Siyaset bunun sadece bir aracı olabilir. Asıl olan, ümmetin iman, ahlak ve adalet üzerinden bir medeniyet inşa etmesidir. Dolayısıyla ümmet kavramı ne sadece bir kimlik  ne yalnızca bir siyasal birliktir. O, aynı zamanda kurucu bir medeniyet mefkûresi, insani ve ahlaki sorumluluk bilinci, Allah’ın yeryüzünde adaletle temsilciliğidir.

İnanç temelli bir kardeşlik, adalet merkezli bir bakış açısı, sınırları aşan bir dayanışma,  yeryüzündeki tüm Müslümanların dertleri ile hemhal olma, çağa şahitlik sorumluluğu ile bakabilme/vahyin mesajını tüm insanlığa taşıma iddiasına sahip olma ümmet olmanın göstergeleri olacaktır. Bugün bu göstergeleri taşıyan bir birliktelikten uzak olunsa da bu noktada ciddi imkanlara ve gayretlere de sahibiz.

Ümmetçilik düşüncesinin en zararlı karşıtı kavmiyetçiliktir

Dosya sorularına verdiği cevapta Prof. Dr. Orhan Atalay İslamcılık fikrinin Batı emperyalizminin pençesinden kurtuluş çarelerinden birisi olarak doğduğunu belirtmektedir. Çünkü o zalim pençeden kurtuluş tek başına hiçbir ülkenin kârı değildi. Kurtuluş için hep birlikte hareket etme zarureti vardı. Bu zaruret bugün için daha fazla geçerlidir. İslamcılık ise, Müslümanların her alanda kendi müstakil kimlikleri üzere yeniden bir varoluşsal kıyama olan bir çağrıdır esasında. Tüm Müslümanları İslam’dan başka hangi ilkeler etrafında toplayabilir, ne ile motive edebilirsiniz? Bu hakikat dün öyle olduğu gibi bugün de öyledir, yarın da öyle olacaktır. Bu tarihsel, dinsel, toplumsal ve güncel realiteden hareket eden İslamcıların davet edecekleri, savunacakları, geliştirecekleri toplumsal yapı elbette ki ümmetçilik olacaktı. Bu düşünceyi, inancı veya ideali geliştirirken elbette ki, bunu zayıflatan akımlarla da eş zamanlı olarak mücadele edilecekti. Ümmetçilik düşüncesinin en zararlı karşıtı ise, elbette ki, kavmiyetçiliktir. İlk günden itibaren İslam Allah’ın ipi etrafında tüm müminleri toplanmaya davet ederken mensuplarını kavmiyetçilik yaparak tefrikaya düşmekten de aynı hassasiyet ve kararlılıkla sakındırmıştır. Bugün içimize sinmeyen haliyle de olsa Müslümanlar arasında sınırlı da olsa bir dayanışmadan söz edilecek ise bunda o çağrıların büyük katkısı olduğunu inkâr  edemeyiz.

İttihad-ı İslam politikası İslam toplumlarını yeniden bir araya getirme amacı ve çabasının bir ürünüdür

Dosya sorularına verdiği cevapta Hüseyin Oruç Osmanlı Devleti’nin zayıflama dönemine denk gelen İttihad-ı İslam politikasının ilmî, siyasi ve askeri olarak zayıflayan, parçalanan ve tefrikaya düşen İslam toplumlarını yeniden bir araya getirme amacı ve çabasının bir ürünü olduğunu söylemektedir. Bu düşünceye göre İslam ümmeti; coğrafya, ırk, mezhep ve siyasi ayrımları bir kenara bırakıp, ortak bir İslami kimlik etrafında birleşmelidir. Sultan Abdülaziz, Batı'nın artan etkisi ve İslam coğrafyasındaki çözülmelere karşı Müslüman toplumları Osmanlı hilafeti etrafında birleştirme fikrini temellendirmiştir. II. Abdülhamit ise İttihad-ı İslam'ı bir devlet politikası hâline getirerek hem içte İslam birliğini tesis etmeye hem de dışta sömürge altındaki Müslümanları Osmanlı hilafeti etrafında toplama çabası göstermiştir. Bu çerçevede hilafet makamı ön plana çıkmış ve özellikle Hicaz Demiryolu gibi megaprojeler aracılığıyla Müslümanların dayanışma ve şuurun göstergeleri olmuştur.

Bu girişimler, ümmet yaklaşımından ayrı düşünülmemelidir. Başta Osmanlı toprakları olmak üzere İslam toplumlarında gelişen farklı mezhebî, dinî, ideolojik ve Batılı fikirlere karşı, İslam kimliği etrafında birleşme çabasıydı. İslam coğrafyalarını işgal eden Batılı ülkelerine karşı ümmetçi bir bakış açısı yansıtan bu yaklaşım, temelde siyasi ve askeri bir boyut taşımaktaydı. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra ise bu girişim, daha ziyade fikri, ilmi ve kültürel boyutlarda devam ettirilmiştir. Cemalettin Afgani, Muhammed Abduh, Reşid Rıza, Said Halim Paşa, Mehmet Akif Ersoy'dan Muhammed İkbal, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Bediüzzaman Said Nursi, Aliya İzzetbegoviç ve Necip Fazıl’a kadar birçok İslam düşünürü, bu konudaki çabaları, yazıları ve faaliyetleriyle İslam toplumlarını birleştirmeyi hedeflemiştir.

İslam bize ümmet olmayı, ırk, bölge, dil vs. sınırlarını inkâr etmeyi değil aşmayı öğretiyor

Dosya sorularına verdiği cevapta Prof. Dr. Sami Kılınçlı İslam’ın bize ümmet olmayı, ırk, bölge, dil vs. sınırlarını inkâr etmeyi değil aşmayı öğrettiğini söylemektedir. Ümmetçilik bu anlamda üst seviyeli bir düşünce oluyor. Ancak herkes yukarı çıkamıyor. Ulusçuluk ümmet olmayı unuttuğumuz veya unutturulduğunda çok mantıklı bir çözüm gibi görünüyor. Ancak bu yolun hiçbir açıdan kabul edilmesi mümkün değil. Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri, İngiliz Milletler Topluluğu vb. çatılar aslında bize ümmet idealinin ütopya olmadığını gösteriyor. Gerçekçi projelere, doğru adımlara, büyük düşünen ilim ve siyaset ehline ihtiyaç var. Güçlü fikir ve şahıslar toplumları doğal olarak yakınlaştırıp birleştiriyor. Batı kendi birlikteliğini inşa edip güçlendirirken kolaylıkla şekillendirmek ve sömürmek için kendi dışındaki bütün toplumları ayrıştırmaya çalışıyor. Buna uygun fikirler üretiyor. Bazıları da bunların peşine takılıp gidiyor maalesef.

Ümmet er ya da geç birliğini sağlayacak ve dünyada ne kadar müfsit ve zulüm varsa onların hepsine son verecektir

Dosya sorularına verdiği cevapta Musa Özdemir kavmiyetçilik/milliyetçilik, ırkçılık ile ümmet kavramının kesiştiği alanlar olduğu gibi çatıştığı alanların da olduğunu söylemektedir. Allah isteseydi tüm beşeriyeti aynı renk ve aynı dil üzere yaratırdı. Rabbimiz bunu istememiş, zikri geçen her iki ayette de açık bir şekilde bu gerçek dile getirilmiştir. O zaman kavimleri, ırkları, renkleri ve milliyetleri ümmetin bir parçası ve Allah’ın ayetlerinden bir ayet olarak görürsek -ki öyle de görmek mecburiyetindeyiz- bu güzel anlayışla ümmet kavramı ile söz konusu kavramlar kesişmiş olur. Bir gelişme, tanışma ve ilerleme sebebi sayılır. Ancak bu kavramlar, bir özellik ve üstünlük sebebi görülürse, o zaman söz konusu kavramlar ümmet kavramı ile çatışmış olur.

Ümmet kavramı ile çatışan bu kavramların kendileri zarar gördüğü gibi ümmet kavramına da zarar verirler. Yaratılışla beraber elde ettiğimiz bu durumlar, övünme sebebi olmayacağı gibi yerilme sebebi de olamaz. Böyle düşünmez, kabul etmez ve de davranmazsak haşa bir nevi yaratılış kuralına sanki karşı çıkmış gibi oluruz,  bu da çok büyük bir vebal olmakla beraber insan oluşumuza da karşı çıkmaktır. Onun için bu hususta da önemli bir denge vardır. Bir kavmimiz, bir ırkımız ve bir dilimiz var, bunu kabul edeceğiz ve hatta sahip çıkacağız, bunda sorun yoktur. Lakin bir üstünlük sebebi olarak görmeyeceğiz. Üstünlük takvadadır, takvada dünyada ölçülen bir şey değildir. Onun ölçüsü Allah indindedir. 

Ümmet fikri ütopya olmadığı gibi hiçbir sorun ve zorluk onu ütopya yapmayacaktır. Ümmet er ya da geç birliğini sağlayacak ve dünyada ne kadar müfsit ve zulüm varsa onların hepsine son verecektir. Bu hakikatı ismimizden daha gerçekçi bir hakikat olarak görüyoruz. Allah’ın izniyle bu hakikatin gerçekleşmesi de uzak olmayacaktır.

Ümmet anlayışı; inanç, adalet, sorumluluk ve kardeşlik temelinde şekillenmiş, zulme karşı kimlik ve sınır sormaksızın tavır almayı emreden evrensel bir duruştur

Dosya sorularına verdiği cevapta Kaya Kartal zulme karşı insani ve ahlaki bir başkaldırı olarak okunması gereken Aksa Tufanı’nın ve sonrasında yaşanan Gazze Soykırımı’nın şimdiden dünya tarihini dönüştürecek bir güç haline geldiğini belirtmektedir.

Bu süreçte yalnızca Müslümanlar değil, yeryüzünün dört bir yanından vicdan sahibi insanlar da harekete geçmiş, dünyanın vicdanı uyanmaya başlamıştır. Böylece İkinci Dünya Savaşı sonrası şekillenen insan hakları söylemi, uluslararası hukuk ilkeleri ve bu ilkelere dayanarak inşa edilen kurumların ciddi bir meşruiyet krizi yaşadığı açıkça ortaya çıkmıştır.

Ortaya çıkan bu boşlukta bir fikir olarak ümmet düşüncesi ve bununla bağlantılı ümmet bilinci, yalnızca Müslümanlar için değil, bütün insanlık için ahlaki ve insani bir kurtuluş imkânı sunabilir. Zira ümmet anlayışı; inanç, adalet, sorumluluk ve kardeşlik temelinde şekillenmiş, zulme karşı kimlik ve sınır sormaksızın tavır almayı emreden evrensel bir duruştur.

İslam, yeryüzünde Allah azze ve celle'nin hükümlerinin fiilen tatbik edilmesini gerektirir. Bu hükümlerin tatbik edildiği bir siyasi oluşumun sahibi ve asli unsuru da Müslümanlardır, yani ümmettir

Dosya sorularına verdiği cevapta Mahmut Varhan "Ümmet-i Muhammed"den kastın, İslam ile bir araya gelen insanlar bütünü olduğunu ifade etmektedir. Ümmet-i Muhammed aynı Rabbe, aynı peygambere, aynı akideye bağlanan insanlardır. Bu elbette bir yönüyle siyasi bir ifadedir. Zira İslam, yeryüzünde Allah azze ve celle'nin hükümlerinin fiilen tatbik edilmesini gerektirir. Bu hükümlerin tatbik edildiği bir siyasi oluşumun sahibi ve asli unsuru da Müslümanlardır, yani ümmettir.

Bu elbette, birbirleriyle hiçbir teması olmayan ve bambaşka noktalarda yer alan insanların hayali bir şekilde bir araya gelmesi gibi bir anlam taşımaz. Aksine asıl olan şey, ortak bir zeminde yer alan insanların inanç ve hakikat birlikteliği ile bir araya gelmesi, insanları birleştiren ve hareket ettiren temel kavramın İslam olmasıdır. İnsanlar arasındaki bağın kaynağının İslam bağı olmasıdır. Toprak veya kavmiyet bağı değil.

Bu bağlamda ümmet olmanın bir numaralı göstergesi Allah azze ve celle'ye sadık ve saf bir inançla bağlanmak, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem'in yaşayarak öğrettiği örneklik üzerinde sebat etmektir. Bu şuurla yaşayan insanlar Ümmet-i Muhammed'i oluşturur.

Yorum Yapın

1 Yorumlar

  • Alpaslan Arslan
    30 Temmuz 2025 04:06

    Bir anne evlatlarına nasıl bakıyorsa Allah dackullarına aynı gözle bakar; anne için hayırlı evlat ve hayırsız evlatlar nasıl ki söz konusuysa Allah için de aynı şey söz konusudur; hayırsız kullarından üzüntü duyar, hayırlı kullarından ise mutlu olur. Tevhid ve iyilik çerçevesinde buluşanlara hayırlı ümmet (hayrul beriyyeh), şirk ve fısk çerçevesinde buluşanlara ise (şerru'l beriyyeh) hayırsız ümmet der.