Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi nedir? Ümmet kavramının millet kavramıyla iliÅŸkisi nedir? Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlaşılmalı? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Ümmet" dosyasında Medeniyet Vakfı Genel BaÅŸkanı Musa Özdemir’e sorduk.
1-Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesi, tarihsel serüveni ve millet kavramıyla iliÅŸkisi hakkında neler düÅŸünüyorsunuz? Ümmetten kasıt siyasal bir birliktelik midir yoksa ötesi var mıdır? Bu baÄŸlamda Ümmet olmanın göstergeleri nelerdir?
Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Allah’a hamd peygamberine, ashabına, ehli beytine ve kıyamete kadar İslam ümmetinin davası için mücadele eden tüm dava erlerine selam olsun.
Ümmet kelimesinin kavramsal çerçevesini ÅŸöyle izah edebiliriz:
Bu kavramın Kur’an-ı Kerim’de birden fazla manada kullanıldığını görüyoruz.
A-) Vakit, zaman dilimi manasına geldiÄŸi: “Tam o sırada, o iki mahkûmdan kurtulmuÅŸ olanı, nice zaman sonra Yusuf’u hatırladı da…” (Yusuf Suresi, 45. Ayet)
Söz konusu ayette ümmet kavramının zaman dilimi manasında kullanıldığını görüyoruz. Aynı ÅŸekilde baÅŸka bir örneÄŸini de Hûd suresinde görmekteyiz. “Yemin olsun ki, eÄŸer kendilerini tehdit ettiÄŸimiz azabı hemen göndermeyip belli bir süre ertelesek…” (Hûd Suresi, 8. Ayet)
Bu ayette de ümmet kavramı zaman dilimi ÅŸeklinde kullanılmıştır.
B-) Sevk ve idare eden imam (lider), ona tâbi olunacak kiÅŸi manası taşır.
“Hiç ÅŸüphesiz İbrahim baÅŸlı başına bir ümmet, kendisine uyulacak bir önder...” (Nahl Suresi, 120. Ayet)
Ümmet kavramı burada Hz. İbrahim (a.s.) önderliÄŸine ve insanlığa imam oluÅŸu hususunu vurgulayarak kullanılmıştır.
C-) Din ve millet manası taşır.
“Biliniz ki, sizin ÅŸu ümmetiniz bir tek ümmettir, ben de sizin Rabbinizim. Onun için yolumdan çıkmaktan sakının.” (Mü’minûn Suresi, 52. Ayet)
Bir baÅŸka ayette ise ÅŸöyle buyurulmuÅŸtur: “Hayır hayır! Onların dedikleri ÅŸundan ibarettir; Biz babalarımızı bir inanç üzerinde bulduk...’’ (Zuhruf Suresi, 22. Ayet)
D-) Ümmet kavramından kast edilen bir topluluktur.
“Medyen suyuna vardığında orada hayvanlarını sulayan bir grup insanla karşılaÅŸtı.” (Kasas Suresi, 23. Ayet)
Bir baÅŸka ayette ise “Andolsun ki biz her ümmete ‘Allah’a kulluk edin, sahte tanrılardan uzak durun’ diyen bir peygamber gönderdik. ” (Nahl Suresi, 36. Ayet)
Söz konusu bu iki ayette de ümmet kavramı cemaat, topluluk manasında kullanılmıştır. Zikri geçen ayetlerden de anlaşılıyor ki ümmet kavramı geniÅŸ bir manaya sahiptir. DoÄŸru inanç sisteminden ayrılmış olan kiÅŸi ve toplulukları, İslam ümmetinin zamana uygun donanımıyla ve içinden çıkardığı imamıyla sevk ve idare etmesi istenmiÅŸtir. Bu sebeple aynı dava etrafında Müslümanların kenetlenmesi gerekir. Çünkü Allah’ın bu ümmete yüklediÄŸi mükellefiyet çok mühim ve deÄŸerli olmakla birlikte, aynı zamanda bir o kadar da mesuliyeti olan bir sorumluluktur. Ayette ÅŸöyle buyurulmuÅŸtur: “İşte böylece, siz insanlara ÅŸahit olasınız, peygamberde size ÅŸahit olsun diye sizi aşırılıklardan uzak bir ümmet yaptık…” (Bakara Suresi, 143. Ayet)
Bir ümmetin bu misyonu yüklenebilmesi için kendini mutlaka aşırılıklardan muhafaza etmesi gerekir. Aşırılıklardan uzak olan bu seçilmiÅŸ ümmet, baÅŸka topluluk ve cemiyetlerin aşırılıklarından kendini korumuÅŸ ve onların aşırılıklarına ÅŸahit olmuÅŸtur. ÖrneÄŸin İslam ümmetini sair ümmetlerden inançta ayıran nokta, yüce Yaratıcı’yı yok saymamış, Allah’a (haÅŸa) eÅŸ ve oÄŸul isnat etmemiÅŸ olmasıdır. Aynı ÅŸekilde madde ve mana arasındaki dengeyi bozmamış, bu hususta da orta yolu tutmuÅŸtur. Aynı ÅŸekilde, dünya ve ahiret arasındaki dengeyi de ihmal etmemiÅŸtir. Bu ve daha nice, sayamayacağımız hasletten dolayı bu ümmet, Allah tarafından övgüye mazhar tutulmuÅŸ ve insanlar üstünde ÅŸahit ümmet olarak seçilmiÅŸtir.
Ebu Said el-Hudri’den (a.s.) rivayet edildiÄŸine göre Resulullah (s.a.v.) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “Kıyamet günü Nuh (a.s.) çağırılır ve kendisine ‘TebliÄŸ ettin mi?’ diye sorulur. O da ‘Evet’ der. Sonra kavmi çağırılır ve onlara ‘Size tebliÄŸ etti mi?’ denilir. Onlar da ‘Bize uyarıcı gelmedi.’ derler. Nuh’a ‘Size kim ÅŸahitlik edecek?’ denir. O da ‘Muhammed ve ümmeti’ diyecek.” Buhari (4487)
Bu, ümmet için ne büyük bir makam ve ne büyük bir ÅŸereftir. Hz. Nuh’un kavmi onun onlara tebliÄŸ yapmadığını söyleyecekler ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ümmeti Hz. Nuh’un tebliÄŸ yaptığına dair ÅŸahitlik yapacaklar. Hz. Muhammed (s.a.v.) de bize ÅŸahit olacaktır. BaÅŸka bir ayette ise Allah (c.c.) bu ümmetin en hayırlı ümmet olduÄŸunu ÅŸöyle buyuruyor: “Siz insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliÄŸi emredersiniz kötülükten alıkoyarsınız ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmrân Suresi, 110. Ayet)
Bu ümmetin, hayırlı oluÅŸuyla ve sorumluluÄŸuyla öne çıktığını görüyoruz. Dikkat edersek, ayette, imandan önce iyiliÄŸi emreden ve kötülüÄŸü nehyeden bir ümmetten bahsediyor. Anlaşılıyor ki sorumluluÄŸu olmayan bir ümmet, doÄŸru bir imani gerekliliÄŸi yerine getirmekten aciz kalır. Tıpkı bu dönemde yaÅŸayan ve sorumluluk almayan ümmet müntesipleri gibi ne ümmet olabiliyor ne de içinden ümmeti idare edecek ve onu gerçek manada temsil eden bir imama (halifeye) sahip olabiliyor. EÄŸer ümmetle ilgili yükümlülüÄŸümüzü ve ödevlerimizi iyi bilmez ve hedefe samimi bir ÅŸekilde kilitlenmezsek bundan sonra ümmetle ilgili söyleyeceklerimiz eksik ve samimiyetten uzak kalır.
Ümmet kavramının, tarih seyri içinde kimi zaman asli hüviyetinden koparılarak içinin boÅŸaltıldığı olmuÅŸtur. Ama bu kavram, İslami bir kavram olduÄŸu için her zaman asli hüviyetine döndürülmüÅŸ ve müntesipleri onu doÄŸru anlamaya çalışmışlardır. Aynı inanç etrafında kenetlenen topluluk manasını taşıyan ümmet kavramına ne renkler ne de ırkların farklılıkları halel getirir. Ümmet kavramı eÄŸer, bir toplululuÄŸun aynı zaman diliminde ve bir inanç sistemi etrafında, bir önder arkasında kenetlenmesi demekse, o zaman millet kavramıyla doÄŸrudan bir iliÅŸkisi var demektir ve bu gerçek Hz. Adem’den baÅŸlayıp Hz. Muhammed (s.a.v.) ile tekamül etmiÅŸse, söz konusu iki kavram arasında güçlü bir anlam bağı olduÄŸunu söyleyebiliriz. Tıpkı ayette buyurulduÄŸu gibi: “Allah yolunda gerektiÄŸi gibi cihad edin. Sizi o seçti ve size din konusunda hiçbir güçlük yüklemedi. Ceddiniz İbrahim’in dininde olduÄŸu gibi…” (Hac Suresi, 78. Ayet)
Dikkat edersek, millet kavramının din manasını taşıdığını daha önce de söyledik. O halde aynı dine inanan insanların oluÅŸturmuÅŸ oldukları topluluk, ümmettir. EÄŸer siz bir yerleÅŸim yerine gider ve o yerde camii, minare görürseniz, o belde ehlinin islam milletine müntesip olduklarına hüküm edersiniz. Sonra o belde ahalisinin hangi dili konuÅŸtuÄŸunu öÄŸrenirsiniz. Söz konusu belde ahalisinin konuÅŸtuÄŸu dil milletlerini deÄŸiÅŸtirmeyecektir. Arapça, Türkçe veya Kürtçe konuÅŸuyor olması durumu deÄŸiÅŸtirmeyecektir. Nasıl ki Ebu Cehil’ in Arap olması ona bir avantaj saÄŸlamadıysa bir baÅŸka Müslümanın baÅŸka bir ırktan olması onun için bir fayda veya zarar vermez. “Hepiniz Âdemdensiniz, Âdem de topraktandır.” Millet dindir ve bu din etrafında kenetlenenler de ümmeti teÅŸkil edenlerdir. Ümmet siyasal bir birliktelikten ötedir ama ümmet kavramı içinde siyasal bir mana da vardır.
Yukarıda zikrettiÄŸimiz üzere ümmet kavramı hem dünya hem uhrevi mana taşır. Siyasal bir birlikteliÄŸi ümmet kavramı kadar kapsayıcı görürsek bu kavrama haksızlık yapmış oluruz. Siyasal birlikteliÄŸin ümmet kavramı içinde bir alan yüklendiÄŸini söyleyebiliriz. Çünkü ümmetin sevk ve idare ve de halife seçecek kadar bir sorumluluÄŸu olduÄŸunu unutmayalım. Ümmetin müntesipleri sadece ahiretleri için çalışmazlar. Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) en çok duyulan ve öÄŸrendiÄŸimiz dua ÅŸöyledir: “Ey Rabbimiz bize dünyada da ahirette de iyilikler nasip eyle.”
Dolayısıyla ümmet olma göstergesi eÅŸittir, tek bir Allah’a inanmış, önderleri Hz. Muhammed (s.a.v.) olan, memleketleri, ırkları ve renkleri ayrışma sebebi olmayan, emri bil maruf ve nehyi anil münker yapan, baÅŸka ümmetlere ÅŸahitlik eden ve hilafet sistemini tesis edip halifelerini içlerinden çıkarmaya çalışan, Allah tarafından övgüye mazhar olanlardır.
2-Abdulaziz döneminde temelleri atılan Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-ı İslam siyasetini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu baÄŸlamda Ümmet olgusu ve hilafet kurumu arasındaki bağı nasıl anlamalıyız?
Abdülhamit döneminde uygulanmaya çalışılan İttihad-ı İslam siyaseti kendi içinde deÄŸerlendirildiÄŸinde farklı bir netice alırız. Ümmet ve hilafet içinde deÄŸerlendirdiÄŸimizde de farklı bir netice alabiliriz. İttihad-ı İslam dediÄŸimiz ÅŸey İslam BirliÄŸi manası taşır. Dolayısıyla prensipte bu oluÅŸuma karşı bir duruÅŸ sergilememiz düÅŸünülemez. Çünkü birlik meselesi İslam temel öÄŸretileri içinde emredilen bir ÅŸeydir. Fakat Abdülhamid döneminde yapılmak istenen ittihadın özellikle Batı’ya karşı bir birlik siyaseti olduÄŸunu görüyoruz. Zayıflamış bir birliÄŸi nasıl bir arada tutabiliriz mantığı hakimdi. Bazı farklılıkları öne çıkarmadan, Batı emperyalizmine karşı İslam dünyasını birlik halinde tutmak, sömürge altında olan Müslümanlarla dayanışma içinde olmak, halifelik makamını güçlendirmek gibi amaçları olan ittihadın aslında dayanağının İslami esaslar olduÄŸunu ve bu esaslardan ilhamla hareket ettiÄŸini söyleyebiliriz. Lakin bunu yaparken bazı hassasiyetlerden uzaklaÅŸma söz konusu olmuÅŸ olabilir. Çünkü bu ittihad fikrinin bir mecburiyete dayalı oluÅŸtuÄŸunu gözlemleyebiliyoruz. Kendi içinde deÄŸerlendirdiÄŸimizde anlaşılır ve hatta kabul edilir tarafı vardır. Åžahsi görüÅŸüm, harici bir nesne kafaya geliyorsa, kiÅŸi kafasını korumak için elini feda edebilir. Aslolan vücutta kafadır. Kurumlar arasında da devlet kurumu aslolandır. Yerine daha iyisi gelmeyecekse var olanı muhafaza etmek doÄŸru olandır.
Bu baÄŸlamda, ümmet ve hilafet kurumu arasında doÄŸal bir baÄŸ vardır. Lakin ümmet ve hilafet tamamen Kur’an ve sünnet emirleriyle tanzim edilip olgunlaÅŸtırılırken, İttihad-ı İslam; mezkûr dönem için ÅŸartların zorlanmasıyla ve bir kazanımı koruma refleksiyle oluÅŸturulmaya çalışılmış bir birliktir. Bu tahlilimizle tenkit yapmıyoruz sadece her iki olguyu kendi içinde deÄŸerlendirmek gerektiÄŸini söylemeye çalışıyoruz.
3-ModernleÅŸmeyle birlikte tarih sahnesinde beliren ulus, ulusçuluk ve ulus-devlet olgusu ümmet anlayışını nasıl etkiledi? Farklı ideolojik akımların oluÅŸturduÄŸu toplumsallıklar karşısında İslamcıların ümmet vurgusu nasıl netice verdi/veriyor?
Ulus, ulusçuluk ve ulus devlet olgusu ümmet anlayışını olumsuz etkiledi. Daha ötesini ÅŸöyle söyleyebiliriz: Ulus ve ulusçuluk sadece Müslümanlara zarar vermedi, tüm beÅŸeriyete zarar verdi. BeÅŸeriyete yapılabilecek en kötü ÅŸeylerden biri ve en önemlisi olarak ulusçululuÄŸu sayabiliriz. Çünkü Allah (c.c.) insanı özgür yaratmıştır ve her bir beÅŸerin dolaşım hakkı vardır. Ulus mantığı ise bu özgür ve ufku geniÅŸ insanı dar bir sınır içine hapsetmek istedi ve günümüzde maalesef birçok alanda baÅŸarı saÄŸladı. Bencillik ve ferdiyetçilik söz konusu olgunun ürünleridir.
Ümmet kavramında da elbette her insanın özel mülkiyeti ve sınırları vardır. Lakin beÅŸeriyetin bir parçası olduÄŸunu ve kendisi dolaşımda özgür olduÄŸu gibi baÅŸka insanların da bu haklara sahip olduÄŸunu kabul eder. Ümmet anlayışında özgürlük, dolaşım hakkı ve beraberinde iktisadi daralmayı engelleme anlayışı da vardır. Dikkat edilirse ÅŸu anda ulus mantığının getirdiÄŸi daralmayla beraber iktisat, belirli kiÅŸi ya da birkaç ulus devletin elinde kalmıştır. Bunun beraberinde az bir kesimi mutlu et ve büyük kitleyi muhtaç bırak anlayışı vardır.
Dolayısıyla bizim gibi Müslümanlar dahi bundan olumsuz etkilendiÄŸi için bir sebepten dolayı hicrete zorlanmış Müslüman kardeÅŸlerimize -kendimiz yardımcı (ensar) olmasak bile- memleketimizde yer ve barınma hakkı vermek istemiyoruz. Bu menfi ve menfur anlayışın altında yatan sebep ulusçuluktur. Halbuki Allah (c.c.), Kuran’da ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “O yeryüzünü canlıların altına serdi.” (Rahman Suresi, 10. Ayet) Bunun dışında kalan her türlü anlayış ve bu anlayışı daraltacak her türlü ulus mantığı kabulümüz dahilinde olamaz ve merduttur.
İdeolojik akımlara ve İslamcıların ümmet vurgusu ile alakalı durumlarına gelince, öncelikle herkes iÅŸini yapmalı tabi ki. Müslümanları ümmet anlayışından uzaklaÅŸtırmak için bazı akımlar mücadele verdi, veriyor ve verecektir. Bundan gocunmuyoruz. SöylediÄŸimiz gibi herkesin inandığı davasına sarılması ve onun için mücadele etmesinden doÄŸal bir durum yoktur. Elbette ideolojik akımların, İslamcıların ümmet vurgusu üzerinde olumsuz etkisi olmuÅŸtur. Bazen de ümmet bilinci olan İslamcıların da kendi elleriyle bu anlayışa zarar verdiklerini görürüz.
Åžöyle ki ümmet anlayışı denge ile yürütülmesi gereken deÄŸerli bir anlayıştır. İslam birliÄŸi saÄŸlanmış ve Müslümanların halifesi varsa farklı bir durumu vardır. Ancak günümüzde olduÄŸu gibi İslam birliÄŸi yoksa ve ümmetin halifesi mevcut deÄŸilse farklı bir durum vardır ve bunların farklı deÄŸerlendirilmesi gerekir. EÄŸer ümmet birliÄŸi saÄŸlanmamışsa önce her bir İslami anlayışa sahip grup, cemaat, cemiyet -ne derseniz deyin fark etmez kendi içindeki dinamikleri iyi tahkim etmeli, eforunu önce kendini güçlendirmeye çevirmeli diye düÅŸünüyorum. İslamcılar, ulus fikrine ve onun getirdiÄŸi menfiliÄŸe karşı çıkacağız derken bazen bu dengeyi tutturamayarak kendi iç ödevlerini ihmal edecek kadar ümmetçi olmuÅŸlardır. Yani denge kaybı yaÅŸamış oldukları zaman ve alanlar olmuÅŸtur. Bundan rücu ederek, ümmet anlayışlarına sahip çıkarken aynı zamanda yerel ödev ve sorumluluklarını ihmal etmemeleri gerekir. Ulus fikrine esir olmayacağız derken ifrata düÅŸmemelidirler. Öyle yapmazlarsa ümmete katkı saÄŸlayacakları yerde ümmete yük olurlar.
4-Kavmiyetçilik/milliyetçilik/ırkçılık ve ümmet kavramları arasında ne tür kesiÅŸme yahut çatışma noktaları vardır? Bu cihetle ümmet kavramı ekseninde İslam coÄŸrafyasında yaÅŸanan mezhebi ve siyasi ayrışmaları nereye oturtmak lazım? Bu sorunlar Ümmet fikrini bir ütopya yapar mı?
Kavmiyetçilik/milliyetçilik, ırkçılık ile ümmet kavramının kesiÅŸtiÄŸi alanlar olduÄŸu gibi çatıştığı alanlar da vardır. Allah (c.c.) bizi yaratırken bir erkek ve bir diÅŸiden yarattı, bu gerçek Kuran-ı Kerim’de ÅŸöyle dile getirilmiÅŸtir: “Ey insanlar! Åžüphesiz sizi bir erkek ile bir diÅŸiden yarattık, tanışasınız diye sizi kavim ve kabilelerle ayırdık. Allah katında en deÄŸerli olanınız O’na itaatsizlikten en fazla sakınanızdır.” (Hucurât Suresi, 13. Ayet) BaÅŸka bir ayette ise ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “O’nun kanıtlarından (ayetlerinden) biri de gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. KuÅŸkusuz bunda bilenler için ibretler vardır.” (Rum Suresi, 22. Ayet)
Allah isteseydi tüm beÅŸeriyeti aynı renk ve aynı dil üzere yaratırdı. Rabbimiz bunu istememiÅŸ, zikri geçen her iki ayette de açık bir ÅŸekilde bu gerçek dile getirilmiÅŸtir. O zaman kavimleri, ırkları, renkleri ve milliyetleri ümmetin bir parçası ve Allah’ın ayetlerinden bir ayet olarak görürsek -ki öyle de görmek mecburiyetindeyiz- bu güzel anlayışla ümmet kavramı ile söz konusu kavramlar kesiÅŸmiÅŸ olur. Bir geliÅŸme, tanışma ve ilerleme sebebi sayılır. Ancak bu kavramlar, bir özellik ve üstünlük sebebi görülürse, o zaman söz konusu kavramlar ümmet kavramı ile çatışmış olur.
Ümmet kavramı ile çatışan bu kavramların kendileri zarar gördüÄŸü gibi ümmet kavramına da zarar verirler. Yaratılışla beraber elde ettiÄŸimiz bu durumlar, övünme sebebi olmayacağı gibi yerilme sebebi de olamaz. Böyle düÅŸünmez, kabul etmez ve de davranmazsak haÅŸa bir nevi yaratılış kuralına sanki karşı çıkmış gibi oluruz, bu da çok büyük bir vebal olmakla beraber insan oluÅŸumuza da karşı çıkmaktır. Onun için bu hususta da önemli bir denge vardır. Bir kavmimiz, bir ırkımız ve bir dilimiz var, bunu kabul edeceÄŸiz ve hatta sahip çıkacağız, bunda sorun yoktur. Lakin bir üstünlük sebebi olarak görmeyeceÄŸiz. Üstünlük takvadadır, takvada dünyada ölçülen bir ÅŸey deÄŸildir. Onun ölçüsü Allah indindedir. Henüz dünyada takvayı ölçen cihaz icat edilmemiÅŸtir ve icad edilmeyecektir. Bu uhrevi bir durumdur.
İslam coÄŸrafyasında mezhebi ve siyasi ayrışmalara gelince, bunların ÅŸiddeti belirleyici bir rol oynamaktadır. Ümmet birliÄŸinin saÄŸlanmadığı ve Müslümanların halifesinin olmadığı günümüzde, bu tür ayrışmalar eÄŸer fitneye sebep olmuyorsa ve yıkım yapmayacak boyutta tutulabiliyorsa kabul edilir bir tarafı var sayılabilir. Çünkü daha önce de kısmen temas ettiÄŸimiz gibi İslam’da ihtilaf (yapıcı farklılıklar), zenginlik katar, hilaf ise (körü körüne zıtlık) çekiÅŸme ve gerilik getirir. Rabbimiz ayette ÅŸöyle buyurur: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluÅŸunda aklıselim sahipleri için elbette ibretler vardır.” (Âl-i İmrân Suresi, 190. Ayet) EÄŸer her bir ÅŸey İslam’ın hakikatına ve İslam ümmetine katkı saÄŸlıyorsa ihtilaflar mütemmim cüz olarak kabul edilir.
Katiyetle! Ümmet fikri ütopya olmadığı gibi hiçbir sorun ve zorluk onu ütopya yapmayacaktır. Ümmet er ya da geç birliÄŸini saÄŸlayacak ve dünyada ne kadar müfsit ve zulüm varsa onların hepsine son verecektir. Bu hakikatı ismimizden daha gerçekçi bir hakikat olarak görüyoruz. Allah’ın izniyle bu hakikatin gerçekleÅŸmesi de uzak olmayacaktır, inÅŸallah.
5-Müslümanların Ümmet olma idealini ütopik bulan çevrelerin "hayali bir cemaat" olan ulusçuluÄŸu dayatması ve bu uluslar arasındaki ırk, bölge vb. zeminler üzerinden yeni birlik arayışlarına girmelerini nasıl deÄŸerlendirmek gerekir? Aynı ÅŸekilde farklı ırk, din ve kültürleri olan toplumların Avrupa BirliÄŸi ve Amerika BirleÅŸik Devletleri vb. çatılar altında toplanması söz konusuyken ümmet idealinin realizmden uzak olduÄŸu iddialarını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Ümmet olma idealini ütopik bulan çevreler -en hafif ifadeyle bu çevreler- samimi çevreler olmayıp kendileriyle çeliÅŸen çevrelerdir ve dahasını söyleyeyim: Bunlar, ümmet evlatlarına, ümmet ÅŸuurunun sirayet etmesinden son derece korkan çevrelerdir. Bu çevrelerin oluÅŸturmaya çalıştıkları bu menfi algıya itibar etmeden yüce dinimizin aslında birçok emrinde ve ibadet uygulamasında ümmet olmamızı istediÄŸini ve bu ulvi hedef için yönlendirdiÄŸini görürüz. Bunların söylemlerine, algılarına deÄŸil, asıl yüce yaratıcının, dinimizin, emirlerine uymamız lazım gelir.
Aslolan, dinimizdeki camii, cemaat öÄŸretisine ve ÅŸuuruna ya da haftalık toplantı programımız olan Cuma namazı öÄŸretisine ve ÅŸuuruna ya da hac ibadetinin aslında ümmete katması gereken ümmet bilincine, sahip çıkıp faydalanabilmektir. Kuran-ı Kerim’in konuyla alakalı emirlerini doÄŸru bir ÅŸekilde dinleyip açık bir teslimiyetle uyabilmektir. Söz konusu çevrelerin heves ve kirli emellerini kursaklarında bırakma imkanını yakalayabilmektir. Ayette ÅŸöyle buyrulmuÅŸtur: “Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı yapışın; bölünüp parçalanmayın. Hani siz birbirinize düÅŸman idiniz de Allah gönüllerinizi birleÅŸtirdi de O’ nun nimeti sayesinde kardeÅŸ oldunuz...” (Âl-i İmrân Suresi, 103. Ayet) Bence bu mübarek ayet durumu izaha ya da tefsire hacet bırakmadan açıklıyor. Bir de konuyla ilgili Hadisi Åžerif-i hatırlayalım: Nu’ Man b. BeÅŸir’in naklettiÄŸine göre Resulullah (s.a.v.) ÅŸöyle buyurmuÅŸtur: “Müminler birbirlerini sevmede, birbirine merhamet ve ÅŸefkat göstermede tıpkı bir organın rahatsızlandığında diÄŸer organların da uykusuzluk ve yüksek ateÅŸle bu acıyı paylaÅŸan bir bedene benzer.”
Ayet ve hadis, aslında ne yapmamız, nasıl düÅŸünmemiz ve nasıl davranmamız gerektiÄŸini net bir ÅŸekilde öÄŸretiyor. Lakin onlar bu hakikatten uzaklaÅŸmamızı istiyorlar. Söz konusu hakikatten uzaklaÅŸan ümmet, onuru mesabesinde olan Gazze’ye sahip çıkamıyor, hatta maalesef Gazze’deki kardeÅŸlerine yemek ulaÅŸtırmaktan aciz kalıyor. Bu çevreler, ABD baÅŸkanının Körfez ülkelerine gelmesini ve halkı Müslüman olan bu ülkelerden zillet manasına gelen ‘cizye’ toplamasını isteyenlerdir. Gazze’yi doyuramayan Körfez ülkeleri, ABD’yi doyuracak kadar bir cizye vermek suretiyle ümmetin günümüzdeki periÅŸanlığını gözler önüne sermiÅŸ oluyor. Uyanmak mecburiyetindeyiz. Ümmet ÅŸuurunu ümmetin her bir ferdine aşılamak bizim görevimizdir. Zilletten kurtulmak ve zulme uÄŸrayanı kurtarmak için buna mecburuz. Konuyla ilgili ÅŸuurumuzu canlı tutmak için bahsimizi ÅŸu ayetle bitirmek istiyorum: “Bilin ki Allah, kendi yolunda saÄŸlam örülmüÅŸ bir duvar gibi kenetlenmiÅŸ saflar halinde çarpışanları sever.” (Saff Suresi, 4. Ayet )
Anlaşılıyor ki her yerde her zamanda ümmet birliÄŸine ve ÅŸuuruna ihtiyacımız vardır. Namazdaki saftan tutun savaÅŸtaki saflara varıncaya kadar. Lakin söz konusu çevreler, ümmet birliÄŸinin ütopik bir ÅŸey olduÄŸunu söylerler ve bizi bu hususta ikna etmeye çalışırlar. Ama kendileri iÅŸlerine yarayacak her birliÄŸi kurmaya ve faal hale getirmeye çalışırlar. Bunlara itibar etmeden ümmet ÅŸuuru içinde çalışmalarımıza son hızla devam etmemiz gerekir.
Gayret bizden, baÅŸarı ve Tevfik Allah’tandır.
6-Ulaşım ve iletiÅŸim teknolojilerinin baÅŸ döndürücü bir ÅŸekilde hızla geliÅŸtiÄŸi ve küreselleÅŸmenin had safhaya vardığı bir dönemde ümmetçilik fikrinde yeni bir anlayış ve dile ihtiyaç var mı? Bu bize toplumsallaÅŸma için yeni bir imkân sunabilir mi?
Ümmet fikri için elbette bu geliÅŸim ve günün ihtiyacı doÄŸrultusunda bir dile ihtiyaç duyulur. Gönül isterdi ki küresel dünyada ulaşım ve iletiÅŸim teknolojisinde meydana gelen geliÅŸimin aktörleri ümmetin evlatları olsun. Ümmetin evlatları amil olsun ki teknoloji beÅŸeriyetin büsbütün hayrına kullanılsın. Fakat ÅŸimdiki vakıa maalesef böyle deÄŸildir. O zaman bu alandaki geliÅŸmeleri reddetmemiz mi gerekir?
Kat’iyetle reddetmemiz doÄŸru olmaz. Bun alanda en az yüz elli yıldır reddetmekle meÅŸgulüz. BeÅŸeriyetin hayatına televizyon girdiÄŸinde Müslümanlar önce reddetti. Sonra kimi hayırlı iÅŸlerde kullanılma imkânı olabileceÄŸine kanaat getirerek kullanmaya çalıştılar fakat zamanı geçmiÅŸti. İnternet hayatımıza girdiÄŸinde toplumu ifsad eder düÅŸüncesiyle onu da reddettik. Sosyal medya mecraları da aynı mantıkla reddedildi. Daha sonra kullanmak lazım anlayışına yönelindi ama onda da artık geç kalmıştık. Åžimdi yapay zekâ meselesinde de aynısını yaparız. Åžunu söylemeye çalışıyorum; güncel geliÅŸim ve deÄŸiÅŸimle ilgili fakihler ve Müslüman aydınlara ihtiyacımız vardır. GeliÅŸen ve küreselleÅŸen dünyada, genelde beÅŸeriyetin, özelde ise Müslümanların faydasına olacak ÅŸeyleri reddetmek deÄŸil, İslamlaÅŸtırmaktan baÅŸka çaremiz yoktur.
Bu husustaki ilkemiz reddetme deÄŸil, İslamlaÅŸtırma ve faydalanma olmalıdır. Aletin ve teknolojinin suçu olamaz, onu yöneten ve kullanan kiÅŸinin suçu ya da sevabı olur. Teknolojinin fıkhını bilen, sosyal medyanın fıkhını bilen, finans ve ekonominin fıkhını bilen yani her bir geliÅŸim ve deÄŸiÅŸimin fıkhını bilecek fakihlerin ihtiyaç kadarını yetiÅŸtirmekle yükümlüyüz. Namaz fıkhını bilen, hac fıkhını bilen ve tüm ibadetlerin fıkhını bilen fakihler yetiÅŸtirir gibi yetiÅŸtirmemiz elzem bir durumdur. Kısır ve sığ tartışmalardan ümmetin evlatlarını kurtarmamız gerekir. Bu alanı kullanmadığımız için farkına varmadan aslında tebliÄŸin en önemli araçlarından birini tatil etmiÅŸ oluyoruz. Bu da doÄŸrusu bir vebaldir.
İnternette arama motoruna bir meseleyle ilgili yaptığınız arama neticesinde öne çıkanları gördüÄŸümüzde bu vebal hepimize yeter diye düÅŸünüyorum. Ümmetin en önemli aliminin sosyal medyada takipçi sayısına bakıp toplumu ifsad edenlerin takipçi sayısıyla karşılaÅŸtırdığımızda göreceÄŸimiz netice bizi ÅŸaşırtmayacaktır. Çünkü alimi takip eden sayısı çok az iken iÅŸe yaramaz, kimseye bir katkısı olmayan ifsadçının takipçi sayısının milyonlar olduÄŸunu göreceksiniz. Bir öz eleÅŸtiri yaparak, kültür merkezlerimiz, özel ders halkalarımız ya da camilerde yaptığımız derslerin ümmet birliÄŸi ÅŸuurunu kazandırmamız için yeterli geleceÄŸine inanıyorsak, çok büyük bir yanılgı içerisindeyiz. Bahsi geçen ulaşım ve iletiÅŸim teknolojisi Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Biz yeterince düzgün kullanmayı becerirsek, bizlere büyük imkanlar sunmaktadır. Bu alanda geç kaldığımız aÅŸikâr olup bu hususu fıkhi, ahlaki ve ilkesel kullanımıyla ümmetin yararına çevirmemiz gerekir. Nahl suresindeki ayeti hatırlayalım: “Binmeniz ve güzelliÄŸini seyretmeniz için atlar, katırlar, eÅŸekleri de yarattı. O, sizin bilmediÄŸiniz baÅŸka ÅŸeyler de yaratır.” (Nahl Suresi, 8. Ayet)
BilmediÄŸimiz nice ÅŸeyi yarattı, yaratıyor ve yaratacaktır. Önemli olan yaratılan bu imkanları beÅŸeriyet ve ümmetin faydasına kullanmaktır.
7-Tek tip insan modelini dayatan Batı emperyalizmine karşı uzun süredir direniÅŸ gösteren İslam dünyasında, Aksa Tufanı ümmet bilincini yeniden canlandırabilir mi? Tüm dünyada Gazze hususunda bu kadar yüksek bilinç oluÅŸmasına karşın Filistin meselesinde Müslümanlar neden yol alamıyor?
Batı emperyalizmine karşı Aksa Tufanı’nın ümmet bilincine katkı saÄŸladığı kesindir. Aksa Tufanı haddi zatında sadece ümmet fertlerine deÄŸil, aslında vicdan sahibi her bir beÅŸere katkı saÄŸladığını ve vicdanları gereÄŸi Filistin davasına sahip çıkma hususunda harekete geçirdiÄŸini söyleyebiliriz.
Bu mevzu tahlil edilirken etraflıca ele alınmayıp tek taraflı tahlil edilirse eksik kalır diye düÅŸünüyorum. Åžöyle ki; yaÅŸadığımız dünyada insanların karakter yapılarını genel hatlarıyla dikkate aldığımızda dava bilinçlerinin zayıflayıp kendi için yaÅŸayan fertlere dönüÅŸtüklerini görüyoruz. Ekseriyetinin içinde bulunduÄŸu konforu kaybetmek istemeyen bireyler haline dönüÅŸtüÄŸünü gözlemliyoruz. BaÅŸkasının durumunun kendisini çok ilgilendirmediÄŸi aÅŸikardır. Söz konusu durum, gayrimüslimde de olduÄŸu gibi aynı biz Müslümanlarda da maalesef mevcut olan bir sosyal hastalıktır. Anı yaÅŸayan, baÅŸkası için fedakarlık yapmayan insan tipine dönüÅŸüldü. Fedakârlık göstermemiz gereken yerde bu fedakarlığı, eÅŸimiz için ya da öz evladımız ya da annemiz ve babamız için dahi olsa göstermekten kaçınıyoruz. Bu sosyal hastalık neticesinde eÅŸlerin eften püften sebeplerden dolayı ayrıldığını ve evlilik müessesine son verdiklerini görüyoruz. Maalesef bu hastalık birçok ÅŸeye sirayet etmiÅŸ durumdadır. Bu sebeple kiÅŸiler aile bağının kopması ya da zayıflamasından dolayı rahatsızlık duymamaya baÅŸlamıştır. Vatana olan baÄŸlılıklarında veya doÄŸup büyüdükleri yere olan baÄŸlılıklarında aidiyet duygusunu kaybeden bireylerin; davalarına, ilkelerine, ümmet kavramına olan baÄŸlılıklarının da zayıfladığını gözlemlemekteyiz. Dolayısıyla tahlil yaptığımızda elimizdeki profile göre tahlil yapmamız gerekir. DoÄŸrusu Aksa Tufanı’nın hem Müslümanlarda hem de vicdan sahibi tüm insanlarda uyanışa vesile olacak olumlu bir tesir oluÅŸturduÄŸunu söyleyebiliriz. Fakat bu tahlili doÄŸru idealler üzerinden yapacak olursak etkisinin çok az olduÄŸunu söylememiz gerekir.
Gazze’ye reva görülen bu zulmün Asrı Saadet döneminden önce yapılmış olduÄŸunu farz edelim. O dönemde yaÅŸayan Mekke’nin ileri gelen müÅŸrikleri bile kılıçlarını kuÅŸanıp siyonist İsrail’e karşı savaÅŸ baÅŸlatırlardı. Demek ki doÄŸru idealler üzerinden tahlil yaptığımızda, “Ümmetin evlatları Gazze meselesinde sınıfta kalmıştır.” dememiz lazım gelir. Konuyla ilgili önemli bir çıkmazımız da; ulus devlet fikrinin getirdiÄŸi lanet sebebiyle halkı ekseriyetle Müslüman olan devletlerin yönetiminde olanlarla aynı düÅŸünce ve davranış refleksine sahip olmadıklarıdır. Artı dünyevileÅŸmiÅŸ, ferdiyetçi, dava ÅŸuurundan uzak, konfor tutkunu devlet ve millet baÄŸlamında konuyu deÄŸerlendirdiÄŸimizde, Hazreti Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) ÅŸu hadisi aklımıza geliyor: “Sahabe-i kirama: ‘Aç gözlü kimselerin yemeÄŸe üÅŸüÅŸmeleri gibi, düÅŸmanlarınızın üzerinize saldırmaları yakındır.’ buyurdu. Orada bulunan bir sahabi, ‘Sayıca az olduÄŸumuz için mi düÅŸmanlarımız üzerimize üÅŸüÅŸecekler?’ diye sordu. Allah Rasulü (s.a.v.): ‘Hayır, siz sayıca çok olacaksınız. Fakat selin önündeki çer çöp gibi savrulacaksınız.’ dedi. Ve sözlerine ÅŸöyle devam etti: ‘Allah düÅŸmanlarınızın kalbinden heybet ve azametinizi çıkaracak. Sizin kalbinize de vehni yerleÅŸtirecektir.’ Sahabi: ‘Ya Resulullah! Vehn nedir?’ diye sorunca, sevgili Peygamberimiz (s.a.v.): ‘Dünyayı aşırı sevmek ve ölümü kötü görmektir.’ buyurdu.”
Anlıyoruz ki düÅŸmanın gücüyle yenilmiyoruz, davaya olan baÄŸlılığımızın zayıflığı neticesinde yeniliyoruz. İşte Gazze ve Gazzeli yiÄŸitler bize ve tüm dünyaya davaya sadakatle baÄŸlı olunca neticenin deÄŸiÅŸeceÄŸini göstermiÅŸlerdir. Övgü makamına haklı olarak getirilen Gazzeliler tıpkı ayette samimiyetinden dolayı övgüye mazhar olmuÅŸ sahabe gibi dava erleri olarak bu övgüye mazhar olmuÅŸlardır: “Müminlerden bazı kimseler Allah’a verdikleri sözü yerine getirdiler, kimileri de ecellerini bekliyorlar (vaatlerini) asla deÄŸiÅŸtirmediler.” (Ahzab Suresi, 23. Ayet)
Bizler de Allah’ın huzurunda Gazzelilerin samimiyetlerine ÅŸahitlik yapıyoruz. Gazze’de baÅŸlayan bu kutlu davanın nurunun dünyayı aydınlatacağından zerre kadar ÅŸüphemiz yoktur. Gazze dışında yaÅŸayan bizlerin bu davaya sahip çıkması, gündemden düÅŸürmemesi ve dualarımızda kardeÅŸlerini unutmaması gerekir. Siyonist İsrail mallarını bilerek ve isteyerek satın almaktan kaçınmamız gerekir. Kamuoyu baskısını artırarak hükümetlere hissettirmemiz gerekir. Gazze’ye gönderdiÄŸimiz yardımlarımızı maksimum seviyeye çıkarmamız lazım gelir. Ve bilip inanalım ki, Allah’ın izni ile zafer yakındır; hak gelecek, batıl yok olacaktır. Batıl yok olmaya mahkumdur. Zafer İslam’ındır.
Son sözümüz Allah’a hamd ve peygamberine salatu selam olsun.