Batılılaşma Sürecinde İslamcıların Mekân Tasavvuru: Sebilürreşad Mecmuası Örneği

Osmanlı İmparatorluÄŸu’nun son dönemlerinden Cumhuriyet’in ilk yıllarına uzanan süreçte, BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme tartışmaları, toplumun temel meselelerinden biri olmuÅŸtur. Geleneksel deÄŸerlerin korunması ile çaÄŸdaÅŸlaÅŸma arasındaki gerilim, bu tartışmaların odağını oluÅŸturmuÅŸtur. İslamcı düÅŸünce akımı, Batı’nın bilim ve teknolojisini alırken, ahlaki ve kültürel deÄŸerlerinden uzak durma prensibini benimsemiÅŸtir. Bu baÄŸlamda, İkinci MeÅŸrutiyet döneminin önemli İslamcı yayın organlarından SebilürreÅŸad Mecmuası’nın mekâna yaklaşımı, BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme karşısında İslamcıların duruÅŸunu anlamak açısından kritik bir öneme sahiptir. Mecmua, salt siyasî ve sosyal meselelerle ilgilenmemiÅŸ, mimarî ve ÅŸehir yapısı gibi alanlara da İslamî bir perspektif getirmiÅŸtir.

SebilürreÅŸad Mecmuası ve İslamcı DuruÅŸ

1908 yılında Sırat-ı Müstakim adıyla yayın hayatına baÅŸlayan ve daha sonra SebilürreÅŸad adını alan bu mecmua, “Dini, ilmi, siyasi haftalık mecmua-i İslamiyyedir” baÅŸlığıyla yayın yapan bir İslami düÅŸünce dergisidir. Temel amacı, Müslümanların uyanışına ve yükseliÅŸine hizmet etmek olmuÅŸtur. İslam dünyasındaki geliÅŸmeleri yakından takip eden SebilürreÅŸad, İslam BirliÄŸi fikrini ön planda tutmuÅŸ, geniÅŸ bir alandaki Müslümanların sorunlarına deÄŸinmiÅŸtir. Mecmua, siyasi, sosyal ve kültürel yayınlarının yanı sıra dini, felsefi ve edebi alanlarda da yazılara yer vermiÅŸtir. İslam dünyası için tek kurtuluÅŸ yolunun “İslamileÅŸmek” olduÄŸunu savunmuÅŸ, İslamiyet’in sosyal hayatta yaÅŸanabilirliÄŸini vurgulamış ve İslam dünyasındaki buhranın sebebinin İslam deÄŸil, Müslümanların entelektüel geri kalmışlığı olduÄŸunu dile getirmiÅŸtir. EÅŸref Edip tarafından çıkarılan ve Mehmet Akif’in baÅŸyazarlığını yaptığı SebilürreÅŸad, dönemin önemli ÅŸahsiyetlerini de yazar kadrosunda barındırmıştır. Milli Mücadele döneminde de Anadolu’da Milli Mücadele’yi destekleyen yayınlar yapmış, 1925’te kapatılsa da 1948’de tekrar yayın hayatına dönerek 1966’ya kadar varlığını sürdürmüÅŸtür.

BatılılaÅŸma ve Mekân Algısı

SebilürreÅŸad Mecmuası’nın üzerinde durduÄŸu en önemli konulardan biri, Tanzimat döneminden beri süregelen BatılılaÅŸma sorunudur. Mecmua, Batı’ya yaklaşımı bilim ve teknolojik ilerleme çerçevesinde deÄŸil, bir “medeniyet” problemi olarak ele almıştır. Yani Batı’nın bilim ve teknolojisini almanın elzem olduÄŸunu ancak ahlakına mesafeli durmayı ilke edinmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda, AvrupalılaÅŸma/BatılılaÅŸma, mecmuanın birçok sayısında “FrenkleÅŸmek” olarak nitelendirilmiÅŸtir. Derginin mekâna yaklaşımı da bu minvalde ele alınmış, semtlerin ve ÅŸehirlerin Batı’ya özenerek kimliklerini kaybettiÄŸi ileri sürülmüÅŸtür. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat dönemiyle birlikte yaÅŸanan BatılılaÅŸma, askeri alanın dışında sosyal ve kültürel alanlara da yansımış, mimari ve mekân algısında da önemli deÄŸiÅŸimlere yol açmıştır. SebilürreÅŸad Mecmuası’nın mekâna dönük yaklaşımı da, medeniyet tasavvuru ekseninde bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır. Mecmua, BatılılaÅŸmanın İslam ÅŸehirlerinin ruhunu zamanla deÄŸiÅŸtirdiÄŸini savunmuÅŸtur.

SebilürreÅŸad’ın Åžehir Tasavvuru

Åžehir, İslam geleneÄŸinde bir mekan olmanın ötesinde bir medeniyetin ahlaki ve siyasi kimliÄŸini yansıtan bir yapıdır. Farabi’ye göre insan, ancak ÅŸehirde (Medine) kemale erer; ÅŸehirler bu baÄŸlamda erdemli ya da cahil gibi niteliklerle tasnif edilir. Sezai Karakoç ise ÅŸehirleri imanlı ve inançsız olarak sınıflandırarak her bir ÅŸehrin özgün bir kimliÄŸi olduÄŸunu vurgular. Akif Emre de ÅŸehirleri, toplumların ruhunu ve siyasal yönelimlerini yansıtan göstergeler bütünü olarak tanımlar.

SebilürreÅŸad mecmuası da ÅŸehirleri İslam medeniyetinin simgesel mekânları olarak ele alır. İstanbul, Bursa, Edirne, Mekke, Medine, Mısır ve Kudüs gibi ÅŸehirler, geçmiÅŸteki ihtiÅŸamlı medeniyetin niÅŸaneleri olarak anılır. BaÄŸdat “ilmin ve hikmetin ÅŸehri”, Åžam ise doÄŸal zenginlikleri, ticaret ağı ve ÅŸiirsel tasvirleriyle İslam coÄŸrafyasının gözde merkezlerindendir. Emre’ye göre her medeniyet kurduÄŸu ÅŸehirlerle anılır; İslam medeniyeti için bu ÅŸehirler BaÄŸdat, Åžam ve İstanbul’dur. Sezai Karakoç’un bu üç ÅŸehir için kullandığı “İslam’ın üç atlısı” ifadesi, bu yaklaşımın sembolik bir özetidir. SebilürreÅŸad açısından İstanbul ise hilafet merkezi olmanın ötesinde, hem stratejik hem kültürel bakımdan bir İslam ÅŸehridir. Halil İnalcık, İstanbul’un fetihle “putlar ÅŸehri”nden “İslam ÅŸehri”ne dönüÅŸtüÄŸünü belirtirken, Turgut Cansever bu dönüÅŸümün İslam mimarisinde en parlak örneklerini barındırdığını ifade eder.

 

 

Levantenizm ve Şehir Kimliğinin Bozulması

Osmanlı modernleÅŸmesinin ÅŸehir mekânlarına yansıyan yüzü, çoÄŸu zaman Pera ve Galata gibi semtler üzerinden okunmuÅŸtur. Halil İnalcık’ın da vurguladığı gibi, 19. yüzyılda bu bölgeler, Batı ile temas hâlindeki cemaatlerin (Yahudiler, Ermeniler ve Rumlar) yoÄŸun olarak yerleÅŸtiÄŸi, dil bilen ve tercüme faaliyetleriyle devlet ve ticaret arasında aracı rolü üstlenen toplumsal aktörlerle ÅŸekillenmiÅŸtir. Bu gruplar, ekonomik iliÅŸkiler kadar kültürel aktarım süreçlerinde de önemli bir taşıyıcı iÅŸlevi üstlenmiÅŸ; zamanla “Levanten” olarak adlandırılan, çift kimlikli ve melez bir yapı oluÅŸturmuÅŸlardır.

Bu sosyal tabaka, Osmanlı ile Batı arasında bir köprü vazifesi görmüÅŸ; ancak zaman içinde bu kesimin ortadan kalkmasıyla, onların izinden giden, Batı’yla kültürel özdeÅŸlik kuran yerli bir grup ortaya çıkmıştır. BeyoÄŸlu’nda zuhur eden ve “ikiyüzlü kültür”ü temsil ettiÄŸi iddia edilen bu zümre, Batılı yaÅŸam biçimlerini benimsediÄŸi kadar, Osmanlı toplumunun geleneksel yapısıyla arasına mesafe koymuÅŸtur. Giyim-kuÅŸamdan tüketim alışkanlıklarına, eÄŸlence biçimlerinden sosyal iliÅŸkilere kadar geniÅŸ bir alanda alafranga kodların hâkim olduÄŸu bu yeni hayat tarzı, aynı zamanda İstanbul'un sosyokültürel haritasını da dönüÅŸtürmüÅŸtür.

Nitekim bu dönüÅŸüm, sıradan bir kültürel adaptasyon süreci olarak deÄŸil, “FrenkleÅŸme” ÅŸeklinde tanımlanan bir kimlik kaybı olarak ele alınmıştır. Pera ve BeyoÄŸlu gibi semtler, Batı’nın görünen yüzü olmakla birlikte geleneksel Osmanlı deÄŸerlerini aşındıran bir “yozlaÅŸma mekânı” olarak kodlandığını göstermektedir. Sosyal hayatta kökleÅŸen “Levantenizm”in, “tedrîcî fakat müessir bir tahrîbat”a sebebiyet verdiÄŸi ifade edilmiÅŸtir. Genç kuÅŸaklar üzerinde bu kültürel etkileÅŸimin ahlaki çözülme biçiminde yansıdığı ileri sürülmüÅŸ; “garb âdâb ve muâÅŸeretini fena bir sûrette taklîd eden bozuk nesiller”e dair sert eleÅŸtiriler yöneltilmiÅŸtir.

Bu baÄŸlamda BeyoÄŸlu, sadece bir semt deÄŸil, kimlik dönüÅŸümünün simgesel mekânı hâline gelmiÅŸtir. “Monden hayat”ın cazibesine kapılmış, “kibâr âlemi”nin uzuvları gibi yaÅŸayan bireylerin yaÅŸam tarzı, geleneksel Osmanlı ahlakı perspektifinden çarpıcı bir yabancılaÅŸma örneÄŸi olarak deÄŸerlendirilmiÅŸtir. Dolayısıyla sosyal hayatın farklı alanlarında yerleÅŸmiÅŸ olan “Levantenizm” üzerinden semtlerin kimliklerinin bozulduÄŸu iddia edilmiÅŸ ve bazı mekânlar bu fikriyatın iÅŸaretleri olarak gösterilmiÅŸtir. Mecmua, bu semtlerde yaÅŸanan BatılılaÅŸma ve modernleÅŸmenin diÄŸer yerleri de etkisi altına almasından endiÅŸe duymuÅŸ, BatılılaÅŸmanın “FrenkleÅŸmek” olduÄŸu tezlerini hep bu mekânlar üzerinden örneklendirmiÅŸtir.

Mehmet Akif ve Mekânın Ruhaniyeti

Mecmuanın baÅŸyazarı Mehmet Akif Ersoy, sahip olduÄŸu İslami düÅŸünce ile seküler yaÅŸam ve fikirlere karşı net bir duruÅŸ sergilemiÅŸtir. BatılılaÅŸmayı benimseyen kiÅŸileri, özellikle BeyoÄŸlu semti üzerinden eleÅŸtirmiÅŸ, “Görür mahalleli tâ karnavalda maskarayı! BeyoÄŸlu’nun o mülevves muhît-i fâhiÅŸine, Dalar gider, takılıp bir sefîlenin peÅŸine” dizeleriyle bu durumu hicvetmiÅŸtir. Akif, DoÄŸu’ya ve Batı’ya dönük yaklaşımını da “Ey koca Åžark, ey ebedî meskenet! Sen de kımıldanmaya bir niyyet et. Korkuyorum Garb’ın elinden yarın, Kalmayacak çekmediÄŸin mel’anet” dizeleriyle ifade etmiÅŸtir. Onun için camiler, İslam medeniyetinin önemli sembollerinden biri olmuÅŸ, Fatih Camii ve Süleymaniye Kürsüsünde gibi ÅŸiirlerinin ilham kaynağı olmuÅŸtur. Camiler, Akif için estetik bir mimari yapının ötesinde, geçmiÅŸi ve geleceÄŸi kucaklayan “ruhani ve canlı bir mekan” olarak kabul edilmiÅŸtir.

Babanzade Ahmet Naim ve Taklit EleÅŸtirisi

Mecmua yazarlarından Babanzade Ahmet Naim, BatılılaÅŸmayı bir taklitten ibaret görmüÅŸ ve bu taklidin İslam peygamberinin ihtarına raÄŸmen giriÅŸilen yanlış bir yol olduÄŸunu savunmuÅŸtur. Ona göre, “AvrupalılaÅŸalım, GarblılaÅŸalım. Selâmetin tarîk-ı yegânesi budur!” diyenler, “FrenkleÅŸmenin” ötesine gidememiÅŸtir. Tanzimat’tan beri taklit edilen Avrupaî yaÅŸam ve düÅŸünce tarzının, toplumu ne Avrupalı yaptığını ne de bir ilerleme saÄŸladığını belirtmiÅŸtir. Ahmet Naim, BatılılaÅŸma düÅŸüncesinin ekonomide, sanatta ve ahlakta bir ilerleme kaydetmediÄŸi gibi, Avrupalılardan “dilendiÄŸimiz hürmetlerini” bile kazanamadığımızı ifade etmiÅŸtir. Ayrıca, bazı Türk aydınlarının AvrupalılaÅŸmak hususunda taklit edilen Frenklerden daha aşırı bir tarzda İstanbul’un BeyoÄŸlu, Kadıköy ve Adalar gibi semtlerini “fısk u fücûr ile ma’mûr çarşılarını, pazarlarını, otellerini, gazinolarını ve bâhusûs bu gibi erâzilin ni’met diye telakkî ettiÄŸi yangın harâbelerini alenî, pervâsız birer dâd ü sited meÅŸheri hâline” çevirdiÄŸini belirtmektedir.

EÅŸref Edip ve Mabetsiz Åžehir

EÅŸref Edip, Osmanlı toplumunun BatılılaÅŸma sürecine dair eleÅŸtirilerini dile getirirken, özellikle Avrupa’ya giderek oradaki ihtiÅŸamlı hayat tarzına özenen kesimlerin, ilerlemenin yegâne ölçütünü siyasî ve toplumsal düzlemde "FrenkleÅŸmek" zannıyla eÅŸleÅŸtirdiÄŸini ifade eder. Ona göre, bu düÅŸünce biçimi, toplumun tarihsel ve kültürel mirasını dikkate almayan, yüzeysel bir dönüÅŸüm arzusunun yansımasıdır. Osmanlı’daki kurumsal yapının kökeninin İslami temellere dayandığını vurgulayan EÅŸref Edip, modernleÅŸmenin önündeki temel engelin din olduÄŸu yönündeki kanaatin aksine, asıl sorunun Batı’nın ilmi ve teknolojik geliÅŸimini özümseyememek olduÄŸunu belirtir.

Bu baÄŸlamda Edip, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte hayata geçirilen Batı merkezli inkılapların, özellikle yaÅŸam biçimi ve mimari anlayış üzerindeki etkilerine dikkat çeker. Yeni baÅŸkent Ankara’nın “mabetsiz ÅŸehir” olarak tasarlanmasını eleÅŸtiren Edip, bu tercihi köklü bir zihniyet dönüÅŸümünün göstergesi olarak deÄŸerlendirir. Ona göre, milleti bekleyen iki yol vardır: Biri, Tanzimat’tan itibaren izlenen ve Batı’yı taklit eden “Tanzimat Yolu”; diÄŸeri ise toplumun kendi inanç ve kültürel dinamiklerinden beslenen “Müslümanlık Yolu”dur.

Yahya Kemal ve Ezansız Semtler

Benzer kaygılar, Yahya Kemal’in kaleme aldığı ve Tevhîd-i Efkâr’da yayımlanan “Ezansız Semtler” baÅŸlıklı makalesinde de belirgin ÅŸekilde yer alır. SebilürreÅŸad mecmuası, bu makaleyi iktibas ederek Yahya Kemal’e “Anadolu Müslümanlarının en samîmî teÅŸekkür ve selâmlarını” iletir; zira bu yazı, BatılılaÅŸmanın mekânsal ve kültürel izdüÅŸümlerine dair duyulan endiÅŸeleri güçlü bir ÅŸekilde yansıtmaktadır. Yahya Kemal, ÅžiÅŸli, Kadıköy ve Moda gibi semtlerde doÄŸup büyüyen Türk çocuklarının, millî ve dinî aidiyet baÄŸlarının zayıfladığına dikkat çeker. Bu semtleri, ezan sesinden ve minare siluetinden yoksun, dini günlerin hissedilmediÄŸi “ezansız bölgeler” olarak nitelendirir. Bu baÄŸlamda “Müslümanlığın çocukluk rüyâsı”ndan mahrum büyüyen nesillerin, gelecekte kendilerini bu medeniyetin bir parçası olarak görmelerinin zor olacağını ifade eder.

Yahya Kemal’in Müslümanlığın çocukluk rüyasına dair tasviri oldukça çarpıcıdır: Ezanın kulaklarda çınladığı, evde namaz kılan yaÅŸlı ninelerin gözlemlendiÄŸi, mübarek günlerde Kur’an sesinin yankılandığı, kandil geceleriyle, Ramazan sevinçleriyle ÅŸekillenen bir çocukluk atmosferi… Ona göre, bu deneyimler bir milletin ruhunu ÅŸekillendirir; fakat “fazla medenîleÅŸmiÅŸ” ve alafranga bir eÄŸitim anlayışıyla ÅŸekillenen elit tabakanın tercihi olan “ezansız semtler”, yeni kuÅŸaklar için bu ruh ikliminden mahrum büyümenin zeminini hazırlamaktadır.

Yahya Kemal, geçmiÅŸte Galata ve BeyoÄŸlu gibi BatılılaÅŸmış bölgelerde yaÅŸayan Müslümanların, mekânın ruhuna kendi kimliklerini yansıttığını hatırlatır. Ecdat, bu semtlere kendi rengini katmış; minarelerden yükselen ezanlar, köÅŸe baÅŸlarındaki türbeler, mahallenin İslami dokusunu korumuÅŸtu. Ancak modern dönemde inÅŸa edilen yapıların bu tarihsel-dinî izleri silmeye baÅŸladığına iÅŸaret eden Yahya Kemal, mimari deÄŸiÅŸimin toplumsal yaÅŸantıyı da dönüÅŸtürdüÄŸünü vurgular. Ona göre camiler, yalnızca ibadet mekânı deÄŸil, aynı zamanda sosyokültürel sürekliliÄŸin taşıyıcısıdır. Bu çerçevede ÅžiÅŸli, NiÅŸantaşı, Kadıköy ve Moda gibi yeni yerleÅŸim alanlarını, “Müslüman ruhundan ârî, çorak ve kuru” olarak tanımlar. Yahya Kemal, medeniyetin din ve millî kimlikten uzaklaÅŸmakla eÅŸitlenmesini eleÅŸtirir; Balkanlar’daki ÅŸehirleri örnek göstererek, modern ÅŸehirlerin bile kendi dinî ve millî karakterlerini koruyabildiklerine dikkat çeker. Avrupa ÅŸehirlerinde çan kulelerinin yükselmesi, ÅŸehir manzaralarının halkın inanç ve kimliÄŸiyle uyumlu bir estetik taşıması, onun bu argümanını güçlendiren unsurlardır.

Özet olarak SebilürreÅŸad Mecmuası, BatılılaÅŸma ve modernleÅŸme sürecinde mekânı, kültürel ve dini kimliÄŸin bir yansıması olarak tasvir etmiÅŸtir. Åžehirlerin ve semtlerin BatılılaÅŸma adı altında kimliklerini kaybetmesini, “FrenkleÅŸme” olarak nitelendirilmiÅŸ ve bu duruma karşı İslami bir duruÅŸ sergilemiÅŸtir. Mehmet Akif, Babanzade Ahmet Naim ve EÅŸref Edip gibi yazarların mekân algısı üzerinden BatılılaÅŸma eleÅŸtirileri, SebilürreÅŸad’ın İslamcı düÅŸüncesinin temelini oluÅŸturmuÅŸtur. Mecmua, modernleÅŸme karşısında geleneksel İslami deÄŸerlerin korunması ve mekânın bu deÄŸerler doÄŸrultusunda ÅŸekillenmesi gerektiÄŸini savunarak, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan süreçte İslamcıların BatılılaÅŸma karşısındaki duruÅŸunu net bir ÅŸekilde ortaya koymuÅŸtur.

 

Yorum Yapın