İslamcılık nasıl bir insan tasavvuruna sahiptir? İslamcılık ideolojilerin ve modernitenin sunduÄŸu insan tasavvurunu hangi açılardan eleÅŸtirmiÅŸtir? Günümüz insanının sorunlarına İslamcılığın insan tasavvuru nasıl çözümler önerebilir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha birçok soruyu, "İslamcılığın İnsan Tasavvuru" dosyasında Mehmet Ali Karaarslan'a sorduk.
1. BilindiÄŸi üzere her ideoloji ve düÅŸünce akımı belirli bir insan tasavvuruna sahiptir ve insana belirli nitelikler atfederek onu tanımlar. Sizce İslamcılık nasıl bir insan tasavvuruna sahiptir ve insanın hangi niteliklerini ön plana çıkarır?
İslamcılığın nasıl bir insan tasavvuruna sahip olduÄŸu sorusuna verilecek cevap, İslamcılığın “ne”liÄŸi ve “nasıl”lığı sorusuna verilen/verilecek cevaba sıkı sıkıya baÄŸlı olacaktır. İslamcılığın doÄŸuÅŸu, tarihsel geliÅŸimi, bugün geldiÄŸi nokta, efradı ve aÄŸyarı konusunda sahip olduÄŸumuz kanaatler ve yaklaşımlar soruya verilecek cevabı da doÄŸrudan etkileyecek ve ulaşılan sonucu da belirleyecektir.
İslam; en basit anlatımla bize yalnızca Allah’a güvenip dayanan, birbirleriyle bir binanın tuÄŸlaları gibi sıkı bir dayanışma içerisinde bulunan mümin fertler önderliÄŸinde, müntesiplerine can, mal, nesil, akıl ve din emniyeti temin eden bir toplum tasavvuru önerir.
Bizim de iÅŸtirak ettiÄŸimiz tanıma göre, İslam'ı bir siyasal ve toplumsal düzenin temeli olarak kabul eden ve İslam'ın ibadi, ahlaki ve toplumsal kurallar ihtiva eden düzenlemelerini toplumun tüm alanlarına rehberlik eden bir sistem olarak kabul eden İslamcılık, 19. Yüzyıl'a gelindiÄŸinde İslam dünyasını çepeçevre kuÅŸatmayı baÅŸaran, felsefi ve siyasi olarak neredeyse tek millet olmayı baÅŸarmış “Modern” Batı Medeniyeti karşısında siyasi, askeri ve moral üstünlüÄŸü kaybetmiÅŸ önderler tarafından yönetilen, büyük kısmı fiilen ya da zihnen sömürgeleÅŸtirilmiÅŸ, her yönüyle sefalet içerisindeki İslam toplumunu yeniden ayaÄŸa kaldırma amacına matuf bir kriz dönemi ideolojisi olarak ortaya çıkmıştır. İslamcılık öncelikle batının pozitivizm ve ÅŸarkiyatçılık çalışmalarıyla zihinlerini iÄŸfal ettiÄŸi toplumsal elitlerin Müslüman ahaliye verdiÄŸi zararı bertaraf etmeyi amaçlamıştır.
Bu kapsamda kurtuluÅŸun anahtarı olan Kur’an ve Sünnete vasıtasız ulaÅŸma amacıyla temel kaynaklara/öze dönüÅŸ, insanlığın geldiÄŸi zihinsel ve bilimsel geliÅŸmelerin zorlamasıyla içtihadın mutlak bir ihtiyaç haline geldiÄŸi düÅŸüncesine dayalı İçtihad kapısının yeniden açılması düÅŸüncesi ve yüzyıllardır İslam toplumlarına hükmeden hanedanların tekeline terk edilmiÅŸ olan Cihad ruhunun her bir Müslüman ferde teker teker yeniden kazandırılması düÅŸüncesi, bir sacayağı olarak İslamcılığın ideolojik çerçevede temel hedefleri olarak tebarüz etmektedir.
İslamcılık, insanı Allah'a karşı sorumlu ve O'nun emirlerine tabi bir varlık, yani "kul" olarak tanımlar. Bu tasavvurda insan, fıtraten iyilik ve günah iÅŸleme eÄŸilimini birlikte barındıran, irade ve bilinç sahibi bir varlık olarak yaratıcı tarafından yeryüzünde “halife” kılınmıştır. Bu tasavvur, insanı hem ahlaki hem de toplumsal bir varlık olarak tanımlar ve onun belirli niteliklerini öne çıkarır. İslamcılığın insan tasavvurunda en önemli niteliklerin başında İman ve Takva gelir. Allah'a iman ve takva sahibi olmak tabiri caizse insan tasavvurunun üzerine inÅŸa edildiÄŸi temeldir. Takva, insanı ahlaki olarak olgunlaÅŸtıran, adil, dürüst ve ahlaklı bir yaÅŸam sürmeye yönelten bir bilinç halidir. Takva, insanın hem bireysel hayatında hem de toplumsal iliÅŸkilerinde Allah'ın rızasını gözetmesini gerekli kılar. Takva sahibi/muttaki insan, hayatının her alanında Allah'ın rızasını gözeten, adil, dürüst ve ahlaki deÄŸerlere baÄŸlı bir kul olarak temayüz eder.
İslamcılık insanın aynı zamanda ibadet ve kulluk bilincine eriÅŸmesini de hedefler. Allah'a kulluk etmek üzere yaratılmış bir varlık olarak insan ibadeti de hayatının merkezine yerleÅŸtirmelidir. İslamcılık, namaz, oruç, zekat gibi ibadetleri sadece bireysel bir sorumluluk olarak deÄŸil, aynı zamanda toplumsal bir düzenin kurulmasında etkili birer araç olarak gördüÄŸünden ibadet ve kulluk bilinci İslamcılığın insan tasavvurunda çok merkezi bir yer tutar. İbadet bilinci, insanın Allah'a karşı görevini sürekli hatırlamasını ve buna göre hareket etmesini saÄŸlarken kulluk bilinci insanın Allah'a olan baÄŸlılığını ve sevgisini ifade etmesi, manevi arınması ve ahlaki olgunlaÅŸması için bir araç haline gelir.
İslamcılık tarafından insanın öne çıkarılan en önemli niteliklerinden bir diÄŸeri de Toplumsal Sorumluluk ve Cihad Ruhuna sahip olmaktır. İslamcılık, insanı toplumsal bir varlık olarak tanımladığından insanın topluma karşı sorumlulukları üzerinde önem ve hassasiyetle durur. İnsan, ümmetin bir parçası olarak toplumsal dayanışmayı gözetmeli, ümmetin içerisinde bulunduÄŸu olumsuz ÅŸartların deÄŸiÅŸtirilip düzeltilmesi, fertler arasındaki baÄŸların yeniden sahih bir ÅŸekilde tesis edilmesi, dayanışma ve yardımlaÅŸma kabiliyetlerinin güçlendirilmesi, adaletin saÄŸlanması, zayıfların korunması ve bir bütün olarak toplumsal refahın temini hususunda gerekli irade ve sorumluluk duygusuna sahibi olmalıdır. Bu irade ve sorumluluk duygusu, insanın inançları doÄŸrultusunda her daim bir mücadele içerisinde olmasını da zorunlu kılar. Bu mücadele, hem bireysel düzeyde nefisle mücadeleyi (küçük cihad) hem de toplumsal düzeyde adaletin ve İslam'ın hakim kılınması için yapılan mücadeleyi (büyük cihad) içerir.
İslamcılık, bu nitelikler çerçevesinde insanı, Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi/halifesi olarak görür ve ona bu sorumlulukları yerine getirme misyonu yükler. Bu tasavvur, bireyin hem ahiret inancıyla bu dünyada sorumlu bir hayat sürerek manevi geliÅŸimini hem de zulüm ve sömürüden azade kılınmış bir toplumda fertlerin sorumluluklarını dengelemesini ve böylece hem dünya hem de ahiret saadetine ulaÅŸmasını amaçlar. Zira böyle bir toplum oluÅŸturma gücü ve yeteneÄŸi insan türünde mevcuttur. Çünkü göklerin ve yerin yüklenmekten kaçındığı bu görevi insan türü yüklenmiÅŸtir. Bu iÅŸ zordur ama imkansız deÄŸildir.
2. İslamcılık Marksizm ve Liberalizm gibi ideolojilerin ve modernitenin sunduÄŸu insan tasavvurunu hangi açılardan eleÅŸtirmiÅŸtir?
Modern çaÄŸa ve taşıyıcısı Batı Medeniyetine karşı Din-i Mübin-i İslamın karşı duruÅŸunu temsil etmek üzere ortaya çıkan İslamcılık, modernitenin inÅŸa etmeye çalıştığı fıtrata aykırı insan tasavvurunun öncelikle İslam toplumuna ve giderek tüm insanlığa verdiÄŸi/vereceÄŸi zararı önlemeyi ve yüzyıllar içerisinde meydana gelen bozulma ve çürüme sebebiyle örnekliÄŸini ve cazibesini yitirmiÅŸ Mü’min vasıflarını tekrardan ihya ile modernitenin türlü biçimleriyle hükümferma olduÄŸu bir çaÄŸda her çeÅŸit tuÄŸyana karşı duracak bir insan tasavvuru ortaya koymayı hedeflemiÅŸtir.
İslamcılık, liberalizmin insanı her türlü bağından ve sorumluluklarından azade kılan, tümüyle bireysel çıkar ve haz odaklı bir hayat anlayışına sahip insan tasavvuruna da, insanın manevi/metafizik varlığını yok sayarak tümüyle mekanik bir üretim aracı olarak gören marksizmin insan tasavvuruna da açıkça karşı çıkmıştır. İnsan fıtratına aykırı bu yaklaşımlara karşılık Allah Tebarek ve Teala'nın Kur'an'da belirlediÄŸi özellikler çerçevesinde Hz. Peygamber AleyhissalatuVesselam'ın gündelik hayatta ortaya koyduÄŸu örneklikle tecessüm eden, hem yatay düzlemde toplumla aktif bir iliÅŸki içerisinde olan hem de dikey düzlemde yaratıcı ile bağını koparmamış bir insan tasavvuru inÅŸa edilmeye çalışılmıştır. İnsanının maddi ve manevi varlığının, haklarının ve ödevlerinin birbirinden ayrılamayacağını, insanın sadece Allaha kul olarak kainatta özgür olabileceÄŸini, diÄŸer insanlara ve topluma karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmenin insanı yücelteceÄŸini, insanı aksi yönde hareket etmeye sevk etmenin tabii varlığı ve insanlığı fesada uÄŸratacağını iddia eden İslamcıların bu çabasının hangi oranda neÅŸvünema bulduÄŸu sorunundan bağımsız olarak modernitenin insan tasavvuruna getirilen bu eleÅŸtirilerin ne derece haklı olduÄŸu çok acı bir ÅŸekilde ortaya çıkmıştır.
Modern dönemde insanlık tarihinin en ahlaksız ve kanlı savaÅŸları yaÅŸanmış, insana, hayvana, eÅŸyaya ve bir bütün olarak tabiata karşı en eÅŸsiz zulümler iÅŸlenmiÅŸ, insan ÅŸeref ve haysiyeti yer ile yeksan edilmiÅŸ, insanın zoraki köleliÄŸinin yerini gönüllü ve bilinçsiz kölelik almış, buna karşılık modernite herhangi bir etkili, meÅŸru ve ahlaki karşı koyuÅŸa kaynaklık edememiÅŸtir. Modernitenin yarattığı sorunlara iliÅŸkin olarak modern insanın sunduÄŸu çözüm önerileri veya ürettiÄŸi çözümler, sorunları çözmek bir yana daha karmaşık hale getirmiÅŸ modernite karşısında insanlığın daha da zayıflamasına yol açarak insanlığı bir kısır döngüye hapsetmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda 18. Yüzyıldan itibaren geliÅŸmeye ve yayılmaya baÅŸlayan, 19. Yüzyılda özellikle baÅŸta İngiltere olmak üzere Avrupa’da en vahÅŸi ve barbar formuna ulaÅŸan Kapitalizme karşı insanlıktan yana bir çözüm bulma iddiasıyla ortaya çıkan Marksizm, fıtrata aykırı ve hakikate yabancı çözüm önerileriyle sadra ÅŸifa olmak bir yana devlet olarak kurumsallaÅŸtığı toplumlarda vahÅŸet ve zulümde Kapitalizmle yarışır hale gelmiÅŸtir.
İslamcılık Marksizmi, insanı ekonomik koÅŸulların ve sınıf mücadelesinin bir ürünü olarak gören, insanın toplumsal varlığını belirleyen unsurun maddi koÅŸullar ve ekonomik iliÅŸkiler olduÄŸunu, insanın tarihsel olarak bu koÅŸullar çerçevesinde ÅŸekillendiÄŸini ileri süren ekonomik materyalizme dayalı insan anlayışını mutlaklaÅŸtırması yönüyle eleÅŸtirir. Bu çerçevede tarihsel ve toplumsal geliÅŸmeleri yalnızca ekonomik faktörlerle açıklamak büyük bir yanılgı olup insan/lar/ın manevi ve ahlaki varlıkları ile bunların çeÅŸitli tezahürleri de tarihin ve toplumsal olayların geliÅŸiminde baÅŸat etkendir. İslamcılığa göre, insan sadece maddi ihtiyaçlardan ibaret bir varlık deÄŸil, aynı zamanda manevi varlığı ve metafizik ihtiyaçları da olan bir varlıktır. İnsanın manevi yönü, iman ve ahlak gibi deÄŸerlerle ÅŸekillenir ve bu yönü, toplumsal yapının dışında da anlamlıdır. Ayrıca, Marksizmin dini bir "yanılsama" olarak görerek "halkın afyonu" haline geldiÄŸini iddia etmesi, dinin sınıfsal bir baskı aracı olarak ezen sınıfı meÅŸrulaÅŸtırdığını ileri sürmesi İslamcı düÅŸünceye göre insanın manevi yönünü göz ardı eden indirgemeci bir yaklaşımdır. İslamcılık, dini varoluÅŸun merkezinde yer alan, birey ve toplumu adalet ve ahlak temelinde ÅŸekillendiren bir rehber olarak görür. İslamcılık, Marksistlerin temelsiz iddialarının tam aksine İslamın/hak dinin toplumun sömürüye karşı korunmasında asli bir rolünün olduÄŸunu ve İslamın, adil bir toplumsal düzenin kurulmasında en temel faktör olduÄŸunu kabul eder.
Marksizmin maddeci ve kolektif bilinç iddiasına dayalı totaliter yapısının karşısında Bireycilik, Ahlaki Görelilik ve Sekülerlik temelinde örgülenen Liberalizmin insan tasavvuru da İslamcılık tarafından eleÅŸtirilmiÅŸtir. Liberalizmin, kendi çıkarlarını rasyonel olarak maksimize etmeye çalışan bir varlık olarak bireyi merkeze alan ve insanın kiÅŸisel çıkarlarını ön planda tutan, bireylerin ahlaki deÄŸerlerini özgürce seçebileceÄŸini ve farklı ahlaki sistemlerin eÅŸit derecede geçerli olabileceÄŸini öne sürerek ahlakı seküler bir temele dayandıran insan tasavvuru da İslamcılık açısından fıtrata aykırı ve batıldır.
İslamcılığa göre insan, sadece bireysel çıkarları doÄŸrultusunda hareket eden bir varlık deÄŸildir. Toplumsal bir varlık olarak insanın toplum içinde ve topluma karşı da sorumlulukları vardır ve bu sorumluluklar bireysel özgürlük ve çıkarlardan önce gelir. Bireysel hak ve özgürlükler elbette önemli olmakla birlikte bu hak ve özgürlüklerin toplumun genel maslahatıyla dengelenmesi de bir zarurettir. İslamcılık ayrıca Liberalizmin ahlaki deÄŸerleri insan aklına ve toplumsal sözleÅŸmelere dayandıran, ilahi bir otoriteyi ve mutlak ahlaki ölçütleri dışarıda bırakan yaklaşımına karşı mutlak ahlaki deÄŸerlerin varlığını ve İslam'ın belirlediÄŸi evrensel ahlaki prensiplerin herkes için geçerli olduÄŸunu savunmakla liberalizmin ahlaki görelilik anlayışını da eleÅŸtirir. İslamcılığa göre, ahlakın kaynağı ilahi vahiydir ve bu baÄŸlamda seküler ideolojiler insanın manevi ve ahlaki geliÅŸimini mutlak surette sekteye uÄŸratır.
İslamcılık Marksizmiyle, Liberalizmiyle ve daha türlü türlü –izmleriyle Modernitenin, insanı akılcı, ilerlemeci ve dünya merkezli bir varlık olarak tanımlayan ve onu Tanrı'nın yerine koyarak manevi boyutunu ihmal eden anlayışının, insanın bilgi ve teknoloji aracılığıyla doÄŸayı ve toplumu dönüÅŸtürme kapasitesini mübalaÄŸa düzeyde öne çıkardığını, ancak bu süreçte geleneksel deÄŸerlerin ve manevi baÄŸların zayıfladığını, anlam ve amaç krizine sürüklenmiÅŸ bireyler arası iliÅŸkilerde derin bir ahlaki kriz ve çöküÅŸün ortaya çıktığını, buna karşı ancak İslami deÄŸerlerle ve ahlaki prensiplerle mücehhez insan tasavvuruyla karşı konulabileceÄŸini savunur.
3. Modern düÅŸünce özellikle insanın istiÄŸnası, yani kendisinden baÅŸka bir referansa ihtiyaç duymaması üzerine teÅŸekkül etmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda İslamcılar Allah-insan iliÅŸkisini nasıl tasarlamaktadır?
Modern düÅŸünce, küçük nüanslarla birlikte genel olarak tüm formlarında, insanın akıl, bilim ve bireysel özgürlüÄŸün rehberliÄŸinde kendine yeterli olduÄŸunu, baÅŸka bir varlık ya da referansa ihtiyaç duymadığını savunan bir yaklaşımı benimser. Bu düÅŸünce tarzı, Batı modernitesinde özellikle aydınlanma dönemiyle birlikte güçlenmiÅŸ ve seküler bir dünya görüÅŸünün temellerini atmıştır. Buna karşılık İslamcılık modernitenin insan fıtratına yönelik amansız saldırısına karşı koymanın ilk adımı olarak insanın yaratıcısıyla dolaysız/doÄŸrudan iliÅŸkisinin yeniden tesis edilmesini hedeflemiÅŸtir. Öze dönüÅŸ olarak kavramsallaÅŸtırılan bu yaklaşım, İslam toplumlarında insan ve Allah arasında yüzyıllara sari geleneksel yapıların ve yapılanmaların oluÅŸturduÄŸu dolayımı ortadan kaldırarak tıpkı “ilk dönem”de olduÄŸu gibi Müslümanların Kur'an ve Sünnetle doÄŸrudan bir baÄŸ kurmasını hedeflemektedir. Allah Tebarek ve Teala'nın her an yaratma halinde ve kainata müdahil olduÄŸu gerçeÄŸinden hareket eden öze dönüÅŸ düÅŸüncesi, insanın sahih bilgi ve inanç ile sadece Allah’a boyun eÄŸmesinin insanı Allah'tan baÅŸka her ÅŸeye ve herkese karşı özgürleÅŸtireceÄŸini, ancak özgür insanın modernitenin ilkesel ve kurumsal hegemonyası ile baÅŸ edebileceÄŸini vaz etmektedir.
Modernite, “insan aklı”nı mutlak referans haline getirerek “tanrı”yı hayatın ve tarihin dışına çıkarmış, süslü ve cazip formlarda türlü çeÅŸitli tasarımlarla da aklı iÄŸdiÅŸ ederek insanın insana kulluÄŸunu tesis etmiÅŸtir. Oysa insanın Allah'a karşı bizzat ve bizatihi sorumlu olması düÅŸüncesi insanı sadece Allah karşısında aciz kılarken diÄŸer yaratılanlar karşısında ise müstaÄŸni kılmaktadır. İnsanın bedenden, nefisten, korkulardan, istek ve arzulardan, aklın oyunlarından azade kalmasının yegane yolunun insan ve Allah arasında kurulacak sahih bir baÄŸ olduÄŸu inancından hareket eden İslamcılık düÅŸüncesi insan ve Allah arasında var olması gereken hiyerarÅŸik iliÅŸkiyi yeniden hatırlatmayı temel amaç bellemiÅŸtir. Bu baÄŸlamda insanın sadece Allah Tebarek ve Tealayı Rabb edinmesi gerektiÄŸi söylemi en başından itibaren İslamcılığın en temel ÅŸiarlarından birisi olmuÅŸtur. İslamcılık Allah’ın sadece yaratıcı deÄŸil aynı zamanda yarattıklarını kollayıp kuÅŸatan, terbiye eden, insanın ve evrenin nizamı için kural ve kanunlar koyan bir tek bir ilah olduÄŸu, bu vasıfların/yetkilerin hiçbirinin baÅŸka kiÅŸi ve/ya kurumlara verilemeyeceÄŸi ya da paylaÅŸtırılamayacağı hakikatini yeniden insanlığın gündemine sunmayı amaçlamıştır. Bu yolda, insanın ihtiyaç duyduÄŸu rehberliÄŸin de Allah tarafından gönderilen vahiy ile saÄŸlandığı kabul edilir. Zira modern düÅŸüncenin aksine, insan aklının mutlak bir rehber olamayacağı ve vahyin rehberliÄŸine ihtiyaç duyacağı su götürmez bir gerçek olarak görülür.
İlk dönem İslamcıları bu konuya Kur’ani bir terim olan “Urvet-ül Vuska” kavramını simgeleÅŸtirerek dikkat çekmeye çalışmışlardır. Buna göre insan, Allah’a mutlak bir bağımlılık içerisindedir ve bu bağımlılık hem ontolojik hem de ahlaki bir gerekliliktir. Zira kim taÄŸutu inkâr edip Allah'a iman ederse kopması mümkün olmayan saÄŸlam bir kulpa/Urvetu'l-Vuska'ya sarılmıştır. Urvet-ül Vuska, insanın Allah'a olan baÄŸlılığını ve imanını simgeler. Bu baÄŸlılık, her türlü zorluk ve sıkıntı karşısında sarsılmayan, güçlü bir inanç ve teslimiyet ile karakterize edilir. İnsanın Allah'a olan bu baÄŸlılığı, onu sapkınlıktan ve dünyevi zayıflıklardan koruyan en önemli güvencedir. İnsan, Allah'ın peygamberleri aracılığıyla gönderdiÄŸi vahyin rehberliÄŸinde bir yaÅŸam sürdürerek, hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluÅŸu bulur. İslamcılık, insan-Allah iliÅŸkisinde iman, kopmaz ve sarsılmaz bir baÄŸlılık ve teslimiyetin merkezde olduÄŸu bir tasavvura sahiptir. Bu baÄŸ, insanın Allah'a olan mutlak güvenini, O'na olan sadakatini ve bu dünyada doÄŸru yolu bulma arzusunu yansıtır. Allah'a sımsıkı sarılmak, insanın hem bu dünyada hem de ahirette kurtuluÅŸuna vesile olacak en önemli teminattır. Dolayısıyla İslamcılığın Allah-insan iliÅŸkisini temel olarak Tevhid-Ubudiyet-Nübüvvet esasları üzerine bina ettiklerini söylemek mümkündür.
4. Ali Åžeriati'nin İnsanın Dört Zindanı'ndaki düÅŸünceleri İslamcı çevreler bir dönem ciddi bir ÅŸekilde tartıştı. İnsan tasavvuru açısından sizce Ali Åžeriati İslam düÅŸüncesine nasıl bir katkı saÄŸladı?
Ali Åžeriati, malum olduÄŸu üzere İslam dünyasında derin izler bırakan, ömrünü İslamcılık düÅŸüncesini geliÅŸtirmeye, yorumlamaya ve yaymaya adayan önemli bir düÅŸünür ve hareket adamıdır. Özellikle modernite, sömürgecilik, ve İslam Dünyasındaki Batı etkilerine karşı geliÅŸtirdiÄŸi yer yer çok sert eleÅŸtirel yaklaşımlarla her zaman ilgi ve tartışmaların odağında olmuÅŸtur. Ancak Ali Åžeriati’nin belki de bunlardan daha önemli ve örnek alınası vasfı düÅŸündüklerini ve inandıklarını durmadan, bıkmadan ve yorulmadan insanlara aktarma çabasıdır. O hem kurucularından olduÄŸu ve her seviyeden insanın bir araya geldiÄŸi Hüseyniye-i İrÅŸad’da hem de üniversite amfilerinde aynı düÅŸünceleri farklı formlarda fakat aynı samimiyet ve sadakatle dile getirmiÅŸtir. Ali Åžeriati’nin bu nihayetsiz gayretleri, O’nu zorba rejim nezdinde tehlikeli biri haline getirmiÅŸ, önce ağır koÅŸullarda geçen hapis günlerine, arkasından zorunlu sürgüne ve nihayet ÅŸehadete ulaÅŸtırmıştır.
Esasen üniversitede verilen bir konferans notlarının basımıyla ortaya çıkan "İnsanın Dört Zindanı" eseri, O’nun insan tasavvuru ve modern dünya eleÅŸtirisini derinlemesine incelediÄŸi ve yayınlandığında büyük yankı uyandıran önemli bir çalışmadır. Åžeriati'nin "İnsanın Dört Zindanı" eserinde, insanın dört temel zindanla, yani dört temel sınırlayıcı faktörle karşı karşıya olduÄŸunu savunur: doÄŸa, tarih, toplum ve benlik/nefs. Bu zindanlar, insanın özgürlüÄŸünü kısıtlayan ve onun potansiyelini sınırlayarak onu hakikatten uzaklaÅŸtıran unsurlar olarak deÄŸerlendirilir. Ali Åžeriati'nin bu eserde ortaya koyduÄŸu düÅŸünceleri, İslamcı çevrelerde büyük yankı uyandırmış ve geniÅŸ bir tartışma alanı açmıştır. Hususen “tarih zindanı” ve “toplum zindanı” baÅŸlıklarında ifade edilen görüÅŸlerin yaygın olarak baÄŸlamından kopuk ve ortaya atıldığı koÅŸulların hususiyetlerini göz ardı eden bütüncüllükten uzak indirgemeci yaklaşımlarla ele alındığı dönemlerde İslamcılık düÅŸüncesinin toplumla münasebetlerinde patolojik sonuçlara yol açtığı da bir vakıa ise de bu konu belki müstakilen incelemeyi hak eden bahsi diÄŸer olarak not edilebilir.
Ali Åžeriati'nin İslam düÅŸüncesine en önemli katkısı, insanın manevi ve entelektüel özgürlüÄŸünü yeniden kazanması gerektiÄŸi fikrini merkez alması ve bunu yaÅŸayarak göstermesidir. Bu özgürlük, sadece fiziki/dışsal zindanlardan deÄŸil, aynı zamanda insanın manevi/içsel zaaflarından da kurtulmayı gerektirir. Bu baÄŸlamda, insanın Allah’a olan bağımlılığı ve teslimiyeti, özgürlüÄŸün temeli olarak görülür. Åžeriati’nin görüÅŸleri, İslamcı düÅŸünceyi sadece dini ritüellerle sınırlı kalmayan, aynı zamanda toplumsal ve bireysel özgürlüÄŸü arayan daha geniÅŸ bir perspektife taşımayı amaçlamıştır. Åžeriati, temel İslami kavramları ve toplumsal deÄŸerleri güncel bir baÄŸlamda yeniden yorumlayarak, modern batı düÅŸüncesi karşısında zayıf düÅŸmüÅŸ Müslüman toplumlara çaÄŸdaÅŸ bir insan tasavvuru kazandırmaya çalışmıştır. Åžeriati, modernitenin insanı kendi özünden, manevi köklerinden ve toplumsal baÄŸlarından koparan bir süreç olduÄŸunu vurgular. Bu baÄŸlamda Åžeriati'nin düÅŸünceleri, Batı medeniyeti karşısında Müslüman toplumların kendilerini yeniden tanımlama çabalarında öncüler için önemli bir ilham kaynağı olmuÅŸtur.
Åžeriati, İslam’ı sadece bireysel bir inanç sistemi olarak deÄŸil, aynı zamanda toplumsal bir dönüÅŸüm aracı olarak da görerek toplumsal adaletin saÄŸlanmasına ve zulme karşı direniÅŸe zemin olarak da tasavvur eder. Bu baÄŸlamda Ali Åžeriati'nin İslam DüÅŸüncesine belki de en önemli katkılarından biri, İslam'ın devrimci potansiyelini yüksek sesle vurgulamasıdır. Åžeriati, İslam’ı statükoyu koruyan bir araç olarak deÄŸil, ezilenlerin haklarını savunan, adaleti tesis eden ve zulme karşı çıkan bir din olarak coÅŸkunun zirvesinde ve epik bir üslüpla yeniden yorumlamıştır.
Ali Åžeriati, İslam düÅŸüncesine, insanın özgürlük arayışı, toplumsal adalet, modernite eleÅŸtirisi ve devrimci din anlayışı gibi konularda derinlemesine katkılarda bulunmuÅŸ, insanın manevi geliÅŸimini merkeze alan ve modernitenin insanı sınırlayıcı tabiatını kökten eleÅŸtiren bir bakış açısı getirmiÅŸtir.
5. İslamcılar sunmuÅŸ oldukları insan tasavvuruna uyan fertler yetiÅŸtirmede ne derece baÅŸarılı olabilmiÅŸtir? Vakıada bunun örnekleri var mıdır?
İslamcılar, benimsedikleri insan tasavvuruna uyan bireyler yetiÅŸtirme konusunu ilk andan itibaren gündemlerinin ilk sırasına koymuÅŸlar, İslam CoÄŸrafyasının muhtelif bölgelerinde bu yönde çok yoÄŸun gayret göstermiÅŸlerdir. Bu doÄŸrultuda İslamcılar tarafından özellikle 20. Yüzyılın ilk yarısından itibaren muhtelif “dönüÅŸüm” ve “diriliÅŸ” projeleri geliÅŸtirilmiÅŸtir. Süreç içerisinde baÅŸarılı sayılabilecek sonuçlar elde edildiÄŸi hususunda genel bir kanaat mevcut olmakla birlikte bu çabaların baÅŸarı derecesi ve sonuçları, döneme ve zamana baÄŸlı yaÅŸanan dalgalanmalar baÅŸta olmak üzere farklı faktörlere baÄŸlı olarak deÄŸiÅŸiklik göstermiÅŸtir. Esasen mevzu insan yetiÅŸtirme hususunda deÄŸerlendirme yapma noktasına geldiÄŸinde ortaya konacak her yaklaşım, yarısı boÅŸ/dolu su bardağı metaforu çerçevesini aÅŸamayacaktır.
İslamcı hareketler, her dönemde baÅŸta dini/ahlaki ve ideolojik eÄŸitim olmak üzere eÄŸitim alanında yoÄŸunlaÅŸarak "ideal Müslüman birey" yetiÅŸtirmeyi hedeflemiÅŸler, bu doÄŸrultuda eÄŸitim kurumları, medreseler ve kültürel organizasyonlar kurmuÅŸlardır. Bu kurumlar, İslami deÄŸerlere uygun bir eÄŸitim sunarak, Allah'a baÄŸlı, ahlaki deÄŸerleri yüksek ve İslam’a göre ÅŸekillenmiÅŸ bir dünya görüÅŸüne sahip bireyler yetiÅŸtirme gayretinde olmuÅŸlardır. Bu kapsamda ilk akla gelen Müslüman KardeÅŸler (İhvan-ı Müslimin) teÅŸkilatı, kurucusu Åžehid Hasan El Benna tarafından belirlenen bir programı uygulamak üzere önce Mısır’da ve daha sonra bir çok ülkede yaygın eÄŸitim faaliyetleri yürütmüÅŸtür. Yine Pakistan’da Cemaat-i İslami hareketi, kurucusu Merhum Allame Mevdudi rehberliÄŸinde Hind Alt Kıtasında geniÅŸ bir eÄŸitim ağı oluÅŸturmuÅŸlardır. İran’da 1979 yılında gerçekleÅŸen İslam Devrimi öncesinde 1950 li yıllardan itibaren baÅŸlayan eÄŸitim faaliyetleri 1979 yılına gelindiÄŸinde, İslamcı düÅŸüncenin sadece bireysel düzeyde deÄŸil, toplumsal ve siyasal düzeyde de ne derece etkili olabileceÄŸini göstermiÅŸ ve İslamcı liderler önderliÄŸinde ayaklanan Müslüman halk ülkenin rejimini deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Devrim, İslamcı düÅŸüncenin devlet seviyesinde uygulanmasını ve bu ideolojiye uygun bireylerin yetiÅŸtirilmesini amaçlamıştır. Bu süreçte, İslamcı düÅŸünceye sadık bireylerin yetiÅŸtirilmesi, devlet politikaları ve eÄŸitim sistemi üzerinden teÅŸvik edilmiÅŸtir. Gelinen noktada ortaya çıkan sonuçlar elbette ayrı bir tartışma konusudur.
Türkiye’de ise 1950 lere kadar yaÅŸanan yoÄŸun baskı ve zorbalık döneminde eÄŸitim ve insan yetiÅŸtirme faaliyetleri son derece az ve sınırlı kalmıştır. 1950 yılında çok partili hayata geçiÅŸten itibaren görece kısmi rahatlamalara paralel olarak baÅŸta Nur hareketi olmak üzere irili ufaklı cemaat ve tarikatlarla baÅŸlayan kısmen açık ve fakat çoÄŸunlukla örtülü/tedbirli eÄŸitim faaliyetleri, İmam Hatip liseleri ve Yüksek İslam Enstitüleri/İlahiyat Fakültelerinin açılması, Milli GörüÅŸ hareketi ve diÄŸer İslamcı siyasi akımların ortaya çıkmasıyla birlikte hız kazanmıştır. Özellikle 1980'lerden itibaren eÄŸitim ve sivil toplum alanında geliÅŸen hareketler belirli düzeyde İslamcı dünya görüÅŸüne sahip fertlerin yetiÅŸmesinde pay sahibi olmuÅŸtur.
Ancak, İslamcı hareketlerin insan tasavvurunu yayma çabalarının sonucunda elde edilen bu baÅŸarılar genellikle belirli toplumsal kesimlerle sınırlı kalmış, geniÅŸ toplum kesimlerinde beklenen etkiyi yaratmakta zorluklar yaÅŸanmıştır. Bunun en önemli sebebi modernitenin sekülerleÅŸme, bireycilik, kapitalizm gibi unsurlarıyla yaÅŸanan sürekli bir çatışma halidir. Modern yaÅŸamın getirdiÄŸi bireycilik, tüketim kültürü ve seküler eÄŸitim gibi faktörler, İslamcı hareketlerin hedeflediÄŸi ideal insan tipini yetiÅŸtirme konusunda ciddi engeller oluÅŸturmuÅŸtur. Bu çeliÅŸkiler, fertlerin İslamcı ideallere tam anlamıyla uymasını zorlaÅŸtırmış ve toplumda beklenen dönüÅŸümün gerçekleÅŸmesini engellemiÅŸtir. Bunun yanında birçok İslamcı hareket, otoriter rejimlerin baskıları altında faaliyetlerini sürdürmek zorunda kalmış ve bu da söz konusu hareketlerin eÄŸitim ve toplumsal faaliyetlerini kısıtlamıştır. Bu baskılar, idealize edilen İslamcı insan tasavvurunun yaygınlaÅŸmasını zorlaÅŸtırmıştır. Yine İslamcı hareketlerin insan tasavvuruna karşı toplumun çeÅŸitli kesimlerinden gelen direniÅŸler de, bu ideallere uygun bireyler yetiÅŸtirme sürecini zorlaÅŸtırmıştır. Özellikle Batı etkisinin yoÄŸun olduÄŸu yerlerde, laik/seküler kesimler ve modern yaÅŸam tarzlarını benimseyen gruplar, İslamcı hareketlerin sunduÄŸu insan modeline karşı çıkmışlardır. Bu çatışma hali, toplumlarda kutuplaÅŸmalara yol açmış ve İslamcı ideallerin yayılmasını zorlaÅŸtırmıştır.
İslamcı hareketlerin bazılarının ise, siyasal iktidarı ele geçirme ve yönetme sürecinde, bir kısmı çok ağır ve yıkıcı sonuçlara yol açan çeÅŸitli sapmalar yaÅŸadığı müÅŸahade edilmiÅŸtir. İktidar mücadeleleri, pragmatizm, yozlaÅŸma ve özellikle bu gayrimeÅŸru pozisyonların güçlendirilmesi ve pekiÅŸtirilmesi uÄŸruna bir çok dini/ahlaki deÄŸer ve kurumların hoyratça istismar edilmesi, bu hareketlerin sunduÄŸu insan tasavvurunun toplumları nezdinde tutarlılığını ve cazibesini zayıflatmıştır. Bu durum, hem hareket içindeki bireylerin hem de toplumun genelinde bir hayal kırıklığına veya en azından soÄŸumaya yol açmıştır.
Netice itibariyle İslamcı hareketler, insan tasavvurlarına uygun bireyler yetiÅŸtirme konusunda belirli ölçüde baÅŸarılı olmuÅŸlardır. Bu baÅŸarılar, özellikle dini bilinç, ahlaki sorumluluk ve toplumsal adalet anlayışı çerçevesinde belirginleÅŸmiÅŸtir. Ancak, modernite, siyasal mücadeleler ve yerel koÅŸulların getirdiÄŸi zorluklar gibi faktörler, bu sürecin tam anlamıyla baÅŸarılı olmasına mani olmuÅŸtur. Buna raÄŸmen, vakıada İslamcıların yetiÅŸtirdiÄŸi fertlerin etkili olduÄŸu çok fazla bireysel ve kurumsal örnek de göz önünde durmaktadır. Evvelce de ifade edildiÄŸi mevzu biraz da yarısı boÅŸ/dolu su bardağı metaforu çerçevesinde ÅŸekillenmektedir. Bardağın dolu tarafından bakılırsa, İslam Dünyasının neredeyse her yerinde içerisinde bulundukları toplumda öze dönüÅŸ çabalarına omuz veren fikri, siyasi ve askeri anlamda mücadelenin içerisinde yer alan gençler, kadınlar, yaÅŸlılar görülebilir, buradan pay çıkarılabilir. Ya da bardağın boÅŸ tarafına bakılırsa, iki ileri bir geri giden, görece müsbet toplumsal geliÅŸmeleri sürdürülebilir kılamayan, giderek zihinleri kapanan ve asabiyet temelli iç çatışmalara daha fazla heveskar İslamcı kiÅŸi ve topluluklar görüp umutsuzluÄŸa da sürüklenilebilir. Meselenin bu boyutu tamamen tercih meselesidir.
6. Günümüz insanının genellikle bireyselleÅŸme ve çıkarcılık gibi sorunlarından bahsediliyor. Bu sorunlar baÄŸlamında İslamcılığın insan tasavvuru nasıl çözümler önerebilir?
İslamcılık, insanı en basit ifadeyle Allah'a kul ve topluma sorumlu bir ferd olarak tanımlar. Bu tasavvur, insanın hem kendi iç dünyasında hem de toplumsal yaÅŸamda bir denge ve ahenk içinde olmasını amaçlar. Günümüz insanının karşı karşıya kaldığı bireyselleÅŸme ve çıkarcılık gibi sorunların çözümü de tüm batıl düÅŸünce ve ideolojilerin hastalıklı yapılarının yol açtığı diÄŸer sorunlar gibi bütüncül bir varlık anlayışına ve dengeli bir hayat düzenine sahip olmakla mümkün olabilir.
İslamcılık, insanın bütüncül bir varlık olarak ele alınması gerektiÄŸini savunur. Tevhid anlayışı, insanın hayatının her alanında Allah'a olan baÄŸlılığını vurgular ve bu da insanın manevi ve dünyevi yaÅŸamını bir arada tutmasını saÄŸlar. BireyselleÅŸmenin olumsuz etkilerine karşı, insanın kendi varoluÅŸ amacını ve sorumluluklarını hatırlatan bir yaklaşım sunar.
İslamcılık, her ÅŸeyden önce “tevhid” ilkesini merkeze alarak insanın tüm hayatını bu anlayış etrafında ÅŸekillendirmesi gerektiÄŸini vaz’eder. Zira Tevhid, bireyselleÅŸmenin aşırı uçlarına karşı bir denge unsurudur. Tevhid anlayışı, insanın hayatının her alanında Allah'a olan baÄŸlılığını vurgular ve bu da insanın manevi ve dünyevi yaÅŸamını bir arada tutmasını saÄŸlar. BireyselleÅŸmenin olumsuz etkilerine karşı, insanın kendi varoluÅŸ amacını ve sorumluluklarını hatırlatan bir yaklaşım sunar. İnsan, Allah'a olan kulluÄŸu doÄŸrultusunda toplumsal sorumluluklarını da yerine getirmelidir. Bu anlayış, ferdi toplumdan kopuk bir varlık olarak deÄŸil, bütünün anlamlı bir parçası olarak görür.
İslamcılık, bireysel çıkarların öne çıkması yerine adaletin ve sosyal sorumluluÄŸun öncelikli olduÄŸunu savunur. Zira İslam, insanları topluca bir ümmet olarak, fertleri de ümmetin bir parçası olarak görür, aralarındaki kardeÅŸlik baÄŸlarını güçlendirmeyi hedefler. Aile ise bu toplumun temel taşıdır. Ailenin yaygınlaÅŸtırılması ve Aile baÄŸlarının güçlendirilmesi, fertlerin bireyselleÅŸme ve çıkarcılıktan uzak, toplumsal sorumluluk bilinciyle yetiÅŸtirilmesi için iyi bir temel sunar. Bu yaklaşım, her durumda bireysel çıkarların üstünde, ortak iyiye hizmet etmeyi teÅŸvik eder. Toplumda zengin ile fakir, güçlü ile zayıf arasındaki dengesizliÄŸi gidermek için zekat, sadaka ve sosyal yardımlaÅŸmayı teÅŸvik eder. Bu yaklaşım, toplumsal adaleti saÄŸlamayı ve bireyselleÅŸmenin önüne geçmeyi hedefler. Bu baÄŸlamda İslamcılık, bireyin cemiyet hayatında bir denge kurarak hem kendini gerçekleÅŸtirmesine hem de toplumsal faydaya katkıda bulunmasına imkan saÄŸlar.
Ana iman esaslarından birisi Ahiret İnancı olan İslam dini, insanın fiillerinin sadece bu dünyada deÄŸil, sonsuz bir hayatta da karşılığının olacağının kesinlikle bilinmesini ve bu gerçekliÄŸe inanılmasını ÅŸart koÅŸar. Bu inanç, insanı çıkarcı tutumlar yerine daha adil ve ahlaki endiÅŸeler ihtiva eden bir hayat sürmeye teÅŸvik eder. Bunun yolu da nefsi kontrol etme ve kötü duygu ve arzulardan arınmadır. Zira bireyselleÅŸme ve çıkarcılık, çoÄŸunlukla nefsin arzularına kapılmaktan kaynaklanır. Nefis terbiyesi, insanın kendini aÅŸarak daha yüksek bir ahlaki düzeye ulaÅŸmasını saÄŸlar. Daha yüksek bir ahlaki düzeye eriÅŸmiÅŸ insanların baskın unsur olması ise bireycilik ve çıkarcılığın yol açtığı toplumsal sorunların çözülmesine ya da en aza indirilmesine katkı saÄŸlar.
Netice itibariyle ifade etmek gerekir ki bireyselleÅŸme ve çıkarcılık gibi modernitenin yol açtığı sorunlara karşı İslamcılığın insan tasavvuru elbette ki kapsamlı çözümler sunmaktadır. Bu çözümler, temelde insanın yalnızca kendisine deÄŸil, aynı zamanda topluma ve Allah’a karşı sorumluluk taşıyan bir varlık olarak yeniden tanımlanması üzerine kuruludur. İfade edildiÄŸi gibi Tevhid, toplumsal adalet, ahlaki sorumluluk ve cemaat/ümmet bilinci gibi kavramlar, bireyselliÄŸi dengeleyerek, insanların daha bütüncül ve toplumsal bir hayat sürdürmelerini saÄŸlar. Bu da modern dünyanın getirdiÄŸi zorluklarla baÅŸa çıkmak bakımından mevcut tek ve hakiki seçenektir.