Bir Varoluşun Kararlılığı: Nekbe'den Mavi Marmara'ya Sumud

1948'de Toprağa Kazınan, 1967'de Filizlenen Bir Direniş

Bazı kavramlar vardır, kelime anlamlarını aşar; bir halkın kaderi haline gelir. İşte "Sumud" da böyle bir kavram. Arapça’da "direnmek, sebat etmek" anlamına gelen bu kelime, Filistin halkının modern tarihinin en trajik iki dönüm noktası olan 1948 ve 1967'nin ortasında şekillenen bir varoluşun adıdır.

1948: Yok Oluş Tehdidine Karşı Kök Salmak

1948, Filistinliler için sadece bir savaşın kaybedildiği bir yıl değil, Nekbe (Büyük Felaket) olarak hafızalara kazınan, toplumsal bir yıkımın yaşandığı yıldı. Yaklaşık 750.000 insanın evinden, yurdundan koparıldığı bu dönem, Sumud'un en derin biçimiyle doğduğu andı. Sumud, bu büyük enkazın içinden sızan "Varız!" çığlığıydı.

Bu dönemde Sumud, fiziksel varlığı sürdürme çabasından ibaretti. Topraklarına el konulma, evlerine el konulma tehdidine rağmen göç etmemek, dayanmak, en temel direniş eylemiydi. Bu, 1967'deki yerleşimlere rağmen zeytin dikmekten farklı olarak, daha çok sürgüne direnerek toprakta kök salmak anlamına geliyordu. Dahası, Sumud sadece Filistin topraklarında kalanlar için değildi. Sürgündeki milyonlar için, kaybettikleri evin anahtarını saklamak, dedesinin portresini duvara asmak, çocuklarına haritadan silinen köyünün hikâyesini anlatmak, Sumud'u yaşatmanın yoluydu. Coğrafi kopuş, duygusal ve kimliksel bağı koparmamıştı. Sumud, Nekbe'ye verilen bir cevaptı: Fiziksel ve kültürel bir yok oluş tehdidi altında, "Biz buradayız ve biz Filistinliyiz" deme iradesi.

1967: Var Oluştan, Aktif Direnişe Evrilmek

1967 Savaşı, Filistinliler için yeni ve daha doğrudan bir travmaydı. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs'ün işgali, daha fazla toprak kaybı ve askeri bir yönetim anlamına geliyordu. Geleneksel askeri direnişin etkisiz kaldığı bu dönemde, Sumud yepyeni bir stratejik boyut kazandı. Artık sadece var olmak değil, işgale meydan okumak gerekiyordu.

İşte tam da bu noktada, Sumud gündelik hayatın içine sinen bir direniş pratiğine dönüştü. İsrail'in yerleşim genişletme politikalarına karşı, zeytin ağacı—köklülük ve mülkiyetin sembolü—dikmek, en sivil ama en etkili yanıttı. Evleri yıkılsa bile aynı yere yeniden inşa etmek, "Buradayız ve gitmeyeceğiz" demenin en somut haliydi. İşgalin dayattığı anormalliğe karşı okulları, tiyatroları ayakta tutmak, "Sadece hayatta kalan değil, medeni bir toplumuz" iddiasıydı. Zeytin dikmek, evini yeniden inşa etmek, okulunu açık tutmak gibi sıradan eylemler, olağanüstü bir politik anlam kazanarak bir halkın iradesini dünyaya gösteren en güçlü silahlardan biri oldu. 1967 sonrasında olağanüstü bir politik anlam kazanmış ve bir halkın iradesini dünyaya gösteren en güçlü silahlardan biri haline gelmişti. Sumud, bir toprak parçası üzerinde fiziksel varlığı sürdürmenin ötesinde, o toprağa dair hak iddiasının sürekli olarak canlı tutulmasıydı.

1948 ve 1967, Sumud felsefesini bir madalyonun iki yüzü gibi şekillendirdi. 1948, bu felsefeye "Varlığını sürdür" emrini verirken, 1967 ona "Varlığınla diren" talimatını ekledi. Sumud, bir toprak parçası üzerinde fiziksel varlığı sürdürmenin çok ötesine geçti. O toprağa dair hak iddiasını, her zeytin fidanında, her yeniden inşa edilen duvarda, her nesile aktarılan hikâyede sürekli canlı tutmanın yoludur. Nekbe'nin küllerinden doğan bu irade, bugün hâlâ Filistin direncinin belkemiğini oluşturuyor. Sumud, en nihayetinde, insan ruhunun, maddi gücün karşısındaki en etkili silah olduğunun bir kanıtıdır.

Toprakta Filizlenen Direniş, Dalgalarda Büyüyen İrade

Hiç bir gemi, yükünden çok daha ağır bir anlam taşıyabilir mi? Mavi Marmara ve onun öncülük ettiği Özgürlük Filosu, tam da bunu başardı. Bu gemiler, insani yardım malzemelerinden öte, Filistin direniş felsefesinin kalbinde yer alan Sumud’un - yani sebatın - denizdeki yankısını taşıyordu. Tıpkı bir Filistinlinin zeytin fidanıyla toprağına tutunması gibi, onlar da dalgaları yararak evrensel bir insanlık duruşunu simgeliyordu.

Sumud, işgal altındaki toprakta fiziksel varlığı sürdürmenin, "Buradayım ve gitmeyeceğim" demenin onurlu ifadesidir. Mavi Marmara, işte bu ilkeyi pasif bir mevcudiyetten aktif bir eyleme dönüştürdü. Gazze sahillerine ulaşma çabası, uluslararası sularda "Biz buradayız, Gazze yalnız değildir" diyen, adeta yüzen bir Sumud manifestosuydu. Gemi, bir çiftçinin toprağına diktiği zeytin ağacı gibi, dayanışmanın tohumlarını taşıyordu. Sumud'un gücü, eylemin olduğu kadar sembolün de gücünden gelir. Zeytin ağacı nasıl ki mülkiyeti ve sabrı temsil ederse, Mavi Marmara da Gazze'ye uygulanan ablukanın haksızlığını tüm dünyaya haykıran bir sembole dönüştü. İnsani yardım, bu sembolik direnişin aracı oldu. Amaç sadece fiziksel ihtiyaçları karşılamak değil, dünyanın vicdanına seslenerek ahlaki bir üstünlük kurmaktı. Mavi Marmara seferi, Sumud'u Filistin topraklarının ötesine taşıdı. Gemideki uluslararası aktivistler, bu felsefeyi yerel bir mücadeleden küresel bir dayanışma hareketine dönüştürdü. Artık Sumud, sadece Filistinlilere özgü bir direniş biçimi değil, tüm dünyada adalet arayanların ortak dili haline geldi. Bu, direnişin sınır tanımaz doğasının en çarpıcı örneklerinden biriydi. Sumud, bedel ödemeyi göze alan bir duruşu gerektirir. Mavi Marmara'ya yapılan askeri müdahale, bu ilkenin ne denli ağır sonuçları olabileceğini trajik bir şekilde gösterdi. Tıpkı evi yıkılan ama yerinden kımıldamayan Filistinli gibi, gemidekiler de şiddet riskini göze alarak Sumud'un kararlılık boyutunu uluslararası arenada sergiledi.

Mavi Marmara, Sumud felsefesinin sınırları aşan, evrensel bir insanlık duruşuna dönüşmüş halidir. Bu gemi, sadece insani yardım taşımıyordu; taşıdığı en değerli yük, bir halkın özgürlük umuduna sahip çıkma iradesiydi. Tarih, onu, kararlılığın sadece toprakta değil, denizlerde de filizlenebileceğinin simgesi olarak yazacaktır. 10 şehidi ve gazileriyle birlikte Mavi Marmara gemisi görevini başarıyla tamamlamıştır ve bu kararlılık 15 yıl sonra filizlenip 40 tekneyi bulan bir Sumud Filosunun yeşermesine yol açmış oldu. Sumud Filosu, artık hepimizin sorumluluğundadır. Vira Bismillah.

Yorum Yapın