Bu yazıda tanıtım ve incelemesini yapacağımız İslamcılık: Geleneğin Keşfi Geleceğin İnşası kitabının yazarı Aydın Bilgin. Bilgin; 1974 yılında Antalya Kaleiçi'nde doğdu. 1997 senesinde Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun olan Bilgin, İnsan ve Medeniyet Hareketi Antalya Yönetim Kurulu Başkanlığı ve üyeliği görevlerinde bulundu. Yeryüzü Koleji'nin kurucuları arasında yer aldı; halen kolejin kurucu temsilcisi olarak görev yapmaktadır.
Mayıs 2025’te Şecere Yayınları tarafından basılan kitap 303 sayfadır.
Konferans metni olarak hazırlanmış olan eser, sonradan kitap haline getirilerek okuyucunun istifadesine sunulmuştur. Kitap altı bölümden oluşmaktadır.
Yazar, birinci bölümde İslamcılığın tarihsel serüvenine değiniyor.
İslam coğrafyası parça parça, Batılı ülkelerin sömürgesi altına girerek özgürlüklerini kaybetmektedir. Hilafet bu durum karşısında aciz kalmaktadır. Osmanlı aydınlarının önemli bir kısmı emperyalist Batı’nın gücü karşısında hayranlık duymakta, özenti ve aşağılık kompleksi hissedilen bir ruh hâli içinde bocalamaktadır. Bu durum müslüman ilim adamlarını arayışa sevketmiştir. Yüzyıllar içinde durağan hale gelerek geleneğe dönüşen İslam düşüncesinin; İslam’ın ana kaynaklarına, yani Kur’an ve sünnete dönülerek, tekrar harekete geçirilmesinin tek çıkar yol olduğu görülmüştür. Bir ihya hareketi olan İslamcılık ile Batı emperyalizminin meydan okumasına cevap verilebileceği kanaati oluşmuştur.
Bu dönemin İslamcıları; önceleri Sırat-ı Müstakim adıyla çıkan, Sebîlürreşşâd, Beyânü’l-Hak, İslam Mecmuası, Volkan gibi yayın organlarında fikirlerini serdetmektedirler.
İkinci bölümde İslam düşünce geleneğinin içinden islamcılığın ortaya çıkışı ele alınıyor.
İslam dünyasında, parçalı din anlayışının zebunu olan geniş kitlelerin varlığı ile İslam'ı, hayatın bütün alanlarını tanzim eden yekpare bir sistem olarak görenler arasındaki farkın ortaya konması ve İslam düşüncesinin mahiyetinin dinamikliğine vurgu yapanlarla yapmayanların ayrımı için, yeni bir adlandırmaya ihtiyaç duyulmuştur. "İslamcı" tanımı da bir zaruretin neticesinde ortaya çıkmıştır.
Müslüman aklı, vahyi bir bilgi kaynağı olarak kabul eder. Başka bir deyişle; ilahi hitaptan hareketle Allah'ın herhangi bir meseledeki muradını anlamaya ve ona tabi olmaya çalışır. İslam Düşüncesi; din, gerçeklik ve düşünce kayıtlarından güç alarak, kendi geleneğini üretmiş ve bu geleneği canlı bir organizma olarak modernliğin başlarına kadar getirmiştir. Düşüncenin geleneğe dönüşmesi, gerçekliğin İslam toplumlarının karşısına çıkardığı meselelere sahici ve tevarüs edilebilir çözümlemeler bulması ile mümkün olmuştur. Meseleler tek tip olmadığı gibi çözümlerde tek tip olmamıştır. Haliyle İslam düşüncesi içerisinde birbirinden farklı gelenekler oluşmuştur.
İslamcılık düşüncesi, bizatihi geleneği değil; "gelenekçilik" olarak tesmiye edilen yaklaşım biçimlerinin yol açabileceği zamana sıkışma halini sorunlu görmektedir.
Nassı anlamada, akla ve içinde yaşanılan vasata verdiği önem itibarıyla, İslamcılık, selefilikten ayrı bir yerde durmaktadır.
İslam düşüncesinin yeniden, güçlü bir şekilde üretimine vurgu yapmakla selefilikten ve gelenekçilikten ayrılan islamcılığın temel kabullerinden biri; İslam düşüncesinin dinamik bir mahiyete sahip olması ve düşüncenin, içinde yaşanılan gerçeklikten bağımsız inşa edilemeyeceği hususudur.
İslamcılık, dinin zamanları ve mekânları aşan külli hükümlerinin değişmezliğine vurgu yapar ve ısrarla cüzi hükümlerin zaman ve mekân koordinatları ile mahdut olduğunu da dile getirir. Bu ne modernist bir İslam yorumudur ne de tarihselci bir okumadır.
İslamcılık, İslam tarihi boyunca görülen 'tecdid', 'ıslah' ve 'ihya' gibi İslami kavramların, modern dönemde farklı bir isimle yeniden adlandırılmasından ibarettir.
İslamcılık üzerine çok sayıda eser yayınlanmıştır. Bu eserlerin yazarları, durdukları yere göre kimi zaman olumsuz, kimi zaman da, özellikle oryantalistler, art niyetli tanımlamalar yapmışlardır. Tanımlamaların fazla olması, kafa karışıklığına sebep olabilmektedir.

Yazar, üçüncü bölümde islamcılığın ne olmadığı üzerinden sınırlarını netleştirerek kavramı daha berrak ve anlaşılır hâle getirmek niyetindedir.
Şer'î hükümlerin dahi illetler ve hikmetler üzerinden tahkik edildiği bir düşünce sisteminde, İslam büyüklerinin söz, fikir ve uygulamaları elbette zaman, mekân, hikmet ve bağlam zaviyesinden değerlendirilmeye tabi tutulacaktır. İslamcılar, gerek bu çağda gerek geçmişte yaşamış seçkin büyüklerinin tarihle ve mekânla kayıtlı kullar olduğunu kabul ettikleri için kurucu lider kültünü reddederler.
İslamcılar, bir cemaate, bir öndere bağlı olmakla cennetin kapılarının doğrudan açılacağı, cehennemin kapılarının da doğrudan kapanacağı yönündeki her türlü inancı reddederler.
Cenab-ı Allah'ın bazı kullarına bazı hususları ilham yoluyla bildirmesinin mümkün olduğuna inanmakla birlikte ilhamın, dinin hiçbir kaidesine aykırı olamayacağını ve sadece sahibi için delil teşkil edebileceğini, ikinci bir kişiyi asla ve kat’a bağlamayacağını kabul ederler.
İslamcılar, milli hususiyetlere önem vermekle beraber bu önemin mahiyetini kaynaklar hiyerarşisine göre konumlandırırlar. İslam'ın âmir hükümleri ile çatıştığı anda, milli hususiyetleri mutlak surette terk ederler.
İslamcılar, kabuğu öz; özü kabuk mesabesine indiren, hayatı vahyin önüne geçiren yaklaşımı reddederler.
İslamcılar, hükmün tıpkı bir insan teki gibi lafzı ve ruhu ile bir bütün olduğuna inanırlar.
Kitabın dördüncü bölümünde İslamcı kimliğin karakteri üzerinde durulmaktadır. Yazar islamcı karaktere sahip olmanın gerektirdiği vasıfları izah etmeye çalışmaktadır:
Vatanını bütün dünya olarak görüp her mümini kendi kardeşi bilmek.
Her türlü kavmi, bölgesel asabiyetten uzak olup ümmet şuuru ile mücehhez olmak.
Hayatı din olarak görmek; dini hayatı temeli kabul etmek.
Allah'ın mutlak otoritesine gönülden teslimiyet olarak O'na güvenmek ve dini parçalara ayıran her türlü yaklaşıma kesin bir şekilde karşı durmak.
Hayatın içerisinde dinden bağımsız bir alan olamayacağını kabul etmek; Batı’dan devşirilen seküler, profan ve laik karakterli tüm ideolojileri reddetmek.
Aklın, Allah tarafından bahşedilmiş büyük bir emanet olduğunun, teklife muhatap olmanın ancak işleyen bir akla sahip olmakla mümkün olabileceğinin bilincinde olmak.
Aklı sayesinde vahiyle tanıştığını ve vahyi anlayabildiğini bilmek lakin dinin hükümlerini belirlemede “nakilin asıl, aklın ise fer” olduğunu kabul etmek.
Müminlere karşı İslam düşmanlarıyla iş birliği içerisine girmenin, Allah katında en ağır cürümlerden olduğuna inanmak.
İzzetin Allah'a, Resulüne ve müminlere ait olduğuna inanmak.
Zillet içerisinde yaşamanın mümine yaraşmayacağı inancı ile mücadeleyi temel esas belleyip, hayatı iman ve cihad eksenine oturtmak.
Aziz Kur'an'ın hükümleri, kavramları ve kıssalarından hareketle yaşadığı hayatla kitap arasında organik bağ kurmak.
Yazar beşinci bölümde İslamcıların ne yapması gerektiği sorusuna cevap vermeye, ve teorik ile pratik çözümlemeler sunmaya çalışmaktadır.
Müslümanlar arasında farklı anlama biçimleri, karşılıklı münazaralar ve görüş alışverişleri olacaktır. Bu, İslam düşünce dinamizminin kaynağıdır. Tartışmalarda dışlayıcı, tahkir edici dil ve üsluptan uzak durmak, kaynaklar hiyerarşisine, usulü fıkhın temel ilkelerine riayet etmek ihtilafların rahmete dönüşmesine vesile olacaktır.
Çağlar içerisinde muazzam bir birikim oluşturan İslam düşünce geleneği, modern çağın müslümanlarının istifadesini beklemektedir. İslamcılar, kaşiflerini bekleyen, bu mahzun hazinenin salt tüketicisi değil, aynı zamanda işleyicisi olarak onun zenginleşmesine katkıda bulunmak ve haleflerine devretmekle sorumludurlar.
İslamcılar, ilim ehli olduğu kadar söz ehli olan insanların yetişmelerine ve bu insanların halkla buluşmalarına da zemin hazırlamalıdır. Kur'anî kavramlar üzerine çalışmalar yaparak kavramların anlaşılması için azami gayret sarf etmelidir.
İçinde yaşadıkları coğrafyanın İslam dünyasının yüzlerce yıl siyasi ve kültürel merkezi olduğu bilinci ile bu coğrafyanın yetiştirdiği değerleri okumak, anlamak, tahlil etmek zorundadırlar.
İslam güzel sözdür. Kökü sabit, sağlam, güzel ağaç misali. Kökler bizi öncelikle ilahi kelâma, ilahi kelâmın adeta sureti haline gelmiş olan Hz. Muhammed'e (s.a.v.) götürür. İlahi kelâm ve Efendimiz'in (s.a.v.) sünneti ve bunlara aracısız şahitlik etmiş olan ashabın uygulamaları vazgeçilmezlerimizdir.
Altıncı ve son bölümde ise yazar, islamcılık ve islamcılara yönelik yapılan eleştirilere ve ithamlara bazı sorular üzerinden cevap vermektedir.
İslamcılık, klasik İslam düşüncesinden bir kopuş mudur? Tercümeler islamcılık fikrini ithal mi etmiştir? İslamcılık modern bir durum mudur? İslamcılar plansız, projesiz bir kimliğe mi sahiptirler? Bu gibi sorulara cevap vermeye çalışan yazar, post-İslamcılık söylemlerinin ardındaki asıl niyetin; islamcılardan, dinlerine dair tüm sabit ilkelerini terk etmeleri, hakikate dair tüm asli inançlarından vazgeçmeleri, kutsal metinlerini bütünü ile tarihselci bir okumaya tabi tutmaları, gelenekleri ile bağlarını koparmaları gibi talepler olduğuna dikkat çekmektedir.
Yazar kitabın sonuç bölümünde, önemli bir uyarı ile devam etmektedir.
Batı merkezli yapılan çalışmalarda islamcılığın bittiğinin, tükendiğinin altı ısrarla çizilmektedir. Aslında tükeniş söylemiyle amaçlanan, egemenlerin üzerimize biçtiği elbiseyi giymekten başka çıkar yolumuzun olmadığını damarlarımıza zerk ederek, İslami direnişin kırılmasıdır. Mücadeleyi bırakanlar, bir geleceğin olmadığına ikna olanlardır.
İslamcılar; İslam düşüncesini çağımıza taşıyan dinamik temsilciler olmaları, kendilerini eleştirel bir bakışla değerlendirebilmeleri, küresel sistemi doğru okuyabilen şahsiyetleri barındırmaları ve bireysel idrak ile inşa kapasitesine sahip olmaları bakımından, İslam’ın yarınları adına büyük bir umudu temsil etmektedirler.
Yazarın şu güzel tenbihiyle bitirelim:
“Bir kum tanesiyken, çölün derdini taşımakla yükümlü olan mümin şahsiyet, önünde boylu boyunca yükselen sarp yokuşu çıkabilmek için Allah'ın kelamını tertil üzere okumakla ve bilhassa gecelerini ibadetle taçlandırmak suretiyle kalbinin tahkimine azami gayret göstermelidir.”
Hayırlı okumalar…