Ebubekir Çakar: Sömürge ideolojisinin Avrupa merkezci bakış açısının en temel düşünsel dayanağını oryantalizm kavramı oluşturmaktadır

  • PaylaÅŸ:
  • Tarih: 07 Nisan 2025     Y: Ebubekir Çakar    Yazdır
img
Ebubekir Çakar: Sömürge ideolojisinin Avrupa merkezci bakış açısının en temel düşünsel dayanağını oryantalizm kavramı oluşturmaktadır

İslam dünyası toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne denilebilir? “Dijital sömürgecilik” gerçekliÄŸinden bahsedebilebilir mi? Aksa Tufanı’nın Siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸini nasıl düÅŸünmek gerekir? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Sömürgecilik" dosyasında Ebubekir Çakar'a sorduk.

1. Sömürgecilik nedir?  Modern ve klasik sömürgecilik arasında fark var mıdır? Edward Said'in "oryantalizm sömürgeciliÄŸe keÅŸif yolu hizmeti sunmuÅŸtur" tespitini deÄŸerlendiriniz?

Sömürgecilik (colonisation), bir devletin kendi sınırları dışında kalan, genelde denizaşırı toprakları -askeri müdahale baÅŸta olmak üzere- çeÅŸitli yollarla ele geçirmesi ve orada hakimiyet kurup yerli toplumlar üzerinde siyasi, iktisadi ve kültürel alanlarda üstünlük saÄŸlayarak, bunların her türlü imkânlarını kendi menfaati için yaÄŸmalaması anlamına gelir. Antik çaÄŸlardan itibaren devletler vatandaÅŸlarından oluÅŸturdukları küçük toplulukları zorunlu veya gönüllü olarak "bir yere göçüp yerleÅŸme" anlamına gelen Latince colonia denilen yerleÅŸim yerlerine sevk etmiÅŸlerdir. Arapça’da bu kavram isti'mar, Türkçe’de ise müstemleke olarak kullanılmıştır. Sömürgecilik ile aynı anlamda kullanılan emperyalizm kavramı, "siyasi egemenlik, ekonomik sömürü ve askeri tahakküm" olarak daha genel ve geniÅŸ bir anlamda kullanılmıştır. Kısacası siyasal bir güç olan emperyalizm ideolojisi, yönetme ve hükmetme yani uzak topraklara tahakküm eden egemen metropolün uygulama, kuram ve tavırları anlamına gelirken, emperyalizmin sonucu olarak ortaya çıkan sömürgecilik ise uzak topraklarda yerleÅŸim yerleri kurulması ve ekonomik kaynakların sömürülmesi anlamına gelmektedir.

SömürgeciliÄŸin en önemli dört bileÅŸeninden bahsetmek mümkündür: İlki ve en önemlisi misyonerlik faaliyetleri adına yeni ele geçirilen Amerika ve Afrika kıtalarındaki insanların dini bir motivasyona kavuÅŸturulmasıdır. İkinci olarak medenileÅŸtirme amacının bir argüman olarak kullanılmasıdır. Sanayi ve teknoloji bakımından geliÅŸmiÅŸ kendi toplumlarını modern ve medeni kabul ederek, tarım ve ziraatle uÄŸraÅŸan toplumları ilkel ve barbar olarak nitelendirip -hatta Afrikalı siyahilerin insan olup olmadığını bile tartışmaya açarak- onları insanca bir yaÅŸama dahil etme söyleminin kullanılmasıdır. Üçüncü olarak, köleleÅŸtirme suretiyle ucuz insan gücünün kontrol altına alınarak, yeraltı ve yer üstü tüm kaynaklarının mülkiyet altına alınmasıdır. Son olarak da tüm bunların yapılabilmesi için askeri ve siyasal bir ÅŸiddetin uygulanmasıdır.

Bazı yazarlar klasik ve modern sömürgecilik arasında kimi farklılıklar olmasına karşın, modern sömürgeciliÄŸin aslında tek bir sürecin devamı olduÄŸunda ısrar ederler. Klasik sömürgecilikte devletler siyasi ve askeri güç kullanarak sömürdükleri toprakların halkını tahakküm altına alıp, zaman içerisinde uyguladıkları ÅŸiddet ve ağır ÅŸartlar altında çalıştırma yöntemi ile yok etme aÅŸamasına getirmiÅŸ, dil, kültür ve geleneklerini tamamen deÄŸiÅŸtirerek bölgenin tüm ekonomik kaynaklarına hâkim olmuÅŸlardır. Yeni veya modern sömürgecilikte Avrupalılar, sömürdükleri topraklarda aralıksız bir ÅŸekilde insandan, hümanizm, eÅŸit hak ve özgürlüklerden bahsederken, bir yandan da onları katletmekten ve kültürel yönden sömürmekten vazgeçmemiÅŸlerdir.

XVI. yüzyılda Portekiz ve İspanyollar tarafından coÄŸrafi keÅŸiflerle baÅŸlatılan klasik sömürgecilikte, efendiler ile uÅŸakları arasında herhangi bir iliÅŸki türü deÄŸil, bütün bir toplumun tarihi geliÅŸim çizgisinden mahrum bırakılması, dışarıdan manipüle edilmesi ve sömürgeci güçlerin ihtiyaç ve çıkarları doÄŸrultusunda dönüÅŸtürülmesi amaçlanmıştır. 1960'lı yıllardan sonra sömürülen ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarına raÄŸmen siyasi, ekonomik, askeri, toplumsal ve teknik açılardan hakimiyet altında tutulması yeni sömürgecilik yani "yerleÅŸimcileri olmayan emperyalizm" olarak isimlendirilmiÅŸtir. Artık doÄŸrudan bir askeri iÅŸgal deÄŸil, belirlenen toprakların liberal siyasi sistemler, hukuk devleti, serbest piyasa ekonomisi gibi uygulamalar empoze edilerek himaye altında tutulması ÅŸeklinde cereyan etmiÅŸtir. Yeni sömürgecilik sisteminde ekonomik ve teknik bakımdan dışa bağımlı olan devletlere saÄŸlanan krediler, uygulanan politikalar sayesinde, sömürülenlerin kendi ekonomileri üzerinde kontrolleri bulunmamakta ve bağımsız hareket edememektedirler.

Edward Said’in görüÅŸüne katılmamak mümkün deÄŸil. Batının doÄŸuya doÄŸru geniÅŸlemesine ÅŸüphesiz ekonomik faktörler yol açmış olsa da, oryantalizmin kültürel yapılanmasının da bu sömürüye hizmet ettiÄŸi söylenebilir. Bu anlamda doÄŸuyu tanıma amaçlı Makedonyalı İskender tarafından yapılan seferlerden tutun da, seyyah ve kâÅŸifler tarafından edinilen bilgilerin batının sömürü faaliyetlerinde öncü rol oynadığı bir gerçektir. Said'in; "DoÄŸuyu (kendi iyiliÄŸi için) modern batılı yöntemlerle eÄŸitmek; askeri gücü hafife alır görünerek doÄŸunun siyasal egemenlik altına alınma sürecinde görkemli eÄŸitim projesini yüceltmek; DoÄŸuyu formüle etmek, ona bir biçim, kimlik ve belleklerdeki yerini bütünüyle tanıyan bir tanım vermek, Batının bir parçası olarak doÄŸal rolünü benimsetmek" baÄŸlamında oryantalist çalışmaların bu hedeflere ulaÅŸmayı kolaylaÅŸtırdığı söylenebilir. Batının DoÄŸuyu çalışma, inceleme ve çözümleme yolu olarak geliÅŸen oryantalizm, Batılının görme ve algılama biçimlerine tesir etmiÅŸ ve bu bilgiler sayesinde DoÄŸunun kendi kendisini yönetemeyeceÄŸi, uygarlaÅŸmamış olduÄŸu ve Batı uygarlığının ulaÅŸtırılması gereken yer olarak algılanması yanılsamalarına dayanarak oluÅŸturmuÅŸtur. Bu hedefler, sanayileÅŸmenin körüklediÄŸi kapitalist hedeflerle birleÅŸince emperyalizm ve oryantalizm, sömürgeciliÄŸi haklı gösterecek gerekçeler bulan bir ideolojiye dönüÅŸmüÅŸlerdir.

2. İslam toplumlarının sömürgecilik tecrübesi ve takındığı tutum-tavır hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Malik bin Nebi'nin "sömürgecilik kötüdür ancak daha kötüsü sömürülmeye elveriÅŸli olmaktır" tespiti hakkında ne söylemek istersiniz? Nebi'den sonra İslamcılar sömürülebilirlik sorunu üzerine ne kadar eÄŸildiler?

İslamiyet'in Arap Yarımadası dışına taÅŸarak Asya, Afrika ve İspanya üzerinden Fransa'ya kadar uzanan fetih hareketleri batılıların Roma İmparatorluÄŸu’ndan günümüze kadar uzanan sömürge mantığından tamamen farklıdır. Avrupa sömürgeciliÄŸinde öne çıkan ÅŸey, güçlünün oluÅŸturduÄŸu hukukun geçerli olması anlayışı, insanların köleleÅŸtirilmesi, maddi kaynakların çıkarıldığı bölge halkına deÄŸil de kendi insanın hizmetine sunulması, yerel dil, kültür ve inançların baskı ve ÅŸiddet unsurlarıyla yok edilmesi gibi trajik ve insanlık onur ve haysiyetinde derin yaralar açan geliÅŸmelere vesile olmasıdır. Oysa bu, İslam idarelerinde (Medine İslam Devleti’nden, Osmanlı Devleti'nin yıkılışına kadar) hukukun yer alması ilkesine dönüÅŸmüÅŸ ve farklı bir adalet anlayışının geliÅŸmesine imkân tanınmıştır. Kendi egemenliÄŸi altında yaÅŸayan gayrimüslim toplumlara zımmi, yani kendisine güvence verilen, koruma altına alınan kiÅŸi olarak bakılmış, zorla Müslüman yapılmaları engellenmiÅŸ, inanç hürriyetine, can ve mal güvenliÄŸine sahip olarak yaÅŸamalarına izin verilmiÅŸtir. İslam hukukuna göre ehl-i kitap mensuplarına sadece mali yükümlülükler verilmiÅŸ olup, kendilerinden cizye alınması kararlaÅŸtırılmıştır. Ayrıca Osmanlı “millet sistemi” kapsamında gayrimüslim dini cemaatlerinin kendi hukuk sistemini uyguladığı bir idari ve hukuki yapı geliÅŸtirilmiÅŸtir. Bu sistemde insanlar etnik kökenleri yerine, mensup oldukları dine göre kendi yasalarını koyar, kendi vergilerini toplar ve dağıtırlardı.

Genel olarak tarihin kaydettiÄŸi en büyük tahribat olarak nitelendirdiÄŸi sömürgeciliÄŸi Malik bin Nebi ikiye ayırır: Hayata doÄŸrudan müdahale etmeyen “liberal sömürgecilik” ve her ÅŸeye karışan “totaliter sömürgecilik”. SömürgeciliÄŸi, Batı uygarlığının Avrupa sınırlarının ötesine taşınması olarak deÄŸerlendirir. Yani sömürü siyasi olmaktan çok, uygarlık boyutuyla ele alınmıştır.  Ayrıca kendi icadı olan içsel sömürü (sömürülebilirlik) ve dış sömürü kavramlarından bahseder. Sömürü dönemini yaÅŸayan veya ÅŸahit olan Müslüman aydınlar Kur'an, sünnet ve geleneÄŸe farklı bir yaklaşım sergilemiÅŸlerdir. Avrupa'nın teknik, ekonomik, siyasi ve her alanda güçlü olup İslam ve diÄŸer toplumlara kendi uygarlığını dayatması, sömürülen toplumlardaki aydınları hem bir özgüven kaybına, hem de Batı gibi geliÅŸmek gerektiÄŸi düÅŸüncesine yönlendirmiÅŸtir.

Toplumsal kimlik ve kültür, deÄŸiÅŸime en açık ve elveriÅŸli kavramlardır. Batı kimliÄŸi ve kültürünün geliÅŸmiÅŸ olduÄŸunu ve kendi kültürünün geri kaldığını kabullenmiÅŸ bir zihin, içten sömürülmeye müsait olmuÅŸ demektir. "Niçin sömürülmeye açık hale geldik?" sorusuna "bu İslam'a sarıldığımız için deÄŸil, tam tersi İslam'dan uzaklaÅŸtığımız içindir" cevabını verir. Medeniyet kuran Kur'an'dı, etkisi azaldıkça İslam dünyası olarak durakladık. Sömürge edilebilir durumdaysak, mutlaka sömürge haline getirileceÄŸiz.  Çözüm ona göre bu güç kaynağı Kur'an'a yeniden dönmektir. En önemlisi de Kur'anî bir eÄŸitim ile bilinçlenme olmalıdır. Bu idrake ulaÅŸtığımız an sömürgeden kurtulacağız. Bunun için önce insan zihni, sonra da ruhsal ve sosyal deÄŸiÅŸim gelecektir. Oryantalistler de sömürgeciliÄŸe katkıda bulunmuÅŸtur. Oryantalizm gerçek İslam’ı deÄŸil, oryantalizmin yorumu olan İslam'ı öÄŸretmiÅŸtir. Bunlardan etkilenen ödünç akıl ve ödünç bakış açılarının terk edilmesiyle ancak sömürülmekten kurtulunabilir.

Müslüman dünya, OrtadoÄŸu'dan tutun da Kuzey Afrika'ya, Hindistan ve Pakistan’dan tutun da Endonezya'ya kadar sömürgeciliÄŸin en acı ızdırabını yaÅŸayıp tecrübe etmelerine raÄŸmen, bu konudaki çalışmalarının yeterli olduÄŸunu zannetmiyorum. Gerek ulema ve İslami STK'lar olsun, gerekse de akademisyen, entelektüel ve aydınlar tarafından olsun, bu konuda ciddi ve çaplı araÅŸtırma, analiz ve bilinçlendirme çalışmalarının yeterince yapılmaması üzüntü verici. Gazze ve Filistin sorununda ÅŸahit olduÄŸumuz gibi, bu konuda ne siyasi bir reaksiyon ne de İslami dernek ve cemaatler tarafından kitap, konferans ve paneller aracılığıyla toplumun postkolonyal (kültürel) sömürgecilik alanında bilinçlendirilmesi, hazırlanması ve duyarlılık kazanması konusunda fazlaca bir çalışma yapılmadığını düÅŸünüyorum. Yapılan bazı çalışmaların da geçmiÅŸtekileri tekrardan ibaret, nakilci bir anlayışla yapılmış olduÄŸunu ve bunun yeterli olmadığını, olmayacağını üzülerek belirtmek istiyorum.

3. Modern tarihe özgü ideolojik akımları, Avrupa'ya mahsus sosyal gerçekliÄŸin küreselleÅŸmesine hizmet etmesi bakımından, sömürge aparatları olarak nitelemek mümkün mü? Neden? Bir sömürge aparatı olarak aydına nasıl bir konum biçiyorsunuz?

Sömürge ideolojisinin Avrupa merkezci bakış açısının en temel düÅŸünsel dayanağını oryantalizm kavramı oluÅŸturmaktadır. Oryantalizm doÄŸunun uygarlaÅŸtırılması gerektiÄŸine ve batılı yöntemlerle yetiÅŸtirilerek egemenlik altına alınabileceÄŸine iliÅŸkin düÅŸünsel altyapısını oluÅŸturuyordu. Barbara Bush'un aktardığına göre uygarlaÅŸtırma ve modernleÅŸtirme misyonu ile baÅŸlayan emperyalizm, kapitalizmin öncüsü olarak küresel geliÅŸimde dinamik bir güç oluÅŸturmuÅŸtur. Kapitalizm, yeni emperyalist iliÅŸkileri ve sömürgelerdeki geri kalmışlığı devam ettirir. Küresel güç iliÅŸkileri bakımından oryantalizm, kapitalizm ve modernizm arasında iliÅŸki vardır. Batı Avrupa İmparatorluÄŸu'nun Batı Avrupa toplumlarındaki entelektüel, teknolojik ve bilimsel geliÅŸmelere ve kapitalist üretimin geliÅŸimine dayanan deÄŸiÅŸmelerden geçtiÄŸini ve modernliÄŸin XIX. yüzyıl sonlarında ortaya çıkarak imparatorluk söylemini ve kimliÄŸini biçimlendiren emperyalizm ile iliÅŸkileri geliÅŸtirerek Batı Avrupa ve ABD'nin baÅŸarılı bir ÅŸekilde yayılmasını saÄŸladığı savunulmuÅŸtur.

Modernlik, "kültür" emperyalizminin, BatılılaÅŸmanın ve sömürgeciliÄŸin doÄŸasını anlama açısından önemlidir. Emperyalist yayılmacılık aracılığıyla modern Batılı geliÅŸme ve ilericilik kavramları, kapitalist üretim biçimleri, liberal demokrasi ve milliyetçilik küresel olarak yayılmış, uygarlığın barbarlığa karşı bir zaferi haline gelmiÅŸtir. ModernleÅŸme, sömürge halklarının ekonomileri, sosyal iliÅŸkileri ve kültürleri üzerinde dönüÅŸtürücü etkisi sebebiyle dünya toplumlarına etki etmiÅŸtir. Emperyalizmin etkisiyle geliÅŸen kapitalizm, modernleÅŸmeyi ve Batının modern deÄŸerlerini yaratıyordu. Liberal demokrasi, modern ulus devlet anlayışı geleneksel imparatorluÄŸa alternatif oluÅŸturuyor, emperyalizm aracılığıyla küresel olarak yaygınlaşıyordu. Modern Batıda kapitalist üretim modelleri sayesinde geliÅŸen teknoloji, aynı zamanda entelektüel geliÅŸmeyi de beraberinde getirirken, Batılı deÄŸerlerin küresel düzlemde etkili olmasını saÄŸlıyordu. Dolayısıyla metropollerde geliÅŸen ekonomik, teknolojik ve entelektüel deÄŸiÅŸimler sömürgelerde de görülebiliyordu.

Neil Lazarus'a göre aydınlanma, modernleÅŸme, ilerleme ve akılcılık gibi evrensel anlatılar hem etnik merkezci hem de farklılıklara tahammülü olmayan uygulamaları savunmak için kullanılmıştır. Dolayısıyla sömürge topraklarında Avrupalı deÄŸerler, sömürge toplumlarının da kendi topraklarına hükmetme aracı haline gelmiÅŸtir. Batının evrenselleÅŸmesini kapitalist modernleÅŸmenin küresel bir yaygınlığa ulaÅŸmasına baÄŸlayan bir eÄŸilimden söz etmek mümkündür. Sömürgecilik süreci, Batıyı coÄŸrafi bir kavram olmaktan uzaklaÅŸtırarak onu bir "deÄŸerler bütünü" olarak gören uygarlıkla eÅŸdeÄŸer tutan bir anlayışı sömürgelerde yerleÅŸtirmeyi baÅŸarmıştır. Batının bu deÄŸerleri arasında milliyetçilik de vardı ve bunun üçüncü dünya ülkelerine uygun olmadığını düÅŸünen siyaset bilimci ve Batılı tarihçiler vardı.

XVIII. yüzyıl sonlarından itibaren kapitalizm, milliyetçilik ve demokrasinin kendine özgü bir bileÅŸimi olarak ayırt edilen Avrupa emperyalizmi, güçlü bir modern devlet ve geliÅŸmiÅŸ bir kapitalist ekonomi bileÅŸimi ile İngiltere'yi küresel boyutta bir egemenliÄŸe götürmüÅŸtür. Emperyalizm, modernleÅŸme ve kapitalizm arasındaki iliÅŸkinin kusursuz bir örneÄŸini oluÅŸturan İngiliz İmparatorluÄŸu, XIX. yüzyılda köle ticaretinin önemli devletlerinden biri olmaktan çıkıp, dünyanın karanlık ve barbar bölgelerine uygarlığın ışığını götürme misyonunu üstlenen demokratik bir devlete dönüÅŸmekteydi. Emperyalizm ve kapitalizmin bileÅŸimi ile ortaya çıkan modernleÅŸme ve modernleÅŸme sonucu geliÅŸen Batılı deÄŸerler, Batılı anlamda milliyetçiliÄŸi de içermekte ve modern ulus devlet kavramının sömürgelerde de yayılmasına yol açmaktaydı. Emperyalizmi destekleyen kapitalizm, bir yandan da modernleÅŸmeyi beraberinde getirmekteydi.

Rudyard Kipling'in "Kim" ve Daniel Defoe'nin "Robinson Crusoe" romanları, sömürge halkları hakkında bir öteki söylemi oluÅŸturup, vahÅŸi topraklara uygarlık götüren İngiliz sömürgecisinin ideolojik simgelerini oluÅŸturur. Buna göre yerli halk geliÅŸmemiÅŸ, cahil ve vahÅŸidir. Uygarlığı ancak İngilizler götürebilir. Oryantalist söylem Shakespeare'in "Otello"sunda da görülür. Eserde Hindistan'a gönderme yapılarak Batılı Atlantik kıyısındaki sömürge toprakları kastedilmekte, Batılı ve öteki sayılan doÄŸulular arasındaki ayrım öne çıkmaktadır. Daniel Defoe, romanda emperyalizmi meÅŸrulaÅŸtırmakta, ıssız ada üzerinde yönetim hakkını savunup adada yaÅŸayanlara kendi hakimiyetini dayatarak Cuma'yı özgün adıyla deÄŸil, kendisinin uygun gördüÄŸü isimle yaÅŸatmaktadır. Robinson- Cuma iliÅŸkisi, sömürgeciliÄŸin kültürel temsilinin mihenk taşı ve efendi-köle iliÅŸkisinin paradigmasıdır.

Charlotte Bronte, "Jane Eyre" romanında beyaz insanın temsilcisi Jane, bir birey olabilirken, bir creole yani melez olan Bertha yok sayılmaktadır. Böylece kahramanlar üzerinden sömürgeleÅŸtirmeyi ve ötekileÅŸtirmeyi vurgulamış, Jane'yi İngilizliÄŸi temsil eden beyaz bir kadın, Bertha'yı da vahÅŸi bir hayvana benzeterek yabani, kaba, uygarlaÅŸmamış, eÄŸitilmesi ve evcilleÅŸtirilmesi gereken bir karaktere dönüÅŸtürmüÅŸtür.

Rudyard Kipling'in "Kim" romanı, sömürgeci yönetimlerin sömürgelerde kendi kültürüyle yetiÅŸtirdiÄŸi, yerli halk ile aralarında iletiÅŸimi saÄŸlayacak, sömürgecinin politikalarına uygun ve ona hizmet edecek bir sosyal sınıf yetiÅŸtirme sürecini yansıtan bir söylem geliÅŸtirmiÅŸtir. Ayrıca hem sömürgecilik hem de sonrasında "iÅŸbirlikçi aydınlar" olarak adlandırılabilecek, Batılı tarzda eÄŸitim görmüÅŸ, dünya kapitalizminin kültürel metalarını ticaretlerine aracılık yapan bir grup yazar ve düÅŸünürün yetiÅŸtirilmesi gerektiÄŸini belirtmeleri de bilinen bir gerçektir. Avrupa romanının her yazıcısı ve kuramcısı burjuva toplumuna temelden baÄŸlıdır. Roma, Batı toplumunun fetihçi burjuvalar tarafından fethedilmesine eÅŸlik eder. İngiltere'de roman, Hristiyanlık ve İngiltere adına hak iddiasında bulunarak, kendi yönetiminde yeni bir dünya kuran Robinson Crusoe ile baÅŸlar.

Edward Said'in oryantalizm kitabında uzunca bir yer verdiÄŸi Ernest Renan, Sami ırkının basit, yetkinliÄŸi ve özelliÄŸi olmayan bir topluluk olduÄŸunu ve Batılılar tarafından yönetilmesi gerektiÄŸini savunur. Hatta "Avrupalı sıradan, sarışın, mavi gözlü birini seçip OrtadoÄŸu'nun en geliÅŸmiÅŸ ülkesine gönderin, orayı rahatlıkla yönetir" diye düÅŸünür. Bunun yanında İgnaz Goldziher, Duncan McDonald, Carl Becker, Sylvester Sacy ve Dante gibi kiÅŸiler, İslam düÅŸmanlığı yaparak Batının bu toplumlara egemen olması gerektiÄŸini savunurlar. Bu örnekleri çoÄŸaltmak mümkün. Fakat aydın ve yazarların bu konuda oynadığı rolü anlatması bakımından mezkûr isimlerin yeterli olduÄŸunu düÅŸünüyorum.

4. Tekno-endüstriyel çaÄŸda yapay zekânın baskın karakteri sömürgeciliÄŸi dijital platformlara da taşımış görünüyor. Bu konuda ne düÅŸünüyorsunuz? Artık "dijital sömürgecilik" gerçekliÄŸinden bahsedebilir miyiz?

Bugünün dünyasında dijital kolonyalizmin, tüm dünya için kuÅŸatıcı bir tehdit oluÅŸturduÄŸunu rahatlıkla söyleyebiliriz. DerinleÅŸen eÅŸitsizlik, devlet-ÅŸirket gözetimi ve geliÅŸmiÅŸ güvenlik teknolojileri ve askeri teknolojilerin artması bu yeni dijital dünya düzeninin sonuçlarından sadece bazıları. Dijital kolonyalizm, dijital teknolojinin bir ülke üzerinde siyasi, ekonomik ve toplumsal hakimiyet amacıyla kullanılmasıdır. Klasik kolonyalizm toprak ve altyapı üzerinde mülk ve kontrole, emek, bilgi ve bunlarla elde edilen ürünün gaspına ve devlet gücüne dayanıyorken, bugünün dünyasında okyanuslardan geçen ve çoÄŸunluÄŸu ABD temelli bir avuç ÅŸirketin kontrolünde olan dijital platformlara dönüÅŸmüÅŸtür. Google ve Facebook gibi ÅŸirketlerin veri toplamayı ve veri tekelleÅŸmesini daha da geliÅŸtirmek için aldığı ya da kiraladığı fiber hatlar, okyanus ötesini kuÅŸatmıştır.

Dijital kolonyalizm, emek sömürüsünden, kamu politikalarının ÅŸirket çıkarlarının güdümüne girmesine ve ekonomik planlamaya, yönetici sınıf hegemonyasından propagandaya kadar kapitalizmin ve otoriter yönetimin amaçları ile bütünleÅŸmiÅŸ haldedir. İnsanın özel hayatının hassas detayları teknoloji devleri tarafından elde edilen kaynak haline gelmiÅŸ vaziyettedir. Klasik kolonyalizmdeki gibi emperyalist güçlerin ham maddeleri ele geçirmesi, onu iÅŸletip dünya çapında bir hizmete dönüÅŸtürmesi, teknoloji yönünden geliÅŸmemiÅŸ toplumları kendi ürününü kullanmaya bağımlı kılıyor olması gibi, dijital ürünler de aynı iÅŸlevi görüyor. Arabalar, akıllı telefonlar ve bilgisayarlarda kullanılan bataryaların üretimindeki ana madde olan kobaltın %70'i Kongo Demokratik Cumhuriyeti'nden saÄŸlanıyor. Bu maden ocaklarında saÄŸlıksız koÅŸullarda çalışan binlerce kadın ve çocuk, bir yandan ciddi saÄŸlık sorunlarıyla uÄŸraşırken, bir yandan da ucuz ücretler karşılığında emek sömürüsüne maruz kalıyor. Bundan elde edilen ürünleri kullanan devletler ve dev ÅŸirketler ise çok büyük kazançlar elde ediyor.

Üretilen uçak ve helikopterlerin yazılımını da kontrol ederek askeri teknoloji üzerinde hakimiyet kuran güçler, bu yolla ülkeleri denetim altında tutmaya muktedir oluyor. Ayrıca düÅŸman ve rakip olarak gördükleri ülkeler ve iÅŸgal ettikleri bölgeler hakkında istihbarat alarak istedikleri hedefleri kolayca vurabiliyorlar.  Küresel güçler, bu teknoloji sayesinde devletlerin askeri ve stratejik öneme sahip bölgelerinin gözetim altına alınması yanında, mahremiyet sınırlarını da aÅŸarak toplumların, ailelerin ve fertlerin tüm yaÅŸam alanlarına istedikleri gibi müdahale edip, kontrol etmektedirler. Son yıllarda İsrail tarafından kullanılan bu teknoloji sayesinde Hamas'ın en önemli liderlerinin yerleri tespit edilmiÅŸ ve ÅŸehit edilmiÅŸlerdir. Dijital platformlarda üretilen oyun, cinsel içerikli programlarla aile yapısının dejenere edilmesi ve gençliÄŸin tüm dini ve ahlaki deÄŸerlerden uzaklaÅŸtırılmasını dile getirmek, malumun ilamından baÅŸka bir ÅŸey olmaz sanırım.

5. İnsanlık son yüzyılda iki büyük savaÅŸ gördü. İçinde bulunduÄŸumuz koÅŸullar yeni bir dünya savaşına kapı aralayabilir mi? XIX. yüzyılda olduÄŸu gibi enerjinin merkezde olduÄŸu yeni bir sömürgecilik çağı mı baÅŸlıyor? İçinde bulunduÄŸumuz durum hakkında ne dersiniz?

Dünya petrol rezervlerinin %48'i OrtadoÄŸu'da iken, ancak %0,8'i Avrupa'da; DoÄŸalgaz rezervlerinin ise %41'i OrtadoÄŸu, %30'u Rusya'da ve ancak %1,5'i Avrupa'da bulunmaktadır. Bu enerjinin %60'ı deniz yolu (Hürmüz BoÄŸazı, SüveyÅŸ Kanalı, Malakka BoÄŸazı, Panama Kanalı, Türk boÄŸazları ve Ümit burnu) ile; %40'ı da boru hatları ve tankerlerle taşınmaktadır. Bu tabloya bakıldığında Avrupa ülkeleri, enerji konusunda tamamen dışa bağımlı ve özellikle de OrtadoÄŸu ve Rusya'ya muhtaç konumda bulunmaktadırlar. ABD kendi kendine yeten bir ülke olma yanında petrol ve doÄŸalgazı tankerler yoluyla Avrupa'ya satarak iyi bir kazanç saÄŸlamaktadır. Bu durumda Avrupa ülkeleri bu ihtiyaçlarını ya OrtadoÄŸu ülkelerinden deniz yoluyla veya özellikle Kafkas petrolünü Türkiye üzerinden geçen boru hatlarıyla tedarik etmek zorundadırlar. Bu olmazsa daha pahalı bir ÅŸekilde (tankerlerle taşınma maliyetinin yüksek olması nedeniyle) ABD'den saÄŸlamak mecburiyetindedirler.

Hal böyle olunca, Avrupa ülkeleri OrtadoÄŸu enerji kaynaklarını kontrol etmek, daha ucuza almak için İslam ülkelerini istikrarsızlığa, iç çatışmalara veya bölgesel savaÅŸlara zorlayarak denetim altına almak amacındadırlar. ABD ise hem enerji kaynaklarını istediÄŸi fiyata pazarlamak, hem de bu geniÅŸ ticaret ağı sayesinde Avrupa ülkelerini kendine mahkûm etmek amacındadır. Bunun gerçekleÅŸmesi için hem deniz yollarını (SüveyÅŸ, Panama) hem de İsrail ileri karakolu aracılığıyla OrtadoÄŸu’yu kontrol etmek ve baskılamak niyetindedir. Bu yüzden de baÅŸta İran olmak üzere, İran tarafından desteklenen Hizbullah, Hamas, Husi'ler gibi güç odaklarını zayıflatıp İsrail'in elini güçlendirmekte ve OrtadoÄŸu politikasını kendine göre ÅŸekillendirmektedir. Aynı paralelde Çin'i zayıflatmak ve etkisiz kılmak için Panama Kanalı ile ilgili politikalar üretmek ve Rusya ile karşı karşıya gelmeme adına Ukrayna savaşında arabuluculuk rolüne soyunmaktadır. 1979'dan beri tüm NATO üyeleri ile birlikte uyguladığı enerji ambargosuyla büyük düÅŸman olarak gördüÄŸü İran'ı; Boru hatlarının yoÄŸun olarak geçmesi sebebiyle, F 35 ve F 16 savaÅŸ uçakları gerginliÄŸiyle de Türkiye'yi terbiye etmeye ve dize getirme çabası içine girmektedir.              

Sorunuzun baÅŸlangıcında dile getirmiÅŸ olduÄŸumuz yeni bir dünya savaşının çıkma meselesine gelirsek: Peygamber efendimiz hiçbir zaman savaşı baÅŸlatan taraf olunmamasını, ancak zorunlu hallerde de savaÅŸtan kaçılmaması gerektiÄŸini dile getirmiÅŸtir. Ben de ‘milletlerin mukadderatları söz konusu olmadıkça savaşın bir cinayet olduÄŸunu’ düÅŸünüyorum. Ancak zulmün ayyuka çıktığı bir süreçte kenara çekilmenin de doÄŸru olmadığı kanaatindeyim. Bazen öyle geliÅŸmeler olur ki diplomatik çözümler yetersiz kalır. Sizin savaÅŸtan geri durmanız daha büyük yıkım ve felaketlere sebebiyet verebilir.  Bir de bazı devletler ancak ÅŸiddetten anlar ve sadece savaÅŸla hizaya gelir. Böyle bir durumda belki çok garip bir düÅŸünce olabilir ama -duygusal olarak- kitlesel bir savaşın çıkmasının günümüz dünyasındaki birçok problemi çözeceÄŸinden dolayı isabetli olacağını düÅŸünüyorum.

SavaÅŸ, son raddeye gelmediÄŸi sürece sorunların çözümünde bir yöntem olmamakla birlikte; ABD'nin başını çektiÄŸi tek kutuplu bir dünyada istediÄŸi her bölgeye müdahale etmesi, İsrail soykırımını desteklemesi, BirleÅŸmiÅŸ Milletler Cemiyetini iÅŸlevsiz ve göstermelik bir kurum haline getirerek uluslararası hukuku hiçe sayması ve sahip olduÄŸu güç sayesinde dünyaya nizam vermeye çalışması sebebiyle; Aynı ÅŸekilde kendilerini dünyanın merkezine alıp, kendilerinden baÅŸka tüm toplumları - özellikle İslam ümmetini -barbar, vahÅŸi, terbiye edilmesi gereken toplumlar olarak gören Avrupalıların, birazcık da olsun hadlerini bilmelerini saÄŸlayacağı açısından, savaşın teskin edici bir rol oynayacağını ve yeni bir dünya düzeninin kurulmasına vesile olacağını düÅŸünüyorum.

Fakat güçlü devletlerin ulaÅŸtığı üstün askeri ve hava gücü, teknolojik teçhizat, nükleer silahlar ve balistik füzelere sahip olması sebebiyle, çıkacak kitlesel bir savaÅŸta kendilerinin de çok büyük zarar göreceÄŸi endiÅŸesiyle, yeni bir savaşı göze alacakları kanaatinde deÄŸilim. Zaten dünyada böyle ciddi bir tehlike varken ve küresel güçler istedikleri her türlü politikayı hayata geçirip, dünyanın her bölgesi üzerinde tahakküm kurup emperyalist emellerini -bağımlı devletler veya yerel güç odaklarıyla- uygulamaya koyarken, kitlesel bir savaÅŸ çıkarmaları bana göre uzak bir ihtimal olarak görünüyor.

6. Türkiye'deki yayın dünyasının sömürge karşıtı literatüre ilgisi hakkında ne söylersiniz? Bu baÄŸlamda Türkiye akademik-entelektüel havzasının ve İslami hareketlerin sömürgecilik hakkındaki duyarlılığını nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?

OrtadoÄŸu ve İslam dünyası modernist Avrupa tarafından defalarca hem ekonomik hem de kültürel sömürgeciliÄŸe maruz kalarak tarihsel bir tecrübe yaÅŸamış olmasına karşın, özellikle İslami camia ve akademik düzeyde bu konuda yapılan çalışmaların yeterli olduÄŸunu düÅŸünmüyorum. Yayınlanan eserlerin birçoÄŸu da Batılı, oryantalist kiÅŸilerin yazdığı eserlerin yeniden tercüme edilmesinin ötesine geçmiyor. Batılıların geçmiÅŸte yaptığı sömürü ve zulümleri nakilci bir mantıkla tekrarlamak, nostaljiden öte bir iÅŸlev göremeyeceÄŸi gibi, günümüz Müslüman dünyasının problemlerine de çözüm olamaz. Malik bin Nebi, Roger Garaudy gibi İslamî camiadan, postkolonyal sömürgeciliÄŸe dikkat çeken Arif Dirlik gibi entelektüel çaba içinde olan birkaç aydın dışında bu konuda Müslümanlara kılavuzluk edecek türde eserlere ulaÅŸmak zor.

İslamî cemaatlerin ve derneklerin çoÄŸunun -yazınsal manada- bu konuda herhangi bir kaygı taşıdıklarını zannetmiyorum. Hem cemaatlerin hem de entelektüel, akademik çevrelerin bu konuda düzenleyeceÄŸi panel, sempozyum ve konferanslar ile bunların kitaplaÅŸtırılmasının bu konudaki eksiklikleri gidereceÄŸine inanıyorum. Fakat anladığım kadarıyla bu konuda da yapılan çalışmalar ÅŸimdiye kadar çok yetersiz ve güdük kalmaktadır.

7. Aksa Tufanı'nın siyonist-evanjelist sömürgeciliÄŸe karşı direniÅŸi hakkında ne düÅŸünüyorsunuz? Bu direniÅŸin küreselleÅŸme imkânı var mı?

Tarihin belli dönemlerde kırılma anları vardır. 1917 Balfour Deklerasyonu ile baÅŸlayıp 1948'de siyonistlerin Filistin topraklarına konuÅŸlandırılarak bir İsrail devletinin kurulması da bu kırılma anlarından biridir. Arthur Koestler'in deyimiyle bu "bir ulusun, ikinci bir ulusun topraklarını, üçüncü bir ulusa vermesidir". O tarihten itibaren ABD ve İngiltere'nin desteÄŸiyle geri kalan Filistin topraklarını gasp ederek sayısız katliamlar yapan İsrail, Müslüman Filistin halkını kendi yurdunda mülteci konumuna düÅŸürmüÅŸ, bununla da yetinmeyerek Ilan Pappe'nin kitabına verdiÄŸi isimle Gazze'yi "yeryüzünün en büyük hapishanesi"ne dönüÅŸtürmüÅŸtür. Müslüman Filistinliler buldukları her fırsatta kendilerine dayatılan bu ahlak dışı ve kötü hapishane koÅŸullarına karşı intifada eylemlerine yönelerek onurlu bir direniÅŸ göstermiÅŸ ve her defasında da daha fazla zulüm ve haksızlıklara mahkûm edilmiÅŸlerdir.

Azıcık tarih bilgisine sahip olan her insan, 7 Ekim 2023'te baÅŸlatılan Aksa Tufanı Harekâtının aslında yüzyılı aÅŸan bu siyonist emperyalizme karşı bir baÅŸkaldırı olduÄŸunu fark edecektir. Amerika'lı tarihçi ve eleÅŸtirmen Noam Chomsky, bir makalesinde Hristiyan siyonizminin Yahudi siyonizminden daha eski ve güçlü olduÄŸunu belirterek, ABD ve İngiltere’nin bu siyonist mantıkla İsrail zulmüne arka çıktığını belirtir. 1950'li yıllarda gerek ABD baÅŸkanı Truman'ın ve gerekse İngiliz yöneticilerinin büyük çoÄŸunluÄŸunun, İsrail devletinin kurulmasını İncil'e dayandıracak kadar Hristiyan siyonizmine inanmakta olduklarını belirtir. Bu yüzden Hamas ve İslami Cihad gibi direniÅŸ hareketlerinin tepkisini bu çift yönlü siyonizme karşı bir baÅŸkaldırı olarak okumak gerekir.

Hamas, ortaya çıktığı 80'li yıllardan bu yana, bir yandan haksız yere iÅŸgal edilen Filistin topraklarını savunurken, bir yandan da İsrail ve Batılı güçlere karşı aslında İslâmî misyonu temsil eden bir mücadele vermektedir. Aynı zamanda İsrail devleti ile uzlaÅŸmaya çabalayan ve çok önemli tavizler veren seküler zihniyetli Filistin Yönetimi'nin başındaki Mahmut Abbas'a karşı bir alternatif olmaya çalışmaktadır. Bu anlamda tavizsiz bir mücadele yürütürken, öte yandan da yeni bir toplum ve zihniyet inÅŸa etmektedir. Dolayısıyla tüm Müslümanların ortak mirası olan ve Kur'an'ın deyimiyle "etrafı mübarek kılınan" Harem üÅŸ Åžerif'i korumak, sadece Hamas'ın deÄŸil, tüm İslam aleminin sorumluluÄŸunda olması gereken bir beldedir. Ne yazık ki İslam ve Arap ülkeleri hem bu kutsal davayı sahiplenme hem de İsrail zulmünü engelleme noktasında çok yetersiz bir politika izleyerek olaya seyirci kalmaktadırlar.

Batı, İsrail ve ABD ile siyasi, ticari iliÅŸkilerinin bozulmaması adına İsrail'in yaptığı soykırıma sessiz kalan -hatta bazen destek bile veren- bölge ülkeleri, sanki bu sorunun bir an evvel "barış yoluyla", -hem de İsrail'in istediÄŸi ÅŸekilde- çözümlenmesine destek verir bir tavır içerisindedirler. Öyle olunca da bu anlamlı, onurlu direniÅŸin küreselleÅŸme imkânı bulacağı pek mümkün gözükmüyor. Tüm denklemlerini OrtadoÄŸu'da hakimiyet kurmaya yönelik politikalar üretmeye ve İslamofobi üzerine kuran, demokrasi ve insan haklarını dilinden düÅŸürmeyen Avrupalıların ise bu asimetrik savaÅŸta "hak", "adalet" ve "deÄŸer" bazlı deÄŸil, "çıkar" bazlı bir politika izlemelerinin de bu direniÅŸin yaygınlaÅŸma ve küreselleÅŸme ihtimalini imkânsız kılacağını düÅŸünüyorum.

Tüm ÅŸer güçlere karşı Hakk ve adalet çizgisinden ayrılmadan "Hasbinallahu ve ni'mel vekil" diyerek direniÅŸ gösteren Filistinli Müslümanlara Allah'ın yardım edeceÄŸi inancı ve ümidini de -dua manasında- her daim taşıyorum. Vesselam.

Yorum Yapın