Dr. Yunus Emre Aydınbaş'la "Vergi Adaleti ve İslam" kitabı üzerine bir röportaj gerçekleştirdik.
1. Kitabınızda vergi adaletini yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal, hukuki ve ahlaki bir mesele olarak ele alıyorsunuz. Bu çok boyutlu yaklaşımı benimsemenizdeki temel motivasyon neydi?
İktisadi ve mali konularda bugün yapılan en büyük hata insanın ıskalanmasıdır. Ekonomi sadece makro verilerden, maliye de sadece kamu geliri ve harcamalarından ibaret değildir. Vergiyi sadece kamu geliri ya da ekonomiye dair teknik bir araç olarak görmek, verginin toplumun genel refahını, sosyal barışı ve hukuki yapıyı nasıl derinden etkilediğini gözden kaçırmak anlamına gelir. Diğer yandan vergi adaletinin yalnızca ekonomik bir mesele olarak ele alınması ise modern devletleri ve günümüz toplumlarını mümkün kılan önemli bir tarihi süreci göz ardı etmektir. Daha da önemlisi bütün bu iktisadi süreçlerin asıl faili olan, kanlı-canlı, aile geçindiren, hüzünlenen, sevinen ve erdemli yaşam sürmeye çalışan “insan”ı yok saymaktır.
Modern öncesi toplumların temelde iki unsuru vardı, himaye edenler ve himaye edilenler. Hayatta kalmak için ya güçlü olmak ya da bir gücün himayesinde olmak gerekiyordu. Toplumun askeri ve ekonomik olarak güçlü olan kesimi yani himaye edenler ile zayıf kesimi olan himaye edilenler arasında yapılan sözleşmeyle himaye edilenlerin can, mal ve namusu güvence altına alınırdı. Bu güvence karşılığında da zayıflar güçlülere ödeme yapardı. Bu sözleşmeler insanların toplumlar oluşturmalarını, birlikte yaşamalarını, zanaat, ziraat ve ticaretin gelişmesini mümkün kıldı. İlk vergi uygulamalarını gözler önüne seren bu manzarada zayıf olan yaptığı ödemeler nedeniyle güçlenme imkânı bulamıyor, güçlü olan ise tam aksine gücünü tahkim ediyordu. Ne var ki çarpık da olsa bu gelişmeler dünyanın her yerinde aynı anda ve homojen bir tarih akışında da ortaya çıkmadı. Ancak ne denli adaletli olduğu tartışmaya açık olmakla birlikte verginin ilk biçimleri birlikte yaşamayı mümkün kılmış ve insanlığın birlikte yaşama tecrübesi daha karmaşık toplumsal yapılar oluşturdukça vergiye duyulan ihtiyaç da artmıştı. Vergi adaletinden bahsetmek için devletin kurumsallaşmasını yani bağımsız bir adalet mekanizmasının kurulmasını ve verginin sistemli bir yükümlülük haline gelmesini insanlığın beklemesi gerekti.
Tarihsel sürece baktığımızda Antik Mezopotamya, Mısır ve Çin gibi ilk büyük uygarlıklarda, vergi toplama ve dağıtmada vergi adaletinin sağlanması, toplumsal huzurun ve devlet otoritesinin devamı için temel bir ilke olarak görülmüştür. Örneğin, Hammurabi Kanunları’nda vergi yükümlülüklerinin adil dağıtılması ve keyfiliğin önlenmesi için çeşitli düzenlemeler yer alır. Antik Yunan’da Solon’un reformları, Roma’da ise “tributum”un yeniden düzenlenmesi hem vergi adaletinin toplumların inşası ya da çözülmesiyle yakından ilgili olduğunu hem de vergi adaleti talebinin sandığımızdan çok daha eski bir insanlık mirası olduğunu bizlere gösteriyor.
İnsanlık tarihi boyunca, vergi adaleti kavramı, toplumun huzurunun, devletin meşruiyetinin ve bireyin emniyetinin mihenk taşı olmuştur. İbn Haldun, “Mukaddime”de, adil vergilendirmenin devletin ömrünü uzattığını, adaletsizliğin ise çöküşü hızlandırdığını vurgular. Modern dönemde John Rawls, adaletin toplumsal kurumların temel erdemi olduğunu belirtir; vergi sistemi de bu kurumların başında gelir. John Rawls burada erdem kavramına anahtar rol biçer. Vergi adaletinin ortaya çıkması için bireylerin sahip olması gereken erdem, kişisel menfaati ile toplumun menfaati arasında bir tercih yapmak zorunda kaldığında toplumun menfaatini öncelemek olmalıdır. Bugün gelir dağılımı adaletsizliğinin yüksek olduğu ülkelerde toplumsal huzursuzluk, siyasal kutuplaşma ve ekonomik kırılganlıkların arttığını gözlemleyebiliyoruz. Bununla birlikte vergi adaletinin olmadığı ülkelerde gelir dağılımında da adaletsizliklerin dramatik bir hal aldığı dikkat çekmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir toplumdaki diğer her şeyi anlamak için vergi adaletine bakmak yeterli olacaktır. Dolayısıyla bilhassa günümüzde vergiyi çok boyutlu incelemek bir zorunluluk arz ediyor. Kısacası bu çalışmanın temel motivasyonu fazilet ve adalete yaslanan erdemli bir toplum arayışıdır.
2. Zekât, cizye ve harâc gibi klasik İslami mali kavramları sadece tarihî bağlamda değil, çağdaş vergi adaleti teorileriyle karşılaştırmalı olarak yorumluyorsunuz. Bu üç vergi türü günümüz vergileme anlayışına nasıl bir adalet perspektifi sunabilir?
Zekât, cizye ve harâc; İslam maliyesinin adalet, sorumluluk ve toplumsal denge ilkelerini yansıtan üç temel kavramdır. Zekât, mülkiyetin toplumsal sorumlulukla dengelenmesini öngörür. Bu, modern literatürde Atkinson ve Stiglitz’in savunduğu gibi, servet ve gelir vergilerinin adaletli olması, toplumsal refahın ve fırsat eşitliğinin sağlanması için gereklidir. Zekât, asgari yaşam standardının altındaki bireylerin korunmasını ve temel toplumsal dayanışmanın kurumsallaşmasını sağlar. Zekât, günümüzde yalnızca bireysel bir ibadet değil, sosyal devlet başarısızlıklarını telafi edici, toplumsal refahı ve sosyal barışı destekleyen bir niteliktedir.
Cizye, dini ve toplumsal farklılıkların tanınması, korunması ve sürdürülebilirliği ilkesine dayanır. Modern anlamda azınlık hakları ve toplumsal kapsayıcılık ilkeleriyle örtüşür. Modern öncesi Müslüman toplumlarda cizye, gayrimüslimlerin hem inanç özgürlüğünü hem de kamu hizmetlerinden yararlanma hakkını güvence altına almıştır. Bu, günümüzde “vergide eşitlik” ve “vergide farklılıkların gözetilmesi” ilkeleriyle paralellik gösterir.
Harâc ise üretimden alınan bir vergi olarak, ekonomik faaliyetin sürdürülebilirliğini ve toprak mülkiyetinin toplumsal sorumlulukla dengelenmesini amaçlar. Modern kamu maliyesinde, toprak ve emlak vergilerinin adaletli uygulanması hem kaynakların etkin kullanımını hem de gelir dağılımında dengeyi sağlar. Toprak, gayrimenkul vb. iktisadi değerlere yönelik vergilerin etkin uygulandığı ülkelerde gelir dağılımının da daha adil seyrettiğini görmekteyiz.
Bu üç vergi türü, günümüz vergileme anlayışına sunduğu; mülkiyetin toplumsal sorumlulukla dengelenmesi, farklılıkların gözetilmesi ve üretimin sürdürülebilirliğinin sağlanması gibi temel adalet perspektifleriyle modern vergi sistemlerine projeksiyon tutmaya imkanı verir. Ekonomik faaliyetlerin, yalnızca bireysel çıkar için değil, toplumsal sorumluluk ve etik değerlerle uyumlu olarak yürütülmesini temin edici işleviyle de erdemli toplumun oluşumuna öncülük eder.
3. İslam vergi sisteminin içkin olduğu adalet anlayışını günümüz kamu maliyesi ile karşılaştırdığınızda, sizce en temel yakınlaşma ve kopuş noktaları nelerdir?
İslam vergi sisteminin temelinde, adaletin toplumsal refah ve bireysel sorumlulukla bütünleştiği bir anlayış yatar. Bu sistemde, vergi yalnızca devletin gelir kaynağı değil, aynı zamanda toplumsal barışın ve ekonomik dengenin teminatıdır. Hem İslam vergi sisteminde hem de modern kamu maliyesinde, vergilemenin toplumsal refahı artırma ve gelir dağılımını dengeleme amacı taşıması önemli bir yakınlaşma noktasıdır. Modern kamu maliyesinin üç temel fonksiyonunu tahsis-bölüşüm-istikrar olarak sistematize eden Musgrave’ın kamu gelirleri ve harcamalarıyla sosyal refahı maksimize etme yaklaşımı ile İslam’ın ilk döneminde uygulama alanı bulmuş vergiler arasında güçlü bir paralellik vardır.
Ancak modern kamu maliyesinde vergi çoğunlukla teknik ve mali bir araç olarak görülürken, İslam vergi sisteminde vergi ahlaki bir sorumluluk ve toplumsal bir yükümlülük olmanın ötesinde yaratıcıya karşı bir vecibe olarak da değerlendirilir. Modern sistemlerde vergi adaleti,çoğu zaman gelir ve servet üzerinden teknik hesaplamalara indirgenirken, İslam’da adalet, bireysel ve toplumsal sorumluluğu bütünleştirir. Vergi insanların vicdanlarına bırakılamayacak ama vicdaniliği de ıskalayamayacak kadar önemli bir konudur. Vergi kaçakçılığı ve gelir dağılımı adaletsizliği, vicdanları zedelemekte ve vergi sisteminin toplumsal meşruiyetini sorgulanır hale getirmektedir. Oysa İslam vergi sisteminde, toplumsal meşruiyet ve vicdani bilinç vazgeçilmez bir esastır.
İslam’ın bu yaklaşımını açıklamaya çalışırken Weber’in dünyevi asketizm kavramından yararlanabiliriz. Weber, "Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu" isimli eserinde dünyevi asketizm kavramını geliştirmiştir. Asketik yaşam tarzı, kişinin manevi gelişim ve ruhsal aydınlanma amacıyla maddi ve dünyevi zevklerden bilinçli olarak uzak durmasını içeren bir yaşam biçimidir. Weber'e göre özellikle Kalvinizm etkisiyle Batı toplumlarında, dünyadan kaçmak yerine dünya içinde disiplinli bir çalışma etiği gelişmiştir. Weber’in bu yaklaşımı burada anlam kazanır: Ekonomik faaliyetin ve vergi ödeme davranışının, yalnızca dışsal zorunluluklarla değil, içsel ahlaki motivasyonlarla şekillenmesi gerekir.
4. Vergi bir "yükümlülük" olmanın ötesinde bir “adalet terazisi” olarak tanımlanıyor kitabınızda. Bu bağlamda, modern devletlerin vergi toplama pratikleri İslâm'ın adalet ilkeleriyle nasıl bir sınav veriyor?
Modern devletlerin vergi toplama pratikleri, çoğu zaman teknik etkinlik ve mali verimlilik odaklıdır. Ancak bu süreçte adaletin sağlanması yani vergi yükünün toplumun farklı kesimleri arasında hakkaniyetli bir şekilde dağıtılması, çoğu zaman ihmal edilebilmektedir. Bugün dünya genelinde, adaletsiz olarak sınıflandırılan ama tahsili zahmetsiz ve masrafsız olan dolaylı vergilerin (KDV, ÖTV gibi) toplam vergi gelirleri içindeki payı %60’ı aşmıştır. Bu durum, düşük gelirli grupların vergi yükünün orantısız şekilde artmasına yol açmaktadır. Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusudur: TÜİK’in 2024 verilerine göre, dolaylı vergiler toplam vergi gelirlerinin %65’ini oluşturmaktadır.
İslam’ın adalet ilkeleri ise vergi yükünün bireylerin ödeme gücüne göre dağıtılmasını, böylece toplumsal dayanışmanın sağlanmasını ve sosyal barışın korunmasını öngörür. İslam’ın ilk dönemindeki vergi uygulamaları, bireysel çıkardan ziyade toplumsal sorumluluk esasına dayanır. Modern devletlerin bu ilkelerle sınavı, özellikle gelir ve servet vergilerinin adaletli uygulanmasında ve vergi gelirlerinin toplumsal refahı artıracak şekilde kullanılmasında ortaya çıkar. Modern devletlerin bu sınavı geçebilmesi için, vergi sistemini yalnızca teknik bir araç olarak değil, toplumsal adaletin ve meşruiyetin bir aracı olarak da görmesi gerekmektedir.
5. Kitabınızda sadece vergi hukuku değil, din sosyolojisi, iktisat ve maliye disiplini gibi alanlardan da yararlanıyorsunuz. Bu disiplinlerarası yaklaşımın, İslam vergi sistemiyle ilgili hangi yanlış anlaşılmaları veya eksik yorumları aşmaya katkı sağladığını düşünüyorsunuz?
Disiplinlerarası yaklaşım, İslam vergi sisteminin yalnızca hukuki bir normlar bütünü değil, aynı zamanda toplumsal, ekonomik ve ahlaki bir sistem olduğunu ortaya koyar. Bu yaklaşım, özellikle üç temel yanlış anlamanın aşılmasına katkı sağlar.
Birincisi, İslam vergi sisteminin statik ve tarihsel bir uygulama olduğu yanılgısıdır. Oysa sosyolojik ve iktisadi analizler, bu sistemin toplumsal değişimlere ve ekonomik koşullara göre esnek ve dinamik bir yapıya sahip olduğunu gösteriyor.
İkincisi, verginin yalnızca mali bir yükümlülük olduğu düşüncesidir. Disiplinlerarası analiz, verginin aynı zamanda toplumsal barışın, ahlaki sorumluluğun ve sosyal adaletin bir aracı olduğunu gösterir. Weber’in toplumsal eylem tiplerinden “değer-rasyonel eylem” kavramı burada tekrar önem kazanır: Değer-rasyonel eylem, kişinin belirli değerlere (din, ahlak, ideoloji, estetik) dayalı olarak gerçekleştirdiği eylemlerdir. Modern kamu maliyesinde araçsal akıl öne çıkarken, İslam vergi sisteminde değer-rasyonel eylem ve toplumsal sorumluluk ön plandadır.
Üçüncüsü, İslam vergi sisteminin modern kamu maliyesiyle bağdaşmadığı yönündeki eksik yorumlardır. Oysa bu kitapta, çağdaş kamu maliyesi teorileriyle yapılan karşılaştırmalı analizlerle, İslam vergi sisteminin evrensel adalet ilkeleriyle uyumlu olduğunu görmekteyiz. Sosyal transferlerin ve gelir dağılımı politikalarının etkin olduğu ülkelerde toplumsal huzur ve ekonomik büyüme daha sürdürülebilir olmaktadır. Bu noktada İslam vergi sisteminin ilkesel tutumu bugünün vergi uygulamalarına ilham olmanın çok ötesindedir.
6. Son olarak, bu kitabı yazarken sizi en çok etkileyen ya da dönüştüren bulgu ne oldu? Okuyucunun da aynı şekilde etkilenmesini umduğunuz temel çıkarım nedir?
Bu kitabı yazarken beni en çok etkileyen bulgu, adaletin yalnızca hukuki bir norm değil, toplumsal bir ideal ve ahlaki bir sorumluluk olduğudur. Tarihsel ve çağdaş veriler, adil bir vergi sisteminin toplumsal huzurun, ekonomik kalkınmanın ve bireyler arası güvenin temel taşı olduğunu göstermektedir. Özellikle, İslam vergi sisteminin toplumsal dayanışmayı ve bireysel sorumluluğu bütünleştiren yapısı, modern kamu maliyesinin teknik ve soğuk yaklaşımına karşı sıcak ve insani bir temel sunmaktadır.
Mesleki ve ekonomik faaliyetler, yalnızca bireysel çıkar için değil, toplumsal sorumluluk ve etik değerlerle uyumlu olarak yürütülmelidir. Okuyucunun da bu kitapta, adaletin yalnızca bir kavram değil, yaşanabilir bir toplumsal ideal olduğunu görmesini ve bu ideali kendi yaşamında ve toplumsal ilişkilerinde hayata geçirmesini umuyorum. Çünkü adalet, nihayetinde, toplumların huzuru ve kalkınması için en sağlam temeldir.