Fatih Savaşan: Adil gelir dağılımı için de asıl mekanizma faiz yasağı yani kar-zarar ortaklığıdır.

img
Fatih Savaşan: Adil gelir dağılımı için de asıl mekanizma faiz yasağı yani kar-zarar ortaklığıdır.

İslamcılık düşüncesinin ekonomi tasavvuru nedir? İktisadi küreselleşmenin getirdiği sermaye hareketleri, uluslararası ticari sistemler ve neoliberal ekonomi politikalarına nasıl bakmaktadır? küresel ekonomik sistemin adaletsizliklerine karşı, İslamcılık düşüncesi nasıl bir iktisadi alternatif sunabilir?  İslam Düşüncesi sitesi olarak daha birçok soruyu, "İslamcılığın Ekonomi Tasavvuru" dosyasında Prof. Dr Fatih Savaşan'a sorduk. 

1- İslam düşüncesinin iktisat/ekonomi anlayışına dair neler söylemek istersiniz? İnsan modeli açısından İslamcılık düşüncesi, homoeconomicus anlayışına karşı nasıl bir insan tasavvuruna sahiptir? Bu bağlamda egemenlik ve iktisat ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz?

Biz Müslümanlar olarak dinimizin hayatın her alanına ilişkin temel kuralları koyduğuna inanırız. Şüphesiz ki iktisat da ana kurallarına dair kesin düzenlemelerin (emir ve yasaklar) ve tavsiyelerin söz konusu olduğu bir alandır. Efendimizin Risâlet öncesi içinde bulunduğu ve sorulduğunda “yine katılırdım” buyurduğu Hılfu’l Fudul (Erdemliler Hareketi), iktisat alanında ve adaletsizliklere karşı aktif tutum geliştiren bir hareketti. Efendimiz, Abdullâh bin Cüd’an’ın evinde toplanarak “kim olursa olsun, Mekke’de zulme uğramış kimselerin hakkını geri alıncaya kadar zalime karşı mazlumu savunmak” üzere ahitleşenler arasındaydı. Mekke’nin ileri gelenlerinden Âs bin Vâil’den Yemenli bir tacirin hakkını almakla işe koyuldular. Efendimiz, ilk toplantıya atfen “O meclisten o kadar memnun oldum ki, ona bedel bana kızıl develer verilse o kadar sevinmezdim. O antlaşmaya şimdi de çağrılsam, yine icabet ederim” buyurmuştur. Bundan daha net mesaj verebilir mi kimse? “İslam toplumunda da haksızlık olursa ben bu haksızlıkla fiili mücadele içinde olurum” mesajını veriyor. Hılfu’l Fudul hadisi sanki iki şeye dikkatimizi çekiyor. İlki, zulme karşı durma iradesine sahip vicdanlı insanlar her zaman olur ve bizim görevimiz bu topluluklarla beraber hareket etmek. İkinci olarak, İslam’ın inşa ettiği insan tipini de izah için kullanılabilecek kıymetli bir örnek.

Buraya kadar dikkatinizi çekerse ‘İslamcı’ ifadesini hiç kullanmadım. İslamcı/lık ‘bireysel dindarlık’ (neyse artık!) karşıtı bir ifade olarak Müslümanlar arasında da kabul gören ama içini başkalarının doldurduğu bir kavram. Topluma, toplumsal düzene, ekonomi ve siyasete dair iddiaları olan bir düşünce olarak İslamcılık hareketinin hem kendi içinde dönüşümü hem de dönüştürücü gücü şüphesiz ki üzerinde konuşulacak konulardan biridir. Kavramın serencamı İslam iktisadı kavramıyla benzeşiyor. Fakat en azından bu mülakat çerçevesinde kavramların kökenine girmek yerine konuya odaklanmanın daha verimli olacağı düşüncesiyle homeconomics-homoIslamicus kavramlarına dönelim.

HomoIslamicus ve Homoeconomicus ayrımına İslam İktisadı tartışmalarında sıkça karşılaşırız. HomoIslamicus, ekonomik teoride İslami prensipler ve etik değerlere göre ekonomik hayatını şekillendiren insan demektir. Öncelikle belirtelim ki sosyal bilimler değer yargılarından bağımsız gelişmez. İddiası bilimselliktir ve bunun karşılığı her yerde geçerli olmak şeklinde formüle edilir. Ama esasında insanın madde ile ilişkisinin anlaşılmaya çalışıldığı bir sosyal bilim olarak İktisat hem ele aldığı konu hem de konuyu ele alanlar (insanlar) bakımından ön kabullerden ve değer yargılarından bağımsız ilerlemez. Bu nedenle İslam iktisadı çalışmalarında bir insan prototipinin çizilmesi gereklidir ve anlaşılabilir. Toplumlar da bireyler gibi farklı tercihler arasında karar verir. Bu karar şüphesiz ki değer yargılarından bağımsız değildir. Tasavvurumuz kararımızı belirler. Ve her kararın alternatif maliyeti vardır. Karar, hedeflenen şeyi elde etmek adına alternatif maliyeti yüklenmeyi göze almaktır.

Bu tespitten sonra İslam iktisadı tartışmalarının temelinde, çağımız ekonomi biliminin somut çıktılarının insanlığa saadet getirmediği tespiti bulunduğunu da belirtmek lazım. İkinci tespiti belki açarız ama şimdilik bu tespitin bize “iyi” iktisat arayışlarının süreceğini gösterdiğini söylemekle yetinelim. Fakat bu arayışlardan en ümit vaat edeni İslam iktisadıdır. İslam iktisadı tartışmalarında fazlaca rastlanan metodolojik eksikliği dile getirmemiz lazım. İktisat/Ekonomi biliminin söylemediği şeyi ona söyletmek ve onun üzerinden yeni tekliflerde bulunmak ilk çalışmalarda sıkça karşılaştığımız ve halen de kısmen devam eden bir eksiklik. İslam iktisadı çalışmalarına alan açmak için buna ihtiyacımız yok. Ne demek istiyorum? Homoeconomicus, sadece ‘bencil insan’ demek değildir ve bencillik de faydasını sadece mal tüketmeye ve hazza indirgemek anlamında kullanılmaz. Homoeconomicus, faydasını maksimize etmeye, mümkün olduğunca çoğaltmaya çalışan insan demektir. Fayda fonksiyonunda ne olduğuna bağlı olarak kişi hayvandan farksız hatta daha aşağıda da konumlanabilir veya fayda fonksiyonuna başkalarının mutluluğunu (hayır-hasenat) ve Allah rızasını koyarak ‘eşref-i mahlukat’ da olabilir. Gereklerini yaparak Allah’ın rızasını ve mükafat olarak vaat ettiği cennetini kazanır. Bir bakıma homoeconomcus, homoIslamicusu dışlamaz. HomoIslamicus, ‘ihtiyacı kadar’ mal ve hizmeti tüketen, bunun dışında kalanı sosyal sorumluluk ve hem bu dünyada iyiliğin yayılması hem de bunun üzerinden ebedi hayatı kazanma uğraşı veren kişi profilidir. Bir bakıma maksimize etmeye çalıştığı fayda fonksiyonunda hayır-hasenata daha fazla ağırlık verirken ‘lüks’ tüketimden kaçar. İslam iktisadı uzmanları da ara ara bu hataya düşmekle beraber daha çok popüler tartışmalarda eksik bilgi üzerine eleştiri geliştirildiğine rastlıyoruz. Halbuki ne kapitalizm eleştirisi için ne de İslam iktisadına duyulan ihtiyacı göstermek için buna ihtiyacımız var.

Çok sık tekrarlandığı için diğer bir hatadan bahsederek bu bahsi kapatmak isterim. ‘İhtiyaçların sonsuz’ olmadığı vurgusu yapılarak konvansiyonel iktisadın iktisat tanımı eleştirilir. Halbuki “kıt kaynakların sonsuz ihtiyaçları gidermesi için” ifadesinde kastedilen “kaynaklara kıyasla ‘ihtiyaç’ olarak kodlananların fazla” olmasıdır. Yani mutlak anlamda bir sonsuzluk değildir. İhtiyaçların kaynaklara kıyasla daha dinamik olduğunu kabul etmemiz gerekir. İslam iktisadı da kaynakların görece kıtlığını kabul etmek durumundadır. “Akan sudan abdest alırken bile suyun gereksiz kullanımını israf” olarak tanımlayan hadis-i şerif bunu en iyi şekilde ifade eder zaten.

Bu metodolojik sorun İslam iktisadı çalışmalarının reaksiyoner konumundan kaynaklanıyor. Medeniyet olarak buhran döneminde olmamızın bir sonucudur bu ve bence anlaşılabilir. Henüz kalkış sağlama çabası içindeyken normaldir. Fakat bu reaksiyoner tutumdan çabucak kurtulabilirsek teorik çalışmaların daha sağlam zemine oturması mümkün olacaktır. Üniversitelerimiz devreye yenice girdi. Kapitalizmin teorik ve uygulamada üç yüz yılı geride bıraktığını düşünürsek İslam iktisadı çalışmalarının üniversitelere girişinde iki buçuk asırlık bir gecikmeden bahsedebiliriz. Gecikmeyi hızla telafi edebileceğimizi ve daha sağlam bir teorik bütünlük sağlayabileceğimizi düşünüyorum.

Egemenlik ve iktisat ilişkisi sorusundan kastedilen açık değil. Ama eğer devletin ekonomik süreçlere müdahale eden bir aygıt olarak ekonomi üzerinden toplumsal ve politik alanı etkilemesi ise bu ilişkiden bahsedebiliriz. Toplumlar devleti farklı konumlandırırlar. Teknolojik değişim ve dönüşümler yanında devletin ekonomik rolüne ilişkin görüşlerdeki değişmeler bütün ülkelerde egemenlik ve iktisat ilişkisini aynı yönde etkilemektedir. Küreselleşme ve özellikle II. Dünya Savaşı sonrası kurulan ekonomik düzen hala önemli ölçüde iktisat alanındaki egemenliğin dozunu etkiliyor. Son dönemde kâğıt paranın icadından daha hızlı bir şekilde finans piyasasını etkileyeceği anlaşılan kripto para gibi gelişmeler egemenlik kavramına yeni yorumlar getirecek gibi. Zaten ekonomisi zayıf olan ülkelerin bir taraftan küresel finansal mimari ve ulus aşırı şirketler tarafından sıkıştırılırken teknolojik gelişmeler de mevcut finansal mimarinin güçlenmesini ve devamlılığını sağlayacak gibi görünüyor. ABD’nin dolar hakimiyetini sağlamlaştırmak için son günlerde attığı adımlar dikkatle izlenmelidir. Günümüz dünyası biraz da standart geliştirenlerin ayakta kaldığı bir dünyadır ve ABD bu konuda hızlı adım atıyor.

2- İslamcılık, kapitalizmin sermaye birikimini, tüketim kültürü ve sınıfsal eşitsizlikler gibi yönlerini hangi argümanlarla eleştirmektedir? Ayrıca yaşadığımız global sistemde ekonominin belli zümrelerin elinde toplanmasının ne gibi sakıncaları vardır? Bu bağlamda gelir eşitsizliği ve fakirlik sorununa karşı nasıl bir mikro ekonomi modeli önerilebilir?

Kapitalizm ile alternatifleri arasında bir haksız rekabet var. Teori, tutarlı bütünlüktür. Teoriler belli varsayımlarla kâğıt üzerinde bir dünya inşa ederler ve varsayımların/prototiplerin gerçek dünyaya yakınlığı nispetinde de açıklama güçleri vardır. Bu tüm teoriler için geçerlidir. Teori ile teori karşılaştırılabilir veya uygulama ile uygulama. Ancak görüyoruz ki genelde kapitalist toplama ait olan yaklaşımlar ile diğer yaklaşımları karşılaştırılmak yerine kapitalizm teorisi ile diğer yaklaşımların somut çıktıları karşılaştırılır. Yani komünist ütopyanın çökmesi ile kapitalizm aklanır. Halbuki teoriler hiçbir zaman uygulamayı yansıtmaz. Komünizm iflas etti de kapitalizm insanlığa saadet mi getirdi? Tabii ki hayır. Bunu atlayarak kapitalist örgüye hayat veren teorik yaklaşımlara ‘mutlak doğru’ statüsü kazandırılmakta acele ediliyor.

Fakat burada da reaksiyoner bir tutum yerine hastalığı tespit eden ve iyiyi inşa eden bir tutum sergilememiz lazım. Bunu şimdiye kadar birkaç defa vurguladım. Benim yaklaşımım da biraz savunmacı görünüyor olabilir. Ama ben retorikle yol alınamadığını tam tersine zafiyetlere yol açtığını düşündüğüm için bu yolu tercih ediyorum.

Öncelikle temerküzün mutlak kötü olarak tanımlanmaması önemlidir. Ekonomiler ölçekten ve sermaye fazlalığından faydalanır. Sorun haksız temerküzdedir ve bunun mekanizması kapitalist ekonomide tanımlıdır. Bir bakıma başka sonuç beklenemez. Öncelikle kapitalizmin kalkışına sömürgeciliğin kattığı ivmeyi görmemiz lazım. Kapitalist iş modeli ve sermaye temerküzü sömürge döneminin sağladığı yakıtla yol almıştır. Elbette Batı blokundaki farklılıkları ve diğer bloklarla oluşan farkı ele alırken birçok ilave faktörden bahsedebiliriz. Acemoğlu’nun yaptığı gibi kurumların oluşumundaki farklılıklar gibi refahı etkileyen faktörler mesela. Ama sömürge sisteminin buradaki katkısını ve ardından gelen küresel finansal sistemin güçlüye sağladığı avantajları görmeden başka şeylerden konuşmak sağda solda oyalanmak ve top çevirmekten farksızdır.

Elbette verilere bakmamız lazım. Tahminler Sanayi Devrimi’ne kadar binlerce yıllık zaman serisinde dünyada kişi başına gelirin doksan dolardan ancak 200 dolarlara yükseldiğini, Sanayi Devrimi sonrası ise 7 bin dolarları aştığını söyler. Bu rakamlar ekonomik büyüme bakımından kapitalist dönemin başarısını göstermekle beraber ne ülkeler ve bloklar arası ne de ülkelerin içinde gelirin dağılımı hakkında bir şey söyler. Yine de kapitalist sistemin büyüme konusundaki “başarısını” teyit etmemiz lazım. Aslında kapitalizm üretim ve iş modeli, ekonomik büyüme üzerine kuruludur. Risk transferi esasına göre dizayn edilen model ekonominin refah ve büyüme dönemlerinde de (tabiatı gereği sık sık yaşadığı) kriz ve buhran dönemlerinde de sermaye yanındadır. Ekonominin büyüdüğü dönemlerde artan refahtan kaşıkla (belki çay kaşığıyla) faydalanabilen geniş kesimler kriz ve buhran dönemlerinde kepçeyle vermek zorundadırlar. İşin bu yanından kapitalizm haberdardır. Yani adil gelir dağılımına değil ekonomik büyüme sayesinde en altta olanların bile hayat standardının yükseleceğine vurgu yapar. Üretim sürecine dahil olan her üretim faktörü katkısı nispetinde hasıladan pay alır. Düzgün işleyen piyasada bu “adil” paydır. Piyasa düzgün mü işler? Tabii ki hayır. Bu yüzden de devlet dediğimiz aygıta kısmi alan açılarak paylaşımda adaletsizlik azaltılır. Bir bakıma geniş kitleler daha iyi olacakları umuduyla avunmak ve daha kötüsüne yelken açmamak için mevcuda ikna olmak durumundadırlar. Teori de bunu söyler ve aslında pratikte de gözlemlediğimiz budur.

Bu bahsettiğimiz çerçeve uluslararası finansal sistem sayesinde bloklar ve ülkeler arasında da benzeri bir mekanizmaya sahiptir ve sonuç da gelir dağılımı bakımından benzerdir. Bretton Woods Sistemi’nden geriye kalan doların rezerv para olma özelliğidir. Bu mimarinin sahipleri sözde yükümlülüklerini çoktan unutmuş durumdalar. Geriye kalan diğer husus ise krizlerin (çıkmamasından ziyade) yayılmaması çabasıdır. Krizler nasıl ekonomi içinde fakiri vuruyorsa ekonomiler arasında da fakiri seçer. Kriz görece zayıf ülkede de çıksa, (2008 küresel ekonomik krizde olduğu gibi) zengin ülkede de çıksa kaybeden taraf refahtan payına fazla bir şey düşmeyen zayıf ekonomilerdir. Üretim devam etmelidir ve pazar kaybolmamalıdır. Son dönemde küresel finans mimarisine itirazların ete kemiğe bürünme ihtimalinin ABD’yi ne kadar ürküttüğüne hepimiz şahidiz.

Buraya kadar olan kısmı durum tespiti sadedinde söylenebilecek şeylerdir. Fakat kendimize dönük eleştirilerimiz ve geliştirmemiz gereken çözümlerimizin olması da gerekir. Sisteme itiraz önemlidir ama ne ekonomiler içinde ne de küresel sistemde yeniden inşa için bittabi yeterli değildir. Dünyada yeniden bir alt üst oluş yaşanmadan tabiri caizse kartlar yeniden karılmadan sistemin sahiplerinin kendiliğinden avantajlarını sona erdirecekleri beklenmemelidir. Bu altüst oluş er geç gerçekleşecektir. O zamana kadar politik ekonomi, daha fazla icat etme, üretme ve masa yeniden kurulduğunda daha adil bir sisteme geçişi zorlamak için güç hazırlama üzerine inşa edilmelidir. Politik istikrarsızlıklar ve her zaman vizyon geliştirme yerine kendi derdiyle meşgul olma zorunda bırakılan ülkecikler sistemi, gücün dizayn edildiği gibi belli ellerde toplanması içindir.

İslam iktisadı ve uygulamaları bu hazırlığın bir parçasıdır. Ancak bence öncelikle İslam iktisadını “Müslümanlar için iktisat” parantezinden çıkarmamız gerekir. Şimdiye kadar İslam iktisadı çalışmaları adeta Müslümanı bile değil -tabirimi mazur görün- süper Müslümanı hedefleyerek iktisat iddiasında bulunmuştur. Yani neredeyse meleklerden oluşan bir toplum getirirseniz çalışan bir iktisat vadediyoruz gibi bir şey. Halbuki iktisat mekanizmalar sistemidir. Mekanizmalar Müslüman olsun olmasın herkesin üretme, tüketme ve tasarruf etme tercihlerini yönetebildiği ve toplamda da refahın arttığı ve gelirin de kabul edilebilir düzeyde adil olduğu bir ekonomik düzen ortaya çıkarır.

Burada Türkiye’de İslami hassasiyeti olan herkese görev düşer. Akademi bilimsel olarak sürece dahil oldu. Artık birçok üniversitede lisans ve lisansüstü eğitim veriliyor, İslam iktisadı ve finansı üzerine bilimsel yayınlar artık ciddi bir sayıya ulaştı. Burada son 10 yılda ciddi bir ilerleme sağlandı. İş adamlarında da hareketlilik var. Karz-ı Hasen sandıkları, “insani ücret” kavramsallaşması ve buna dönük faaliyetler hemen akla gelen güzel örnekler. Yine genç arkadaşlarımızın kurduğu İslami esaslara uyarak yürütülen mikro kredi uygulamaları var. Ancak henüz geniş kesimlere ulaşan ve bir model haline gelen reel ekonomi uygulamalarından bahsedemiyoruz. Mikrokredi veya daha geniş kapsamlı olarak mikro finansın İslami prensiplere uygun olanı da bu mekanizmalardandır. Sistemin kökten değişim ve dönüşümü sağlanmadan yoksulluk azaltmada kısmi katkı dışında bir dönüşümü buradan beklemek gerçekçi değildir.

İki önemli engel var. İkisi de içeriden. İlki İslam iktisadı çalışmalarının reaksiyoner yapısının yol açtığı pür retorikten kurtulamadık henüz. İkincisi de kapalı yapıların İslam iktisadı üzerine sağlanmaya çalışılan açılımları boğmasıdır. Bu yüzden mesela 1970’lerden itibaren İslam iktisadı ve finansı üzerine kafa yoran Hayrettin Karaman Hoca gibi hocalara haksızlık edildiğini düşünüyorum. Allah onlardan razı olsun. Model üretmeye, sahaya çıkmaya çalışmışlar. Ön açmışlar. Fetva değiştirdi diye eleştirilir mesela. Halbuki bir alimimizin elini taşın altına koyması ve yeni bilgilerle görüşünü değiştirmesi çok kıymetli değil midir? Takva dayatılamaz, en çok teşvik edilir. Ama maalesef bazı cemaatlerin öne çıkan söylemlerinde iktisadi hayattan el çekmek, kendini “adamak” salık verilir. Ama cemaat olarak yapılıp edilenlerde sınırlar da oldukça gevşektir. Bu iki engeli bilgi üretimi ve iyi uygulama örnekleri ile aştıkça daha hızlı mesafe alabileceğiz.

Yine özellikle 2000’li yılların başından beri birçok düzenleme yapılmıştır. Daha çok finans alanında olan bu düzenlemeler ve stratejik plan ve programlara giren hedefler Türkiye’de siyasetin ve bürokrasinin alana duyduğu ilgiye işaret ediyor. Durumu açıklamak için hatta şunu söyleyebilirim. Bazen başta katılım bankaları ve “tasarrufa dayalı finans sistemi” olarak uygulayıcılar geride kalmışlardır. Düzenlemelerin daha çok finans alanında olması eleştirilebilir ama reel sektör tarafı ücret politikasında, üretim süreçlerinde (çevreyi kirletmeme dahil) gösterecekleri hassasiyetler, mal ve hizmetin kalitesi, haksız rekabetten kaçınma gibi hususlarda genel düzenlemelere ilaveten gösterecekleri hassasiyetle mesele önemli ölçüde çözülür. Finans ise kan dolaşımı gibidir. Her bir hücreye kan gitmelidir. Temiz kan gitmelidir. İslami finans bunu temin eder ve düzenlemelerin buraya yoğunlaşması bu bakımdan normaldir.

3- İslamcılık düşüncesinin ekonomi tasavvuru, iktisadi küreselleşmenin getirdiği sermaye hareketleri, uluslararası ticari sistemler ve neoliberal ekonomi politikalarına nasıl bakmaktadır ve küresel ekonomik sistemin adaletsizliklerine karşı, İslamcılık düşüncesi nasıl bir iktisadi alternatif sunabilir? Bu bağlamda, kripto paralar, blok zincir teknolojisi ve dijital finans sistemleri gibi yeni iktisat anlayışları hakkında nerede durmalıyız, nasıl bir anlayışa sahip olmalıyız?

Uluslararası finans mimarisi hala -eski ifadeyle söylersek- güneyden kuzeye veya fakir ülkelerden zengin ülkelere net sermaye akışını garanti etmektedir. Yeni güçler belirmekle beraber başta ABD olmak üzere Batı hem teknolojik gelişmelerde hala başı çekmelerinden dolayı hem de finans sisteminin sağladığı imkanlar sayesinde üstünlüğünü sürdürmektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi ABD doların rezerv para olarak kullanılmasının avantajına hala sahiptir. Ve bunu sürdürmek için liberal ekonomi doktrininin aksine ticaret savaşlarını sonuna kadar kullanmaktadır. En son yasalaşan stabil kripto para düzenlemesiyle ABD bir taraftan ciddi bir sorun haline gelen borçlanmasını kolaylaştırırken aynı zamanda kripto paraların değerindeki dalgalanmalara karşı sabitleneceği menkul kıymetler sayesinde dolar hakimiyetini sürdürmeyi planlamaktadır. ABD son dönemde açıkça doların rezerv para olma özelliğini, tüketimden gelen gücünü ve inovasyonda üs olduğu gibi yeniden üretim üssü olma özelliğini de koruma iradesini kaba güce de başvurarak göstermektedir.

Bu şaşırtıcı mıdır? Elbette hayır. Müslümanlar ve mevcut uluslararası sisteme alternatif olmaya aday diğer blokların ne yaptıkları sonucu belirleyecek. BRICS gibi oluşumlar yanında Türkiye liderliğini sürdürebilirse beraber hareket edebileceğini düşünebileceğimiz ülkeler küresel sistemin adaletsizliklerine karşı irili ufaklı her adımı teenni ile ve istikrarlı bir şekilde atarlarsa durum değişecektir. Bazen restleşmeler ve eğer bıçak kemiğe dayanırsa bölgesel veya dünya savaşı ile son sözün söyleneceğini tarih bize söylüyor. Başka konuya geçmeden önce “irili-ufaklı” derken neyi kastediyorum ona kısaca değineyim. Tüketici önüne makul alternatifler konulduğunda yol alınabildiğini son iki yılda boykot sürecinde yaşadık. Önceden başlasa da sayı ve hacim olarak önemli bir yer edinemeyen TROY ciddi bir büyüme elde etti. Kart sayısı yanında harcama miktarını da artıracak adımların atılması halinde ve başka ülkelerle de iş birliği yapılması halinde mevcut kredi kart sistemine ciddi bir darbe indirilebilir. Sağladığı tasarruf yanında harcama patternları gibi stratejik bilgilerin içeride kalması da dahil ciddi faydaları olacak bu adım kıymetlidir. Türkiye, dinamik yapısı ile birçok kalemde bunu başarabilir.

Faiz yasağı İslam ekonomisi ve finansının temelidir. Faiz yukarıda bahsettiğimiz gibi hem büyüme hem de yapısı gereği sıkça karşılaştığı kriz dönemlerinde dezavantajlı aleyhine çalışır. Evet kapitalizmin bir büyüme hikayesi vardır ama büyümenin geniş kesimlere refah getirmediği de ortadadır. Faiz, riskin transfer edilmesi sistemidir ve her zaman sermayedarın lehine çalışır. Faiz yasağı veya risk paylaşımı sistemi iş modelinin tamamen değişmesi demektir. Ve aslında daha baştan adil gelir dağılımını garanti eder. Fakat ben faizin olmadığı sistemde sürdürülebilir yüksek büyümenin sağlanacağı konusunda mukni değilim. Yine de büyüme oranları yüksek olmasa da kriz daha az ve daha küçük olabileceğinden refahın yaygın artışı görece olarak sağlanabilir. Zekat gelirin yeniden dağıtılması mekanizması olarak aslında her toplumda her zaman olacak dezavantajlıların desteklenmesidir. Demek istediğim aslında adil gelir dağılımı için de asıl mekanizma faiz yasağı yani kar-zarar ortaklığıdır.

Kâğıt paranın icadı ile blok zincir teknolojisinin para anlayışına getirdiği yenilik birbirine benziyor. İslam alimleri bu konuyu tartışıyor. Ancak inovasyonları anlama ve bünyeye dahil etme hızımız çok iyi değil. Teknik kapasitemizin ve inovasyonları tanıma ve (gerekliyse ıslah ederek) avantaja çevirme yetimizin düşük olduğunu görüyoruz. Elbette haddimi aşarak fetva verecek değilim ama standarda bağlanacağı ve gittikçe daha fazla hayatımıza gireceği belli olan kripto para icadında umarım çok geriye düşmeyiz.

İş geliyor çok çalışmaya, genç ve eğitimli nüfusumuzun yenilikçiliğine yatırım yapmaya dayanıyor. Ümmetin içine düşen uzun fetret döneminin sonuna yaklaştığımızı düşünüyorum. Şu anda kalkış aşamasındayız. Yakında inşallah her şeyin aslında nasıl da hızlı ilerleyebildiğini göreceğiz.

4- İslamcılık düşüncesinin ekonomi tasavvurunu inşa eden öncü şahsiyetleri kimlerdir? İslam dünyasında bu alana dair özgün bir literatür oluşturulabilmiş midir? Bu literatürden hareketle İslamcılık düşüncesinin ekonomi tasavvuru insanlığın önünü açacak bir  modele dönüşebilir mi?

Allah onlardan razı olsun. İlk olmak zordur. Her bakımdan zorluklar içindeyken çağdaş İslamcılık akımları ekonomi alanını da boşlamamış. Üretemeyen, siyaseten dağınık, halkları ile didişen yönetimlerin beceriksizliklerine rağmen birilerinin İslam ekonomi modelini geliştirmeye çalışması çok kıymetlidir. Muhammed Hamidullah, Hurşid Ahmed, Muhammed Bakır esSadr, Ömer Çapra, Masudul Alam Choudhury, Monzer Kahf gibi isimleri sayabiliriz. Kurumlar yerine işin felsefesi ve sistem temellerine odaklandığı için Choudhury önemli bir isim. Monzer Kahf da özgün bakış geliştirenlerden. Türkiye’de Hayrettin Karaman ve belki daha az bilinse de pratiği etkileyen diğer bir isim olarak Hamdi Döndüren hocayı saymak kadirşinaslık gereğidir. Elbette Erbakan Hocayı anmamız lazım. Hem uygulamada hem de teoride faizsiz bir sistemin var ve mümkün olduğunu siyasi arenada yüksek sesle savundu. Adil Ekonomik Düzen mekanik bir bakış açısına sahip olması ve işlerliği konusunda eleştirilebilir şüphesiz. Ama Hoca az sayıda kişi ile bir sistem arayışına girerek zora talip oldu. Bir de mutlaka ismini zikretmemiz gereken Mehmet Asutay Hoca var. Asutay hocanın İslami Moral Ekonomi gibi açılımları ve finans odaklı bakış açısının sakıncaları üzerindeki görüşleri İslam ekonomisi literatüründe ciddi etki oluşturmuştur. Ayrıca kendisinin dünyanın her yerinden öğrenciler yetiştirmesi ve Türkiye’deki İslam Ekonomisi ve Finansı eğitiminin başlamasına yaptığı katkı takdire şayandır. Allah Asutay hocadan razı olsun.

Neredeyiz? Öncülerin idealizmini sürdüren ama reaksiyoner olmak yerine daha inovatif ve sahadan kopuk olmayan bir çabanın içindeyiz. Literatürde farklı ekollerden bahsedilir. Malezya’nın İslami finans sektörüne kazandırdığı ivme var. Çalışmaların finans ağırlıklı olması ve sınırları zorlayan fetvalar nedeniyle eleştirilse de Malezya’nın katkısını inkar edemeyiz. Körfez ekolünden bahsedebiliriz. Malezya’ya göre daha sıkı. Her iki ekol de İslami finans standartları oluşturuyor.

Türkiye’de Osmanlı İktisat Tarihi bağlamında ve İlahiyatlarda çağdaş bilim sınıflamasına ve diline sahip olmamakla beraber İslam iktisadı ve finansı her zaman oldu. Ama son 10 yılda yeni bir trend var. Eğitim alanındaki gelişmeler umut veriyor. Çok sayıda lisansüstü programda gençler tezler hazırlıyor. Çok sayıda bilimsel dergi yayını var. Elbette nereden baksak 250 yıllık açığı kapatmamız zaman alacak.

Türkiye’deki diğer gelişmeler de çok olumlu. Katılım bankacılığı tüm kısıtlara rağmen gelişiyor. İstanbul Finans Merkezi projesi bağlamında İslami finans da artık önemli bir gündem maddesi. Konu strateji belgelerine girmiş durumda. Fakat alınacak yol uzun. Küresel finansal sistemi dönüştürme azmi ve kararlılığı ile çalışmak zorundayız. Müslümanlar ürettikçe, genç nüfusunu eğittikçe ve İslam’a uygun modeller ve kurumlar oluşturdukça hep bir ileri aşamayı konuşuyor olacağız.

5- İsraf, tüketim çılgınlığı ve gösteriş ekonomisine karşı İslamcılık düşüncesinin ekonomi tasavvurunda nasıl bir meydan okuma vardır ve bu ekonomi anlayışının önerileri nelerdir?

Tanımların dünyasında yaşıyoruz. Her şeyimiz tanımlanmış. Somut bir tanımlayan da yok. Ama bu tanımların sınırları içinde yaşıyoruz. Mutluluk da tanımlanmış. Her yıl iyi bir tatil beldesine gidersen, aracını sık sık değiştirirsen, “özgürsen”, pahalı aksesuar taşıyorsan mutlusun. Mutluluğun tüketimde arayıp bir türlü bulamayan ama koşusunu da kesip kendini dinleyemeyen yığınlara döndük. Hazzı, değerlerle kayıtlı olmamayı önemseyen yeni bir nesil de icat edildi. Her şey için çok geç değil ama bir yere varacak başkaldırı biraz da paradoksal bir şekilde tanımlama yapma gücünü elde etmekte ve bu da daha fazla üretmeye bağlı.

Haz ile mutluluk arasındaki farkın önemi artık teorik izahlara ihtiyaç bırakmadı. İsraf ve tüketim çılgınlığı modern insanın sorunu. Oysa İslami perspektiften bakıldığında müthiş bir denklemin kurulduğunu görüyoruz. Yüce yaratıcımız bizdeki fıtraten var olan özelliklere hitap ederek bizi “karlı bir ticarete” davet ediyor. Rızası, mükafat olarak vaat ettiği cennet ve ebedi saadet başarabildiğimiz kadar “vaz geçme ameliyesi” ile ilintilidir. “Kendini yoksun bırak ki seni mükafatlandırayım” formülü. Kendini neden yoksun bırakacaksın? Yakışıklısın, gençsin, ortam da müsait iken zinadan uzak kalıyorsun. Kendini hazdan koruyor, uzun dönemli mutluluğa aday kılıyorsun. Evlenip aile kuruyor, çocuklarını yetiştiriyorsun. Bu haz dünyasında bir vaz geçme. Kendi hayat boyu refahın ve ebedi hayat için. Kul hakkı yemiyorsun. Allah kul hakkını affetmeyeceği ikazını yapıyor. Zorluk çek ama başkasının hakkını yeme. Kendi ve başkalarının huzurunu artırdıkça Allah’ın rızasına ve ebedi mutluluğa erişebilirsin. Aslında İslam perspektifimize uzun dönemi/ hayat boyu mutluluğu ve üçüncü boyut olarak da ebedi mutluluğu yerleştiriyor.

Ancak ekonomi uygulama ister. Yukarıda da söylediğim gibi İslam, takva sahibi insanların çoğunlukta olduğu bir toplumda geçerli olacak iktisat modeli önermez. Mekanizmaları ve ana prensipleri verir. Ana prensipler dışında tam bir karar hürriyeti vardır. Kapitalist paradigma karşısında alternatif arayışları devam ederken örneğin “kanaat ekonomisi” gibi kavramsallaşmaya gidiliyor. Ben burada farklı düşünüyorum. Ekonomi/ iktisat mekanizmalar bilimidir. Bizim literatürümüzdeki fetva-takva ayırımı önemlidir. İktisadi sistem insan-toplum-devlet üçlüsünün her birine ve aralarındaki ilişkiye dair gerçek dünyada karşılığı olan varsayımlar temelinde mekanizmalar kurar. Bu mekanizmalar fetvanın karşılığıdır. Fetva, uygulanabilirlik peşindedir. Siz yoksulluğun azaltılması için mekanizmalar kurarsınız ama insanlar başkasını önemserse, tasadduk ederse, diğergam olursa daha adil gelir dağılımının ve sosyal uyumun yüksek olduğu bir vasat elde edersiniz. İnsanları takvaya zorlayamazsınız. Allah’ın zorlamadığını siz sistem haline getiremezsiniz. Ne toplumsal hayatta ne de iktisadi hayatta bu tavrın sürdürülebilirliği yoktur. İsraf haramdır ama insanları israf tanımlaması yaparak zorlayamazsınız. Sistemin içinde lüksü pahalı hale getirme mekanizmalarını (vergi ve finansman maliyetini artırarak) yerleştirirsiniz ama insanları kararında serbest bırakırsınız. İnsanların içinde makulü arama fıtraten vardır. Örneğin başta Japonya olmak üzere minimal yaşam akımları ortaya çıktı. İnsanlar günlük yaşamını “idare etme” üzerine kuruyor.

6- Kapitalist piyasa ekonomisinde Müslümanların ahlaki duruşu ve ticari faaliyetlerde riayet etmeleri gereken ilkeler nelerdir?

İslam iktisadı prensiplerine göre ticari ve iktisadi hayatımızı düzenlememiz lazım. 2012’de yaptığımız bir araştırmada iş adamları için bir dindarlık ölçeği geliştirmeye çalışmıştık. Müslümanlar olarak idealimizi ve uygulamayı ideallerimize göre şekillendirme çabamızı daima diri tutmamız lazım. Hep “geçmişin mücahitleri şimdi müteahhit oldu” cümlesini kurarız. Bu bir özeleştiri cümlesi gibidir ama hiç faydası da yoktur. Zenginleşmesi ideallerini kaybetme maliyetine yol açmayan çok sayıda iş adamımız var. Ama kabul etmek gerekir ki her şeyin çabucak eridiği dünyada diri kalmanın maliyeti var. Bu maliyeti yüklenenlere selam olsun. O araştırmada iş adamlarının ideallerini ne ölçüde sahaya aktardığını anlamaya çalıştık. Örneğin, iş adamları işçisine insani bir ücret ödüyor mu? Bu bir sorudur ve tek başına anlamlı değildir. Yukarıdaki soruyla bağlantılıdır da. İş adamı rekabet edebilmelidir. Ücreti asgari ücretin üzerinde tutmaya çalışması maliyettir. Tek başına bunu isteyemeyiz. Ama lükse kaçan harcama yaparken rekabet şartlarını öne sürerek işçisini sefalete terk etmiyor olması lazım.

Ama öte yandan işçi de örneğin namaza gitmeyi bahaneye çevirmemeli, çalışma zamanından yememelidir. Hepimiz tüketiciler olarak yiyip içtiklerimizden evimize getirdiklerimizden sorumluyuz. Bilinç düzeyi yüksek bir Müslüman tükettiği malın helal olmasını sağlayacak ve malın üretici firmasının da işçisini ezmediğinden emin olacak. Bunu yapmak ve hele hele sürdürmek kolay değil. Fakat yapanı diri tutar. Mesele aslında biraz da standart geliştirme ve sistem kurmayla alakalı. Batı ülkelerinde yaşayanlar bilir. Gıdanın kosher (İbranicede tüketmeye uygun anlamına gelir) damgasına bakılır. Bu sayede gıdanın domuz katkılı olmadığı anlaşılır. Dünyada nüfusumuz daha fazla olmasına rağmen buna mecbur olmak üzücüydü. Şükür şimdi standartlar geliştirdik. Helal sertifikası verilmeye başlandı. Hem bizim ülkemizde hem de dünyada artık Müslümanlar tüketimde daha rahatlar. Hülasa mesele yola çıkmakta. Yol, yola çıkanların yoldaşıdır.

Bilinçli Müslüman, tüketirken de üretirken de İslami olanı yapmak zorundadır. Tartışmaların hep zengin, varlıklı ve firma üzerinden yürümesi meselelerimizin çözümlerinin eksik kalmasına yol açıyor. Unutulan ibadetlerimiz var. Tarım işletmelerinin zekâtı bunlardan biri mesela. İslami tarımsal finansman enstrümanlarını araştıran genç akademisyenlerimiz var artık. İş adamlarının fetvasını en çok aradığı konuları araştıran ve bir bütünlük içinde sunan genç akademisyenlerimiz var.

Son olarak eleştiri ahlakını tekrar hatırlatmak isterim. Özellikle İslami finans ve katılım bankacılığı konusunda yetersiz bilgi ve bazen grup taassubu ile konuşmalar oluyor. Kendi müesseselerimizi bebekken boğmamak sorumluluğumuz. Faiz oranı ile kar/zarar payını karşılaştırarak faizden ne farkı var diyebilenler var. Bunu söyleyen kişinin ne aradığını bilemiyorum. Sanırım hibe arıyor.

Yorum Yapın

2 Yorumlar

  • Ahmet dutgun
    13 Ağustos 2025 04:05

    Bu tarz düşünce ve yaklaşımların kıymetli olduğunu ifade etmek isterim.

  • Ahmet Alp
    02 Ağustos 2025 04:05

    Mülakat gayet güzel. Geçmişten bugüne süreci de anlatmış. Ancak devletin açıkladığı finans bankalarının kar-zarar ortaklığı hesaplarının toplam paranın %10 u civarında olmasının, daha fazla gelişmemesinin sebeplerini de merak etmiyor değilim. Bunda finans kurumlarının parayı hazine bonoları vb dahil şüpheli kabul edilen uygulamalarda da kullandığına dair şüphelerden dolayı mı, yoksa yeterince şuurlu olmayan müslümanların, faize yakın ama daha düşük olan kar paylarına kanaat etmeme veya başka sebepler midir. Yazı içeri için tebriklerimi sunar, ve devamını da dilerim