İslamda İhya Hareketleri / Mevdudi

  • Paylaş:
  • Tarih: 04 Ocak 2025     Y: İslam Düşüncesi    Yazdır
img
İslamda İhya Hareketleri / Mevdudi

Yayınevi: Pınar Yayınları, Çeviren: Ali Genç

Özet: Hüseyin Medet - Ömer Budak

Bu kitap Mevdudi’nin en çok ses getiren kitaplarından birisidir. Hem ele aldığı tecdid ve ihya problemlerinin çağdaş İslam düşüncesindeki konumu hem de bu kavramlar üzerinden İslam tarihini okuma biçimi kitaba yönelik ilginin kaynağı olmuştur.

En basit anlamıyla “yenileyici” demek olan müceddid sözcüğüne, yapılan yenileme eyleminin benimsenip benimsenmemesi itibarıyla farklı yaklaşımlar getirilmiştir. Kimisine göre müceddid yozlaşmayı durduran demek iken kimisine göre ise bizzat yozlaştıran anlamını taşımıştır.

Tarih boyunca boy gösteren müceddidlerin etrafında zaman içinde tabular örülmüş, bu da onlara sadece aynı bakış açısından bakılmasını ve yaptıkları tecdid işinde sadece olumlu noktalara odaklanılmasını doğurmuştur. “Akıl” ile değil, daima duygularla hareket edilmiştir. Günümüzde bu insanları ve faaliyetlerini tanımak ve tecrübelerinden faydalanmak ihtiyacı şiddetli bir biçimde kendini göstermiştir.

 Mevdudi’ye göre tecdid, cahiliyenin pisliklerini İslam’dan silmek demektir. Bu itibarla önce İslam’ın, sonra da tasfiye edilmesi istenen cahiliyenin en ince hatlarıyla bilinmesi elzemdir.

Mevdudi’nin gözünde dinler ve ideolojiler, insanın varoluşsal sorularına verdikleri cevaplara nazaran farklılık göstermiş, bu cevaba bağlı olarak din ve ideolojiler insanın sorunlarına farklı yaklaşımlar, çözümler ve metotlar getirmiştir. Mevdudi bu cevapları dört ana başlıkta sınıflandırır: Ateizm, politeizm, asetizm ve İslam. İlk üç başlık cahiliyenin farklı tezahürleri iken İslam sıratı müstakimdir.

Ateizm evrenin rastlantılar sonucu meydana geldiğini düşünür ve buna göre insan türü sair hayvanların bir kolundan ibarettir. Bu bağlamda ulvi bir gayeden yoksun olan insanın tek amacı arzu ve zevklerini gerçekleştirmektir. İnsanı kayıt altına alacak herhangi ilahi güç yoktur. Fizik ötesi herhangi bir varoluş kabul edilmez. Yargıların temelini insan referansı oluşturur. Ancak bu önerme, değer ve ahlak yargılarının maddi oluşu ve değişkenliğini doğuracağı için sonu gelmez çatışmalara yol açar. Ateizm mevcut batı medeniyetinin temeli olmakla birlikte tarih içerisinde farklı belirlenimler kazanmıştır. Kimi zaman inandığını söyleyenler de inançlarını hayatlarına yansıtmayarak ateistlerle aynı pratik mantığa sahip olabilir.

Mevdudi ikinci sıraya politeizmi (şirk) koyar. Buna göre evren bir irade sonucu var olmuştur, ancak birçok irade sonucunda varlığını yürütmektedir. Mutlak irade sahibi bir ilah var olmakla beraber evrendeki bayağı işleri küçük ilahlar yapar. İnsanlar bu küçük ilahları korku ve sevgi duydukları birtakım nesnelerde somutlaştırdığı gibi kimi zaman salih kişileri de tanrılaştırmıştır. Onlar kimi zaman bizzat tanrı ilan edilmiş, kimi zamanda şefaatçi konumuna çıkarılmıştır. Mutlak ilah evrenden çok çok uzaktadır ve oranın işlerine karışmaz. Bu yüzden aracılar olmadan Allah’a dua edilemez. Ateizm ve politeizm arasındaki fark, ikincisi Allah’ın herhangi bir fonksiyonu olduğunu kabul etmezken ilkinin direk ilahı kabul etmemesidir. İkincisi arzularını tanrılarla meşrulaştırır, ilki ise insanı referans göstererek meşrulaştırır.

Cahiliyenin üçüncü sınıfı ise asetizm’dir (çilecilik). Buna göre dünya ıstırap yeridir ve insanın bu dünyada çile çekmesi bir zarurettir. Hiçbir lezzet tadılmamalı, dünyadan el etek tamamen çekilmelidir. Bu görüş pratik hayat itibarıyla birevi uyuşturucu bir fonksiyon icra ettiği için yeryüzü müstekbirlerinin bir numaralı aracı olmuştur.

İslam ise hikmetlerle dolu bir dünyanın yaratılışının tesadüf olmadığını, bir amaca hizmet ettiğini belirtir. Mutlak otorite ve hükmün sahibi bir yaratıcının var olduğunu ve insanların dünyaya gelişinin bir amacının olduğunu söyler. İnsanlar yaşamlarını bu amaç doğrultusunda gerçekleştirmeleri gerekir. İslam'a göre insanın dünyaya geliş amacı Allah'a ibadet etmek, onun rızasını kazanmaktır. İnsan yaptığı bütün fiillerden sorumludur ve yaptığı bütün şeylerin hesabını ya bu dünyada, bu dünyada vermezse ahirette kesin olarak verecektir. Hayatını bu hesap gününü dikkate alarak yaşamaya çalışır.

İslam'da bir şeyin iyi veya kötü olmasına kanun koyucu olan Allah ve Resulü karar verir. İnsanlar bu iyi ve kötüye göre yaşamaya çalışırlar. Allah insanların kendisine nasıl kulluk edeceğini resulleri yoluyla bildirir.

Peygamberler Allah'tan aldıkları bilgileri pratiğe dökmek, insanlara tebliğ etmek ve insanlar arasında hüküm vermekle görevlidir. Allah insana doğru ile yanlışı birbirinden ayırt etme yetisi olan aklı vermiştir. Bundan dolayı eğer insan Allah'a isyan edip, onun hükümlerine karşı gelirse, hükümde ona ortak koşma gibi bazı faaliyetler gerçekleştirirse o Allah katında affedilmez bir suç olarak ortaya çıkar ve Allah onu ebedi olarak cehennemle cezalandırır. Eğer Allah'ın resulü vasıtasıyla gösterdiği yolu seçerse, resulünün yaşantısını benimser ve onun yaşadığı gibi yaşamaya çalışırsa, Allah da kulunu bitmek bilmeyen bir mükafat ile mükafatlandırır, onu cenneti ile ödüllendirir.

İslam ile cahiliye arasındaki farklılığın temelini tevhid oluşturur. İslam demek tevhidi bir düşünce, inanç ve hareket biçimi demektir.

Peygamberlerin görevleri kısaca Allah’ın gönderdiği vahyi, insanlara iletmek, insanların Allah'ın razı olacağı bir şekilde hayat sürdürmeleri için çalışmak ve bu yaşantıyı onlara en doğru şekilde göstermektir.

Müceddid ise kelime anlamı ile yenileyici demektir. Ancak müceddidin görevi İslam'da yenilikler yapmak ve peygamberin getirmediği yeni bir şey getirmek değildir. Bilakis tarihsel süreçte meydana gelen sapmaları düzeltmek ve cahiliye tortularını insanların din algısından temizlemek ve İslam'ın külli kaidelerini yeni meselelere uygulamak, İslam'ı hayat içerisinde yeniden hakim kılmak müceddidlerin en büyük sorumluluğudur. Yani tecdid işi bizzat dinin kendisinde değil, insanların dini anlayış biçimlerinde gerçekleşir, çünkü din kıyamete kadar bozulmadan baki kalacaktır. Öte yandan Mevdudi dinde yenilik çıkarmak ve dinde olmayan bir şeyi dine sokmak gibi faaliyetleri teceddüd, yapanları ise müteceddid olarak isimlendirir.

Müceddidlerin de peygamberler gibi yapmakla yükümlü olduğu bazı görevler vardır. Onlara yapmaları gereken bu görev ve sorumluluklar, Allah'ın resulüne bildirdiği vahyi en doğru şekilde anlayarak insanlara anlatmaktır. Müceddid ve peygamber arasındaki en büyük fark peygamberin vahiy alması ve verdiği emirlerin mutlak olması, buna karşın müceddidin herhangi bir vahiy almaması, dini anlarken tamamen kendi çabasına dayanması ve sözünün herhangi bir mutlakiyet taşımamasıdır.

Müceddidler hayata iken kendilerinin müceddid olduklarını bilmezler, onların müceddid oldukları ölümlerinden sonra ortaya çıkar. Müceddidlerin görevleri zamanın sorunlarını doğru teşhis, ıslah düşüncesi, yaşadığı zamanda kullanabileceği imkanları araştırma, hak yolda batıl ile mücadele, teşhis ettiği sorunlar hakkında içtihat ve en önemlisi Allah’ın hâkimiyetini yer yüzünde ikame ettirmektir. Allah resulünün ölümünden sonra tarihte bazı müceddiler karşımıza çıkar.

Mevdudi ilk müceddid olarak Ömer bin Abdulaziz'i zikreder. Bilindiği üzere hilafetten saltanata geçişte Emeviler başrolü oynamış, siyasal, ekonomik ve toplumsal birçok alanda İslam'dan uzaklaşmanın failleri olmuşlardır. Hayatının ilk dönemlerinde bir Emevi emiri gibi yaşarken, halife olduktan sonra kendisinden başlayarak bütün İslam toplumunu tevhid ve adalet ekseninde ıslah etmeye başlamıştır.

İlk olarak halifenin seçimle gerçekleşmesi gerektiğini beyan etmiş, ailesinin haksız kazançlarının hepsini beytülmale iade etmiş, idari mekanizmalardan zalim yöneticileri azletmiştir. Kısacası İslam güneşi onun döneminde bütün aydınlığıyla semada parlamıştır. Ancak kendileri adına işlerin iyi gitmediğini gören akrabaları tarafından zehirlenerek öldürülmüş, hilafet dönemi sadece 2.5 yıl sürmüştür.

Ömer bin Abdulaziz'den sona cahiliye tekrar canlanmış, ancak buna rağmen cahiliye tecdidin öncülüğünü yapacak büyük imamların yetişmesine engel olamamıştır. O dönemde birçok imamın yetişmesine rağmen, ortaya koydukları sistematik çabadan dolayı en önde dört imam gelmiştir. Onlar saltanattan gelen her türlü teklifi ve vaatleri ellerinin tersiyle reddetmiş ve cahiliyenin bataklığına kesinlikle bulaşmamışlardır. Dört imamın çalışmaları o kadar etkili olmuştur ki, kendilerinden sonra bir otorite haline gelmişlerdir.

Mevdudi ardından müceddidler silsilesinde Gazzali'ye yer verir. Gazzali döneminde Yunan felsefesi İslami inançları altüst etmiş, ulema ise felsefenin meydan okumasına tatmin edici bir cevap üretememiştir. İçtihat imkanının kullanılmayışı derin bir taassubun meydana gelmesine sebep olmuştur. Gazzali zamanının sorunlarını idrak etmiş ve bir değişiklik yapmak gerektiği düşüncesi zihninde yer edinmiştir.

Gazzali'nin felsefeyi tahsili tecdid çalışmasının başlangıcını oluşturur. Felsefeye yönelik tenkitleri sadece İslam dünyasını değil batı dünyasını da etkilemiştir ve eleştirel düşüncenin temelini oluşturmuştur. Onun tenkidiyle birlikte felsefe eleştirileri rasyonel bir temele oturmuştur. İslam'ın iman esaslarını inandırıcı bir tarzda açıklamış, İslam'ın hükümlerindeki hikmetleri ortaya koymuştur.

Mevdudi'ye göre Gazzali'nin hadisteki yetersizliği, rasyonel bilimlerle fazla meşguliyeti ve tasavvufa fazla eğilimi onun tecdid çalışmasının başarıya ulaşmasını engellemiştir.

Öte yandan İbn Teymiyye Gazzali'nin tecdid faaliyetini bir adım daha ileri götürmüştür. İbn Teymiyye doğdu sırada Moğol istilası İslam dünyasını kasıp kavurmaktaydı. Bu olumsuz saldırılar İslam dünyasını bilim, sanat ve düşüncede çok geriletmişti. İçtihat kapısı kapanmış ve taklit her tarafta boy göstermişti. Kendisi çeşitli dini ilimler alanında tam bir vukufiyet kesbetmişti. Bunun yanı sıra diğer dinlerle ilgili de oldukça bilgi sahibiydi. İbn Teymiyye Gazzali'nin Yunan felsefesi eleştirisini bir adım daha ileri götürüp buna Aristocu mantığı da dahil etti. Aynı şekilde o tecdid çabasında fildişi kulesine çekilerek sadece kitapların arasına sıkışıp kalmamış, gerektiğinde kılıcını eline alıp savaşa çıkmıştır.

Ardından tecdid silsilesinde karşımıza İmam Rabbani Ahmet Serhendi çıkmaktadır. O dönemde Ekber Şah bütün dinlerin iyi ve doğru taraflarını alarak yeni bir din oluşturmak istemiştir.  Yine çeşitli Hint dinlerinin etkisi ile çeşitli cahili unsurlar halk nezdinde itibar görmüştür. Özellikle bu unsurlar tasavvuf kisvesi altında halkın inancına dahil edilmiştir. Gerçekleştirdiği tecdid faaliyetiyle İmam Rabbani cahiliye tortularını temizlemeyi başarmıştır.

Ardından aynı coğrafyada Şah Veliyullah Dehlevi karşımıza çıkar. Cahiliyenin tüm pisliklerine karşı hakikati ilan eden bir önder olarak gerçekten övgülere layık salih bir Müslüman olmuştur. Kendisi İslam ile İslam tarihini birbirinden ayırarak İslam'a sokuşturulmuş bidatleri tesbit edebildi. İki mesele üzerinde özellikle durdu: Hilafetin saltanata dönüşmesi ve içtihat ruhunun yeniden ayağa kaldırılması. Kendisi karşılaşılan herhangi bir sorunda fıkıh ekollerinden birisine müracaat taassubunu şiddetle eleştirmiştir. Böylece doğrunun tek bir mezhebe ait olmadığını göstererek bütün mezheplerde doğrular bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu noktada yeni sorunlara eski içtihatların çözüm üretemeyeceğini belirterek İslam'ın hareket ilkesi olan içtihadın faal kılınması gerektiğini söylemiştir. Ardından aynı soydan gelen Seyyid Ahmed ve İsmail Şehit tecdid yükünü omuzlamıştır. Onlar başlı başına bir müceddid olmasa da Veliyullah hareketinin bir uzantısı olarak değerlendirilebilir. Başlatmış oldukları kapsamlı cihat hareketi bunun en güzel örneğidir.

Ardından Mevdudi kendisine kadar süre gelen tecdid faaliyetlerinin başarısızlıklarını değerlendirir. Burada o, salih insanların hatalarını söylemenin halk tarafından hoş karşılanmadığını, bu yüzden müceddidlerin başarısızlıklarını dile getirmenin kimilerini kızdıracağının farkındadır. Ama bu kişileri incelememizin nedeni sadece boş övgülerde bulunmak değil, onların tecrübesinden faydalanmaktır. Dolayısıyla onların faaliyetlerinin olumsuz yanlarını incelemek onlara övgüler yağdırmaktan daha yararlıdır.

Başarısızlığın ilk sebebi Mevdudi'ye göre müceddidlerin tasavvufla aralarına bir mesafe koyamaması ve cahiliyenin bu kanaldan İslam toplumuna sızmasıdır.

İkinci bir nedeni ise gerçekleştirilen cihat için uygun şartların gözetilmemiş olmasıdır.

Diğer bir neden ise Avrupa uyuşukluğunu üzerinden tamamen atıp ayaklanmışken İslam dünyasında bilim ve ilmin durağan kalması ve İslam dünyasının Avrupa'daki gelişmelere kayıtsız kalmasıdır.

Yorum Yapın