Yayınevi: Pınar Yayınları, Çeviren: Ali Genç
Özet: Hüseyin Medet - Ömer Budak
Bu kitap Mevdudi’nin en çok ses getiren kitaplarından birisidir. Hem ele aldığı tecdid ve ihya problemlerinin çaÄŸdaÅŸ İslam düÅŸüncesindeki konumu hem de bu kavramlar üzerinden İslam tarihini okuma biçimi kitaba yönelik ilginin kaynağı olmuÅŸtur.
En basit anlamıyla “yenileyici” demek olan müceddid sözcüÄŸüne, yapılan yenileme eyleminin benimsenip benimsenmemesi itibarıyla farklı yaklaşımlar getirilmiÅŸtir. Kimisine göre müceddid yozlaÅŸmayı durduran demek iken kimisine göre ise bizzat yozlaÅŸtıran anlamını taşımıştır.
Tarih boyunca boy gösteren müceddidlerin etrafında zaman içinde tabular örülmüÅŸ, bu da onlara sadece aynı bakış açısından bakılmasını ve yaptıkları tecdid iÅŸinde sadece olumlu noktalara odaklanılmasını doÄŸurmuÅŸtur. “Akıl” ile deÄŸil, daima duygularla hareket edilmiÅŸtir. Günümüzde bu insanları ve faaliyetlerini tanımak ve tecrübelerinden faydalanmak ihtiyacı ÅŸiddetli bir biçimde kendini göstermiÅŸtir.
Mevdudi’ye göre tecdid, cahiliyenin pisliklerini İslam’dan silmek demektir. Bu itibarla önce İslam’ın, sonra da tasfiye edilmesi istenen cahiliyenin en ince hatlarıyla bilinmesi elzemdir.
Mevdudi’nin gözünde dinler ve ideolojiler, insanın varoluÅŸsal sorularına verdikleri cevaplara nazaran farklılık göstermiÅŸ, bu cevaba baÄŸlı olarak din ve ideolojiler insanın sorunlarına farklı yaklaşımlar, çözümler ve metotlar getirmiÅŸtir. Mevdudi bu cevapları dört ana baÅŸlıkta sınıflandırır: Ateizm, politeizm, asetizm ve İslam. İlk üç baÅŸlık cahiliyenin farklı tezahürleri iken İslam sıratı müstakimdir.
Ateizm evrenin rastlantılar sonucu meydana geldiÄŸini düÅŸünür ve buna göre insan türü sair hayvanların bir kolundan ibarettir. Bu baÄŸlamda ulvi bir gayeden yoksun olan insanın tek amacı arzu ve zevklerini gerçekleÅŸtirmektir. İnsanı kayıt altına alacak herhangi ilahi güç yoktur. Fizik ötesi herhangi bir varoluÅŸ kabul edilmez. Yargıların temelini insan referansı oluÅŸturur. Ancak bu önerme, deÄŸer ve ahlak yargılarının maddi oluÅŸu ve deÄŸiÅŸkenliÄŸini doÄŸuracağı için sonu gelmez çatışmalara yol açar. Ateizm mevcut batı medeniyetinin temeli olmakla birlikte tarih içerisinde farklı belirlenimler kazanmıştır. Kimi zaman inandığını söyleyenler de inançlarını hayatlarına yansıtmayarak ateistlerle aynı pratik mantığa sahip olabilir.
Mevdudi ikinci sıraya politeizmi (ÅŸirk) koyar. Buna göre evren bir irade sonucu var olmuÅŸtur, ancak birçok irade sonucunda varlığını yürütmektedir. Mutlak irade sahibi bir ilah var olmakla beraber evrendeki bayağı iÅŸleri küçük ilahlar yapar. İnsanlar bu küçük ilahları korku ve sevgi duydukları birtakım nesnelerde somutlaÅŸtırdığı gibi kimi zaman salih kiÅŸileri de tanrılaÅŸtırmıştır. Onlar kimi zaman bizzat tanrı ilan edilmiÅŸ, kimi zamanda ÅŸefaatçi konumuna çıkarılmıştır. Mutlak ilah evrenden çok çok uzaktadır ve oranın iÅŸlerine karışmaz. Bu yüzden aracılar olmadan Allah’a dua edilemez. Ateizm ve politeizm arasındaki fark, ikincisi Allah’ın herhangi bir fonksiyonu olduÄŸunu kabul etmezken ilkinin direk ilahı kabul etmemesidir. İkincisi arzularını tanrılarla meÅŸrulaÅŸtırır, ilki ise insanı referans göstererek meÅŸrulaÅŸtırır.
Cahiliyenin üçüncü sınıfı ise asetizm’dir (çilecilik). Buna göre dünya ıstırap yeridir ve insanın bu dünyada çile çekmesi bir zarurettir. Hiçbir lezzet tadılmamalı, dünyadan el etek tamamen çekilmelidir. Bu görüÅŸ pratik hayat itibarıyla birevi uyuÅŸturucu bir fonksiyon icra ettiÄŸi için yeryüzü müstekbirlerinin bir numaralı aracı olmuÅŸtur.
İslam ise hikmetlerle dolu bir dünyanın yaratılışının tesadüf olmadığını, bir amaca hizmet ettiÄŸini belirtir. Mutlak otorite ve hükmün sahibi bir yaratıcının var olduÄŸunu ve insanların dünyaya geliÅŸinin bir amacının olduÄŸunu söyler. İnsanlar yaÅŸamlarını bu amaç doÄŸrultusunda gerçekleÅŸtirmeleri gerekir. İslam'a göre insanın dünyaya geliÅŸ amacı Allah'a ibadet etmek, onun rızasını kazanmaktır. İnsan yaptığı bütün fiillerden sorumludur ve yaptığı bütün ÅŸeylerin hesabını ya bu dünyada, bu dünyada vermezse ahirette kesin olarak verecektir. Hayatını bu hesap gününü dikkate alarak yaÅŸamaya çalışır.
İslam'da bir ÅŸeyin iyi veya kötü olmasına kanun koyucu olan Allah ve Resulü karar verir. İnsanlar bu iyi ve kötüye göre yaÅŸamaya çalışırlar. Allah insanların kendisine nasıl kulluk edeceÄŸini resulleri yoluyla bildirir.
Peygamberler Allah'tan aldıkları bilgileri pratiÄŸe dökmek, insanlara tebliÄŸ etmek ve insanlar arasında hüküm vermekle görevlidir. Allah insana doÄŸru ile yanlışı birbirinden ayırt etme yetisi olan aklı vermiÅŸtir. Bundan dolayı eÄŸer insan Allah'a isyan edip, onun hükümlerine karşı gelirse, hükümde ona ortak koÅŸma gibi bazı faaliyetler gerçekleÅŸtirirse o Allah katında affedilmez bir suç olarak ortaya çıkar ve Allah onu ebedi olarak cehennemle cezalandırır. EÄŸer Allah'ın resulü vasıtasıyla gösterdiÄŸi yolu seçerse, resulünün yaÅŸantısını benimser ve onun yaÅŸadığı gibi yaÅŸamaya çalışırsa, Allah da kulunu bitmek bilmeyen bir mükafat ile mükafatlandırır, onu cenneti ile ödüllendirir.
İslam ile cahiliye arasındaki farklılığın temelini tevhid oluÅŸturur. İslam demek tevhidi bir düÅŸünce, inanç ve hareket biçimi demektir.
Peygamberlerin görevleri kısaca Allah’ın gönderdiÄŸi vahyi, insanlara iletmek, insanların Allah'ın razı olacağı bir ÅŸekilde hayat sürdürmeleri için çalışmak ve bu yaÅŸantıyı onlara en doÄŸru ÅŸekilde göstermektir.
Müceddid ise kelime anlamı ile yenileyici demektir. Ancak müceddidin görevi İslam'da yenilikler yapmak ve peygamberin getirmediÄŸi yeni bir ÅŸey getirmek deÄŸildir. Bilakis tarihsel süreçte meydana gelen sapmaları düzeltmek ve cahiliye tortularını insanların din algısından temizlemek ve İslam'ın külli kaidelerini yeni meselelere uygulamak, İslam'ı hayat içerisinde yeniden hakim kılmak müceddidlerin en büyük sorumluluÄŸudur. Yani tecdid iÅŸi bizzat dinin kendisinde deÄŸil, insanların dini anlayış biçimlerinde gerçekleÅŸir, çünkü din kıyamete kadar bozulmadan baki kalacaktır. Öte yandan Mevdudi dinde yenilik çıkarmak ve dinde olmayan bir ÅŸeyi dine sokmak gibi faaliyetleri teceddüd, yapanları ise müteceddid olarak isimlendirir.
Müceddidlerin de peygamberler gibi yapmakla yükümlü olduÄŸu bazı görevler vardır. Onlara yapmaları gereken bu görev ve sorumluluklar, Allah'ın resulüne bildirdiÄŸi vahyi en doÄŸru ÅŸekilde anlayarak insanlara anlatmaktır. Müceddid ve peygamber arasındaki en büyük fark peygamberin vahiy alması ve verdiÄŸi emirlerin mutlak olması, buna karşın müceddidin herhangi bir vahiy almaması, dini anlarken tamamen kendi çabasına dayanması ve sözünün herhangi bir mutlakiyet taşımamasıdır.
Müceddidler hayata iken kendilerinin müceddid olduklarını bilmezler, onların müceddid oldukları ölümlerinden sonra ortaya çıkar. Müceddidlerin görevleri zamanın sorunlarını doÄŸru teÅŸhis, ıslah düÅŸüncesi, yaÅŸadığı zamanda kullanabileceÄŸi imkanları araÅŸtırma, hak yolda batıl ile mücadele, teÅŸhis ettiÄŸi sorunlar hakkında içtihat ve en önemlisi Allah’ın hâkimiyetini yer yüzünde ikame ettirmektir. Allah resulünün ölümünden sonra tarihte bazı müceddiler karşımıza çıkar.
Mevdudi ilk müceddid olarak Ömer bin Abdulaziz'i zikreder. BilindiÄŸi üzere hilafetten saltanata geçiÅŸte Emeviler baÅŸrolü oynamış, siyasal, ekonomik ve toplumsal birçok alanda İslam'dan uzaklaÅŸmanın failleri olmuÅŸlardır. Hayatının ilk dönemlerinde bir Emevi emiri gibi yaÅŸarken, halife olduktan sonra kendisinden baÅŸlayarak bütün İslam toplumunu tevhid ve adalet ekseninde ıslah etmeye baÅŸlamıştır.
İlk olarak halifenin seçimle gerçekleÅŸmesi gerektiÄŸini beyan etmiÅŸ, ailesinin haksız kazançlarının hepsini beytülmale iade etmiÅŸ, idari mekanizmalardan zalim yöneticileri azletmiÅŸtir. Kısacası İslam güneÅŸi onun döneminde bütün aydınlığıyla semada parlamıştır. Ancak kendileri adına iÅŸlerin iyi gitmediÄŸini gören akrabaları tarafından zehirlenerek öldürülmüÅŸ, hilafet dönemi sadece 2.5 yıl sürmüÅŸtür.
Ömer bin Abdulaziz'den sona cahiliye tekrar canlanmış, ancak buna raÄŸmen cahiliye tecdidin öncülüÄŸünü yapacak büyük imamların yetiÅŸmesine engel olamamıştır. O dönemde birçok imamın yetiÅŸmesine raÄŸmen, ortaya koydukları sistematik çabadan dolayı en önde dört imam gelmiÅŸtir. Onlar saltanattan gelen her türlü teklifi ve vaatleri ellerinin tersiyle reddetmiÅŸ ve cahiliyenin bataklığına kesinlikle bulaÅŸmamışlardır. Dört imamın çalışmaları o kadar etkili olmuÅŸtur ki, kendilerinden sonra bir otorite haline gelmiÅŸlerdir.
Mevdudi ardından müceddidler silsilesinde Gazzali'ye yer verir. Gazzali döneminde Yunan felsefesi İslami inançları altüst etmiÅŸ, ulema ise felsefenin meydan okumasına tatmin edici bir cevap üretememiÅŸtir. İçtihat imkanının kullanılmayışı derin bir taassubun meydana gelmesine sebep olmuÅŸtur. Gazzali zamanının sorunlarını idrak etmiÅŸ ve bir deÄŸiÅŸiklik yapmak gerektiÄŸi düÅŸüncesi zihninde yer edinmiÅŸtir.
Gazzali'nin felsefeyi tahsili tecdid çalışmasının baÅŸlangıcını oluÅŸturur. Felsefeye yönelik tenkitleri sadece İslam dünyasını deÄŸil batı dünyasını da etkilemiÅŸtir ve eleÅŸtirel düÅŸüncenin temelini oluÅŸturmuÅŸtur. Onun tenkidiyle birlikte felsefe eleÅŸtirileri rasyonel bir temele oturmuÅŸtur. İslam'ın iman esaslarını inandırıcı bir tarzda açıklamış, İslam'ın hükümlerindeki hikmetleri ortaya koymuÅŸtur.
Mevdudi'ye göre Gazzali'nin hadisteki yetersizliÄŸi, rasyonel bilimlerle fazla meÅŸguliyeti ve tasavvufa fazla eÄŸilimi onun tecdid çalışmasının baÅŸarıya ulaÅŸmasını engellemiÅŸtir.
Öte yandan İbn Teymiyye Gazzali'nin tecdid faaliyetini bir adım daha ileri götürmüÅŸtür. İbn Teymiyye doÄŸdu sırada MoÄŸol istilası İslam dünyasını kasıp kavurmaktaydı. Bu olumsuz saldırılar İslam dünyasını bilim, sanat ve düÅŸüncede çok geriletmiÅŸti. İçtihat kapısı kapanmış ve taklit her tarafta boy göstermiÅŸti. Kendisi çeÅŸitli dini ilimler alanında tam bir vukufiyet kesbetmiÅŸti. Bunun yanı sıra diÄŸer dinlerle ilgili de oldukça bilgi sahibiydi. İbn Teymiyye Gazzali'nin Yunan felsefesi eleÅŸtirisini bir adım daha ileri götürüp buna Aristocu mantığı da dahil etti. Aynı ÅŸekilde o tecdid çabasında fildiÅŸi kulesine çekilerek sadece kitapların arasına sıkışıp kalmamış, gerektiÄŸinde kılıcını eline alıp savaÅŸa çıkmıştır.
Ardından tecdid silsilesinde karşımıza İmam Rabbani Ahmet Serhendi çıkmaktadır. O dönemde Ekber Åžah bütün dinlerin iyi ve doÄŸru taraflarını alarak yeni bir din oluÅŸturmak istemiÅŸtir. Yine çeÅŸitli Hint dinlerinin etkisi ile çeÅŸitli cahili unsurlar halk nezdinde itibar görmüÅŸtür. Özellikle bu unsurlar tasavvuf kisvesi altında halkın inancına dahil edilmiÅŸtir. GerçekleÅŸtirdiÄŸi tecdid faaliyetiyle İmam Rabbani cahiliye tortularını temizlemeyi baÅŸarmıştır.
Ardından aynı coÄŸrafyada Åžah Veliyullah Dehlevi karşımıza çıkar. Cahiliyenin tüm pisliklerine karşı hakikati ilan eden bir önder olarak gerçekten övgülere layık salih bir Müslüman olmuÅŸtur. Kendisi İslam ile İslam tarihini birbirinden ayırarak İslam'a sokuÅŸturulmuÅŸ bidatleri tesbit edebildi. İki mesele üzerinde özellikle durdu: Hilafetin saltanata dönüÅŸmesi ve içtihat ruhunun yeniden ayaÄŸa kaldırılması. Kendisi karşılaşılan herhangi bir sorunda fıkıh ekollerinden birisine müracaat taassubunu ÅŸiddetle eleÅŸtirmiÅŸtir. Böylece doÄŸrunun tek bir mezhebe ait olmadığını göstererek bütün mezheplerde doÄŸrular bulunduÄŸunu ortaya koymuÅŸtur. Bu noktada yeni sorunlara eski içtihatların çözüm üretemeyeceÄŸini belirterek İslam'ın hareket ilkesi olan içtihadın faal kılınması gerektiÄŸini söylemiÅŸtir. Ardından aynı soydan gelen Seyyid Ahmed ve İsmail Åžehit tecdid yükünü omuzlamıştır. Onlar baÅŸlı başına bir müceddid olmasa da Veliyullah hareketinin bir uzantısı olarak deÄŸerlendirilebilir. BaÅŸlatmış oldukları kapsamlı cihat hareketi bunun en güzel örneÄŸidir.
Ardından Mevdudi kendisine kadar süre gelen tecdid faaliyetlerinin baÅŸarısızlıklarını deÄŸerlendirir. Burada o, salih insanların hatalarını söylemenin halk tarafından hoÅŸ karşılanmadığını, bu yüzden müceddidlerin baÅŸarısızlıklarını dile getirmenin kimilerini kızdıracağının farkındadır. Ama bu kiÅŸileri incelememizin nedeni sadece boÅŸ övgülerde bulunmak deÄŸil, onların tecrübesinden faydalanmaktır. Dolayısıyla onların faaliyetlerinin olumsuz yanlarını incelemek onlara övgüler yaÄŸdırmaktan daha yararlıdır.
BaÅŸarısızlığın ilk sebebi Mevdudi'ye göre müceddidlerin tasavvufla aralarına bir mesafe koyamaması ve cahiliyenin bu kanaldan İslam toplumuna sızmasıdır.
İkinci bir nedeni ise gerçekleÅŸtirilen cihat için uygun ÅŸartların gözetilmemiÅŸ olmasıdır.
DiÄŸer bir neden ise Avrupa uyuÅŸukluÄŸunu üzerinden tamamen atıp ayaklanmışken İslam dünyasında bilim ve ilmin duraÄŸan kalması ve İslam dünyasının Avrupa'daki geliÅŸmelere kayıtsız kalmasıdır.