İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi? ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "ModernleÅŸme" dosyasında Prof. Dr. Mustafa Aydın'a sorduk.
1. Modern, modernite, modernleÅŸme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen birçok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meÅŸgul etmekte. Bu kavramların ve modernleÅŸmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz. Bu baÄŸlamda modernleÅŸmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeÅŸleÅŸtirilmesi ve farklı modernleÅŸme türleri hakkındaki düÅŸünceleriniz nelerdir?
“Åžimdi’ ki durum” anlamına gelen Modernite kelimesinin ilginç bir serüveni var. İlk bakışta bu durumu anlamakta da zorlanmıyoruz. Çünkü her çağın ve o dönemin kendine has özellikleri varsa bir “ÅŸimdi” si de var demektir. Gerçi bu ÅŸimdinin bir temel esprisi vardır. Bu temel espri de genel olarak geçmiÅŸ yanlışlarla doluydu, ÅŸimdiki durum geçmiÅŸin yanlışlarından kurtulduÄŸumuz yeni bir dönem, bir saadet devridir. Tabi söylemeye bile gerek yoktur ki eskinin yanlışının da ÅŸimdikinin doÄŸruluÄŸu da mantıksal bir açıklamayla belirlenemez, kabul edilen ölçeklere göre deÄŸiÅŸir. Yani her ne kadar çoÄŸu kere geçmiÅŸin kötü, ÅŸimdiki yeninin daha iyi olduÄŸu kabul ediliyor ise de yaÅŸamakta olduÄŸumuz güncel modernite örneÄŸinde olduÄŸu gibi geçmiÅŸ iyi, ÅŸimdiki daha kötü olabilir.
Batı tarihinde modernlik (manevi aydınlık dönemi anlamında) ilk defa 2. Yüzyılda Hristiyan dünyada kullanılmıştır. Buna göre Hristiyanlık öncesi, inanç sapıklıklarıyla dolu bir karanlık paganizm dönemi idi. Artık insanlık bu yeni din ile birlikte ışıklı bir modern döneme girmiÅŸtir. Bu haliyle modernite İslam’ın ilk dönemlerinde kullanılan cahiliye ve İslam ikileminde İslam (saadet) devri nitelemesiyle örtüÅŸmektedir. Bu ölçek zaman içerisinde anlamını yitiriyor, dinden uzaklaÅŸma durumuna göre dinlerin bu aydınlık devri, karanlık durumuna düÅŸüyor.
Eski -yeni tartışması çok eskiyse de evrimin ilerlemecilik paradigması üzerine oturtulan “yeni” modernite 15. Yüzyıl sonrasında üretilmiÅŸtir. Batının tarih parselasyonundaki Yeni Çağı biz Müslümanların övünerek iddia ettiÄŸimiz gibi İstanbul’un alınmasına deÄŸil, İkinci veya yeni Roma adları ile anılan ve daha sonra “Bizantion” ve geç devirlerde “Konstantinopolis’in kaybı gibi acıklı bir olaya baÄŸlıdır. 1300 yıl sonra Hristiyanlığın yeni bir yorumu ile aartık yeni bir modernite dönemi baÅŸlamıştır. Hristiyanlıkla partallaşır gözüken bütün felsefeler bu konuda yeni bir yorumdur. Objektif olduÄŸuna inanılan bilimler bile bu yoruma önemli katkılarda bulunmuÅŸlar dır. Mesela sosyoloji toplumların aÅŸkın deÄŸerlere göre deÄŸil, etkileÅŸimin içkin ürünü ilkeleriyle iÅŸlediÄŸini göstermeye çalışmıştır.
Sorunuzda da belirttiÄŸiniz gibi modern kökünden türetilmiÅŸ ve kelimenin yapısına, ÅŸekillendiÄŸi kalıba göre az çok farklı anlamlar taşıyan modernite kavramları ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlileri, modern, modernite, modernlik, modernizasyon ve modernizmdir. Modernite bir büyük boy söylemdir ve her büyük boy söylem gibi insanları hiçbir yargıya tabi tutmadan içinden ve lehinde konuÅŸmaya sevk eder. KiÅŸi bunun genel bir kliÅŸe olduÄŸunu pek çok olgunun keyfi bir biçimde buraya yerleÅŸtirildiÄŸini bile düÅŸünmez. Mesela “modern bir ÅŸehir” “imarlı bir ÅŸehir” demektir. Ama söylem bu kelimeyi kullanmaya izin vermez. Modern ve modernite genel anlamda gelenek dışı bir olgu, modernlik bu olgunun görünümüdür. Modernizasyon, modernize etmek veya modernleÅŸtirmek, bir ÅŸeyleri modern olduÄŸu kabul edilen hale dönüÅŸtürmek demektir. Modernizm ise insana bir baÅŸka yolun olmadığını telkin eden bir ideolojidir. Ama modernite her ÅŸeye raÄŸmen bir kültürel kırılma olayıdır.
2. İslam dünyasının modernleÅŸme ile olan hikayesini nasıl okuyorsunuz? Bugün bu hikâyenin neresindeyiz?
İslam, belki daha doÄŸru bir ifadeyle Müslüman toplumlardaki modernleÅŸme 16. Yüzyıl sonlarında baÅŸladı. Batıda bir yüzyıl önce baÅŸlayan sömürge hareketiyle yüzler deÄŸil binlerce yıldır süregelen kadim kültür geleneÄŸi bozuldu. Çünkü yaÄŸmacılar büyük bir güç elde etmiÅŸlerdi. Ahlaktan yoksun olan güç tam bir magandalık doÄŸurdu. Artık sosyal iliÅŸkilerin ölçüleri onların ölçüleriydi. BaÅŸat ilkeler vardı ki bunların en önemlilerinden birisi ilerleme idi. İlerleme insanlığın büyük bir kısmının hala anlayamadığı bir kavramdır.
İlerlemiÅŸlik, Batının ortaya koyduÄŸu, insanların yılda kiÅŸi başına ne kadar protein et) ne kadar elektrik tükettiÄŸi, kaç araba ürettiÄŸi, vb. ile ilgili bir refah ölçüsüdür. Ancak sayısal olmadığı için ne kadar insan olabildiÄŸinin hiçbir önemi yoktur. Belirlenen seviyeleri yakalayamayan toplumlar geri, ilkel ve tabi soymayı beceremeyen geri zekalı toplumlardı. Buna göre mesela Osmanlının çöküÅŸünün sebebi, iç ve dış talana cevaz vermemesi, kısacası sömürüyü becerememesiydi.
İlerleme eksenli modernite, Müslüman toplumların öncelikle aydınlarını ipotek altına almakla kalmadı geri kalmanın sebebini dine/İslam’a baÄŸladı. Halbuki refah, din ile ilgili deÄŸil, bir nesnel dünya iÅŸidir. Onun için Kur’an’da refahı emreden ve yasaklayan bir ayetle karşılaÅŸmayız. Refah, ÅŸartların gereÄŸi gerçekleÅŸir ve özel olarak yasaklamaya gerek olmaksızın deÄŸerlerin sınırında durur. DeÄŸer üretilmez, refah üretilir, sınırını da deÄŸerler belirler. Müslümanlar, çaÄŸdaÅŸlaÅŸma adına, emanet, adalet, vb. gibi İslam’ın yüksek deÄŸerlerini atlayıp Batının araç deÄŸerlerini nihai deÄŸerler olarak benimsediler.
Aslında Müslüman düÅŸünürler İslam ile modernleÅŸme arasında bir baÄŸlantı kurmak için uÄŸraÅŸmadılar deÄŸil. Ne var ki aldıkları modern kültürü İslam’a uyarlamak yerine İslam’ı Batı kültürüne uyarladılar. İşleme yöntemi kaçınılmaz olarak modern kültürün yöntemi idi ve tabii ki bu süreçten her zaman saÄŸlıklı bir sonuç çıkmadı. Günümüzde Müslüman toplumlarda modernleÅŸme güncel bir tartışma konusu olarak gözükmüyor. Ama bir aydınlanma paradigması ürünü olan modernite hükmünü icra ediyor.
3. İslami Hareketler ve İslamcılar ile modernleÅŸme arasında kurulan iliÅŸkiler ve çatışma noktaları hakkında oluÅŸan literatür hakkında sizin kanaatleriniz nelerdir? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü olduÄŸu İslamcılığın da modernleÅŸmenin bir sonucu olduÄŸu söylemi hakkında siz neler düÅŸünüyorsunuz?
Müslüman dünyada ÅŸimdiye kadar modernite ile ilgili pek çok ÅŸey yazıldı, geniÅŸ bir literatür oluÅŸtu. OrtadoÄŸu, Kuzey Afrika, Uzak doÄŸu, Hint alt kıtasında özellikle Mısır, Pakistan ve İran gibi ülkelerde ciddi çabalar oldu. Uzak doÄŸudan Batıya, Nakıb el-Attas, Muhammed İkbal, Mevdudi, Cemalettin Afgani, Ali ÅŸeriatı, Sait Halim PaÅŸa, ReÅŸit Rıza, Muhammed Abduh, Seyyid Kutup, Muhammed Hanefi, Malik b. Nebi, vb. hemen ilk akla geliverenlerdir.
Ne var ki bu iyi niyetli çalışmalardan istenen sonucun alındığını söylemek zordur. Sebebi, moderniteye dışarıdan bakamamaktır. Büyük söylemler, en güçlü düÅŸünürleri bile içeriden bakmaya zorlar, büyük imkânlar gibi sunmuÅŸ görünür. Bu arada pek çok ÅŸey üretilmiÅŸ, hata tabir caizse bir yamalı bohça durumunda olan moderniteyi kusursuz bir kuram haline getirmiÅŸlerdir. Gerçekten de modernitenin derli toplu bir kuram haline gelmesinde Batı dışı toplumların aydınlarının önemli bir katkısı (!) vardır. Mesela hala üniversitelerimizde Batının yarım yüzyıl önce terk ettiÄŸi ilerlemiÅŸ toplumlar, geri kalmış toplumlar, geliÅŸmekte olan toplumlar, vb. gibi toplum sınıflamaları hala devam ediyor. Halbuki kendiliÄŸinden bir “geri kalmışlık” yok, Batının insanlık dışı sömürüyle hareketiyle bir “geri bırakılmışlık” vardır. Kendi dünyalarında arazilerinin saÄŸladığı imkânlarla yaÅŸayıp giden insanlar artık açlıkla pençeleÅŸiyor, toplu ölümler yaşıyorlar. Modern kültür bu sefaleti insanların kafasını çalıştıramamasıyla açıklıyor ve kendini temize çıkarıyordu.
Sonucu böyle deÄŸerlendirmek için de modernitenin önümüze sunduÄŸu bir yığın nazariye vardı. Mesela önemli bir düÅŸünür olduÄŸu kadar aynı zamanda bir aktivist olan Ali Åžeriatı, İslami anlayışın karşı kutbunda yer alan Marks’ın tarih ÅŸemasını esas almakta ve tarihi sınıf kavgasıyla açıklımaktadır. KiÅŸisel Habil-Kabil çatışması bu söz konusu sınıf kavgasının bir arÅŸetipiydi. Åžüphesiz bunlar yeni İslamcı görüÅŸlerdi ama sorunuzda zikrettiÄŸiniz gibi bu İslamcılıklar bir modernite ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. Ne denli büyüleyici olursa olsun böylesi bir ideoloji bir modernite ürünüdür. Asıl sorun, büyük boy kuramlara dışarıdan ve bir baÅŸka paradigma açısından bakamamaktır.
Ben, büyük boy söylemlere dışarıdan bakabilmek gerektiÄŸi iÅŸlemek amacıyla bundan 15 yıl kadar önce (2009 da) “Moderniteye Dışarıdan Bakmak” adlı bir kitap yazmıştım. Amacım, moderniteyi İslam’ın karşısına koyarak kurada dışarıdan bir bakışın nasıl olabileceÄŸini göstermekti. Kitabım pek beÄŸenildi, methiyeler yapıldı. Ama beklediÄŸim sonucu alamadım. Çünkü okuyucunun anlattıkları arasında benim dışarıdan bakma temam yoktu. Okuyucuya göre karmaşık gözüken moderniteyi baÅŸarılı bir ÅŸekilde anlatmış, hiç de niyetimde olmayan bir hizmeti yerine getirmiÅŸ oluyordum. Tabi bu sonuç bana mutluluk deÄŸil üzüntü verdi. Umarım bu örnek, İslamcı hareketlerimiz ile modernite karşısındaki sorunumuzu yeterince açıklar.
4. Gelenek ve modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi?
Gelenek üzerine düÅŸüncelerimizde de ciddi belirsizlikler vardır. ÇaÄŸrıştırdığı anlamdan hareketle ansiklopediler geleneÄŸi, toplumlarda eskilerden kalmış olmaları dolayısıyla saygın tutulup kuÅŸaktan kuÅŸaÄŸa iletilen, yaptırım gücü olan kültürel kalıntılar, alışkanlıklar, bilgi, töre ve davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Ne var ki bu tanım birbirinden az çok farklı konumlarda bulunan kültür, bilgi, töre, alışkanlık, gibi olguların genel bir kliÅŸesi gibi gözüküyor. Mesela töre katı bir yaptırıma sahip iken alışkanlığın bir yaptırımı yok. Yine bilgi çoÄŸu kere gelenek düzleminden farklı bir yerde bulunur.
Gelenek (tradion) kavramı AntikçaÄŸ felsefesinde Aristoteles tarafından, tutarlı “orta yol” anlamında kullanılmıştı. Mesela buna göre israf da cimrilik de insan eylemlerinin uç noktalarında yanlış davranışlardır. DoÄŸru olan, toplumca onaylanan “tutumlu olmak” tır ki gelenek de budur. Åžüphesiz orta yol, uçlarda hareket etmeye nazaran daha doÄŸru bir yoldur, ama bu mutlak deÄŸildir, Yerine göre uç bilinen noktalarda hareket etmek gerekir. Onun izin ilk bakışta İslam da bu ölçeÄŸi kabul ediyor görünüyorsa da bu yargı sonuna kadar doÄŸru deÄŸildir, yerine göre bir hayırlı iÅŸ için bütün imkanlarını kullanmaktır. Sosyolojiye göre gelenek doÄŸru yanlış, zamanın ÅŸartlarına göre toplumların oluÅŸturup onaylaya geldiÄŸi davranışlardır. Bunun katı yaptırımlısına töre, yaptırımı olmayana da görenek denir. Gelenek toplum kültürünün süreklilik çizgisidir ve dolayısıyla önemlidir.
Modernite gelenek kavramını kendisini tanımlayabilmek için antipodu olarak kullanmıştır. Mecburen tutunduÄŸu bu modernite-gelenek ikilime göre, modern, “geleneksel olmayan”, gelenek de modern olmayandır. (İyi, kötü olmayan; kötü ise iyi olmayandır). İstendiÄŸinde taraflara ayrı bir nitelik bulunabiliyorsa problem yoktur, ancak ikisini de aynı niteliklerin olup olmamasıyla açıklanıyorsa bu bir totoloji bir laf cambazlığıdır. Mesela modernite gösteriÅŸçi, seküler, normcu, vb. ise geleneÄŸi mahremiyetçi, dünyevi, deÄŸerci nitelikleriyle tanımlamak geleneÄŸi tanımlamaz. İkilem, “modern” ve “modern olmayan” olarak karşımıza çıkar ve özelliÄŸi yalnızca modern nitelikler taÅŸamaması deÄŸil daha farklı özelliklere sahip olmasıdır.
Modern kültür Batı dışı toplumları manipüle edebilmek için gelenek bir karalama aracı olarak kullanıldı. Bunun için de öneminde ÅŸüphe bulunmayan geleneÄŸin olumsuz anlamda kullanılabilmesi için türedi kavramlar ortaya kondu. Batı gelenekli, ama Batı dışı toplumlar gelenekçi idi. Maalesef İslamcı düÅŸünürler arasında da gelenek/sel, atılması gerekli bir tortuydu, her ne ise “geleneksel İslam” dan kurtulmamız gerekiyordu. Bu durum tarihi temellere sahip İslam ile mücadelenin tipik bir yoluydu.
Takdire deÄŸer ki Yusuf Guenon gibi İslam düÅŸünürleri geleneÄŸin önemini anlatmak için yoÄŸun bir çaba harcadılar. Bu çizgiye göre gelenek Allah’ın insan doÄŸasına yerleÅŸtirdiÄŸi tevhid, adalet, hakkaniyet, vb. gibi yüksek deÄŸerlerdir, ilahi dinler bunların üzerine oturur, Allah, peygamberleri bunları güncellemek için gönderir. Maalesef İslam düÅŸünürleri modernite karşısında böylesi anlamlı bir tezi geliÅŸtirip güncelleyerek savunamadılar.
5. Wael Hallaq'ın da üzerinde durduÄŸu gibi İslam, modernleÅŸme dışı bir alternatif olma özelliÄŸini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu baÄŸlamdaki yetenekleri nelerdir?
İslam’ın modernite karşısında insanlığın yegâne alternatif olduÄŸunda ÅŸüphe yok. Sadece sorunlarla boÄŸuÅŸan İslam dünyasının Wael Hallaq, Taha Abdurrahman, mühtedi Roger Garaudy, vb. gibi düÅŸünürleri deÄŸil, dünyanın geldiÄŸi bu kötü noktada Müslüman olmayan Aleksandr DuÄŸin gibi pek çok düÅŸünür de modern dünyanın çözülemeyen sorunları karşısında en güçlü alternatifin İslam olduÄŸunu dillendirmektedirler. 1990 lı yılların başında DoÄŸu Blokunun yıkılması üzerine ünlü ABD stratejisti Francis Fukuyama “Tarihin Sonu “adlı eserinde Batı liberalist dünya görüÅŸünün dışında ona rakip olabilecek bir din veya ideolojinin olup olmadığını tartışır.
Fukuyama’nın bu deÄŸerlendirmesine göre özetle söylemek gerekirse “Dünyanın en büyük ülkesi ve büyük bir tarihin sahibi olan Çin’in misyonunu Marksizm bitirmiÅŸ, kendisi de fiyaskoyla son bulmuÅŸtur. Kadim kültür alanlarından birisi olan ama ÅŸimdi Batının çöplüÄŸü haline gelen Hindistan’ın günümüz insanlığına sunacağı hiçbir mesajı yoktur. Rusya etkin bir blok olduÄŸunda da liberalizme göre iÅŸleyen bir dünya olarak kalacak. Marksist ideolojisini sanayileÅŸmeye geçince kaybetmiÅŸ olması da bunu göstermektedir. Ortalıklarda etkin bir din de yok. Hinduizm, Konfüçyanizm, Budizm, Åžintoizm gibi büyük dinler medeniyet kurucusu dinler deÄŸildirler. Yalnız İslam dininin bir potansiyeli var. Ama derin bir Batı etkisinde bulunan Müslüman ülkelerin silkinip insanlığa bir sunumda bulunmaları mümkün gözükmüyor. Onun için “Tarihin Sonu: Liberalizm” demekte bir sakınca yoktur”.
İşte ÅŸimdilik etkin olmasa da İslamın taşıdığı bu potansiyeli Batı dünyasını tedirgin etmektedir. Bilim adamlığından çok stratejistlik yapan Bernard Lewis gibi düÅŸünürlere göre “İslam potansiyel bir imkân olduÄŸu kadar, Batı için ciddi bir tehlikedir. Ne yapıp edip mümkün olduÄŸunca parçalayıp eritmemiz lazım. EÄŸer dünya iktidarını ellerine geçirirlerse Batıdan hesap soracaklarından hiç ÅŸüphemiz olmamalıdır”.
Biz Müslümanlar intikamcı deÄŸiliz, bizim için önemli olan önce İslam mesajını iyi anlamak ve sonra mümkün olduÄŸunca insanlığa sunabilmektir. İyi anlamının önündeki en önemli engel İslam’ı, doÄŸasına deÄŸil, moderniteye göre anlamaktır. Çünkü bu anlayış hangi düzeyde bir yorum olursa olsun, önemli malzemeler içerse de her halükârda modernitenin bir mesajıdır. Hallaq baÅŸta olmak üzere günümüz İslam düÅŸünürleri İslam’ın alternatif bir sistem olduÄŸunu söylemektedir. Aslında İslam hiçbir dinin veya ideolojinin alternatifi deÄŸildir. Alternatiflik her haliyle bir karşıtlığı ifade eder. İslam kendini karşıtlık üzerine konumlandırmaz. O, hep orada duran bir sistemdir. İslam bir baÅŸkasının elindeki doÄŸruya yanlış; yanlışı doÄŸru kabul etmez. Herkese hitap eder. Ancak İslam’dan hareketle projeler üretilir ki ÅŸüphesiz bu proje öncelikle modern kültürün insan fıtratıyla çeliÅŸen paradigmalarını reddetmek durumundadır. İslamcı düÅŸünce ve hareketler, sorunu ÅŸimdiye kadar tam çözememiÅŸlerdir. Umarım ÅŸartların zorlayıcılığında bundan sonra çözerler. Sorunun çözümü hep yeteneÄŸe baÄŸlı deÄŸildir, tam tersine çözüm zorunluluÄŸu da yetenekler doÄŸurabilir.
6. ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Bu baÄŸlamda Osmanlı ve Türkiye modernleÅŸmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?
Emperyalizm, güce baÄŸlı kültür politikası demektir. Güç iÅŸin içine girdiÄŸi zaman da etkinlik ve egemenlik ön plana çıkar. Yüksek deÄŸerlerin yerini araç deÄŸerler, tabi yüksek deÄŸerlerle donanmış insan eylemi demek olan ahlakın yerini de ahlaksızlık, daha doÄŸru bir ifadeyle ahlak yokluÄŸu alır. Batıda bu güç 15 yüzyıl sonlarında baÅŸlayıp günümüze kadar süren sömürgecilikten nemalanmıştır. Böylesi bir oluÅŸum her ÅŸeyin üstünde sorumsuzca bir egemenlik fikri getirdi. Emperyalizm adı verilen bu oluÅŸumun var olabilmesi için insanlığın aÅŸkın kökenlerinden koparılması gerekiyordu.
Buna göre artık tabiat Tanrının insana bir emaneti deÄŸildi. VahÅŸi olan bu tabiat, gözetim altına alınmalı gönüllerince kullanılmalıydı. İnsanlar da, bir üs hayvandı ve hayvanlar nasıl gönüllerince kullanılabilirse insanlar da öylece kullanılmalıydı. Bunun yolu da varlığı tanımak ve yeniden kurmaktı Uzun bir zaman kurucu mantık oluÅŸturuldu. Aydınlanma adı verilen bu mantık içkin bir ögeden hareketle her ÅŸey yeniden kurdu. Mesela Tanrı inancı, orada duran ontolojik aÅŸkın bir varlıktan deÄŸil, epistemolojik olarak, insanın korkularını yenme çabasından, ahlak çıkar dengelerinden, toplum muhayyel bir sözleÅŸmeden, vb. doÄŸmuÅŸtu. Ama bu sözleÅŸme Tevrat, İncil ve Kur’an’da anlatıldığı gibi Tanrı ile insanlar arasında ahlak kayıtlı bir sözleÅŸme deÄŸil, J. J. Rousseau anlattığı gibi insanlar arasında bir çıkar sözleÅŸmesi idi.
Maalesef öncü rolü oynayan Müslümanlar aydınlar modern kültürü İslam baÄŸlamında saÄŸlıklı bir biçimde çözümleyemediler. Onun orada duran saÄŸlıklı bir kültür olduÄŸu kabulüyle edinmeye çalıştılar ki kültürel etkileÅŸim süreçlerinde buna kültürleme (enculturation) adı verilir. Kültürleme, kiÅŸinin kendi toplumunun veya bir baÅŸkasının kültürünü herhangi bir ayıklamaya tabi tutmadan kabul etmesi demektir. Burada önemli bir etkileÅŸim süreci olan ve bir baÅŸka kültürle alışveriÅŸ yapma ve asgari bir senteze ulaÅŸma iÅŸi demek olan kültürleÅŸme (accultüration) bile gerçekleÅŸmemektedir. Dolayısıyla ortaya çıkan sonuç bir kültür ÅŸoku, kültürlenememe veya kültürsüzleÅŸmedir.
Toplumumuzla modern kültür arasındaki iliÅŸki maalesef pek sorunlu olmuÅŸtur. Osmanlı döneminde bir kültürleme olarak yani öncesiyle hiçbir ciddi iliÅŸkiye getirmeden, özümsemeye tabi tutmadan kendi kültürünü ediniyormuÅŸçasına olmuÅŸtur. Bu dönemde resmi dairelerdeki bazı zonlamaların dışında halka müdahale edilmemiÅŸti. Cumhuriyet döneminde ise paranoyak denebilecek düzeyde sorunlu bir kültür projesiyle telafisi imkânsız sorunlar ortaya çıkmıştır. Çünkü bu süreçte yalnızca kültürleÅŸmeye imkân tanınmamış deÄŸil, yerli kültür yok sayılmıştır. Tabir caizse bu ruh çağırma seansında sırf bardaklar yok deÄŸil, onların üzerinde hareket edeceÄŸi masa da sırra kadem basmıştır. Bu süreç aydınlanma ürünü bir kültür hareketi bile deÄŸildir. Åžimdilerde toplum kültürel yönden kendini bulmaya çalışmaktadır. Bana göre galiba en önemli ayırt edici özelliÄŸimiz toplumun kültürleÅŸmesine izin verilmemesidir.
7. "ModernleÅŸme sürecinin sekülerleÅŸmeyi zorunlu kıldığı ve bu süreçte sekülerleÅŸme nin dini deÄŸerleri ortadan kaldıracağı iddiası üzerine ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda, modernleÅŸme ve sekülerleÅŸme arasındaki iliÅŸki nasıl deÄŸerlendirilmeli? Yaygın bir hüviyet kazandırılan sekülerizm paradigması karşısında İslam/Müslümanlar nasıl var olabilir? Bu hususta neler düÅŸünüyorsunuz?
Ben, sekülerleÅŸme sürecini, “dini kutsallığın gittikçe zayıflayıp onun yerini dünyeviliÄŸin aldığı” ÅŸeklinde tanımlanan görüÅŸten daha farklı düÅŸünüyorum. Hangi kutsal, hangi din, buna iyi karar vermek lazım. Kutsallık ortadan kalkmıyor, konusu deÄŸiÅŸiyor. Hümanistlerin Tanrısı insan, insan bedeni daha doÄŸrusu cinselliÄŸidir. Kapitalizmin kutsalı paradır, Kemalizm’inki Mustafa Kemaldir. Yakın bir geçmiÅŸe kadar Türk Dil Kurumu SözlüÄŸü’ nde Kemalizm kelimesinin karşısında “Türk dini” açıklaması yer alıyordu. DoÄŸru bir tanımlamayla dini nihai inanç ve yargılar olarak alındığında bu açıklama anlamlıdır.
Sözün kısası sekülerleÅŸme sırf dini ortadan kaldırmıyor, düzmece dinler üretiyor. Nakıp el-Attas’ın gayet yerinde ifade ettiÄŸi gibi Müslümanların problemi sırf laisizm deÄŸil, aynı zamanda kutsamacılıktır. İslam deseküler ve desakremental bir dindir. Bu alanda saÄŸlıklı hareket biçimi, sırf yanlış olanı ortadan kaldırmak deÄŸil, doÄŸru olanı (İslam’ı) ikame etmektir. BilindiÄŸi üzere mantıkta “non-a (yanlışlar)” alanı sonsuzdur. Bütün renkleri saysam bile asıl rengini belirtmediÄŸim sürece elimdeki eÅŸyanın rengi konusunda doÄŸru bir beyanda bulunmuÅŸ olmam.