ModernleÅŸme ve sekülerleÅŸme arasındaki iliÅŸki nasıl deÄŸerlendirilmeli? İslam dünyasının modernleÅŸmeyle olan hikayesi nasıl okunmalı? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü olduÄŸu iddiası hakkında neler söylenebilir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "ModernleÅŸme" dosyasında Prof. Dr. Kudret Bülbül'e sorduk.
Türkiyeli bir Müslüman düÅŸünür, akademisyen ve devlet kademelerinde farklı pozisyonlarda bulunmuÅŸ bir bürokrat olarak geleneÄŸe, moderniteye, küreselleÅŸmeye ya da baÅŸka herhangi bir ÅŸeye karşıtlık üzerinden kendimizi kurmanın İslami bir bakış olmadığını düÅŸünmekteyim. Çünkü İslam bana göre herhangi bir ÅŸeyin karşıtı ya da antisi deÄŸil, bizatihi kendisi bir tez, bir iddia ve bir inÅŸadır. Karşıtlık üzerinden kurulan ya da kurgulanan her düÅŸünce kendisi olmaktan çıkar, ötekinin bakışında/aynasında/karşıtlığında kendini ÅŸekillendirerek, baÅŸka bir ÅŸeye dönüÅŸür. Hz. Adem’den son insana kadar huzur getirme iddiasındaki bir İslam düÅŸüncesi, daha sonra geliÅŸecek her türlü düÅŸünce ve harekete, karşıtlık üzerinden deÄŸil, kendi sabiteleri/ilkeleri doÄŸrultusunda yaklaÅŸarak, onların uygun kısımlarını içeren, düzeltilmesi gereken kısımlarını düzelten ve reddedilmesi gereken kısımlarını reddeden ve böylelikle güzelliklerini içererek onları aÅŸan bir perspektifle kendini yenileyerek yoluna devam eder. İhtiyaç duyduÄŸumuz ÅŸey, karşıtlıklarda, sığ, dar, mahalli, ulusal, bölgesel bakışlarda evrenselliÄŸini kaybetmiÅŸ deÄŸil, tüm bu coÄŸrafi konumlanmalarla barışık ama onlara hapsolmayan bir bakışla, dünyanın neresinde olursa olsun, ne olursa olsun, insanlık ailesinin saÄŸduyulu her bir ferdine umut vadeden cihanÅŸümul bir İslam anlayışıdır.
1. Modern, modernite, modernleÅŸme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen bir çok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meÅŸgul etmekte. Bu kavramların ve modernleÅŸmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz. Bu baÄŸlamda modernleÅŸmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeÅŸleÅŸtirilmesi ve farklı modernleÅŸme türleri hakkındaki düÅŸünceleriniz nelerdir?
Soru için teÅŸekkür ediyorum. Bu konu Siyaset Bilimi kitabımda baÅŸlı başına bir konu olarak ele alınıyor. Oradan hareketle cevap vereyim. DiÄŸer sorulara verilecek cevaplar da modernliÄŸin nasıl görüldüÄŸüyle iliÅŸkili olduÄŸu için müsaadenizle bu soruya biraz uzun cevap vermek istiyorum.
Geleneksellik, modernite, post-modernite ya da gelenekselcilik, modernizm, post-modernizm veya gelenekselleÅŸme, modernleÅŸme, post-modernleÅŸme kavramları sosyal bilimlerde son zamanlarda belki de kendilerinden en fazla söz edilen üçlü kavram setidir. Sosyal bilimlerde son zamanlarda bu kavramlara referans vermeyen neredeyse hiçbir tartışma yok gibidir. Bu nedenle bu kavramlara az çok aÅŸina olmayanların, sosyal bilim tartışmalarını izleyebilmeleri adeta imkansızdır. Her üç kavram, esasen toplumun üç farklı haline, geleneksel, modern ya da post-modern haline ya da bir nesnenin üç haline iÅŸaret ettiÄŸi iddiasındadır.
Bu kavramlara iliÅŸkin ilk söylenmesi gereken ÅŸey, geleneksel toplum, modern toplum, post-modern toplum ayırımlarının, tanımlarının esasen bir kabul, bir varsayım olduÄŸudur. Tarihe ve topluma dair varsayımsal (farazi) bir açıklama biçimidirler. Bu üçlü ayırım esasen bütün bir insanlık tarihini açıklama iddiasındadır. Ama açıklamanın tarihi yenidir. Daha yakın zamanlara özgü bir açıklama ya da ayırımdırlar.
İkinci olarak, tarihi; geleneksel, modern ve post-modern olarak ayırdığı ve post-moderni en yeni en son durum olarak gördüÄŸü için esasen bu üçlü analiz de sonculuk yaklaşımları içerisinde deÄŸerlendirilebilir. Marx’ın “beÅŸli tarih” analizi, Daniel Bell’in “İdeolojinin Sonu”, Paul Virilio’nun “CoÄŸrafyanın Sonu”, Samuel Huntington’un “Medeniyetler Çatışması”, Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”, sonculuk yaklaşımlarının önde gelenlerindendir. Bu yaklaşımlarda, tarih belirli evrelere ayrılır ve temellendirmek istenilen durum en son, en yeni durum olarak kabul edilir. Bu tür yaklaşımlar ya da ayırımlar çok açıklayıcı, çok anlamlı olabilir. Çok iÅŸlevsel de olabilir. Ama bütün açıklayıcılıkları esasen varsayımsal ve dönemseldir. Bu gün için anlamlı ve geçerli görünen ayırımlar, yüzyıl önce ifade edilmiyor idiyse ve yüz yıl sonra da açıklayıcılıklarını sürdürebilecekleri son derece kuÅŸkulu ise, bu durum bu tür sonculuk yaklaşımlarının varsayımsal ve dönemsel olduÄŸunu gösterir. Yüzyıl sonra bu tür açıklamalar yerini bir baÅŸka soncu açıklamaya bırakabilir. Tarih geleneksel, modern, post-modern ÅŸeklinde deÄŸil daha baÅŸka bir ÅŸekilde açıklamaya, analiz etmeye tabi tutulabilir. Tarihi geleneksel, modern ve post-modern bir ayırım baÄŸlamında deÄŸerlendirmek sosyal bilimlerdeki son modadır. GelenekselliÄŸin ve modernliÄŸin geride kaldığını ima eden post-modernite sosyal bilimlerdeki yarattığı eski heyecanı, eski hızını, son zamanlarda, belirli oranda kaybetmiÅŸ görünmektedir. Kavram yine de yeni üretilen post-truth kavramıyla birlikte cazibesini sürdürmektedir.
Post-modernizmin ne olduÄŸunu daha fazla tartışmadan önce, kavramın kendisi “modernizm sonrası” demek olduÄŸu için modernizmin ne olduÄŸuna deÄŸinmek gerekir. Modern olan da daha çok geleneksel olanla anlam bulduÄŸu için tartışmanın baÅŸlangıç noktasının geleneksellik ya da geleneksel toplum olmalıdır. Üç kavram birbirleri ile yakından iliÅŸkili bir biçimde ve çoÄŸu kez karşıtlık üzerinden tanımlanır.
Geleneksellik, örf, adet, gelenek ve göreneklere önem verme durumudur. Geleneksel toplum, modern öncesi toplum olarak da bilinir. Aile yaÅŸamının, gündelik iÅŸlerin, siyasal, toplumsal, kültürel hayatın tamamen geleneklere göre ÅŸekillendiÄŸi toplum tipidir. Gelenekler, örfler, adetler uzun yüzyıllara dayanarak ÅŸekil aldığı ve bu uzun yüzyılların bilgeliÄŸinden süzülüp geldiÄŸi için çok deÄŸerli görülür. Geleneksel toplumdaki en temel durum hızlı deÄŸiÅŸimin olmamasıdır. DeÄŸiÅŸimin uzun zamanlara yayılmasıdır. Toprak en temel deÄŸerdir. İnsanlar sözlü teamüllerle iliÅŸkilerini yürütür. Bunun getirdiÄŸi bir sosyal düzen vardır. Yazılı deÄŸil, sözlü kültür çok daha baskındır.
Geleneksel toplum; deÄŸerler, inançlar, semboller toplumudur. Kapalı, yüz yüze iliÅŸkilerin hâkim olduÄŸu toplum tipidir. Geleneksel toplum, birey merkezli deÄŸil, aile merkezli; akıl merkezli deÄŸil tabiat merkezli bir toplumdur. KiÅŸi kendini ailesinin ve yaÅŸadığı toplumun bir parçası olarak görür. Bireysel bakış ve bireycilik geliÅŸmemiÅŸtir.
Geleneksel toplumda içinde yaÅŸanılan toplum da içinde yaÅŸanılan ortam da doÄŸanın bir parçasıdır. DoÄŸaya karşı deÄŸil doÄŸa ile iç içe bir konumlanma söz konusudur. Tabiat fethedilecek deÄŸil birlikte yaÅŸanılması gereken bir nesnedir. İnsan tabiatın hâkimi deÄŸil parçasıdır. Bir televizyon kanalında izlediÄŸim, Kütahya’da bir orman köyünde evi tamamen yanmış bir kadının tepkisi geleneksel toplumdaki bakışa iyi bir örnektir. Evi, tüm eÅŸyalarıyla birlikte kül olmuÅŸ kadın aÄŸlayarak olayı anlatıyordu: “Ev nasıl olsa geri gelir, yenisi yapılır. Ama ÅŸu yüzyıllık aÄŸaçlar nasıl geri gelecek?” Geleneksel toplumda sadece tabiata bakış deÄŸil rasyonalite de farklıdır. İnsanlardaki temel motivasyon, çok kâr elde etme hırsı deÄŸildir. Bu nedenle bu tür toplumlarda ahilik, lonca sistemi gibi üretim iliÅŸkileri daha etkilidir. Çok anlatılan sahildeki balıkçı örneÄŸi geleneksel toplumdaki rasyonaliteyi ortaya koyması açısından ilgi çekicidir: Bir sahil kasabasında kendi halinde balık tutan yaÅŸlı bir balıkçıyı gören ÅŸehirli biri sorar: Amca kaç balık tutuyorsun? Balıkçı bir kendim bir de evdeki teyzen için evladım, akÅŸam yiyecek kadar tutuyorum” cevabını verir. Åžehirli ÅŸaÅŸkınlıkla “niye daha fazla tutmuyorsun ki” diye cevap verir. Balıkçı “niye ki” der. Åžehirli “daha çok kazanırsın, ÅŸehre göçersin” der. Balıkçı “sonra?” diye sorar. Åžehirli “daha çok kazanırsın, ÅŸehrin çeperinden merkezine gelirsin, daha iyi bir evin olur, araba alırsın”. Sonra? “Zengin olursun, iyi yaÅŸarsın”. Sonra? “Emekli olur, gelir böyle bir sahil kasabasında yaÅŸarsın amca” der ÅŸehirli. Bunun üzerine Balıkçı “Evladım ben zaten öyle yaşıyorum. BaÅŸladığım noktaya dönmek için deÄŸer mi bunca zahmete” diye sorar. Balıkçı-ÅŸehirli konuÅŸması, geleneksel insan ve modern insan perspektifini çok iyi ortaya koymaktadır.
Geleneksel toplumda mekanik deÄŸil metafizik bir dünya anlayışı söz konusudur. Dünyaya bakış gelenekler ve inançlar çerçevesinde ÅŸekillenir. Siyasete ve siyasal iktidara dair yaklaşım da yine gelenekler ve inançlara dayalı olarak ortaya çıkar. Batı toplumları açısından bakıldığında kilise ve aristokrasi ekseninde ÅŸekillenen bir siyasal iktidar söz konusudur.
Moderniteye gelince, modernlik genellikle kısaca “geleneksellik-sonrası durum” olarak tanımlanmaktadır. Modernite, modernlik bir hal, bir durum iken modernleÅŸme bir süreçtir. Modernizm ise bir akımdır. Batı’daki doÄŸuÅŸ ve geliÅŸimi açısından modernite ve Batı dışı toplumların benzer bir süreci izleyiÅŸi açısından modernleÅŸme olarak adlandırma konusunda, sosyal bilimlerde eÅŸine az rastlanır bir ÅŸekilde, neredeyse kuÅŸkulandıracak derecede yaygın bir kabul vardır.
ModernleÅŸme, 17. yüzyıldan baÅŸlayarak, önce Avrupa’da görülen ve daha sonra dünyanın deÄŸiÅŸik bölgelerine yayılan, merkezileÅŸme, ulus-devlet, sanayileÅŸme, kentleÅŸme, sekülerlik ve eÄŸitim süreçleriyle birlikte geleneksel toplumdan kopuÅŸa paralel olarak siyasal/toplumsal/kültürel yapının, birey, ahlak ve zihniyetin tamamen deÄŸiÅŸmesi süreçleridir.
Geleneksel toplum tabiat merkezlidir. İnsan tabiatın bir parçasıdır. Modern toplumda ise insan merkeze kendini koyar. İnsanın “iyiliÄŸi” için doÄŸanın fethinde, gerektiÄŸinde doÄŸanın sorumsuzca tüketilmesinde bir sorun görmez. Dünyaya bakış açısından modernite, Newton ve Galileo’nun buluÅŸları ile metafizik dünya anlayışından mekanik dünya anlayışına geçiÅŸe iÅŸaret eder. Modernite ile geleneksel toplumun elle üretim biçimi yerini sanayi tipi teknolojik üretime bırakmıştır. Modernite; aydınlanma, hümanizm, sekülerizm, Fransız Devrimi, Sanayi Devrimi ile yakından iliÅŸkilidir. Siyasal alan açısından kilise ve geleneklerle ÅŸekillenen tanrı temelli bir devlet anlayışından ulus temelli bir devlete geçiÅŸi ifade eder. ModernleÅŸme diÄŸer pek çok alanda olduÄŸu gibi siyasal alanı da toptan deÄŸiÅŸtiren bir süreçtir. ModernleÅŸme süreçleriyle siyasal alana artan ilgi, siyasal örgütlenme ve katılma biçimlerini de yakından etkilemiÅŸtir.
Modernitenin bilimsel düzeyde Newton ve Galileo ile gelen metafizik bir dünya anlayışından mekanik bir dünya anlayışına, siyasal düzeyde geleneksel toplumdaki tanrı devletinden ulus devletine, endüstriyel düzeyde "lonca" sisteminden sanayi devriminin getirdiÄŸi yeni toplum tipine geçiÅŸi ve kültürel düzeyde aydınlanma, laiklik, rasyonalizm, sekülerizm ve pozitivizm gibi kavramları içerdiÄŸi ifade edilebilir. Post-modernite ise modernitenin bilimsel determinizmine karşı, sosyal bilimlerde kültürel rölativizmi, siyasal düzeyde ulus devletin alttan ve üstten eleÅŸtirilmesini, yerel ve küresel kimliklerin öne çıkmasını, endüstriyel düzeyde bilgisayar ve iletiÅŸim teknolojisi ile gelen post-fordist üretim biçimini ve kültürel düzeyde ise aydınlanma, laiklik, ulusal kimlik gibi büyük anlatıların reddini içerdiÄŸi söylenebilir
Geleneksel toplum, doÄŸa ile uyumlu, kendi halinde, yüz yüze iliÅŸkilerin geçerli olduÄŸu, hayatın yavaÅŸ aktığı, insanların cemaat ya da kompartmanlar halinde yan yana ama birbirinden ayrı ayrı yaÅŸadığı bir toplum tipidir.
Modern toplum, merkezi devlet, merkezi eÄŸitim, merkezi yapılanmalar ile tek tipleÅŸmenin öne çıktığı, tek tip insan, kültür, sanat, edebiyat, toplum anlayışının hâkim olduÄŸu birey, devlet, toplum tipidir. Aynı ulus devlet içinde farklılıkların bastırıldığı, tek tip insan ve bakışın öne çıkarıldığı bir anlayışa dayanır.
Post-modern toplum ise, esasen tek tipleÅŸmeye bir tepkidir. Mimaride, sanatta, edebiyatta, bilimde, gündelik yaÅŸam ve uÄŸraÅŸta tek tipleÅŸmeye deÄŸil, farklılıklara daha fazla anlam yükler. Post-modernite, tek tipleÅŸmenin aşılması anlamında modernitenin aşılmasıdır. Modern ötesidir. Post-modernitede modernitenin aşılması söz konusu iken, varılan yer modern öncesi, geleneksel olan deÄŸil modernitenin yaÅŸanmışlığı, dönüÅŸtürücü etkisi içerisinde, geleneksel olandan farklı yeni bir durumdur.
İlk sorunuzun son kısmı olan Batı modernliÄŸinin dışında farklı modernleÅŸme türlerinin olup olamayacağı ise uzun bir tartışmadır. PratiÄŸe bakıldığında farklı coÄŸrafyalarda, Latin Amerika'da, Çin'de, Hint Alt kıtasında henüz yeterince Batı dışı bir modernliÄŸin üretilebildiÄŸini söylemek güçtür. Bu konuda Çin hükümetinin davetiyle gittiÄŸim Çin ziyaretim sırasında, bize gösterilen mekanların ötesinde, Çin'in kendine özgün bir modernlik üretmekte olup olmadığına yanıt aramıştım. (Bunun için dönüÅŸte bu konuda yazdığım Çin'e Nasıl Bakılmalı?" makalelerime bakılabilir) Ekonomik olarak yükselmekte olan Çin'in, maalesef kendine özgü bir modernlik üretmekte olduÄŸu gözlemiyle dönemedim. Tersine bir zamanlar Japon mucizesi olarak anılan Japonya'nın kültür, sanat, medeniyet alanında fazla bir ÅŸey ortaya koyamadığını düÅŸündüÄŸümüzde, Çin'in de kendine özgü çok zayıf bir modernlik üretmekte olduÄŸu, küresel düzeyde Japonya’dan ancak bir tık daha kendine özgü bir modernlik üreteceÄŸi, büyük oranda Batı modernliÄŸinin izlerini takip ettiÄŸi söylenebilir.
Åžimdiye kadar yeterince üretilememiÅŸ olsa da Batı modernliÄŸinin dışında bir modernliÄŸin üretilemeyeceÄŸi düÅŸüncesinde deÄŸilim. Belki Batı emperyalizminin dominant olduÄŸu, hâkim paradigma ve hegemonyasını sürdürdüÄŸü bir çaÄŸda, farklı modernlik arayışları, farklı gerekçelerle fazla mümkün olamamıştır. Batı emperyalizminin zayıflamasıyla birlikte farklı modernlik arayışlarına daha fazla kapı aralanabileceÄŸini, bunun daha fazla mümkün olabileceÄŸini düÅŸünüyorum. KuÅŸkusuz böyle bir modernlik tamamen Batı dışı ya da Batı karşıtı olarak deÄŸil, onun içinden ama onu aÅŸarak üretilecektir. Ortaya çıkacak böyle bir sonucu modernlik olarak adlandırıp adlandırmamak, geleneksellik, modernite, post-modernite varsayımları yerine analiz birimi olarak farklı kavramları kullanıp kullanmamak o zaman yapılacak bir tartışmadır.
2. İslam dünyasının modernleÅŸme ile olan hikayesini nasıl okuyorsunuz? Bu gün bu hikâyenin neresindeyiz?
ModernleÅŸmeye dair tanımımdan ve buraya kadar yaptığım açıklamalardan herhalde gelenekseli, moderni ya da post-moderni tek başına olumlayan ya da olumsuzlayan bir yaklaşım içinde olmadığım fark edilmiÅŸtir. Modern insan, geleneksel insandan farklı olarak daha bencil, egoist, çıkarı peÅŸinde koÅŸan insandır. Ama ben de dahil, bu satırları okuyanların büyük çoÄŸunluÄŸunun belki de sülalesinde ilk üniversite okumuÅŸ insan olması, eÄŸitimin herkes için bu kadar ulaşılabilir olması da modernleÅŸme süreçlerinin bir sonucudur. Geleneksel toplumda eÄŸitim herkese açık olmadığı gibi bu durum çok fazla arzu edilen bir ÅŸey de deÄŸildi. KüreselleÅŸme süreçleri (küreselleÅŸme de tek boyutlu ya da tek bir süreç deÄŸil, birbirleriyle örtüÅŸen, çeliÅŸen, çatışan süreçler bütünüdür) gibi modernleÅŸme süreçleri de çok boyutlu, çok yönlü süreçlerdir. Bu nedenle içerdikleri bu boyutlara, süreçlere odaklanmadan yapılacak deÄŸerlendirmeler; totalci, aşırı genelleÅŸtirmeci ve yüzeysel olacaktır.
Bu çerçevede sorunuza dönersek, İslam dünyasının modernleÅŸme açısından deÄŸerlendirilmesi yukarıda ifade ettiÄŸim tanımın içerdiÄŸi bütün unsurlar açısından farklı farklı deÄŸerlendirilmesi ile ancak mümkündür. Bu da çok kapsamlı ve uzun bir deÄŸerlendirme olur. Yine de birkaç gözlemime kısaca iÅŸaret etmek isterim.
İlki İslam dünyasında modernleÅŸme süreçleri, karşı karşıya kaldığı zorluklar ya da iÅŸgal politikaları ile birlikte yürüdüÄŸü için daha çok dışardan empoze edilen süreçlerdir. Pakistan, Hindistan, Mısır, OrtadoÄŸu, Uzak DoÄŸu..
İkinci olarak belki de ilkinin bir uzantısı ÅŸeklinde, İslam dünyasındaki modernleÅŸme süreçleri büyük oranda, özgün, üretken, etken deÄŸil çoÄŸunlukla edilgen, pasif, tüketen süreçlerdir.
Üçüncü söyleyeceÄŸim ise modernleÅŸmenin en deÄŸiÅŸtirici ve dönüÅŸtürücü süreçlerinden ikisi teknoloji ve eÄŸitimdir. Batı tipi modernleÅŸmenin yayılma süreçlerine bakıldığında Batılı eÄŸitim tarzının ve Batılı ülkelerde alınan eÄŸitimin payı oldukça yüksektir. EÄŸitim açısından bakıldığında İslam dünyasından dönem dönem bazı ülkelerin cazibe merkezi olabildiÄŸi görülebilmektedir. GeçmiÅŸte Mısır, Suudi Arabistan, Malezya pek çok Müslüman ülkeden öÄŸrenci çekebilmiÅŸtir. Son zamanlarda ise Türkiye bu konuda oldukça önemli mesafeler kat etmektedir. Sadece Müslüman ülkelerden deÄŸil tüm dünyadan öÄŸrenciler için Türkiye cazibe merkezine dönüÅŸmektedir. Türkiye 2024 verilerine göre ABD, İngiltere, Kanada, Fransa, Avustralya ve Almanya’dan sonra dünyada en fazla öÄŸrenci çeken 7. ülkedir. Bu Türkiye açısından devasa bir geliÅŸmedir. Türkiye’deki eÄŸitim sisteminin çok fazla kendine özgü olmadığı, çoÄŸunlukla Batılı bir eÄŸitim sistemi ve içeriÄŸi uyguladığı eleÅŸtirisi yapılabilir. Bu eleÅŸtiri çok büyük oranda doÄŸrudur. Ama yüzyıllara sari bir olgu kısa bir süre içinde aşılamaz. Adım adım ilerlenir. Bir akademisyen olarak İngilizce ve Türkçe siyaset bilimi kitabı yazmamın temel gayesi bu disipline kendi anlam dünyamızdan daha fazla katkı sunabilmektir. Ama bu tür çabalar tekil çabalarla, kısa sürede gerçekleÅŸtirilebilecek çabalar deÄŸildirler. Bireysel çabaların birer ırmaÄŸa dönüÅŸmesi için öncelikle bu konuda bir farkındalık geliÅŸmesi sonra bu yönde çok yönlü çalışmaların yapılması gerekir. Bu sorumluluk da siyasilere deÄŸil akademisyenlere, entelektüellere düÅŸer.
Teknoloji açısından ise Türkiye özellikle insansız hava araçları üretimi konusunda inanılmaz bir geliÅŸme göstererek tüm dünyada lider konumuna yükselmiÅŸtir. Önceki dönemlerle kıyaslandığında Türkiye’nin savunma sanayinde ortaya koyduÄŸu ilerleme destansı niteliktedir. İslam dünyası açısından ise herhalde ilktir. Bu tür ileri teknolojiler hayatın baÅŸka alanlarına da yansıyan o alanlarda da yenilik ve farklılık geliÅŸtiren teknolojilerdir. Türkiye’nin teknolojik alanda kat ettiÄŸi bu mesafenin baÅŸka alanlara da yansıması beklenir.
DiÄŸer taraftan eÄŸitim ve teknoloji açısından İslam dünyasında dönem dönem çok olumlu geliÅŸmeler görülmekle birlikte, bu geliÅŸmelerin sürdürülebilir olması, saman alevi gibi yanıp sönmemesi son derece önemlidir. İnÅŸallah ülkemizin bu alanda kat ettiÄŸi mesafeler geçici deÄŸil kalıcı baÅŸarılar haline gelir.
Sorunuz açısından özetle İslam dünyasının modernleÅŸme ile iliÅŸkisi açısından kat ettiÄŸi geliÅŸmeler olmakla birlikte daha kat etmesi gereken çok büyük mesafelerin olduÄŸu söylenebilir. KuÅŸkusuz modernlik ya da modernleÅŸme açısından İslam dünyasının herhangi bir rekabete girmemesi gereken, reddetmesi gereken alanlar da söz konusudur.
Öncelikle “İslami hareketler” ve “İslamcılar” ya da daha doÄŸru bir ifade ile “İslam düÅŸüncesi” ve “İslamcılar” ayırımını çok doÄŸru ve yerinde buluyorum. Maalesef bazı İslamcı düÅŸünür ya da aktivist, İslamcılığı İslam düÅŸüncesinin tamamı gibi görme eÄŸiliminde. Bu bakış, tasavvuf, fıkıh, kelam, felsefe, hadis, halk İslamı vb. farklı İslami düÅŸünüÅŸ ve yaÅŸayış biçimleriyle çok devasa bir geleneÄŸe ve derinliÄŸe sahip İslam düÅŸüncesini son derece sığlaÅŸtıran bir bakış açısıdır zira. İslamcılık, İslam düÅŸüncesinin tamamı deÄŸil sadece modern zamanlara özgü İslami düÅŸünce biçimlerinden biridir. BaÅŸlangıcı itibarıyla, Müslümanlar tarafından kavramsallaÅŸtırılmış deÄŸil dışardan bir tanımlamadır. Bugün bazı Batılı çevrelerin “Cihadizm” kavramını üretip daha sonra bazı Müslümanların bu kavramı benimsemesi ya da benimseyecek olması gibi.
Meseleyi İslamcıları da içerecek ÅŸekilde daha ileri bir noktaya taşıyıp İslam düÅŸüncesinin ya da İslami hareketlerin modernleÅŸme ile iliÅŸkisine baktığımızda, ilk söylememiz gereken meselenin çok kapsamlı olduÄŸudur. Yukarıda ifade ettiÄŸim modernleÅŸme tanımını esas alırsak modernleÅŸmenin merkezi devlet, ulus-devlet, her alanda merkezileÅŸme, sanayileÅŸme, kentleÅŸme, sekülerlik ve eÄŸitim süreçleri, siyasal/toplumsal/kültürel yapıdaki deÄŸiÅŸimler, birey, ahlak ve zihniyet boyutu gibi meselenin çok kapsamlı ve çok katmanlı boyutları vardır. Bu boyutların tüm İslam dünyasına yansıması ve verilen tepkiler de aynı deÄŸildir. Burada belki Osmanlı-Türkiye pratiÄŸi üzerinden cevap verebiliriz. Burada oluÅŸan geleneÄŸe ve mirasa bakıldığında meselenin büyük oranda teknik ve kültür boyutunun öne çıktığını söyleyebiliriz. ModernleÅŸme tanımında ifade ettiÄŸim diÄŸer unsurlar üzerinde çok fazla bir literatür söz konusu deÄŸildir.
Osmanlı son döneminden günümüze, Türkiye’deki dindar kesimin modernleÅŸme ile imtihanına ya da yüzleÅŸmelerine baktığımızda bu yüzleÅŸmenin dönemsel farklılıklar gösterdiÄŸini söyleyebiliriz. Müslüman Osmanlı aydını; devleti, tarihi ve milletiyle daha barışık olduÄŸu ve aynı zamanda Batı karşısında içerisinde bulunulan gerilemenin farkında olduÄŸu için modernleÅŸme karşısında toptan bir karşıtlık ya da düÅŸmanlık içerisinde deÄŸildir. Daha eklektik, daha seçicidir. Akif merhumun,
“Alınız ilmini Garb'ın, alınız san'atini;
Veriniz hem de mesâînize son sür'atini.
Çünkü kaabil deÄŸil artık yaÅŸamak bunlarsız;
Çünkü milliyeti yok san'atın ve ilmin; yalnız”
dediÄŸi gibi bir yaklaşım içerisindedir. Hz. Adem’den kıyamete kadar insanlığı etkileyecek toplumsal süreçler karşısında toptan bir kabul ya da toptan bir ret bakışına sahip olmayan biri olarak, bu seçmeci bakış açısını saÄŸlıklı bulanlardanım. Daha yakın zamanlarda, bu bakış açısına, Batının tekniÄŸi alındığında kültürün de alınacağı eleÅŸtirileri getirilmiÅŸtir. Bu eleÅŸtiriler de kısmen doÄŸrudur. Ama sürekli karşı çıkılarak, sürekli edilgen kalarak herhangi bir düÅŸünce varlığını ilanihaye sürdüremez. Toptan reddiyeci bakış açısı, sahiplerini bir süre sonra tarih dışı, toplum dışı, hayat dışı bir radikalliÄŸe sürükleyebilir. Kaldı ki toplumsal geliÅŸmeler ya da farklılıklar karşısında İslam’ın bunları toptan ret ya da kabul ettiÄŸini deÄŸil, analitik yaklaÅŸtığını düÅŸünen biri olarak her farklı teknoloji ya da kültürün İslam dairesinin tamamen dışında olduÄŸu da iddia edilemez. Hz. Peygamber’in “ilim Çin’de de olsa arayıp bulunuz” hadisi farklı ülkelerdeki ilim, fen ve teknolojiye dair bir arayış içerisinde olmamızı emretmekte, bu yönüyle bize yeterince açıklık ve özgüven sunmaktadır.
Erken Cumhuriyet döneminde ise ÅŸartlar tamamen deÄŸiÅŸtiÄŸinden Müslüman aydınların bakışı da deÄŸiÅŸmiÅŸtir. Cephede maÄŸlup edilen düÅŸmana kültürel alanda, BatılılaÅŸma politikalarıyla teslim olunmasıyla birlikte pek çok Müslüman düÅŸünür ülkeyi terk etmiÅŸ ya da sessizliÄŸe gömülmüÅŸtür. Buna ilaveten erken Cumhuriyet döneminde, belki de tam bir BatılılaÅŸma olarak uygulanan modernleÅŸme süreçleri yeni olduÄŸu için ya da büyük bedeller ödenerek iÅŸgalden kurtulup bağımsızlık elde edildiÄŸi için dindar Müslüman düÅŸünürlerde bir devlet karşıtlığı söz konusu deÄŸildir. Devlete iliÅŸkin tutumlarını bir karşıtlık deÄŸil bir küskünlük ve bu durumun bir yansıması olarak bir geri çekiliÅŸ olarak görebiliriz. Erken Cumhuriyet dönemi dindar Müslüman düÅŸünürleri toplumdan, toplumun geleneklerinden, ritüellerinden de kopmuÅŸ deÄŸildirler.
Geç Cumhuriyet ya da yakın dönem dindar Müslüman düÅŸünürleri arasında ise devlet ve topluma uzaklık, yer yer karşıtlık mesabesine ulaÅŸacak ÅŸekilde daha fazladır. İslamcıların da arasında olduÄŸu bu düÅŸünürler, önceki dönemlerle kıyaslandığında, ülkesel, bölgesel ve küresel ÅŸartların da etkisiyle tarihe, topluma, devlete ve modernleÅŸmeye daha fazla bir karşıtlık üzerinden kendilerini kurarlar. İslamcı düÅŸünürlerden bazılarının 2000’li yıllar sonrasındaki Türkiye’deki geliÅŸmeleri saÄŸlıklı bir ÅŸekilde deÄŸerlendirememelerinin bir nedeni de içerisinde bulundukları devlete ve topluma uzak olan konumlanmaları ya da zihniyet kodlarıdır. Belki de bu durumun bir yansıması olarak, çoÄŸunlukta olan dindar düÅŸünürler deÄŸil belki ama azınlıkta olan İslamcı düÅŸünürlerin çoÄŸu, Osmanlı Müslüman aydınından farklı olarak modernleÅŸme karşısında seçmeci deÄŸil daha fazla tepkisel ve karşıtlık üzerinden bir tutum gösterirler.
İslamcılık modernleÅŸmenin bir sonucu mudur? KuÅŸkusuz öyle. KüreselleÅŸme karşıtlarının, küreselleÅŸmenin bir sonucu olmaları gibi, İslamcılık düÅŸüncesi de modernleÅŸme süreçleri ile geliÅŸen modernist ve tepkisel bir ideolojidir. Ona tepki olarak geliÅŸen ama onun ÅŸekillendirip biçimlendirdiÄŸi bir düÅŸüncedir. Bu nedenle modernitenin sıkıntılarını ve sorunlarını fazlasıyla içerir. İslamcılık, geleneksel İslam anlayışına göre daha çok devlet ve siyaset merkezli bir ideolojidir. Devlet ve siyaset merkezli olmak modern ideolojilerin ortak özelliklerindendir. (İslamcılığa dair Siyaset Bilimi sözlüÄŸümdeki ilgili maddeye bakılabilir). Bu açıdan bakıldığında Türkiye’deki İslamcı düÅŸünürlerin bir kısmının devlet merkezli, tepeden inmeci yaklaşımları, geleneÄŸe, topluma, tarihe bakışı, İslamcı olmayan pek çok Kemalist, sosyalist ve diÄŸer düÅŸünürlerle de örtüÅŸebilir. Gençlik yıllarında sistem karşıtı, radikal görülen bazı isimlerin sonraki yıllarda aşırı devletçi politikalara imza atabiliyor ya da destekliyor olabilmelerinin bir nedeni de budur.
İslamcı düÅŸünce, İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü müdür sorunuza gelince, bunu söyleyebilmek pek mümkün deÄŸildir. Türkiye’de modernleÅŸmenin, esasen BatılılaÅŸmanın ana aktörü devlet ve devlet eliyle ÅŸekillenen bürokrasi ve aydınlardır. Mısır, Pakistan, Hindistan, Malezya, OrtadoÄŸu ve Afrika’ya baktığımızda da İslamcı aydınların genel olarak devletlerini ÅŸekillendirecek, toplumlarına yön verecek bir güç ve ağırlıkta olmadığı söylenebilir. Buralarda, iÅŸgal dönemlerinde modernleÅŸmenin taşıyıcıları doÄŸrudan emperyalist ülkeler iken görece bağımsızlıklarını elde ettiÄŸi dönemlerde ise daha çok yine emperyalist ülkelerin zihin kodlarıyla ÅŸekillenen devlet elitleri olmuÅŸtur.
4. Gelenek ve modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi?
Sorunun ilk kısmına ilk soruda cevap verdim sanırım. Modernlik evet esasen gelenekten, geleneksel olandan geleneksel birey, ahlak ve zihniyetten bir kopuşu ifade eder.
Sorunun ikinci kısmına gelince, hangi ülkedeki ve hangi dönemdeki İslamcılar diye sormak gerekir herhalde. Kastedilen Türkiye’deki ve günümüzdeki İslamcılar olmalı galiba. Burada da kendilerini İslamcı gören aydınlar ile İslamcıların İslamcı gördüÄŸü aydın, aktivist, siyasetçi ve hareketler arasında da farklılıklar vardır. Çünkü baÅŸkaları tarafından İslamcı olarak görülen aydın, aktivist ve siyasetçilerin bir çoÄŸu kendilerini İslamcı olarak görmezler. Ben sadece kendilerini İslamcı gören aydınlar üzerinden sorunuza cevap vermeye çalışacağım.
Önceki soruda da ifade ettiÄŸim gibi İslami bir hassasiyete sahip Osmanlı aydını, devleti ve toplumu ile daha fazla barışıktı. Devlete, topluma ve tarihe karşıtlık üzerinden kendini kurmuyordu. Günümüz Türkiye’sinde bir kısım İslamcı aydın her üç kavrama ve doÄŸal olarak geleneÄŸe daha mesafelidir. Hatta bazı İslamcı aydınların geleneksel, toplumsal ve tarihsel olana İslamcı olmayan modernist aydınlardan yer yer daha fazla bir karşıtlık içerisinde olduÄŸu söylenebilir.
Türkiyeli bir Müslüman düÅŸünür, akademisyen ve devlet kademelerinde farklı pozisyonlarda bulunmuÅŸ bir bürokrat olarak geleneÄŸe, moderniteye, küreselleÅŸmeye ya da baÅŸka herhangi bir ÅŸeye karşıtlık üzerinden kendimizi kurmanın İslami bir bakış olmadığını düÅŸünmekteyim. Çünkü İslam bana göre herhangi bir ÅŸeyin karşıtı ya da antisi deÄŸil, bizatihi kendisi bir tez, bir iddia ve bir inÅŸadır. Karşıtlık üzerinden kurulan ya da kurgulanan her düÅŸünce kendisi olmaktan çıkar, ötekinin bakışında/aynasında/karşıtlığında kendini ÅŸekillendirerek, baÅŸka bir ÅŸeye dönüÅŸür. Hz. Adem’den son insana kadar huzur getirme iddiasındaki bir İslam düÅŸüncesi, daha sonra geliÅŸecek her türlü düÅŸünce ve harekete, karşıtlık üzerinden deÄŸil, kendi sabiteleri/ilkeleri doÄŸrultusunda yaklaÅŸarak, onların uygun kısımlarını içeren, düzeltilmesi gereken kısımlarını düzelten ve reddedilmesi gereken kısımlarını reddeden ve böylelikle güzelliklerini içererek onları aÅŸan bir perspektifle kendini yenileyerek yoluna devam eder. İhtiyaç duyduÄŸumuz ÅŸey, karşıtlıklarda, sığ, dar, mahalli, ulusal, bölgesel bakışlarda evrenselliÄŸini kaybetmiÅŸ deÄŸil, tüm bu coÄŸrafi konumlanmalarla barışık ama onlara hapsolmayan bir bakışla, dünyanın neresinde olursa olsun, ne olursa olsun, insanlık ailesinin saÄŸduyulu her bir ferdine umut vadeden cihanÅŸümul bir İslam anlayışıdır.
5. Wael Hallaq'ın da üzerinde durduÄŸu gibi İslam, modernleÅŸme dışı bir alternatif olma özelliÄŸini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu baÄŸlamdaki yetenekleri nelerdir?
Önceki sorularda da iÅŸaret ettiÄŸim gibi İslam hiçbir ÅŸeyin karşıtı ya da alternatifi deÄŸildir. Kendisi bizatihi bir iddia ve inÅŸadır. Böyle bakınca ben doÄŸal olarak İslamı modernleÅŸme de dahil herhangi bir ÅŸey ile karşıtlık ya da alternatiflik iliÅŸkisi içerisinde kurgulamıyorum. ModernleÅŸme, küreselleÅŸme, demokratikleÅŸme, sekülerleÅŸme ya da her ne olursa olsun, İslam’ın temel doÄŸruları, pratikleri ve bin yılı aÅŸkın medeniyet birikimi açısından deÄŸerlendirilir. Uygun olanlar benimsenir, revize edilecek olanlar düzeltilir ve reddedilecek olanlar da reddedilir. İslam, bir devre ya da topluma ait olan statik, duraÄŸan, donuk bir düÅŸünce deÄŸildir. Temel doÄŸruları/ilkeleri çerçevesinde İslam düÅŸüncesi her devirde ya da toplumda kendisini yeniden üretir.
Wael Hallaq’ın “İmkansız Devlet Modern ÇaÄŸda İslam Devleti Niçin Mümkün DeÄŸildir” kitabını okumuÅŸ ve hakkında bir eleÅŸtiri de yazmıştım (ÅŸuradan bakılabilir: https://www.cihannumaakademi.org/csbad/article/view/63/17">Wael Hallaq’ın İmkânsız Devlet’i Üzerine görünümü). Makalemi ÅŸu yargı ile bitirmiÅŸtim: “Çalışma kuÅŸkusuz entelektüel bir çalışma olarak çok deÄŸerlidir. Bununla birlikte bu çalışma da Müslümanların uzun yüzyıllara sâri medeniyet pratiÄŸini, bu pratiÄŸin son örneÄŸi olan Osmanlı-İslam yaÅŸanmışlığını, 200 yıldır baÅŸardıkları ve baÅŸaramadıkları ile, İslam-Batı-demokrasi-insan hakları gibi çaÄŸdaÅŸ tartışmaların en fazla yapıldığı Türkiye gibi ülkelerin tecrübesini görmeyen çalışmaların Müslümanlara pek fazla bir mesafe kat ettiremeyeceÄŸi yargımı güçlendirici niteliktedir”
Hallaq’ın modernleÅŸmeye dair yaklaşımını sorunlu buluyorum. Hallaq, çalışmasında modern devletten daha çok ulus devlet eleÅŸtirisi yapmaktadır. ÇoÄŸu kez örtüÅŸse de modern devlet ile ulus-devleti ve bunlara yönelik eleÅŸtirileri birbirinden ayırmak gerekir. Modern devlet her durumda ulus-devlet olmak durumunda deÄŸildir. Kıta Avrupa’sında daha çok ulus-devlet formu geliÅŸmiÅŸken, Anglo Sakson dünyasındaki devletleri modern devlet olarak tanımlamakla birlikte ulus-devlet olarak tanımlamak zordur. DiÄŸer taraftan küreselleÅŸme süreçleri ile ulus-devlet biçimi belirli oranda aşılırken, bunu modern devlet formu için söyleyebilmek henüz zordur. Hallaq, “İslami yönetim biçimi”ni, çalışmasının neredeyse tamamında, modern devlet merceÄŸinden görmekte/deÄŸerlendirmektedir. Ona göre “İslami bir devlet hiçbir zaman var olmadı. Devlet Moderndir”. Bugünün dünyasında tecrübe edilen haliyle modernite de modern devlet de Batı’ya özgüdür. Ama devleti sadece modern görüp onu Batıya özgü görmek sorunlu bir yaklaşımdır. Modern devlet, devlet formlarından sadece birisidir ve tarihseldir. Yapılması gereken modern devleti veri kabul edip ve onu devletin tek formu görmek deÄŸil, tersine İslami ve insani yönetim biçimleri üzerinden modern devlet eleÅŸtirisi yapmaktır. DeÄŸilse, Hallaq’ın, Fukuya-ma’nın, Tarihin Sonu tezine benzer ÅŸekilde modern devletin aşılamayacağına olan inancı, küreselleÅŸme yaklaşımından da çıkarılabileceÄŸi gibi adeta kutsal bir inanca dönüÅŸüyor. Oysa tarihin mezarlığı, bir dönem aşılamaz görünen inanç ve formlarla doludur.
Kaldı ki modernliÄŸe toptan karşı çıkmak reddiyeci, total ve radikal bir yaklaşımdır. ÇoÄŸu kez toptan reddiyeci yaklaşımlar, mümkün olanı imkansızlaÅŸtırmanın ötesinde bir iÅŸlev görmezler. Ve yine çoÄŸu kez, bu tür radikal yaklaşımlar, makul ve mümkün olanı ortadan kaldırmak için destekleniyor da olabilir.
DiÄŸer taraftan Hallaq, çalışmasında “İslami yönetim biçimi”nden ne anladığını bütün açıklığıyla ortaya koymuÅŸ deÄŸildir. Eserde İslami yönetim biçimini daha çok ÅŸeriatla, İslam hukuku ile açıklama yaklaşımı ağır basıyor. Oysa ÅŸeriat İslam’ın tamamı deÄŸil, bir rüknü, bir kısmıdır.
Doktorasını küreselleÅŸme üzerine yapmış biri olarak rahatlıkla söyleyebilirim ki Hallaq’ın küreselleÅŸme yaklaşımı fazlasıyla ideolojiktir ve daha fazla sorunlar içermektedir.
Sorunuzun ikinci kısmına gelince, tartışmayı sadece İslamcılar üzerinden yapmak yerine daha geniÅŸ bir perspektife taşımak açısından İslam düÅŸüncesi düzeyine çıkardığımızda kuÅŸkusuz İslam ve düÅŸüncesi bugünü de yarını da kuracak, bugünün de yarının da küresel insanlık alemine bir vizyon ortaya koyabilecek donanıma fazlasıyla sahiptir. Yeter ki gereksiz karşıtlıklara kendisini hapsederek daraltılmış dehlizlerde yolunu kaybetmesin. Bu baÄŸlamda daha önce yazdığım birkaç makalelik bir yazı dizinin baÅŸlığını hatırlatarak bu soruya verdiÄŸim yanıtı sonlandırayım: “Batı’ya Dair Nasıl Bir Konumlanma?”
BaÅŸlığa dikkat buyrulsun, Batı karşısında deÄŸil Batı’ya dair nasıl bir konumlanma..
6. ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Bu baÄŸlamda Osmanlı ve Türkiye modernleÅŸmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?
ModernleÅŸmeyi bir süreçten, modernizm gibi bir akıma, düÅŸünce ve ideolojiye taşıdığımızda kuÅŸkusuz emperyalizm ile arasında bir iliÅŸki vardır. Yine yukarıda yaptığımız modernleÅŸme tanımına dönersek tanımın içerdiÄŸi sanayileÅŸme, eÄŸitim, ulus-devlet gibi unsurlar sadece ülkelerin iç iÅŸleriyle ilgili deÄŸil emperyal uzantıları da olan unsurlardır. 1. ve 2. Dünya savaşının en önemli nedenlerden biri emperyal ülkelerin sanayileÅŸme rekabetinde ön alma çabalarıdır. Keza bugün eÅŸiÄŸinde olduÄŸumuz 3. Dünya savaşının en önemli unsurlarından biri yine budur. BatılaÅŸmanın en önemli taşıyıcı ve aktarıcı unsurlarından biri eÄŸitimdir. ModernleÅŸme ile gelen ulus-devlet anlayışı Osmanlı İmparatorluÄŸu gibi ulus-üstü devletler için oldukça parçalayıcı olmuÅŸtur. Bugün emperyalizmin yayılma coÄŸrafyalarına bakıldığında, ülkeleri parçalamak için kullandıkları en önemli araç ya da gerekçelerden biri ulus-devlet yaklaşımıdır. Bu amaçla, emperyal niyetler doÄŸrultusunda, önce bir ulus yaratılmakta, o insanların asırlarca birlikte yaÅŸadıkları komÅŸuları ötekileÅŸtirilmekte ve sonra devletine kavuÅŸması için o ulus desteklenmektedir. Avrupa BirliÄŸi ya da ABD’de ulus-devlet yaklaşımları desteklenmez ya da tam tersine daha fazla birlik yönünde politikalar teÅŸvik edilirken, baÅŸka ülkelerde daha fazla ayrışma, daha fazla ulus temelli devletlerin kurulması teÅŸvik edilmektedir.
Bütün bunlarla birlikte modernleÅŸmenin emperyalizm ürettiÄŸini söylemekten ziyade, emperyalist ülkelerin amaçları ve sahip oldukları kapasiteleri açısından modernitenin imkanlarını çok daha iyi kullandıklarını söylemek sanki bana daha doÄŸru görünüyor.
Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özelliklerine gelince, bunun lineer bir çizgi izlemediÄŸine Osmanlı modernleÅŸmesinin daha eklektik, seçici olduÄŸuna, Cumhuriyet döneminde, daha doÄŸrusu tek parti döneminde ise modernleÅŸmenin esasen tam bir BatılılaÅŸmaya hatta bunun da ötesinde baskıcı bir modernliÄŸe dönüÅŸtüÄŸüne galiba yukarıda deÄŸinmiÅŸtik.
Batı karşısında geri kalmış olmaya bir çözüm arayışı olarak baÅŸlayan Osmanlı ModernleÅŸmesi seçmeci davranarak daha çok askeri ve teknolojik alanda modernleÅŸmeye kapı aralarken kültür ve medeniyet alanında görece daha muhafazakâr bir tutum sergilemiÅŸtir.
Osmanlı modernleÅŸmesine bakıldığında, hilafet ve Åžeyhülislamlık gibi kurumlar varken demokrasiye geçilmesi ve 1877’da ilk seçimlerin yapılması çok dikkat çekici bir durumdur. Hilafeti ve demokrasiyi aynı anda yürütme çabası son derece özgün bir çabadır. Belki de bu nedenle demokrasi, insan hakları gibi kavramlara Türkiye’de Osmanlıdan bugüne hemen hemen hiçbir karşıtlık söz konusu olmamıştır. Batı’nın demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi kavramları/deÄŸerleri araçsallaÅŸtırdığı, iÅŸgal ve sömürü politikalarının bir aracına dönüÅŸtürdüÄŸü coÄŸrafyalarda Batı karşıtlığı aynı zamanda bu kavramlara da karşıtlığa dönüÅŸmüÅŸ iken Türkiye’de böyle bir durum oluÅŸmamıştır. Siyasal bir karşılığı olmamasına raÄŸmen tek parti döneminde seçimlerin biçimsel olarak bile olsa sürdürülmesinin bir nedeni de Osmanlı döneminde baÅŸlayan güçlü seçim geleneÄŸidir.
Erken Cumhuriyet döneminde ise karşı karşıya kalınan ÅŸey modernleÅŸme deÄŸil en kaba ve baskıcı haliyle BatılılaÅŸmadır. Sinan Çetin’in kısa film olarak çektiÄŸi “Mutlu ol, bu bir emirdir” filmi, gerek tek parti döneminde klasik Türk müziÄŸinin bile yasaklanmasına ve gerekse Türk toplumunun bu baskıları evrimci bir metotla nasıl aÅŸtığına dair çok güzel bir örnektir. Bu kısa film Osmanlıdan bugüne Türk modernleÅŸmesinin kısa tarihi olarak da görülebilir. Erken Cumhuriyet döneminde dayatılan BatılılaÅŸma toplum tarafından büyük oranda benimsenmemiÅŸtir. Bu benimsememe halini bir çatışma, bir karşı devrim olarak deÄŸil bir evrim, devleti sahiplenip baskıcı yöneticilerin geçici olduÄŸu bilinci ile uzun erimli bir stratejik sabır ÅŸeklinde gerçekleÅŸmiÅŸtir.
İslam dünyasındaki baskıcı rejimler ve bu rejimlere karşı çıkışlar düÅŸünüldüÄŸünde belki de Türk modernleÅŸmesinin en ayırt edici vasfı, bir model olarak görülmek istenirse en önemli unsuru, toplumun sürekli meÅŸruiyet sınırları içerisinde kalarak, devrimci deÄŸil evrimci bir yöntem ve stratejik sabırla zorlukları aÅŸma çabasıdır.
Türkiye’de topluma ve onun geleneklerine uzak modernist, tepeden inmeci, tepeden düzenlemeci, ideolojik aydınlardan farklı olarak toplumun modernleÅŸme ile iliÅŸkisine bakıldığında bu iliÅŸkinin bir karşıtlık ya da teslimiyet üzerinden deÄŸil bazılarının pejoratif bir biçimde, küçümseme ve aÅŸağılama amacıyla kullandığı ÅŸekilde “ala turka” yani farklı modernlikleri bir arada yaÅŸatan, dualistik bir yapıya sahip olduÄŸu, kısmen seçmeci bir tutum sergilediÄŸi söylenebilir. Bu tarzın toplumu aşırılıklardan, radikal hareketlerin öngörülemezliÄŸinden koruması, görerek/deneyimleyerek bir deÄŸiÅŸime kapı aralaması, hızlı ve ani deÄŸil tedrici ve uzun erimli bir deÄŸiÅŸime imkân sunması, farlılıkları bir arada yaÅŸatabilme potansiyelini artırması açılarından saÄŸlıklı buluyorum. Bu satırları dün yani 31 Aralık 2024’te yazmaya baÅŸlamıştım. Bugün de 1 Ocak 2025. Türkiye’de bir taraftan modernleÅŸme süreçleri ile uyumlu olarak 1 Ocak resmi tatil ilan edilip yılbaşı kutlamaları yapılırken, yeni yıla dair iyi niyet dilekleri dile getirilerken aynı günün sabahında İstanbul’da, Galata Köprüsünde “Dün Ayasofya, Bugün Emevî, Yarın Aksa: Bir GüneÅŸ DoÄŸuyor” mitingiyle, Filistin’e destek vermek; İsrail’i protesto etmek için yüzbinlerce insan sabah namazı sonrası mitinge katılabiliyor.
Bence Türk modernleÅŸmesinin olgun taraflarından biri de bu olsa gerek.
DoÄŸrusu bu söyleÅŸi modernleÅŸme, İslamcılık, Batı, İslam dünyası, sekülerleÅŸme, küreselleÅŸme gibi her biri birer uzun tartışma konusu olan çok kapsamlı adeta “all in one” bir söyleÅŸiye dönüÅŸtü. Bu kadar uzun ve kapsamlı bir söyleÅŸiyi okuyacak ne kadar okur bulursunuz bilemiyorum ama bu soruya da dilimizin döndüÄŸünce cevap verelim.
Yine tanımdan hareket edersek modernleÅŸme süreçleri ile belirli bir sanayileÅŸme, kalkınma, teknoloji, herkesin daha fazla ulaÅŸabildiÄŸi bir eÄŸitim ve bütün bunlarla birlikte gelen bir maddi refah artışına iÅŸaret edilebilir. Maddi refah artışı kuÅŸkusuz belirli bir oranda dünyevileÅŸmeyi ve/veya sekülerleÅŸmeyi de beraberinde getirmektedir. Ama sekülerleÅŸmenin dini deÄŸerleri ortadan kaldıracağı iddiasına ya da inancına hiçbir ÅŸekilde katılmıyorum. Bu iddia bana 19. yüzyılda pozitivizmde ve Fransız aydınlanmasında yansımasını bulan “aydınlanmış akıl” ile dinlerin ortadan kalkacağı iddiasını çaÄŸrıştırıyor. KuÅŸkusuz bu geliÅŸmelerin çok ciddi yıpratıcı ve bozucu etkisi olmuÅŸtur. Ama geldiÄŸimiz noktada bu beklentinin gerçekleÅŸtiÄŸi bir dünyada yaÅŸamadığımız aÅŸikâr. Bugün en katı pozitivist bile 19. ve 20. yy’daki pozitivistlerin beklentilerinin çok uzağında.
Bu noktada sekülerleÅŸme ve laiklik arasında bir ayrım yapmak gerek. Ben laikliÄŸi daha çok Fransa merkezli kıta Avrupasında görülen din-toplum-devlet iliÅŸkilerinin düzenleniÅŸ biçimiyle, sekülerliÄŸi ise Anglo-sakson geleneÄŸiyle daha fazla iliÅŸkilendirenlerdenim. Fransız devriminin, Fransız rasyonalitesinin ve Fransız tipi aydınlanmanın etkisiyle Kıta Avrupa’sında laiklik adeta yeni bir din gibi algılanmış, belki de baÅŸka dinlerde olmayacak bir katılıkla, devrim sonrasında yeterince “aydınlanmış” görülmeyenler (aydınlanmaya yeterince inanmış görünmeyenler demek daha doÄŸru olurdu galiba) giyotinlere gönderilmiÅŸtir. Kıta Avrupası’ndaki devrimci ve karşı devrimci gelenekle din-devlet iliÅŸkileri bir karşıtlık üzerinden kurulmuÅŸ ve kurgulanmıştır. Bu durumun bir yansıması olarak Kıta Avrupası’ndaki laiklik uygulamalarıyla, din sadece siyasal alanın deÄŸil, kültürel, akademik, düÅŸünsel, toplumsal.. hayatın her türlü alanının dışına çıkarılarak bireylerin ruhuna ya da özel alanına hapsedilmek istenmiÅŸtir. Türkiye’de bir dönem uygulanan katı ya da militer laikçilik de maalesef Kıta Avrupası’ndaki uygulamaların bir yansımasıdır.
Anglo-sakson ülkelerine baktığımızda ise sekülerlik olarak adlandırılan bu ülkelerdeki din-toplum-devlet iliÅŸkileri Kıta Avrupası’ndaki gibi bir karşıtlık üzerinden devrimci bir yöntemle deÄŸil evrimci bir yöntemle geliÅŸmiÅŸtir. Belki de bu durumun bir yansıması olarak Anglo-sakson ülkelerinde Fransız devrimi gibi Alman Nazizmi gibi İtalyan FaÅŸizmi gibi köklü ve kanlı devrimler/ideolojiler pek görülmez. Bu nedenle olsa gerekir ki bu ülkelerdeki din-devlet iliÅŸkileri Kıta Avrupası’ndaki kadar net bir biçimde ayrışmış deÄŸildir. İngiliz Anglikan Kilisesi’nin resmi baÅŸkanı İngiltere Kralıdır. Amerikan dolarının üstünde “We trust in God” (Biz Tanrıya güveniriz) yazar. Amerikan devlet baÅŸkanları ülkedeki en yüksek dini otoritenin önünde İncil’e el basarak ve yemin ederek göreve baÅŸlarlar. Amerikan kurumlarında, üniversitelerinde ve ordusunda kurumlarla din görevlileri el ele ve iç içedir. Kıta Avrupası’nın laiklik anlayışında dini olan her ÅŸeyin mümkünse her alanda reddedilmesi söz konusu iken, Anglo sakson ülkelerindeki sekülerlik anlayışında dini olanın her alandan dışlanması deÄŸil dini olanın topluma dini gerekçelerle tahakküm etmemesi söz konusudur. Bu durumun bir yansıması olarak hayatın her alanında din özgürlüÄŸü ya da dini pratikler rahatlıkla görülebilir.
Esasen laiklik ya da sekülerlik temellendirilirken, olması gereken açısından bakıldığında ÅŸu üç gerekçeyle temellendirilir:
-Devletin meÅŸruiyetini dinden almaması, kuralların dine dayalı olarak belirlenmemesi, devletin ve dinin ayrı ayrı örgütlenebilmesi.
-Devletin dinler karşısında tarafsız olması
-İnanç özgürlüÄŸü
Özellikle Osmanlı-İslam pratiÄŸine baktığımızda, gerek farklı dinlerin özgürce örgütlenebilmeleri, bu dini örgütler karşısında devletin tarafsız olması ve gerekse inanç özgürlüÄŸü açısından, bugün pek çok laik devletten çok daha ilerle uygulamalara ÅŸahit olmaktayız.
Benim kiÅŸisel olarak İslam ve sekülerlik arasındaki iliÅŸkiye bakışım ile İslam ve demokrasi ya da İslam ve modernleÅŸme arasındaki iliÅŸkiye bakış açım arasında çok büyük farklılık yoktur. Usulünce uygulandığında İslam’ın gerek teorik ve gerekse pratik olarak sekülerlikten beklenen muradı fazlasıyla saÄŸladığını düÅŸünenlerdenim. Sekülerlik açısından da bakıldığında, İslam’ın temel doÄŸru ve ilkeleri çerçevesinde deÄŸerlendirilerek uygun olanlar benimsenebilir, revize edilmesi gerekenler düzeltilir ve yanlış olanlar elbette reddedilir.
Bitirirken Hz. Mevlana’nın pergel metaforuna ben de iÅŸaret edeyim. Pergelin bir ayağı olarak İslami kaidelerimiz, görüÅŸlerimiz, pratiÄŸimiz, tarihimiz ve medeniyetimiz çerçevesinde yere saÄŸlam basabiliyorsak, farklı kavramlara doÄŸru seyahat etmenin, farklı kültürel ve düÅŸünsel iklimlere doÄŸru yolculuk yapmanın hiçbir sakıncası yoktur. Hatta İslam’ın verdiÄŸi bir özgüven ve sorumlulukla sıklıkla bu tür yolculuklara çıkmalıyız. Sahip olduÄŸumuz İslami birikim, donanım ve sorumlulukla küresel bilgi havuzuna kendi anlam dünyamızdan daha fazla bilgi, katkı ve teklif sunmalıyız. Bu doÄŸrultuda olabildiÄŸince kendi anlam dünyamızdan çaÄŸdaÅŸ sorunlara çözüm sunacak kavramlar üretmeliyiz.
Eskinin (ABD eksenli Batı medeniyetinin) çekilmekte, yeninin (Çin?, Hindistan?) henüz doÄŸmadığı bir küresel alacakaranlık çağında, küresel insanlığa dair bir iddiamız bir teklifimiz varsa, bu teklifi sunmak için zaman, bugün deÄŸilse ne zaman?
İçimizdeki akıl sahipleri, alimler, entelektüeller, tam da herkesin yeni bir bakış, yeni bir teklif, yeni bir çıkış beklediÄŸi, içinde yaÅŸadığımız bu küresel alacakaranlık çağında bence ÅŸu üç soruya acilen cevap verip insanlığa sunmalıdırlar:
- Böylesi bir alacakaranlık çağında İslam’ın gerek Müslümanlara ve gerekse küresel topluma yönelik bir iddiası, bir teklifi var mıdır? Varsa nedir? İslam küresel insanlığa ne sunuyor? Küresel insanlık fertleri ve ailesi, İslam’ın bu teklifine neden kulak kabartsın?
- İslam, varsa, bu teklifini nereden sunuyor? Küresel insanlığın belirli oranda Batı medeniyetinin geliÅŸtirdiÄŸi evrensel deÄŸerler, sözleÅŸmeler, kurumlar ve kurallar karşısında, bütün bunlara teslim olan ya da bütün bunları reddeden bir yerden mi teklifini sunuyor?
- İslam, varsa, bu teklifini ne üzerine, nasıl bir varsayım ya da ontoloji üzerine sunuyor?
Özetle, İslam/Müslümanlar bugünün küresel alacakaranlık çağında insanlığa ne sunuyor? Nereden sunuyor? Ne üzerine sunuyor?
Bence bugünün Müslüman alimlerini, entelektüellerini, dert sahiplerini bekleyen acil sorunlar bunlardır.
Ve vakit tam da bu sorulara cevap verme vaktidir.
CumhurbaÅŸkanımızın sürekli tekrar ettiÄŸi “Dünya beÅŸten büyüktür” mottosu esasen küresel düzene, süreçlere ve geliÅŸmelere dair bir pozisyon alıştır. Ama pozisyon alış sadece bir baÅŸlangıçtır. İçeriÄŸini alimlerimizin, entelektüellerimizin, akademisyenlerimizin ve benim de sözüm var diyen herkesin çok kapsamlı ve çok katmanlı olarak doldurması gerekir.
Sözlerimizi böyle bir teklifi ortaya koymaya davetle, Garaudy gibi “yaÅŸayanlara bir çaÄŸrı” ile bitirmiÅŸ olalım.