İslamcılık kavramı nasıl ortaya çıktı? Cumhuriyetin kurulması ve hilafetin kaldırılmasıyla İslamcılık nasıl bir süreçten geçti? CoÄŸrafyamızda İslami hareketlerin nasıl etkileri oldu? HAMAS'ın gerçekleÅŸtirdiÄŸi Aksa Tufanı kıyamı nasıl okunmalı? Bu ve daha bir çok soruyu Doç. Dr. Ahmet İşler'e sorduk.
İslamcılık kavramının öteki/ dışardan bir tanımlama olduÄŸunu söylüyorsunuz. Kavramın aktif olarak ortayı çıktığı günden bu yana uzun bir süre geçti(yaklaşık 120-130 yıl) ve bu kavram günümüzde hala bazı tartışmaları kendi bünyesinde sürdürüyor. Bu baÄŸlamda kavramın dünden bu güne hikayesini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Osmanlı Devleti’nin Batı karşısında zayıflamasıyla ortaya çıkan ve devleti kurtarma projesi olarak beliren Osmanlıcılık düÅŸüncesi, Tanzimat dönemi aydınları ve siyasetçileri tarafından benimsenmiÅŸtir. İslamcılık fikir akımı ise MeÅŸrutiyet Döneminde siyasi anlamda İttihad-i İslam, İngilizlerin ifadesiyle Panislamizm ÅŸeklinde tezahür etmiÅŸtir. Aynı zamanda fikri olarak İslam dünyasının içinde bulunduÄŸu buhrandan kurtulmanın bir reçetesi olarak aydınlar nezdinde karşılık bulmuÅŸtur.
İslamcılığın kökleri daha eskiye dayandırılsa da en yoÄŸun tartışıldığı dönem II. MeÅŸrutiyet dönemidir. Özellikle Batıcılık ve Türkçülük fikir akımlarına karşı İslami bir düÅŸünce ortaya koyanlar, İslamcı olarak adlandırılmıştır. Ne var ki dönemin münevverleri kendilerini İslamcı olarak tanımlamamaktadır. Hatta Babanzade Ahmed Naim İslamcılık kavramının Müslüman demek olmadığını lügat bilenlerce malum olduÄŸunu ileri sürmüÅŸtür. İslami düÅŸünceye mensup kiÅŸilerin, milliyetçiliÄŸi savunanlara (çoÄŸunluÄŸu Rusya’dan gelen) karşı kullandığı “Türkçü” kavramına karşılık, karşı cenahtakiler de “İslamcı” yakıştırması yapmıştır. Nitekim bu kavram Yusuf Akçura tarafından “üç tarz-ı siyaset” makalesinde dile getirilmiÅŸtir. Akçura İslam BirliÄŸi ÅŸeklinde bir siyaseti dile getirirken, bu dönemin temel tartışmaları Türkçülük ile İslamcılık arasındaki belirgin ayrımdı. Bu ayrım kurulacak bir birliÄŸin dine mi yoksa milliyete mi dayandırılacağı tartışmalarıdır. Öte yandan Ziya Gökalp’in “TürkleÅŸmek, İslamlaÅŸmak ve MuasırlaÅŸmak” adlı makalesi ise ara bir formül olarak öne sürülmüÅŸtür. AÄŸaoÄŸlu, Türk ile İslam kavramlarının aynı anlamı taşıdığını Türk milliyetçilerinin aynı zamanda İslamcı bir düÅŸünceye sahip olduÄŸunu ileri sürmüÅŸtür. Dönemin iktidarı da bu fikri akımları desteklemekte hatta Türkçülük ve İslamcılık görüÅŸünü birleÅŸtirme politikasını benimseyen İslam Mecmuası’nı finanse etmektedir. Ziya Gökalp, Ahmet AÄŸaoÄŸlu, Ömer Seyfeddin, Åžemseddin Günaltay, Fuad Köprülü ve Åžerefettin (Yaltkaya) gibi simalar derginin yazar kadrosunda yer almıştır. İslam Mecmuası’nın ele aldığı önemli konuların başında İslam dünyasının gerileme sebepleri yer almıştır. Bu düÅŸüncenin önde gelen isimleri cumhuriyetin ilk dönemlerinde muhafazakar bir duruÅŸ sergileyerek Kemalizm ile İslam arasında bir arayışa girmiÅŸtir.
İslamcı düÅŸünceyi temsil eden SebilürreÅŸad mecmuasının yazarları eklektik düÅŸüncelerin aksine saf İslami bir görüÅŸ ortaya koydukları söylenebilir. Babanzade Ahmed Naim, Mehmet Akif ve Muhammed Abduh gibi düÅŸünürler, İslamcı düÅŸünceyi temel referans kaynağı olarak telakki etmiÅŸlerdir. Ziya Gökalp bu mecmuayı İslamcı düÅŸüncenin en önemli yayın organı olarak niteler. Ancak İslamcı olarak isimlendirilen çevrelerin bu kavramı sahiplendiÄŸine rastlanmamıştır. Sadece bu dönemde Said Halim PaÅŸanın bu kavramı kabul edilir tarzda kullandığını görmekteyiz. Said Halim PaÅŸa, Müslüman milletlerin kurtuluÅŸun ve saadetinin “İslamlaÅŸmaya” baÄŸlı olduÄŸunu belirterek İslamlaÅŸmayı, “İslamiyetin inanç, ahlak, yaÅŸayış ve siyasete ait esaslarının tam olarak tatbik edilmesi demektir” ÅŸeklinde tarif eder.
Tarık Zafer Tunaya’nın 1962’de yazdığı “İslamcılık Cereyanı” adlı eserine hem kavram olarak hem de MeÅŸrutiyet dönemindeki kiÅŸilerin İslamcı olarak nitelendirilmesine dönemin mütedeyyin kesimi rahatsızlık duymuÅŸtur. İslam dergisi yazarlarından Mihriddin Cenan kitabın ismi için “yakışıksız”; “İslamcılık” kavramı için de “uydurma” yorumunu yapmıştır. Cenan’a göre, “yarım asırlık lâdini hareketlere karşı kütlenin nâÅŸiri efkârı sayılan muharir ve müellifleri itham etmeye kalkmak ve ekseriyetin dînî inancını “İslamcılık” gibi mânasız ve bozuk bir tâbirle” göstermeye çalışmak büyük haksızlıktı.
Tek Parti dönemi sonlarında mukaddesatçı ve muhafazakâr bir çizgide ÅŸekillenen İslami kesimden bazı isimler de İslamcılık kavramına sıcak bakmamaktadır. Türkiye’deki İslamcı camianın referans olarak gördüÄŸü Nurettin Topçu, kendisini hiç bir zaman İslamcı olarak adlandırmamakla birlikte bu kavram üzerine eleÅŸtiriler getirmektedir. Topçu, İslamcıların sosyal, siyasal ve ekonomik görüÅŸlerini sert bir dille eleÅŸtirmiÅŸ, din anlayışlarına ise “dinci”, “ÅŸeriatçı” suçlaması yapmıştır. Eserlerinde Tanzimat ve MeÅŸrutiyet dönemi İslamcılarının milliyetçilik anlayışlarına ve ümmetçi görüÅŸlerine karşı tezler ileri süren Topçu, “muhafazakâr” ve “mukaddesatçılık” kavramı üzerinde kendisini ifade etmektedir. Yine Necip Fazıl “Mukaddesatçı Türk GençliÄŸine” hitabıyla İslami bir söylem geliÅŸtirmiÅŸtir. 1970’li yıllara kadar İslami hassasiyetleri olan çevrelerin yayın organlarının genelinde “İslamcılık” kelimesi yerine muhafazakârlık, mukaddesatçılık veya milliyetçilik kavramları kullanılmaktadır. İslami düÅŸüncenin siyasi tarafını temsil eden Necmettin Erbakan’ın 1969 yılında çıkarttığı broÅŸürün adı da "Mukaddesatçı Türk‘e Beyanname" dir. II. MeÅŸrutiyet dönemi İslamcı düÅŸüncenin yayın organı olan SebilürreÅŸad Mecmuası’nın sahibi EÅŸref Edip’in de Tek Parti dönemi sonlarında yeniden çıkarttığı dergide İslamcı tabiri yerine “Müslüman” veya “Müslüman Türk” kavramını kullandığını görmekteyiz. Bu dönemdeki düÅŸünürlerin İslamcı kavramını dönemin ÅŸartları içinde “irtica” ile iliÅŸkilendirilmesinden çekindikleri için tercih etmedikleri düÅŸünülebilir. DiÄŸer düÅŸünür ve hareketlerce kullanılan “mukaddesatçılık” kavramının da “İslamcı” kavramının yerine tercih edildiÄŸi söylenebilir.
1967 yılında İsmail Kahraman’ın MTTB genel baÅŸkanlığına seçilmesiyle İslami bir söylem ağırlık kazansa da bu dönemde MTTB, muhafazakâr milliyetçi kimliÄŸini devam ettirmiÅŸtir. Kahraman’ın baÅŸkanlığı döneminde “Türk GençliÄŸi” tabiri “Müslüman Türk GençliÄŸi”ne dönüÅŸmüÅŸtür.
MTTB’nin tam olarak İslamcı bir çizgiye geldiÄŸi dönem Genel BaÅŸkanlığa Burhaneddin Kayhan’ın gelmesidir. Kayhan döneminde, Türkiye’de İslamcılık düÅŸüncesi açıkça savunulmuÅŸ ve 1969 yılından itibaren birlik, İslami bir teÅŸekküle dönüÅŸtürülmüÅŸtür. Kayhan, o dönemdeki Türkiye gençlik gruplarını dört kategoriye ayırarak deÄŸerlendirmiÅŸtir. Bu gruplar, “Solcular, Eyyamcılar, Milliyetçiler ve İslamcılar” ÅŸeklinde tasnif edilmiÅŸtir. Kayhan’a göre solcular, “menfi”, İslamcılar ise “müspet” aksiyoncular”dı. Milliyetçiler “reaksiyoner aksiyoncu”, Eyyamcılar ise “durgun kitle” olarak nitelendirilmiÅŸtir. Kayhan, İslam ideolojisinin açıkça savunulmasını, ilk İslami hareket ve İslami sloganların da Türkiye’de bu gençlik tarafından ortaya konulduÄŸunu ileri sürmektedir. Ona göre İslamcı gençlik: “kaynağını Kur’an’dan alan gençlik, gücünü Allah’tan, ilhamını Kur’an’dan, metodunu peygamberden alan gençliktir. İslam’a laf kondurtmayan, hayatını inandığı hak davada seve seve feda eden bu gençlik”tir.
“İslamcılık, XIX-XX. yüzyılda, İslamı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlak, felsefe, siyaset, hukuk, eÄŸitim…) “yeniden” hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metodla Müslümanları, İslam dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden… kurtarmak; medenileÅŸtirmek, birleÅŸtirmek ve kalkındırmak uÄŸruna yapılan aktivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve özümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak tarif edilebilir.”
İsmail Kara’nın İslamcılık tanımı içinde Müslümanım diyen her kesin “bila kaydi ÅŸart” İslamcı olduÄŸu söylenebilir. KiÅŸi kendisini İslamcı olarak nitelemese bile kavramın içerdiÄŸi anlam bilinçli-ÅŸuurlu her Müslümanı ihtiva ettiÄŸi açıktır. İslamcılık Osmanlının son dönemlerinde Batıcılık, Türkçülük veya Osmanlıcılık fikri akımlarına alternatif bir akım çerçevesinde deÄŸerlendirilebilir. Yine SoÄŸuk SavaÅŸ dönemi saÄŸ-sol ideolojiler karşısında İslamcı bir ideoloji olarak kabul edilebilir. En önemlisi de İslamcılığın öldüÄŸü suçlamasına karşı İslam’ın evrenselliÄŸi baÄŸlamında İslamcılık savunulabilir. Her ne ÅŸekilde deÄŸerlendirilirse deÄŸerlendirilsin, İslamcılık kavramı dışardan yapılan bir tanımlama olduÄŸu gözden kaçırılmamalıdır. İslamcı-Panislamist-Siyasal İslam kavramları genel itibariyle ötekileÅŸtirici/dışlayıcı/politize edici bir dil olarak kullanılmıştır. Öte yandan İslamcılık düÅŸüncesi akademik alanda, son birkaç asırdan beridir süregelen en önemli fikir akımlarından birini temsil etmektedir.
Cumhuriyetin kurulması ve hilafetin kaldırılmasıyla İslamcılık bir kırılma yaÅŸadı mı? Bu kırılmanın İslam dünyasına bir etkisi oldu mu?
Tek Parti döneminde cumhuriyet ideolojisi Batıcı ve milliyetçi ideolojiler üzerinde inÅŸa edilmiÅŸtir. Bu baÄŸlamda Cumhuriyet döneminde bir İslamcılık hareketinin varlığı bile tartışılır. İslami düÅŸünceye mensup kimileri (M. Akif v.b) bu dönemde yurt dışına çıkmış, bir kısmı (Süleyman Hilmi v.b) yer altına inerek faaliyetlerine devam etmiÅŸ, diÄŸer bir kısmı ise (Åžerafettin Yaltka, Åžemsettin Günaltay v.b) konjonktüre uygun bir anlayış geliÅŸtirerek muhafazakar Kemalist bir çizgi izlemiÅŸtir.
Peyami Safa’nın “Türk İnkılabına Bakışlar” adlı eserinde, İslamcılık düÅŸüncesine yüklenen anlam, Tek Parti döneminde bu kavramın kabulünü imkânsız kılan bir atmosferi iÅŸaret etmektedir. Bu eserde “İslamlaÅŸma” hareketinin Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra iflas ettiÄŸi, Milli Mücadele yıllarında ise Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın yanında yer almasından dolayı KurtuluÅŸ Savaşı’nda Anadolu Hareketi karşıtı bir düÅŸünce olduÄŸu ileri sürülmüÅŸtü. Ona göre “İslamcılık İstanbul’dan İtilaf donanmalarıyla beraber uzaklaÅŸtı, Vahdettin’le beraber kaçtı.” Türk inkılabında ise “milliyetçi ve medeniyetçi” prensipler İslamcı düÅŸünceyi tamamen devre dışı bırakmıştı. Tek Parti dönemi, hilafet merkezi olan İstanbul’un ve İslamcılığın İslam dünyası ile baÄŸlarının koparıldığı ve buranın artık fikri bir merkez olmaktan çıktığı dönemdir.
Tek Parti sonrası geliÅŸen muhafazakar ve mukaddesatçı kesim, 1970’li yıllara kadar Türkiye ÅŸartları içinde milli İslami bir anlayış sergilemiÅŸtir. Ortaya konulan bu anlayışın İslam dünyası ile baÄŸları zayıftır. 1970’li yıllarda bazı dergilerde yayınlanan tercümeler ile MeÅŸrutiyet dönemi İslamcı düÅŸünce ile yeniden bir temas kurulduÄŸu söylenebilir. Hasan El-Benna, Seyyid Kutub ve Mevdudi gibi düÅŸünürlerin eserlerinin tercümesi, sonrasında yaygınlaÅŸan tercüme faaliyetleri ile tevhid-i İslami bir düÅŸünce benimsenmiÅŸtir. Bu durum 21. yüzyılın baÅŸlarında sorgulanmaya baÅŸlanmış, yerli ve milli İslami anlayışlar yeniden yaygınlık kazanmaya baÅŸlanmıştır. Bu tartışmalar İstanbul İslamcılığı veya ithal İslamcılık kavramları çerçevesinde ele alınmıştır. İstanbul İslamcılığına eleÅŸtiriler daha çok DoÄŸu ve GüneydoÄŸu illerinden gelirken; İhvan çizgisi, selefi veya ÅŸii grupların Türkiye İslamcılığını ÅŸekillendiren yaklaşımları, bu hareketlerin ithal olarak eleÅŸtirilmesine yol açmıştır.
Ülkemizde İslamcılık düÅŸüncesinden kopan bazı entelektüel yazar ve çizerlerin Kemalizm güzellemelerini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? Bu hızlı kopuÅŸun ardında hangi saiklerin yattığını düÅŸünüyorsunuz?
Bu kopuÅŸ ve güzellemeler üç farklı kategoride deÄŸerlendirilebilir. Birincisi kelamî veya felsefî okumaların sonunda ortaya çıkan sorgulamalardır. Bir diÄŸeri farklı bakış açıları veya yorumlara tahammül göstermeyen bazı çevrelerin aşırı refleksleri sonucu ortaya çıkan tepkisel yaklaşımlardır. Son olarak siyasi iktidarla ilgili olduÄŸu kanaatindeyim. İktidara yakınlık veya uzaklık İslamcı düÅŸüncenin farklı yorumlanmasını beraberinde getirdiÄŸi kanısındayım.
Son yüzyılda Orta doÄŸu olarak nitelen coÄŸrafyada İslami hareketlerin güç elde etmesini ve bir yayılım göstermesini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? İhvanı Müslim’in hareketinin yüzyıllık yürüyüÅŸünde İhvanı nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz?
Hasan el-Bennâ liderliÄŸinde kurulan Müslüman KardeÅŸler TeÅŸkilatı, modern dönemle birlikte İslâm dünyasındaki BatılılaÅŸma, sekülerleÅŸme ve milliyetçilik akımlarına karşı İslâmî ilkeler ışığında bir kimlik inÅŸasını ve sömürgeciliÄŸe karşı İslâm dünyasının bağımsızlığını savunan bir misyon ile Müslümanların dini kimliÄŸe dönüÅŸünü hedefleyen bir harekettir. İslâmî bir toplum inÅŸasını, İslâm BirliÄŸini ve İngiliz sömürgeciliÄŸine karşı bağımsızlığı ön plana çıkararak kısa sürede OrtadoÄŸu’nun en etkili İslâmî yapılarından biri haline gelmiÅŸtir. el-Bennâ’nın fikirleri ve hareket yöntemi Mısır sınırlarını aÅŸarak OrtadoÄŸu’daki birçok ülkede İslâmcı düÅŸünceye referans olmuÅŸtur. Bu baÄŸlamda yirminci yüzyılın başında kurulan Müslüman KardeÅŸler, İslâm dünyasının en etkili örgütlü yapısı olarak bilinmektedir. Batı karşıtı ideolojik söylem, dinin sosyal-siyasal ve ekonomik boyutlarıyla pratiÄŸe indirgenmesini savunan “dava” bilinci hareketin önemli özelliklerindendir.
Hasan el-Bennâ tüm yabancı güçlere karşı mücadeleyi benimser ve bunu hareketinin ilkelerinden biri olarak kabul eder. Ülkenin hürriyet ve istiklalinin önemine deÄŸinerek “İslâm Nizamı” ışığında İslâm birliÄŸine vurgu yapar ve İslâm nizamının idari ve iktisadi yönleri hakkında da görüÅŸler ortaya koyduktan sonra İslâmın siyasal alana dahlini savunur. Kapitalizm, sosyalizm ve komünizm gibi ideolojilerin ve İngiliz kültürünün Müslüman toplum üzerindeki etkisine karşı İslâmî bir toplum düzenini talep eden hareket, Müslüman toplumların geleceÄŸinin İslâm’da olacağını düÅŸünen bir davet ve tebliÄŸ hareketi olarak kısa sürede geniÅŸ bir kitleye ulaÅŸmış, İsrail’in kuruluÅŸunda Filistin meselesine ilgisinden dolayı toplum nezdinde büyük bir itibar kazanmıştır. Mısır’da olduÄŸu gibi İslâm dünyasının birçok yerinde fikirleriyle Müslümanları etkilemiÅŸ ve rol model olarak benimsenmiÅŸtir.
Bir İslami hareket olarak Filistin İslami direniÅŸ hareketi HAMAS’In iÅŸgalci İsrail’e karşı mücadelesini nasıl deÄŸerlendiriyorsunuz? HAMAS’ın 7 Ekim’de baÅŸlattığı Aksa Tufanı hareketinin nedeni ve sosyo-politik yansımaları nelerdir?
Hamas’ın İhvan-ı Müslimin hareketinin Filistin kolu olduÄŸu bilinmektedir. Dolayısıyla direniÅŸin dayandığı fikri arka plan İslami/İslamcı bir düÅŸünce/harekettir. İsrail için Filistin Sorunu artık sona gelmiÅŸ iken intifada hareketinin lokomotifi Hamas olmuÅŸtur. Yüzyılın Yol Haritası ile ABD’nin Kudüs’ü baÅŸkent olarak görmesi, Batı Åžeria ve DoÄŸu Kudüs’ün statüsü artık Filistin denen bir mücadelenin varlığını bile sorgulatmaya baÅŸlatmış, İsrail’in meÅŸruiyeti ve tüm Filistin’e hakim olduÄŸu algısını meydana getirmiÅŸti. Aksa Tufanı ve sonrasındaki geliÅŸmeler, İsrail’in yüzyıllık planını bir yüzyıl geriye götürmüÅŸ, İsrail’in meÅŸruiyetinin yanında varlığını bile tekrar sorgulatmıştır.
Hamas’ın direniÅŸi, 6 gün savaşı ile Arap dünyasında yenilmez bir güç olarak algılanan İsrail ve ordusunun kağıttan kaplan olduÄŸunu gözler önüne sermiÅŸtir. Bunun için İsrail artık bir varlık sorunu yaÅŸamakta, bunu düzeltmek için de pervasızca zulmünü arttırmakta ve kontrolden çıkmaktadır. Bozulan karizmasını ve imajını yeniden düzeltme adına attığı her adımda daha da batmaktadır.
Gazze halkının teslimiyeti ve inancı sadece Müslüman dünyaya deÄŸil tüm insanlığa hitap edecek davet ve tebliÄŸe dönüÅŸmüÅŸtür. Bu mesaj, Batının İslamifobya faaliyetlerini boÅŸa çıkarmış, İslami bir yöneliÅŸ yaÅŸatmıştır. Ayrıca yönetimler farklı düÅŸünse de dünya halkları Filistin’in yanında yer alarak Yahudi lobilerinin faaliyetlerine galebe çalmıştır. Yine uluslararası sistemin, uluslararası hukukun ve kuruluÅŸların maskelerinin düÅŸtüÄŸü, mevcut statükonun sorgulanmasını saÄŸlamıştır. Tüm bunlar deÄŸerlendirildiÄŸinde Aksa Tufanı tarihin kırılma anlarından biri olduÄŸu söylenebilir. Yine tarihte etkisi uzun süren olaylardan biri olarak Aksa Tufanı (sonucu ne olursa olsun) tarihte bir destan olarak anılacaktır.
Gazze adil olmayan bir savaÅŸ var. Malumunuz Hamas sadece İsraille savaÅŸmıyor, İsrail’ e açıkça destek veren ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi güçlerle de savaşıyor. Batılı devletlerin İsrail’e bu desteklerinin ardından yatan nedenler nelerdir. Ve tam aksine Hamas’ın direniÅŸine İslam dünyasında yeterli düzeyde desteklendiÄŸini düÅŸünüyor musunuz?
Herkesin bildiÄŸi gibi İsrail, OrtadoÄŸu’da Batı emperyalizmin ileri bir karakolu misyonuna haizdir. Theodor Herzl, Yahudi Devleti adlı kitabında; “Biz orada Avrupalılar için, Asya’ya karşı bir kale burcu ve aynı zamanda uygarlığın barbarlığa karşı ileri karakolu olacağız” ifadesiyle bunu doÄŸrulamaktadır.
Nitekim İsrail kurulduÄŸu günden beri baÅŸta İngiltere olmak üzere Batı’nın tüm desteÄŸini yanında görmüÅŸtür. ABD’nin Evanjelistleri de İsrail’den daha katı Siyonist teolojisine sahip olmalarından dolayı OrtadoÄŸu’daki tüm faaliyetlerinin merkezinde İsrail’e önem atfeder. Hem OrtadoÄŸu’daki çıkarları hem de evanjelist anlayışlarından dolayı ABD’nın dış politikasını bile İsrail’in belirlediÄŸini rahatlıkla söyleyebiliriz. Büyük OrtadoÄŸu Projesi ve Yeni Dünya Düzeni’nin arka planında da yine İsrail’in güvenliÄŸi yatar.
Aynı ÅŸekilde Herzl, 1900 yılındaki 4. Siyonist Kongresinde “Yahudiler dünyanın medenileÅŸmesi için kanlarını akıtmaya hazırdır” sözleriyle Batı adına Osmanlı bakiyesi üzerinde sömürgeci emperyalist politikanın kolonileri ÅŸeklinde varlık göstereceÄŸini göstermiÅŸtir. Yine Åžimon Perez’in bir açıklamasında “İslam yok edilmediÄŸi sürece güvende olamayız” sözleri de bu durumu net ÅŸekilde ortaya koymaktadır. Aksan Tufanı sonrası İsrail CumhurbaÅŸkanı Herzog’un “Bu savaÅŸ sadece Hamas ile deÄŸil Batı medeniyetini kurtarmaya yöneliktir” açıklaması İsrail’in sadece Filistin’de deÄŸil tüm OrtadoÄŸu’da “medenileÅŸtirici” bir görevi icra ettiÄŸini gösteriyor. Elon Musk’un İsrail ziyaretinde sarf ettiÄŸi “Gazze’de eÄŸitim sistemi deÄŸiÅŸtirilmelidir ki katil nesiller yetiÅŸmesin” cümlesi İsrail’in İslam karşıtlığını ve propagandasını bunun üzerine kurduÄŸunun göstergesidir.
Denilebilir ki Hamas, orada sadece İsrail veya onun arkasındaki Batılı süper güçlerle savaÅŸmıyor. Hamas’ın bu mücadelesinin yanında aynı zamanda Batı’nın emperyalizmine ve “uygarlığın barbarlığa karşı savaşı” ve “Beyaz Adamın Yükü” gibi argümanlara karşı savaÅŸtığı söylenebilir. Bu baÄŸlamda siyonizme karşı direnç gösteren olgunun İslami Hareket olduÄŸu görülmektedir.
Bu süreçte İsrail’in sistematik soykırım ve katliamlarına karşı Batılı güçlerin sorgusuz desteÄŸinin yanında İslam dünyasındaki bölünmeler, OrtadoÄŸu’daki kukla yönetimler gibi sebeplerden dolayı Gazze’ye insani yardım götürmede bile aciz kalındığına ÅŸahit olmaktayız.