İslami Hareket, Cemaat ve Sivil Toplum Üzerine Mülahazalar

Bütün kavramlar kendi doğduğu coğrafya ve medeniyetin değerler dünyasının bir ürünüdür. Kelime ve kavramlar canlı bir organizma gibi değişim gösterip zamanla farklı manalara bürünebilmekte kimi zamansa zıt anlamlara dahi evrilebilmektedir. Zihin, söylem ve eylem arasındaki etkileşimin kavramların oluşmasındaki rolü kadar kullanılan kavramların da bu üçlü zinciri doğrudan etkilediği unutulmamalıdır. Yaşamın kuşatıcı gücünün tüm bu süreçlerde en başat rolü oynadığı ise tarihsel bir gerçekliktir.

Müslümanların en büyük problemlerinden birisi; modernleşme sonrası ortaya çıkan yeni sosyal, kültürel, ekonomik, siyasi ve teknolojik durumlarla kendi inanç değerleri arasında hayatta karşılığı/işlerliği bulunan bütüncül bir sistem kuramamış olmasıdır. Hızla akan hayatla bizim söylemlerimiz arasındaki makas her geçen gün açılıp bunun yansımalarını günlük hayatta doğrudan bir şekilde hissettikçe gerginliğimiz artmaktadır. Bu gerginliği aşmak için farklı çözüm yolları üretilmiştir. Modernist ekol Batı karşısındaki yenilmişliği kabullenerek kurtuluş ve çareyi, onları taklit ederek Batılı anlam ve kavram dünyasına teslim olmakta bulmuştur. Gelenekçi ekol ise geçmişi taklit ederek kendi gettosunda varlığını sürdürmeyi denemiştir. Bunlardan ilki Malik Bin Nebi'nin "öldürücü fikirler" ikincisi ise "ölü fikirler" kategorisine girmektedir. Bu metaforu "ölü kavramlar" ve öldürücü kavramlar" şekline uyarlamak da mümkündür. Bahsedilen terkiplere "ölümsüz kavramlar" diye bir başlık eklemek de gerekmektedir. Zira kadim olandan zahir olan bazı kavramlar ölümsüzdür. Ölümsüz kavramların tezahürleri farklı olabilse de özü aynıdır, ilgiye mazhar olduğunda diriltici gücüyle insanlığı harekete geçirir. Tarihsel bazı kavramların tüm işlevini yitirdiği halde çözüm önerisi olarak sunulması ölüden medet ummaya benzediği gibi vahiyden kopuk, fıtrata mugayir odakların zehirli/öldürücü kavramlarında hayat bulmaya çalışmak da intihar girişimine benzemektedir. İslami hareketler geleneğin tecrübesini önemsemekle kalmayıp zamanının şartlarını da anlamaya çalışmıştır. İçtihadi bir akılla cihadı kuşanarak kendi bulunduğu zaman ve mekanda vahyin şahitliğini yapmanın yollarını arayıp "ölümsüz kavramların" izini sürmeye devam etmektedir.

İslami Hareket; Kur’an ve sünnete dayanan, tevhid inancına sadık kalan, ibadet ve eylemleri bu akideye uygun olan, adalet eksenli, bütüncül bir dünya/ahiret tasavvurunu sahiplenen, ümmet bilinciyle hareket eden, yönetişimde istişare/şurayı esas alan, cihad, tebliğ ve davet çalışmalarını ana görev belleyen, yaşadığı zamanın problemlerini içtihadi bir bakışla çözüme kavuşturmaya çabalayan, yeryüzünün imarındaki sorumluluğunu idrak eden ve tüm bunların teşkilatlı bir şekilde cemaatle yapılabileceğini ön görüp ihlasla, takvayla bu ilkeleri hakim kılmak için mücadele edip bu mücadele boyunca istikamet üzere olan ahlaki duruşunu koruyan yapıların ortak adıdır.

Arapça'da toplamak bir araya getirmek manasındaki cem masdarından türetilen cemaat kelimesi insan topluluğu anlamına gelmektedir. Parçalanmışlık ve dağılma anlamına gelen tefrikanın karşıtıdır. Fıkhi kullanımda imamla birlikte namaz kılan topluluğun adıdır. En geniş anlamıyla ümmet manasında tüm Müslümanları kapsar. Yani her mümin İslam cemaatinin bir üyesidir. Kavramsal olarak ise belirli bir fikir ve dava etrafında toplanıp ittifak edilmiş bir metotla ortak hedefe doğru yürüyen topluluğa verilen isimdir. Rastgele bir araya gelen kuru kalabalıklara cemaat adı verilmez.

Sosyolojinin de önemli kavramlarından biri olan cemaat terimi tarih boyunca farklı anlamlarda kullanılmıştır. Aydınlanma dönemine kadar toplumla aynı anlamda kullanılan cemaat kavramı aydınlanma sonrası özellikle Ferdinand Tonnies’le birlikte modernite öncesi duygu temelli, kan, toprak ve akrabalık bağlarına dayalı topluluklar için kullanılıp cemiyet yani toplumun zıddı bir manaya konumlandırılmıştır. Burada köy ve şehir karşıtlığı da söz konusudur. Tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişle doğrudan ilintili yeni bir kavramsallaştırma söz konusudur.

Modern dönemlerde cemaatin artık içine doğulan bir olgu olmaktan daha ziyade yeniden inşa edilen topluluklar olduğu söylenir. Bazılarına göre bu cemaatler geleneğin bir iz düşümü olarak kaçınılması gereken bir yapı iken bazılarına göreyse modern kent yapısının zorlu şartlarında kendini yalnız ve tedirgin hisseden kişilere huzur ve güven sunan birer limandır. Bu bağlamda cemaatler, modernitenin anlam krizine maruz bıraktığı bireyi, içine düştüğü bu bunalımdan kurtarıp ona kimlik ve anlam dünyası kazandıran bir olgu olarak toplumdaki yerini alır. Modernleşme projesiyle cemaatten cemiyete doğru bir toplumsallaşma inşa edilmeye çalışılsa da göç, dini canlanma vb. nedenlerle yeni tür cemaat yapıları ortaya çıkmıştır. Zamanla bu cemaatsel yapılar farklı sentezler ortaya çıkarmıştır.

Müslüman coğrafyada cami merkezli bir şehirleşme modeli esas alınmıştır. Külliye şeklinde görev ifa eden camiler, mahalle kültürünün de mayasını oluşturur. Cami cemaati mahalledeki insan ilişkilerinin dinamik gücüdür. Medrese, vakıf, tekke ve zaviyeler de farklı cemaat öbeklerinin mekanları olarak ortaya çıkar. Cumhuriyet dönemi sonrasında bu tür yapılanmalar dağıtıldı ve toplumda geniş bir yeri olan tarikatlar yasaklandı. Yeni seküler rejim, toplumu ”hayali cemaat” olan bir ulus etrafında toplamak istedi. Ancak küçük seçkinci bir grup ve şehir merkezlerindeki bir avuç bürokratik ve yeni burjuva eliti dışında istedikleri o yeni cemiyete-ulusa kavuşamadı.

Çevreden merkeze, köyden kente göç dalgaları hızlandığında şehirlerde hem baskı altında tutulan eski tarikat yapılanmaları tekrar canlandı hem de eski yeni karışımı cemaatsel yapılar ortaya çıktı. İnanç değerleri, dayanışma, ekonomik fırsatlar, güven ortamı, çocukların eğitimi ve geleceği gibi birçok husus bu tür yeni cemaatsel yapıların güçlenip yaygınlaşmasının yolunu açtı. Cemaatler ortaya koydukları faaliyetlerle; ekonomik krizlerin daha kolay aşılması, suç oranlarının azalması, devletin yetersiz kaldığı sosyal ve kültürel alanların doldurulması gibi çok işlevsel bir toplumsal yapılanma modeli ortaya koydular. Ülkemizde yakın zamanda gerçekleşip on bir ili kapsayan büyük depremde cemaatlerin toplumsal fayda üreten bu yapısı çok yakından hissedildi.

Zamanla insan kaynağı ve ekonomik imkanlar açısından büyüyen bazı cemaatlerde istenmeyen sapmalar da meydana geldi. Holdingleşen cemaatler ya da politik arenayı hiçbir ilke tanımadan kendi menfaatleri için araçsallaştırıp inanç değerlerinin altını oyan kimi yapılar ortaya çıktı. İslam’ın en temel inanç ilkesi tevhidden sapan ve ahlaki ilkeleri hiçe sayan bazı yapılar, amaca ulaşmak için her şey mübah mantığıyla hareket etiklerinde iç ve dış istihbarat ağlarının kullandığı birer aparata dönüştüler. Ancak cemaatlerin çoğunluğu bu tür sapkın cemaatsel yapılar karşısında inanç değerlerini ve milletin menfaatlerini korumak için 15 Temmuz’da olduğu gibi hep teyakkuz halinde, doğru bir pozisyonda kalmaya çalıştı.

Beşer, doğası gereği içtimai bir varlıktır ve insanların cemaat olarak yaşaması fıtri bir olgudur. Aile cemaatin/toplumun en küçük birimidir. İnsanların farklı isim ve yapılar altında bir araya gelip örgütlenmesi bu gerçeği değiştirmemektedir. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra cemaat kavramı etrafında olumsuz hava oluşturmaya çalışanlar art niyetli çevrelerdir. Aslında bu kara progandanın borazanlığını yapan seküler çevrelerin oluşturduğu yapılar tarikatvari en büyük cemaatsel örgütler olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu seküler tarikatlerin ne kadar gizemli, kirli ve sıkı bir örgütlenme içinde oldukları günlük hayatta ve sosyal-sanal medya ortamlarında çok iyi gözlenmektedir.

Harekete geçen her düşüncenin örgütlü bir yapıya dönüştüğü gerçeğinden hareketle, cemaat olma çabasının kaçınılmaz bir durum olduğunu söyleyebiliriz. Büyük hayalleri olan ve dünyayı değiştirmek isteyen her fikri akım, din ve ideolojinin hedeflerine ulaşmak için ciddi bir hazırlık, nitelikli planlamalar ve güçlü bir teşkilata sahip olmasının gerektiği bedihi bir gerçekliktir. İslami Hareketlerin bu bağlamda teşkilat yapılanmasını cemaat olarak gerçekleştirmesi gayet tabii bir olgudur. İslamî Hareket kavramı cemaati kapsayan ancak onu aşan bir anlam ifade etmektedir. Cemaat İslami Hareketin teşkilati yönünü ifade etmektedir. İslami Hareket aşamasına geçen bir yapı kendi teşkilatına/cemaate üye olmayan kişi ve gruplarla da yoğun bir iletişim kurabilen ve hedeflerine ulaşırken farklı çevrelerle ilkesel işbirliği gerçekleştirebilen yapılanmalardır. Zira İslami Hareket için kişilerden daha ziyade kişilik ve ilkeler önceliklidir. İslami Hareketin bu muhkem duruşu, ümmeti bir arada tutması gereken cemaat olgusunu; yeni ya da paralel bir din haline getiren yanlış ya da art niyetli girişimlere fırsat vermemesi bakımından tüm çevrelerce takdir edilmesi gereken bir husustur.

Bütün kavram ve olguların suistimali, içinin boşaltılması, araçsallaştırılması, yapıbozuma uğratılarak kötü amaçlara alet edilmesi mümkündür. Cemaat kavramının son dönemlerde başına gelen üzücü olumsuz algı operasyonları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. En önemli hususlardan birisi cemaatin kenti müntesiplerinin şahsiyetini örseleyici değil geliştirici bir rol oynaması gerektiğinin bilincine varılmasıdır. Araçların gaye edinilmesi en büyük hatalardan biridir. Kontrol ve denetim mekanizmalarının eksikliği, şuranın işletilmemesi birçok problemin ana kaynağıdır. Tarikat ve cemaatsel yapılar yaşanılan tecrübeleri de göz önünde bulundurarak Kur'an, sünnet, fıtrat ve kevni ayetler ışığında kendilerini tekrardan gözden geçirmesi gerekmektedir. Cemaat, dayanışmanın, rahmetin, iş bölümünün, kardeşliğin merkezidir. Adı başka olan ama kötülüğün merkezi olarak çalışan farklı örgütsel yapıların cemaat kavramını aşındırmasına izin verilmemelidir. Seküler kesim farklı isimler altında en büyük ve etkin tarikatler ve cemaatler inşa edip tuhaf ritüeller eşliğinde kamuoyunda arzı endam etme garabetini gösterirken, dindarların içinde bulundukları eziklik psikolojisinden derhal kurtulmaları gerekmektedir. Müslümanların tüm bileşenleriyle kendi yapılarına sahip çıkmaları zaruridir. Bu sahip çıkışlık, özeleştiri ve bir takım ıslahatları gerekli kılabilir. Bazı kesimler için bu özeleştiri ve değişim ertelenmemesi gereken varoluşsal bir zarurettir.

Sivil toplum kavramı Batılı bir kavramdır, özellikle modernleşme ile birlikte birey, toplum ve devlet ilişkilerinde yeni bir örgütlenme biçimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özel alan, piyasa ve devlet arasında dördüncü bir pozisyonu ifade etmektedir. Gönüllülük, kar amacı gütmemek, çoğulculuk, devlet dışılık ve güç odaklarından bağımsızlık gibi özellikler biçilen STK’ların pratikteki konumları oldukça tartışmalıdır. Devlet karşısında bireyi ve farklı grupları korumak, onların haklarını gözetmek, özgürlükleri savunmak, demokratikleşmeyi sağlamak, otoriter ve totaliter siyasal sisteme evrilmeyi engellemek gibi misyonlar yüklenen STK'lar diğer bir yönden; devletin eksik bıraktığı, yetişemediği yerlerde toplumsal sorumlulukları yerine getirerek dezavantajlı toplulukları, zayıf bırakılmışları, çevreyi, hayvanları, tabiatı korumak gibi görevleri de ifa ederler. Sivil toplumculuğun günümüz halinin yukarıdaki hususların yanında bireyci, boş zamanları değerlendiren, yardım faaliyetlerini hobi gibi gören, etkinliklere manevi tatmin aracı olarak yaklaşan bir yönü de vardır. Ayrıca STK’ların kendini inkar edercesine küresel ve yerel güç odakları tarafından araçsallaştırılıyor olması bazı küçük değinilerle geçiştirilecek bir konu değildir.

Genel bir bakışla sivil toplum, kimi zaman İslam medeniyetinin vakıf, medrese, tekke, zaviye, lonca gibi kurumları ile örtüşürken kimi zaman tarikat veya cemaatsel yapılarlarla kesiştiği noktalar söz konusu olabilir. Özellikle kendi iradesiyle ve gönüllü olarak başkaları için faydalı olabilme çabası bu tür yapılanmaların ortak noktalarından olsa gerektir. Ancak beslendikleri felsefi ve tarihi arka plan ve hedefledikleri fayda açısından önemli ölçüde ayrışmaktadırlar.

İslam'ı Hareket kavramını teşkilati olarak modern zamanlarla ilişkilendirmek mümkün olmakla birlikte, mefhum olarak Hz. Adem ve Peygamberlerin yaptığı tevhid ve adalet mücadelesiyle başlatmak daha doğrudur. Hz Muhammed sonrasında sahabe ve ıslahat önderleri şirk, zulüm, bidat, hurafe ve sapkınlıklara karşı, inanç, ahlak, fıtrat, adalet mücadelesini sürdürmüştür. Bu bağlamda İslami Hareket, cemaati aşan bir merhaleyi ifade eder. STK formunun İslami Hareket olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. İslami Hareketin STK'ları olabilir ancak STK gömleği İslami Harekete çok dar gelir. İslami Hareket konjonktürel gelişme ve onun ürettiği geçici örgütsel formların fevkinde bir duruşun adıdır. Müslümanların muhalefette ya da iktidarda olmasıyla da doğrudan ilişkili değildir. Zira birçok temel ilkesi bu ikilemi aşan sorumluluklar yüklemektedir ona.

İslami Hareket ve STK olgusu birbirinin karşılığı değildir. Bundan ötürü ikisi arasında tam bir kıyas doğru sonuçlar üretmez. Bununla birlikte bir takım değerlendirmeler yapmak da gereklidir. Örneğin  odaklanma ve özellikle bir alanda faaliyet gösterme yaklaşımı STK'lar için önemli bir başlıktır ve kendi içinde anlamlı, doğru bir bakış açısıdır. Aynı bakış açısını cemaatlerden beklemek de  çok yerinde olmayacaktır. Zira cemaatlerin tek bir alanda faaliyet göstermesi bu tür yapıların doğasına aykırıdır. Cemaatlerin kendi potansiyelini aşan ve duruşunu bozan alanlarda faaliyet göstermesi ayrı bir başlıkta değerlendirilmelidir. İslami Hareket ise bütüncül İslam anlayışı ve teşkilatlanma tarzı itibarıyla tek bir alanda faaliyet göstermesi düşünülemez. Aksine İslami Hareketin gücü ve konumuna göre hayatın her alanıyla ilgili sözünün ve eylemliliğinin olması beklenir. İslami Hareket, sahip olduğu bütüncül hayat tasavvurunun sonucu olarak STK ya da farklı yapıları bünyesinde bulundurup öncelik durumuna göre bunlardan bazılarını ön plana çıkarabilir.

Sivil toplumun en önemli özelliklerinden olan gönüllülük konusuna gelince bu husus ele aldığımız üç kavram açısından ortak bir olgu olmakla birlikte meselenin farklı veçheleri de bulunmaktadır. STK'lar için gönüllülük daha gevşek bir bağı ifade eder. Cemaat ve İslami Hareketler içinse gönüllülük aynı zamanda görev bilincini de içinde barındırır ve bir ibadet şuuruyla eda edilir. Her ne kadar müntesiplerini bağlayıcı yasal vb. bir mekanizma olmasa da aradaki kardeşlik hukuku ve ahlaki bağlayıcılık önemli bir husustur. STK gönüllüleri için rutin bir etkinliği yerine getirmenin gönül rahatlığı söz konusuyken cemaat ve İslami Hareketlerde faaliyetler bir adanmışlık bilinciyle yerine getirilir.

STK'ların kimi zaman bir düşünce kurumu kimi zamansa eğitim ya da bir yardım kurumu vs. olarak karşımıza çıkması söz konusu olabilir. İslami Hareketse tüm bunları kapsamakla birlikte düşünce ve eylem arasında her daim bir denge kurar. Son dönemlerde cemaatlerin farklı STK’lar üzerinden kendi tabanını mobilize etmesi dikkat çekici bir durumdur. Eğer diğer cemaatleri ve ülkenin ya da dünyanın farklı toplumsal gruplarını çeşitli alanlarda etkileme gücüne ulaşılmışsa İslami Hareket aşamasına doğru önemli bir adım atılmış demektir. İslami Hareket bu bağlamda cemaat, STK, toplum, farklı kültür ve medeniyet hareketlilikleri arasında bağ kurma kabiliyetiyle öne çıkar.

Geçmişte cemaatlerin STK'laşması diye bir süreç yaşanırken son zamanlarda STK'ların cemaatleşmesi şeklinde bir olgu da gözden kaçmamaktadır. Tarikatların cemaatleşmesi, cemaatlerin tarikatleşmesi de söz konusu olabilmektedir. Bu durum bazen düşünsel bazen de teşkilatlanma biçimlerinde kendini göstermektedir. Cemaatlerin STK’laşmasın bazı sebepleri şunlardır; küreselleşme, mekanları dönüştürücü gücü, sekülerleşme dalgası, STK tarzı metod ve iletişimin yaygınlaşması, mali kaynaklardaki değişim, proje bazlı etkinliklerin artışı, gönüllülükten profesyonelliğe geçiş... Türkiye’de cemaatlerin özellikle de İslamcı hareketlerin STK’laşmasının en önemli sonuçlarından birisi de paradoksal bir şekilde devletle yakınlaşma olarak tezahür etmiştir. Aslında STK’lara biçilen devlet dışılık misyonunun hiç de inandırıcı olmadığını göz önünde bulundurursak bu gelişme bir paradoks olarak görülmeyebilir. Geçmişte cemaatler devlet ve iktidar güçleriyle karşılıklı menfaat ilişkisine girmiş olsa da ideolojik olarak büyük oranda bir temkinlilik söz konusuyken son dönemlerde bu bariyerler aşılmış gözükmektedir. Elbette bu genel değerlendirme her cemaat için geçerli değildir. İslami Hareketler düşünsel ve ekonomik bağımsızlığını koruyarak bazı cemaat ve STK’ların menfaat ilişkisine dayanan, konjonktürel rüzgara göre şekillenen iş tutma tarzına karşı itirazını yükseltip ilkesel diyalog yönteminin geliştirilmesinin yolunu açmalıdır.

Cemaatsel yapılanmaların içinde organik bir bağ ile yer almayan özellikle gençlik gruplarının butik cemaat denilebilecek gevşek küçük yapılanmalara meylettiği de gözlenmektedir. Bireysel dindarlığını sürdüren yeni nesil eğitimli gençlerin bir kısmı cemaat ya da cemaatsel bir STK'nın içinde düzenli faaliyet göstermeyi tercih etmezken STK’ların imkanlarından faydalanarak çekirdek ailesiyle dindarlığını yaşamanın yollarını aramaktadır. Bu kişiler öğrencilik dönemi ya da ailesi vasıtasıyla tanıştıkları eğitimli ve kariyer sahibi kişilerle oluşturdukları network üzerinden fayda temelli bir toplumsallığı daha konforlu bir tercih olarak benimsemektedirler.

Şaşkınlıkla izlediğimiz teknolojik gelişmeler yeni toplumsallıklar inşa etmektedir. İnternet çağında uluslararası edinilen tanışıklıklar farklı ilişki tarzları doğurmaktadır. Teknoloji devleri toplumları mobilize etmede görünür bir üstünlük kazanmaktadır. Konvansiyonel güç odakları hala hayata yön veren baş aktörler olarak belki de son dönemlerini yaşamaktadır. Dijitalleşen dünyada sanal mecraların sosyal medya diye isimlendirilmesi, toplum olgusunun nasıl da radikal bir dönüşüme maruz kaldığının işaretidir. Dijital teknoloji, yapay zeka, robotik vb. alanlardaki gelişmelerin ele aldığımız üç toplumsal kavramı nasıl etkileyeceği önemli ve ayrı bir araştırma konusudur.

7 Ekim 2023 tarihinde gerçekleşen Aksa Tufanı, İslam dünyasındaki tüm cemaat, STK ve İslami Hareketlerin kendilerini köklü bir şekilde revize etmeleri gerektiğini açığa çıkarmıştır. İslam dünyasındaki yönetimlerin çürümüşlüğü ya da İİT gibi kurumların işlevsizliği zaten biliniyordu. Ancak ümmete umut olacak İslami oluşumların tarihin önemli bir kırılma noktası olan Aksa Tufanı’nın kendilerine sunduğu bu fırsatı daha etkin kullanabilmesi gerekirdi. Aksa Tufanı’nın Batı toplumlarında oluşturduğu etki gücünü de göz önüne alarak, büyük bir kaosa doğru yuvarlanan dünyamızda umut meşalesini yakmak adına İslami Hareketlerin önümüzdeki dönemde daha ikna edici söylem ve örgütlenme biçimleriyle sahaya inmesi gerekmektedir.

STK kavram/kurumunun Batılı “öldürücü” zehirlerini bertaraf edecek, cemaat kavram/kurumunun “ölü” kalıplara mahkum edilmesini engelleyecek “ölümsüz” iradeyi ortaya koymak İslami Hareketlerin üzerine düşen bir vecibedir.

Yorum Yapın