Atilla Dede: Sabır, Tevekkül ve Samimiyet: Ali Dayı

img
Atilla Dede: Sabır, Tevekkül ve Samimiyet: Ali Dayı

Tokat merkeze bağlı Derekışla köyüne doğru, Yeşilırmağı arkama alarak ilk defa tırmandığım yıllarda arkadaşım Fuat Çağlar’ı Afganistan dağlarına neyin çektiğini daha iyi anlamıştım. Dik, ağaçsız yamaçları ve yüksek tepeleriyle burası Afganistan coğrafyasını andırıyordu. Hele ilk yıllarda, yolları da çok tozlu topraklı idi. Zaman içerisinde burası da büyük değişimler geçirdi, yolları asfaltlandı, susuz köylere su sağlandı. Köye çocuk parkı bile yapıldı.

Herhangi bir hazırlık yapıp zahmete girmesinler diye Ali Dayı’ya ilk zamanlar habersiz gidiyordum. Heyelan nedeniyle yeri değiştirilen köylerinin dik yamaçlarında inek otlatırken bulduğum olurdu onu. Ellerini öpmek için tuttuğumda adeta bir zımparayı tuttuğumu zannetmiştim ilk anda. Hayatını tamamen el emeğiyle kazanmış olan bu adam askerlik ve -oğlunun şehadetinden sonra gittiği hac yolculuğu hariç- neredeyse köyünden hiç çıkmamış, hayatı boyunca maaşlı hiçbir işte çalışmamıştı.

O kadar samimi, o kadar içten ve o kadar doğaldı ki ona ısınmamanız, onu sevmemeniz mümkün değildi. Kendine has Tokat şivesiyle sizi sever, hal hatır sorar, şehidin İstanbul’da adını bildiği arkadaşlarından tek tek haber alırdı. Memlekete giderken ya da gelirken uğrardım yanlarına. -Giderken uğramak işime geliyor, çünkü neredeyse ikindi vakti çökmüş ve ben de bir hayli yorulmuş olduğumdan geri kalan kısa yolu gazlamak daha kolay oluyor- Tabi bunu her zaman yapamıyorum.

O zamanlar Adeviye Annemiz henüz yaşıyordu. Her ikisinde de oğullarına doyamamanın, mezarını dahi bilememenin hüznünü görebiliyordunuz.   Bir ara kendilerini ziyaret etmemin onlara oğullarını hatırlatıp üzmesinden endişelendiğimi uygun bir dille ifade ettiğimde, “Sen bizim oğlumuzsun, bu evin bir ferdisin, gelmezsen üzülürüz.” dediklerinde “Artık beni kovsanız da gitmem.” diye karşılık vermiştim. Çoğu zaman ailecek gider, bazen yanımdaki yolcuları da götürerek onları da bu güzel aileyle tanıştırırdım.

Yanı başlarında bulunan bahçelerinde bir şeyler üretir ve her gelip gittiğimizde bize bunlardan ikram ederlerdi. Bozkırı andıran köylerinde nispeten gölgelik sayılan bir bahçeleri vardı. O bahçede Ali Dayımla çok sohbet etmiştik. Neredeyse kucağınıza sığacak kadar minyon bu adamın dünya kadar büyük bir yüreği olduğunu gördüğünüzde Rabbin niye kalıba değil de kalbe baktığını daha iyi anlıyorsunuz.

Oğlu ile gurur duyar Ali Dayım. O’nun anlatımlarından arkadaşımızın nasıl bir tebliğci olduğunu, ailesine nasıl yaklaştığını, onları nasıl etkilediğini net bir şekilde görebiliyorsunuz. Fuat Hoca derse devam ediyor yani. “Fuat daha 12-13 yaşlarında iken köyde imam olmadığı için insanları toplayıp teravih namazı organize etmeye çalışırdı. Kendi kendime dedim ki: Ali, bu çocuk daha 12-13 yaşlarında namaz kılmak için çırpınıyor, sen neyine güveniyorsun!”

Bir tebliğcinin tribün boş olduğunda bile nasıl davranması gerektiğini dolaylı yollardan daha önce Rahmetli Abdülhamit Turgut’tan öğrenmiştik. Ali Dayı‘yı dinlerken bu sefer dönem arkadaşımızdan da yeni bir taktik öğreniyoruz.

Ali Dayı devam ediyor: “Oğlum ben eskiden namaza gevşektim. Bir gün Fuat bana dedi ki; “Baba sen çok dürüst, çok adil, herkese yardımcı olmaya çalışan, kimsenin namusunda gözü olmayan bir adamsın. Baba sende peygamber ahlakı var. Bir de namaz kılsan var ya, tam cennetlik adamsın.”

“Oğlum, o gün bu gündür namazımı bırakmıyorum.” Ali Dayı’yı dinlerken arkadaşımın bu ince zekası ve muhatabına yaklaşmaktaki ustalığına bir kez daha hayran oldum.

Köyünü, el emeğiyle geçinmeyi, dağda bayırda vakit geçirmeyi çok sever Ali Dayım. Dedik ya, zorunlu haller hariç köyünden hiç çıkmamış. Birkaç yıl önce Adeviye Annemiz rahatsız olmuş ve yatağa bağımlı hale gelmişti. Ali Dayım hiç istemediği halde Adeviye Annemizle ilgilenmek için şehre yerleşmek zorunda kaldı. Bu hal yaklaşık 1.5 yıl sürdükten sonra Adeviye Annemiz hakkın rahmetine kavuştu.

İsimlerini bizzat Fuat hocanın verdiği yeğenlerinin yanında kaldılar bu süre içerisinde. Ali Dayım gerçekten köyden uzakta çok zorlanıyordu. Ama zamanla duruma alışmıştı.

“Oğlum” dedi, “Normalde ben yerde tükürük görse midesi bulanan bir adamdım ama şimdi bu gocagarının bütün hizmetini ben yapıyorum. Hatta öyle ki akşamın nasıl olduğunu bile anlamıyorum. Gün bana yetmiyor.”

“Ali Dayı” dedim. “Rabbim belli ki seni çok sevdi. Dedi ki, Ali kuluma sadece bir şehit babası olmak yetmez, dur ben ona bir de Adeviye kulumuza hizmet etme fırsatı vereyim. Ayrıca oradan da ödüllendireyim demiş olmalı ki sana bu fırsatları verdi.”

Adeviye Annemizi Rahmeti Rahman‘a uğurladıktan sonra Ali Dayım tekrar köye yerleşti ve Fuat Hoca’nın abisi Murat abiyle birlikte halen köyde yaşamaya devam ediyor. Artık eskisi gibi dağda bayırda (onun tabiriyle “mal peşinde”) gezemiyor. Düz ayak, evine birkaç yüz metre mesafedeki camiye gidip geliyor.  Rabbim uzun ömürler ihsan eylesin.  

Bu gözü gönlü tok, kalbindeki itminan yüzüne yansımış, elleri nasırlı, yüreği yaralı adamı ziyaret ederseniz, sahici bir insanı, bir tevekkül ve samimiyet abidesini, kavuşmayı ötelere ertelemiş, hasretini içine gömmüş Anadolu coğrafyasını ziyaret etmiş olursunuz.

 

Yorum Yapın