ModernleÅŸme ve sekülerleÅŸme arasındaki iliÅŸki nasıl deÄŸerlendirilmeli? İslam dünyasının modernleÅŸmeyle olan hikayesi nasıl okunmalı? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü olduÄŸu iddiası hakkında neler söylenebilir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "ModernleÅŸme" dosyasında Prof. Dr. M. Hakkı Akın'a sorduk.
1. Modern, modernite, modernleÅŸme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen birçok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meÅŸgul etmekte. Bu kavramların ve modernleÅŸmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz. Bu baÄŸlamda modernleÅŸmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeÅŸleÅŸtirilmesi ve farklı modernleÅŸme türleri hakkındaki düÅŸünceleriniz nelerdir?
Bu kavramlar temel vurguları ve farkları çokça düÅŸünülmeden birbirlerinin yerine kullanılabilmekte. Hatta genel geçer kullanımları dolayısıyla hatalı kullanımlara aldırış edilmemekte. Aslında dikkat edilirse modern bir sıfattır. Modern sanat, modern resim ya da modern ulus devlet dediÄŸimizde sıfatın tasvir ettiÄŸi isim ne ise onun modernleÅŸmenin etkisinde deÄŸiÅŸtiÄŸine ve geleneksel olandan deÄŸiÅŸim ya da dönüÅŸüm geçirdiÄŸine iÅŸaret etmiÅŸ oluruz. Modernite ya da modernlik, modernleÅŸmenin ürettiÄŸi genel duruma, modernleÅŸme sürece ve modernizm ise modernleÅŸmeyi hedefleyen zihniyete ve modernleÅŸme ile deÄŸiÅŸen ÅŸeylerin bütününe karşılık olarak kullanılmıştır. ModernleÅŸmenin tarihi arka planında felsefi, iktisadi, siyasi ve kültürel pek çok olayın etkilerini takip etmek mümkündür. En önemli ve süreci bir deÄŸiÅŸimden dönüÅŸüme döndüren geliÅŸmelerin başında üretim iliÅŸkilerinin deÄŸiÅŸiminin geldiÄŸini söylemek mümkündür. Elbette modernleÅŸmenin sebepleri sadece üretimin dönüÅŸümüne indirgenemez. Ancak bu dönüÅŸümün belirleyiciliÄŸinin oldukça güçlü ve merkezi bir yerde olduÄŸu söylenebilir. Tarım toplumundan sanayi toplumuna doÄŸru bir geçiÅŸ yaÅŸanmıştır ve tekrar eski üretim biçimlerine dönülmemiÅŸtir. Bu dönüÅŸümün yaÅŸandığı Batı Avrupa, dünya tarihinin gidiÅŸatında güçlenerek belirleyici bir konum elde etmiÅŸtir. ModernleÅŸme teorileri literatüründe bazı ortak noktalara vurgu yapılarak bir modernleÅŸme tipolojisi oluÅŸturulmaya çalışılmışsa da farklı toplumlarda farklı modernleÅŸme tecrübelerinin var olduÄŸu da inkar edilemez. Kendine özgü durumlar, deÄŸiÅŸen ya da öne çıkan özelliklerden bahsetmek mümkündür. Bununla birlikte Batı dışı toplumlarda da hem benzerlikler hem de kendine özgü modernleÅŸme tecrübeleri yaÅŸanmıştır. Tarihsel ve sosyolojik gerçeklik, ister istemez ortak etkilerin ve özelliklerin de farklı ve kendine göre yorumlanmasına sebep olmaktadır. ÖrneÄŸin Türk, Rus ve Japon modernleÅŸmeleri, önemli Batı dışı modernleÅŸme süreçleridir. Uzun yıllar Japonların kültürlerini korudukları halde modernleÅŸtikleri söylenmiÅŸtir ve Türkiye için de model olabileceÄŸi iddia edilmiÅŸtir. Bilhassa on dokuzuncu yüzyılın sonunda ve yirminci yüzyılın başında Osmanlı dergi ve gazetelerinde Japon modernleÅŸmesinin örnekliÄŸi epey gündem olmuÅŸtur. Ancak Japonya’da da modernleÅŸme karşısında nesillerin kültürel bir direnç gösterdiÄŸi çok tartışmalı bir konudur.
2. İslam dünyasının modernleÅŸme ile olan hikayesini nasıl okuyorsunuz? Bugün bu hikayenin neresindeyiz?
Bu soruya cevap verirken modernleÅŸmenin tarihi arka planında ve daha sonraki sürekliliÄŸinde sömürgeciliÄŸin önemli bir yeri olduÄŸunu hatırlamakta fayda var. Burada elbette sömürgeciliÄŸin sürekliliÄŸini, çeÅŸitlenmesini ve kendisini yeniden üretmesini de göz önünde bulundurmak gerekir. ModernleÅŸme öncesinde İslam dünyasının büyük bir kısmı sömürgeleÅŸtirildiÄŸi için bu hikayenin önemli bir yerinde sömürgecilik meselesi vardır. Ancak sömürgecinin teknik ve siyasi üstünlüÄŸüne raÄŸmen Malik bin Nebi’nin tespit ettiÄŸi gibi “sömürülebilirlik” durumunun içeride üretilen bir yönü de olmuÅŸtur. Bugün pek çok Müslüman toplumun sömürgecilik ve buna baÄŸlı sömürülebilirlik üzerinden bir modernleÅŸme tarihi vardır. Osmanlı Devleti’nin modernleÅŸmesi, daha çok siyasi ve ekonomik güç kaybı ile ilgilidir. Buna baÄŸlı olarak bizde modernleÅŸme, Müslüman ya da gayrimüslim toplumsal zümrelerin talepleri sonucunda deÄŸil, doÄŸrudan devletin ve bürokrasinin öncülüÄŸünde baÅŸlamıştır. Ancak Osmanlı döneminde bir yandan toplumun tarihsel olarak kurumlaÅŸmış organizasyonları var olmaya devam ederken bunların yanında yeni modern kuruluÅŸlar oluÅŸturulmuÅŸtur. Yirminci yüzyıla mektepli-medreseli ÅŸeklinde derin bir bölünmüÅŸlükle girdiÄŸimizi söyleyebiliriz. Bu bölünmede “İslam terakkiye mani midir?” sorusunun sadece İslamcılar için deÄŸil, diÄŸer fikir grupları için de belirleyici olduÄŸunu söylemek mümkündür. Ortodoks pozitivist diyebileceÄŸimiz bir anlayışla “İslam da bir dindir, dinin modası geçmiÅŸtir ve geri kalmışlığımızın sebebi odur” diyenler de bizim modernleÅŸmemizin ürettiÄŸi bir zümredir. Buna karşılık modern dönemde İslam’dan vazgeçemeyeceÄŸimizi söyleyen farklı fikir hareketlerine mensup aydınlar ve siyasetçiler de yine aynı süreçte yetiÅŸmiÅŸlerdir. “Batı’nın bilim ve tekniÄŸini alalım, ancak ahlakını ve kültürünü almayalım” ÅŸeklinde basitçe ifade edilen formülün modernleÅŸme tartışmalarının başında, biraz da yaÅŸanmışlıklara dayalı bir birikim olmaması dolayısıyla daha güçlü vurgulandığı takip edilebilir. I. Dünya Savaşı sonrasında Müslüman toplumların genel görünümü savaşın galibi devletler tarafından desteklenen rejimler ve Batıcı zihniyete sahip yöneticilerin ağırlığını yansıtmıştır. LaikliÄŸin bir ideoloji olarak dinin kamusal alandaki varlığını zayıflatma yönünde bir politik araca dönüÅŸtürülmesi, sadece Türkiye’de deÄŸil baÅŸka Müslüman toplumlarda da karşılaşılabilecek bir örnektir. Yine yirminci yüzyıl boyunca komünist rejimler altında yaÅŸamak zorunda kalan Müslümanların sayısı da az deÄŸildir. Her ÅŸeye raÄŸmen İslam, geleneksel ve yeni yorumlarıyla, çeÅŸitlenmelerle Müslüman toplumlarda var olmaya, insanların inançlarına, fikirlerine ve gündelik pratiklerine yön vermeye devam etmiÅŸtir. Bu devamlılıkta modernleÅŸmenin çeÅŸitliliÄŸi arttırıcı etkileri olmuÅŸtur.
3. İslami Hareketler ve İslamcılar ile modernleÅŸme arasında kurulan iliÅŸkiler ve çatışma noktaları hakkında oluÅŸan literatür hakkında sizin kanaatleriniz nelerdir? İslamcıların İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü olduÄŸu İslamcılığın da modernleÅŸmenin bir sonucu olduÄŸu söylemi hakkında siz neler düÅŸünüyorsunuz?
Açıkçası doÄŸrudan modernlik ile İslam’ı birbirlerine özdeÅŸ inançlarmış gibi karşılaÅŸtırmanın eksik tarafları olduÄŸunu düÅŸünüyorum. İslam’ın bütünüyle modernliÄŸe, modernizme karşı olduÄŸu bir “İslam ve modernlik” kıyası bir dönem fazlaca vurgulanmış ve hatta literatürü domine etmiÅŸtir. İslam, gelenekselliÄŸin ve modernliÄŸin daha ötesinde, ona inananlar için Allah’ın seçtiÄŸi dindir. Elbette modernleÅŸmenin Batı medeniyetine özgü bazı yönlerinin tartışılması ve bu sürecin gayriinsani yönelimleri olduÄŸu tespit edilebilir. TekniÄŸin geliÅŸmesinin siyasi ve iktisadi güç için araçsal hale gelmesiyle iÅŸleyen sistemin insanı insanlığına yabancılaÅŸtırması, bir kesime refah saÄŸlarken baÅŸkalarının zulüm altında yaÅŸamalarına sebep olması gibi pek çok örnek verilebilir. Gayriinsani olan aynı zamanda gayri İslamidir. Ancak gayriinsani durumlar sadece modernleÅŸme ile ortaya çıkmamıştır. Her devirde cahiliye ve cahiliye kaynaklı kötülükler var olmuÅŸtur. Dolayısıyla, kendi içinde pek çok parametresi olan bir süreç olarak modernleÅŸmenin bütünüyle kabulü kadar bütünüyle reddine de ihtiyatla yaklaÅŸmak gerekir. Dönemlere göre farklar olmakla birlikte, literatürde modernleÅŸmenin ve Batı medeniyetinin sözde ilerlemesinin İslam dünyasındaki geliÅŸmelerin etkisiyle gerçekleÅŸtiÄŸi yazdığı gibi, tam tersine bütün bu geliÅŸmelerin İslam ile hiçbir temasının olmadığı da yazar. İslamcılığın modern bir ideoloji olduÄŸunu ÅŸu ÅŸekilde kabul etmek mümkündür. İslamcılık temelde modern dönemde İslam’ın varlığının devam edeceÄŸi ve geri kalmışlığın temelinde İslam’ın deÄŸil Müslümanların İslam’a mesafelerinin olduÄŸunu iddia etmiÅŸtir. Gelenekçilik içinde eleÅŸtirelliÄŸini yitirmiÅŸ bir anlayışın kapattığı içtihat kapısının yeniden açılması talebi de burada önemlidir. Bu tespitlere baÄŸlı olarak İslamcılığın modern olmakla birlikte modernizmi bir bütün olarak benimsediÄŸini söylemek doÄŸru olmaz. Buradaki modernlik, dönemin ve deÄŸiÅŸen ÅŸartların farkındalığı ile ilgilidir. Ancak İslamcılık içinde daha çok geleneksel yorumları esas alanlar olduÄŸu gibi geleneÄŸe mesafeli yorumlar da bulunmuÅŸtur. Tek bir İslamcılık yorumundan bahsetmek mümkün deÄŸildir. İslamcılar da grup gruptur. Bir fikri hareket olarak kendi içinde bölünmelere ve kutuplara sahiptir.
4. Gelenek ve modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi?
Genelde literatürde gelenek ve modernlik kavramları birbirlerine zıt kavramlar olarak kullanılır. Aslında modernlik de bir geleneÄŸe dayanır. Hatta geleneÄŸin önemine vurgu yapan ve devrimcilik karşısında geleneksel kurumları koruma amacıyla ideoloji haline gelen muhafazakarlık da modern bir ideolojidir. İslamcılık dahilinde gelenek konusunda kabul ve ret kutuplarında pek çok farklı yorumla karşılaÅŸmak mümkündür. İslamcılık ister istemez bir geleneÄŸe sahip olmak durumundadır. Çünkü herhangi bir hareket, bir geleneÄŸe baÄŸlı olmadan ve bir gelenek üretmeden kendi varlığını sürdüremez. İslam da ilk insandan bu yana devam eden tevhid inancına ve peygamberlerin mücadelesine kendisini baÄŸlar. GeçmiÅŸten geleni doÄŸrulayıcıdır. Ancak geleneÄŸin artık İslam’dan uzaklaÅŸmış olduÄŸunu, İslam’ın yerel kültürlerle iç içe olduÄŸunu iddia ederek sahih ve olması gereken İslam’ı kültür ve geleneÄŸin ötesinde arama gayretinde olan İslamcılık yorumları da olmuÅŸtur. SkolastiÄŸe dönüÅŸme riski dolayısıyla katı bir gelenekçilik karşısında sırf kültür ve gelenekte yeri var diyerek maruf olanı da inkar eden reaksiyoner bir yenilikçilik iki zıt kutbu temsil etmiÅŸlerdir. Yorumları ve pratikleriyle aşırılıklarda bulunanların gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edemediÄŸini söyleyebiliriz. Yine burada öz ve form arasındaki dengesizlik de kendisini gösterir ve genelde bu iki kutup birbirine karşıt anlam dünyalarına ve sembollere sahiptir. İslam tarihi, çok önemli bir birikimdir. Bu anlamda onu bir gelenek olarak kabul etmek gerekir. Elbette iktisadi, siyasi ve kültürel olarak yapısal dönüÅŸümler yaÅŸamış ve tarım üretiminden yeni üretim biçimlerine geçmiÅŸ yeni toplumsal örgüt ve kurumlarda yorum deÄŸiÅŸiklikleri olmak zorundadır. Bu deÄŸiÅŸim, dinin esaslarından çok fıkhi meseleler etrafında yoÄŸunlaÅŸacaktır. Ancak bazı detay konulardan bile ciddi gerilimler ortaya çıkabilmekte ve taraflar birbirlerini kolayca dışlayabilmektedir. İlmi temelde konuÅŸma, tartışma ve istiÅŸare gibi bazı önemli hassasiyetler açısından pek de iyi durumda olmadığımızı söyleyebiliriz.
5. Wael Hallaq'ın da üzerinde durduÄŸu gibi İslam, modernleÅŸme dışı bir alternatif olma özelliÄŸini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu baÄŸlamdaki yetenekleri nelerdir?
Wael Hallaq’ın etik ve epistemik temeller üzerinden yaptığı modernleÅŸme eleÅŸtirileri önemlidir ve İslami bir hassasiyeti taşımaktadır. Bu eleÅŸtirilerde Hallaq’ın takip ettiÄŸi ve Modernitenin Ruhu kitabında felsefesini tartıştığı Taha Abdurrahman’ın büyük etkisi vardır. Her iki düÅŸünür de meselenin temelinde insanı tespit eder. Aslında benzer eleÅŸtirilerin ve meselenin iki yüzyıldır insanı tanımlama ve onun dünyadaki varlığını anlamlandırma odağında olduÄŸunu pek çok Müslüman entelektüel vurgulamıştır. Ancak Hallaq’ın modernitenin İslam temelli ahlaki eleÅŸtirisinin yapılması ve insanlığın geleceÄŸinin var olan tecrübe üzerinden yeniden düÅŸünülmesi yönündeki yorumları dikkat çekicidir. ModernleÅŸmenin mevcut dayanakları itibariyle dünyayı daha iyi bir yere götüreceÄŸine saÄŸduyulu hiç kimse inanmamaktadır. Ancak aynı kurumsal iÅŸleyiÅŸlerin ve toplumsal örgütlenmelerin adının “İslam” olması da onları İslami bir hale getirmeyecektir. Hallaq’ın bu yorumları son derece önemli ve yaÅŸanmışlıklara dayanıyor. İslam, her zaman gayriinsani olana alternatif olma iddiasına sahiptir ve yine olmak zorundadır. İslamcılığın ciddi bir teorik birikimi var. Ancak çok açık ifade edeceÄŸim; dünyada İslam’ı temsil ettiklerini iddia eden ve kendilerini İslamcı olarak tanımlayan pek çok lider, örgüt, parti ve hatta devlet, modernleÅŸmenin krizleri karşısında insanlık lehine henüz ciddi alternatifler üretememiÅŸlerdir. İyi fikirler, entelektüeller, siyasetçiler vb. elbette vardır. Ancak iyiliÄŸin ve iyilerin istisna halinde kalmamaları ve kurumlaÅŸarak insanlık lehine tarihin akışını deÄŸiÅŸtirmeleri beklenmektedir. Böyle bir açılım, süre giden iÅŸleyiÅŸte sadece kanunların deÄŸiÅŸtirilmesinin ya da eline güç geçtiÄŸinde kendi isteklerini halka baskıyla dikte etmenin ötesinde insani ve ahlaki bir yükseliÅŸin kurumlaÅŸması ile mümkün olabilir. İslamcıların bu baÄŸlamda yeteneklerini kullanabilecekleri ve bilgi birikimlerini arttırabilecekleri potansiyellerinin daha fazla olduÄŸunu söyleyebiliriz. Ancak bunun adalet ve hakkaniyetle hayata geçmesi noktasında soru iÅŸaretleri de oldukça fazladır.
6. ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Bu baÄŸlamda Osmanlı ve Türkiye modernleÅŸmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?
ModernleÅŸme, Batı merkezli baÅŸlamış ve Batı’nın lehine bir süreç olarak devam etmiÅŸtir. Bu, tarihi bir gerçektir. Sömürgecilik konusuna temas etmiÅŸtik. SömürgeleÅŸtirmenin yayılması ve burada bir rekabetin oluÅŸması, bugün de devam etmektedir. Bu nedenle modernleÅŸme ile emperyalizm arasında yakın bir baÄŸ olduÄŸunu söyleyebiliriz. Hatta bu yayılmacılığın hedef toplumlarda gönüllü iÅŸbirlikçileri de daima olmuÅŸtur. Kendi toplumlarına yabancılaÅŸmış ve hayranlıkla Batı taklitçilerine dönüÅŸmüÅŸ tipler dünyanın her yerinde bulunabilir. Taklitçi, yabancılaÅŸmış entelektüeller ve siyasetçiler Batı emperyalizminin yayılmasına Türkiye’de de katkıda bulunmuÅŸlardır. Bir yandan da Osmanlı’da devlet ve bürokrasi öncülüÄŸünde devam eden modernleÅŸmenin özellikle ekonomik kalkınma konusunda zihniyet, alt yapı ve yetiÅŸmiÅŸ eleman gibi ciddi eksiklikleri olmuÅŸtur. İngilizler, Türkiye’de endüstriyel ürünlerin yetiÅŸtirilmesine öncülük ettikleri gibi bu ürünlerin yetiÅŸtirildiÄŸi bölgelerde İzmir, Selanik ve Mersin gibi limanlara uzanan ilk demiryolu hatlarını da yapmışlardır. Ekonomik kalkınma, başından itibaren ciddi bir mesele olarak Osmanlı’dan Cumhuriyet’e aktarılmış ve cumhuriyet boyunca da devam etmiÅŸtir. Almanya’nın siyasi birliÄŸini saÄŸlamasından ve sanayileÅŸmede diÄŸer Batılı devletlerin önüne geçmesinden sonra, Osmanlı Devleti’nin Almanlara yaklaÅŸtığı ve onların da bu iliÅŸkiyi ticari çıkarları yönünde kullandıkları bilinmektedir. Türkiye tam olarak sömürgeleÅŸtirilmiÅŸ bir ülke olmamıştır. Ancak emperyalizme muhatap olmuÅŸtur. Zihniyet ve kültürün de BatılılaÅŸması yönünde radikal kararlar alan, uygulayan, kendi geleneÄŸine yabancılaÅŸmış bir tip, bu yayılmacılığın taÅŸeronu haline gelmiÅŸtir. Türk modernleÅŸmesinin zihniyet ve pratiklerde bir kültürel bölünmüÅŸlük üretmesi de tarihsel ve sosyolojik bir sonuçtur. Bu git gel durumumuz yeni etkilerle bugün de devam ediyor. Türk modernleÅŸmesinin kendine özgü yönleri, tarihsel ve sosyolojik gerçekliÄŸinden kaynaklanan farklarda aranabilir. Devlet ve bürokraside yaÅŸanan deÄŸiÅŸimin kendine özgü yanları olmakla birlikte Batı dışı modernleÅŸme örnekleriyle benzerlikleri de çoktur. Ancak Türkiye’de devlet ve bürokrasinin merkezinde olduÄŸu modernleÅŸmenin 1950’lerden itibaren iç göç hareketliliÄŸi ve çok partili hayata geçiÅŸ gibi önemli deÄŸiÅŸimler üzerinden halk kitlelerinin mobilizasyon imkanlarına eriÅŸtiÄŸi alternatif biçimleri ortaya çıkmaya baÅŸlamıştır. Bu, Türk modernleÅŸmesinin önemli bir kırılmasıdır. Türkiye’de son üç neslin deÄŸiÅŸim hikayesi, ikili modernleÅŸme ÅŸeklinde devam etmiÅŸtir. Hatta Osmanlı’dan devam eden hem bürokrasiye baÄŸlı olanlar hem de devlet tarafından zenginleÅŸtirilmiÅŸ kesimlerin zamanla ellerindeki iktisadi ve siyasi ayrıcalıkları muhafaza etme yönünde tutucu hale geldikleri de tespit edilebilir. İç göç hareketliliÄŸi dolayısıyla yeni imkanlar elde eden ve ciddi bir ÅŸekilde deÄŸiÅŸen daha çok köy kökenli kitlelerin ise deÄŸiÅŸimi ne kadar organize edemedikleri ve krizler yaÅŸadıkları da iÅŸin bir baÅŸka yönü. Özellikle yakın dönemde dindar kesimlerde nesiller arası geçiÅŸte yaÅŸanan kafa karışıklıkları burada akla gelebilir.
7. "ModernleÅŸme sürecinin sekülerleÅŸmeyi zorunlu kıldığı ve bu süreçte sekülerleÅŸmenin dini deÄŸerleri ortadan kaldıracağı iddiası üzerine ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda, modernleÅŸme ve sekülerleÅŸme arasındaki iliÅŸki nasıl deÄŸerlendirilmeli? Yaygın bir hüvviyet kazandırılan sekülerizm paradigması karşısında İslam/Müslümanlar nasıl var olabilir? Bu hususta neler düÅŸünüyorsunuz?
SekülerleÅŸmenin modernleÅŸmenin zorunlu bir sonucu olduÄŸu iddiası neredeyse tartışılmaz bir tezmiÅŸ gibi genelde kabul edilmiÅŸtir. Bu iddianın Batı’nın kendi tarihinde Kilise’nin toplumsal kurumlar üzerindeki hakimiyetinin azalmasıyla ilgili yönleri bulunmaktadır. Dolayısıyla Katoliklik üzerinden kurumlaÅŸan bir feodal toplum yapısının çözülmesi önemlidir ve dikkate alınmak zorundadır. Yine, KatolikliÄŸin insan ve dünya arasındaki iliÅŸkide dünyayı reddeden bir zihniyete kaynaklık ettiÄŸi de göz ardı edilmemelidir. Bu çatışma kendisini din ve bilimin uzlaÅŸamayacağı, birinin metafiziÄŸi merkeze alırken diÄŸerinin fizik gerçeklik sınırlarında kaldığı ÅŸeklinde bir kabulle dünyeviliÄŸin inkarından doÄŸanın mutlak hale getirildiÄŸi bir büyük deÄŸiÅŸimde de kendisini gösterir. Bu anlayış, pozitivizm ve scientism gibi görüÅŸlerin sorgulamadan kabul ettikleri varsayımları ve hatta dogmalarıdır. Bu geçiÅŸ, insanın yeryüzündeki varlığına yüklenen anlamı da bütünüyle deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir. Batı’da sekülerleÅŸmenin zamanla yaygınlaÅŸtığı ve gündelik hayatta dinin etkisinin azaldığı iddia edile gelmiÅŸtir ki bugün Batı ve Kuzey Avrupa toplumlarında Tanrı inancına sahip olsalar da herhangi bir dine baÄŸlı olmayanların ve ateistlerin oranının yükseldiÄŸi vakıadır. Ancak her ÅŸeye raÄŸmen bazı genellemelere ihtiyatla yaklaşılması gerektiÄŸini de vurgulamak gerekir. ModernleÅŸme ile dinin toplum hayatındaki varlığını bütünüyle kaybedeceÄŸi, sadece bireylerin vicdanında yeri olabileceÄŸine dair iddia dünyanın farklı yerlerinde yeni dini hareketler ortaya çıktığında sorgulanmak durumunda kalmıştır. Din, insanların bu dünyadaki varoluÅŸlarını ve ölüm gerçeÄŸini anlamlandırmalarını saÄŸlayan, “nasıl bir insan olmalıyım” gibi çok temel bir soruya cevaplar veren en önemli toplumsal kurumlardan biridir. Bu nedenle sosyolojik olarak dinin ortadan kalkması mümkün deÄŸildir. Nitekim din yeni biçimleri ve yorumlarıyla var olmaya devam etmiÅŸtir. Enformasyon çeÅŸitliliÄŸinin yanında enformasyonun çok hızlı yayılması ve geleneksel deÄŸerleri sürdürecek örgütlenmelerin zayıflaması, dini yorumların da çokça çeÅŸitlenmesine ve eski kurumsal sürekliliÄŸinin farklı olarak üretilmesine sebep olmuÅŸtur. Bu durum bir yönüyle sekülerleÅŸme ile iliÅŸkilidir. Ancak Batı tarihinden gelen tarihsel okumayı “bütün toplumlar için de bu böyle olacaktır” ÅŸeklinde kabul etmek hatalı genellemelere sebep olabilir. Bir kere İslam, Katolik ile kıyaslandığında dünyevi yönleri olan ve dünyayı bütünüyle reddetmeyen bir dindir. İslam’ın amacı, insan hakikatine göre din ve dünya dengesinin uyumlu bir ÅŸekilde saÄŸlanmasıdır. Ancak İslam tarihine bakıldığı zaman tahrif edilmiÅŸ dinlerin yaÅŸadıkları yozlaÅŸmaların birçoÄŸunun Müslümanlar tarafından da yaÅŸandığı görülebilir. SekülerleÅŸmenin insan hakikatini parçalayıp insanın mutlak bir dünyevilik içine hapseden aşırı yorumuna karşı İslam elbette önemli bir direniÅŸ imkanıdır. Ancak bunun için İslam’ın dünyanın geçiciliÄŸinin farkında dengeli bir dünyevilik anlayışına sahip olduÄŸunun, ruhbanlık gibi kurumlaÅŸmaların gayri İslami olduÄŸunun ve bu dünyanın sadece menfaatleri için yaÅŸayan kitlelerin hazlarını tatmin için yaratılmadığının hatırlanması gerekir. Müslümanlar, ancak kendi birlikteliklerinde bu denge halinin ahlaki örnekliÄŸini sunabilirlerse var olan yozlaÅŸmaya karşı direniÅŸ için alternatif üretebilirler. İnandıkları ve yaÅŸadıkları çeliÅŸen bir örneklik ise bırakın gayrimüslimleri, Müslümanları da etkilemeyecektir. Burada Müslümanların tamamen kötü durumda ve ahlaksız oldukları gibi genellemeleri yanlış bulduÄŸumu belirtmek isterim. Sonuçta kötülük ve olumsuzluklar medya ve sosyal medya üzerinden daha kolay alıcı bulabilir. İslam karşıtlığının dünyadaki yükseliÅŸinde de bu araçların büyük bir rolü olduÄŸu inkar edilemez. Müslüman toplumlarda iyiliÄŸin, adaletin, hayırseverliÄŸin ve merhametin hâlâ var olduÄŸuna dair pek çok örnek de verebiliriz. Önemli olan bu durumun daha istisna halinden çıkarak genel, belirleyici ve toplumsal kurumlaÅŸmaya kaynaklık edecek hale getirilmesidir. Bu kolay deÄŸil, ancak mücadeleye deÄŸer bir hedeftir.