Seyyid Kutub, Mısır’da İslami diriliş hareketinin öncülerindendi. Büyük Kur’an müfessiri ve düşüncelerinin karşılığını kanıyla ödeyen bir âlim ve fikir adamıydı. Emperyalizme ve siyonizme karşı verdiği mücadele yüzünden Nasır rejimi tarafından 29 Ağustos 1969 yılında idam edildi. Onun fikirleri ve direniş ruhu İslam ümmetini ayağa kaldırmış, mücadeleci kişiliğiyle iyi bir örnek ortaya koymuş ve şehadetiyle de inandığı fikirlerin arkasında durduğunu hepimize öğretmiştir.
Filistin’de/Gazze’de Ekim 2023’te başlayan Aksa Tufanı direnişi münasebetiyle Şehit Seyyid Kutub ’un Dava Dergisi‘nde yayınlanan “Yahudi İle Savaşımız” makalesi[1] üzerinden Şehidin siyonizm, Yahudilik ve İslam ümmeti üzerine temel mülahazalarını hep beraber irdeleyeceğiz.
Seyyid Kutub’un 'Yahudi ile Savaşımız' adlı eseri, ilk bakışta yalnızca Filistin meselesine ve İsrail’in kuruluşuna yönelik bir tepki gibi görünebilir. Ancak kitab daha dikkatli okunduğunda fark edilecek ki, Kutub bu eseriyle sadece siyasi bir meseleye değil, İslam ümmetinin kimliğine, ahlakına ve içinde bulunduğu duruma dikkat çekmektedir. Ona göre Yahudilerle Müslümanlar arasındaki çatışma, kökeni tarihin çok eski dönemlerine dayanan bir zihniyet çatışmasıdır. Kutub, Yahudiliğin tarihini, siyonizmin yükselişini, Batı emperyalizmiyle olan işbirliğini ve İslam dünyasının içine düştüğü zayıflıkları analiz ederken, meseleyi bir tür teolojik savaş olarak ele almaktadır. Bu kitabı önemli kılan şey; sadece İsrail karşıtı bir retorik değil, İslam dünyasının kendi zaaflarını tanıma çağrısı yapmasıdır.
“İslam, bir inkılap ülküsüdür/hareketidir. İslam, yeryüzündeki bütün batıl sistemleri tuz buz edip yerine kendi ülküsüne göre düzenlenmiş, yeniden yepyeni ve evrensel kurumlan koymak ister. Bu nedenledir ki Müslüman; İslam'ın oluşturduğu ve bu ebedi inkılap düzenini gerçekleştirmek için hizaya getirdiği dünya inkılapçılarının adıdır.” (sh.6)
Kutub, Yahudilerin tarihini Hz. Musa’dan itibaren anlatır. Ona göre İsrailoğulları, peygamberlerine itaat etmek yerine çoğu zaman karşı gelmiş, vahyi tahrif etmiş ve dünyevi çıkarlarını ön planda tutmuşlardır. Kutup Fîzılâl’il Kur’an adlı tefsirinde de sık sık vurguladığı gibi Kur’an’da yer alan anlatılar üzerinden Yahudilerin bozgunculukla özdeşleştiğini vurgular. Bu tarihsel çizgiye bakıldığında Yahudilerin sürekli bir şekilde fitne çıkaran, ahlaki yozlaşmayı yayan ve Allah’ın mesajına ihanet eden bir güruh olarak görmek mümkündür. Kutub, Yahudi kimliğini, sadece dini bir aidiyet değil; sürekli bir tehlike ve nifak kaynağı olarak zikreder. Ona göre Müslümanların bu tarihi gerçekleri unutmamaları gerekir. Yahudilerle mücadelenin kökeni, bugünün politik şartlarından değil, İslam’ın ilk dönemlerinden ve Kur’an’ın öğretilerinden kaynaklanmaktadır. Bu yüzden Siyonizm ile savaş, Müslümanlar için sadece siyasal değil, aynı zamanda imanî bir sorumluluktur.
Yahudiler, tarih boyunca peygamberlere ihanet etmiş, kitapları tahrif etmiş bir topluluktur. İslam’ı içten çökertmek için Müslümanları dinlerinden uzaklaştırmaya, şüphe ve fitne tohumları ekmeye çalışmışlardır. Kutub, Yahudiliği tekil bir kimlik olarak değil, sürekli değişen ama özü aynı kalan bir zihniyet olarak tanımlar. Bu yüzden bu zihniyet, çıkarcılık, dünyevileşme, bozgunculuk ve peygamberlere ihanet gibi kimlik biçimleri şeklinde tezahür etmiştir.
Yahudiliğin, ırkçı ve üstünlükçü bir ideolojiye dayandığını söyleyen Kutub, Siyonizm’in sadece Filistin’de devlet kurmakla ilgilenmediğini aynı zamanda dünya hakimiyetini hedeflediğini zikreder.
Kutub modern siyonizmi Yahudilik tarihinin doğal bir uzantısı olarak görür ve siyonizmi Yahudilerin dünya hakimiyeti idealini gerçekleştirmek için modern çağda geliştirdikleri bir hareket olarak niteler. İsrail devleti, yalnızca Yahudilerin ulusal bir devleti değil; Batı emperyalizminin İslam dünyası üzerine yerleştirdiği bir hançerdir. İngiltere’nin Ortadoğu’daki politikaları, İsrail’in kuruluş sürecinde oynadığı rol, Kutub ‘un analizinde geniş bir yer tutar. Ona göre Yahudiler, daima güçlü olanın yanında yer almış ve emperyalist güçlerle işbirliği yaparak İslam dünyasını zayıflatmayı hedeflemişlerdir.
Masonluğu, 19. yüzyılda Yahudilerin dünya hakimiyetini sağlamak için kullandıkları bir araç olarak gören Kutub, 19. yy.da bir çok şubesi bulunan mason localarının siyonizme hizmet ettiğini söyler. “Hürriyet, eşitlik, kardeşlik” gibi kavramları aslında Yahudilerin insanları aldatmak için kullandığı sloganlar olarak görür. “Masonların, kurtuluş tarihlerinden günümüze kadar çalışma ve faaliyetlerinin tek gayesi vardır. O da Filistin'de bir Yahudi devleti (İsrail Devleti) kurmak ve onu siyasi ve maddi imkânlarıyla korumaktır. Evet, Filistin'de kurulan Yahudi devleti İsrail, dünya masonları için sembolik bir devlettir. Dünya mason localarının bundan sonraki gaye ve hedefi ise, cihan hâkimiyeti ve imparatorluğudur.” (s. 14)
Kutub, Arap liderlerini ve İslam ülkelerindeki yöneticileri de eleştirir. Ona göre Filistin meselesi yalnızca toprak veya diplomatik bir sorun değildir. İsrail’e karşı verilen mücadeleyi sadece siyasi pazarlık düzeyine indirmek, Yahudi tehlikesini küçümsemek anlamına gelir. Oysa Yahudi ile savaş, ümmetin imanî birliğini yeniden tesis etme meselesidir. Bu yüzden Kutub, Müslümanların ancak Kur’an’a yönelerek ve kendi aralarındaki ihtilafları gidererek bu savaşı kazanabileceklerini söyler.
Kutub, Yahudilerle mücadeleyi Kur’anî bir zorunluluk olarak sunar. Ona göre Kur’an, Yahudilerin bozgunculuk, fitne ve zulümle özdeşleştiğini açıkça ortaya koyar. Bu nedenle Müslümanlar, Yahudilere karşı daima uyanık olmalı ve imanlarını diri tutmalıdır. Kutub, askeri gücün tek başına yeterli olmayacağını, asıl gücün iman ve ahlaki dirilişte yattığını vurgular. Bu noktada ümmetin zaferini, Kur’an’a sarılma ve tevhid inancında birleşme şartına bağlar.
Kutub’a göre cihad sadece silahlı mücadele değil, aynı zamanda fikri, ilmi ve manevi bir direniştir. İslamın, siyonizm gibi batıl sistemleri yıkmak için evrensel bir inkılap hareketi olduğunu söyler. Bunun için Müslümanların birleşmesi ve Kur’an etrafında kenetlenmesini bir zaruret olarak görür.
Kutub, savaşı sadece fiziksel bir mücadele değil, aynı zamanda zihinsel ve ruhsal bir cihad olarak tanımlar. Ona göre Müslümanların gerçek zaferi, Yahudileri askeri olarak yenmek değil, onların temsil ettiği ahlaki yozlaşma ve dünyevileşmeye karşı İslam’ın saf mesajını hayata geçirmek olacaktır.
“Hepiniz çok iyi bilin ki, emperyalistler bizi kuvvet zoru ile teslim almaya güç yettirememişlerdir. Saflarımızın arasına soktuğu fitne ve bozgunculuk propagandaları ile bizi önce parçalamış ve daha sonra da teslim almıştır. Kafalarımıza soktuğu yanlış bilgilerle önce bizi zehirlemiş, kültür ve inancımıza düşman yapmış ve daha sonra da bizi yenmeyi başarmıştır.” (s. 47)
Kutub, İslam dünyasının zaaflarını dile getirirken aslında Yahudi tehlikesini bir uyarı vesilesi olarak kullanmaktadır. Onun gözünde Yahudiler, sadece dışsal bir düşman değil, Müslümanların kendi iç zaaflarını açığa çıkaran bir aynadır. Bu açıdan Kutub‘un çağrısını bir tür iç muhasebe çağrısı olarak da görmek mümkündür.
Kurtuluşun tek yolu, İslam’a sıkı sıkıya bağlanmak, Kur’an’ı rehber edinmek ve Yahudi ile mücadelede bilinçli olmaktır diyen Kutub, “Yahudi’nin devleti, egemenliği, dünyada oluşturduğu güç, maddi üstünlüğü ve bu üstünlüğüne güvenerek savurduğu tehditler Müslümanları asla korkutmamalıdır. Yüce Allah'ın vaadine ve Kur'an-ı Kerim’in ayetlerine samimi olarak inananlar, Yahudi’nin savurduğu tehditlerden ürküp sinmezler. Cihad emrini bırakıp köleliğe razı olmazlar.” Der. Sh73
Kutub’un asıl mesajı, Müslümanların kendi öz değerlerine dönerek Kur’an merkezli bir diriliş gerçekleştirmeleridir. “Gelmiş geçmiş Amerika cumhurbaşkanlarının bir kısmı Yahudi’dir. Bugün, Amerika'yı Yahudiler idare ediyor. Amerika’da bankalar, silah fabrikaları Yahudilerin ellerindedir.” (s. 11) diyen Kutub, Siyonizm’in bir ahtapot gibi tüm dünyayı kuşattığını ve küresel amaçlar uğruna her türlü yolu mübah gören bir zihne sahip olduklarını zikreder.
Müslümanların siyonizm ve küresel emperyalist güçlerle mücadelelerinde konformizm ve dünyevileşme riskine dikkat çeken Kutub, şöyle demektedir: “Evet, Müslümanlarda ve bütün insanlarda tarih boyunca, cihad ruhunu söndüren ve savaştan geri kalmalarını sağlayan sebep mal ve can sevgisi, hayatı ve nefsi zevkleri, rahat ve huzuru cennete tercih etmeleri duygusudur. Et ve kandan oluşan maddi vücuduna tapmak, geçici ve sınırlı gayelere gözünü dikip sonsuz gayeleri unutmaktır.”(s. 94)
Kutub, siyonizme, emperyalist kuşatma ve dünyevileşme tehlikesine karşı canını ortaya koyarak tüm insanlığa bunun bedelinin ne kadar ağır olabileceğinin mesajını vermiştir. Yaklaşık yüzyıldır Filistin’de devam eden işgal, kuşatma ve son iki yılda yüzbinlerin ölümü göstermiştir ki “Yahudi ile savaşımız” uzun soluklu, maddi ve manevi hazırlıkların neticesiyle ancak zafere erecektir. Filistin’in işgali, yada kurtuluşu bu süreçte sadece bir duraktır. Ümmet olarak içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetinin farkında olmak, Siyonizm ve küresel dostlarına karşı yekvücut mücadele etmek durumundayız. Bu savaşta yerini almayan her Müslümanın günün sonunda zarar etmesi kaçınılmaz olacaktır.
İslam Siyonizm karşısında mücadele edebilecek en büyük aksiyon güçtür. Dünyayı Siyonizm’in merhametine terk etmemek ve insanlığa değer katacak adil dünyayı inşa etmek başta biz Müslümanların ve sonrasında tüm erdemli insanların sorumluluğudur
[1] Kutup Seyyid, Yahudi ile Savaşımız, Arslan yayınları. Kitap daha çok Seyyid Kutub’un dava dergisinde yayınlanan yazılarından oluşmaktadır.