Küresel hegemonya karşısında Aksa Tufanı dünya halkları için farklı seçeneklerin kapısını aralayabildi mi? Aksa Tufanı İslami hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkileyecek? Âlim, aydın, akademisyenler, kanaat önderleri ve STK'lar Siyonist soykırım karşısında gerekli performansı gösterebildiler mi? İslam Düşüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "Aksa Tufanı" dosyasında Taha Kılınç'a sorduk.
1. Aksa Tufanı hamlesine nasıl bir anlam yüklüyorsunuz? Bu süreci önceki operasyonlardan, kıyam hareketlerinden ve maruz kalınan katliamlardan farklı kılan yönler nelerdir?
Hadisenin başlangıç noktasına gittiğimizde, Gazze dışında yaşayan Hamas liderlerinin bile Aksa Tufanı karşısında şaşkınlığa düştüklerini hatırlamak gerekir. Hamas’ın Gazze’deki lideri Yahya Sinvar ve ekibinin büyük bir titizlik ve gizlilikle hazırlandığı bir operasyon bu. Hal böyle olunca, sonrasındaki süreç de çok sayıda yeni durum ortaya çıkardı. İsrail neredeyse bir yıldır hiç durmaksızın Gazze’yi vuruyor, ancak buna rağmen Hamas’ın savaş ve saldırı kabiliyetini ortadan kaldıramadı. Bu durumu kendileri de itiraf ediyorlar zaten. Aksa Tufanı’nın yol açtığı en büyük yenilik, İsrail’in acziyetini bütün çıplaklığıyla bütün dünyanın gözüne sokmasıdır. Ödenen ağır bir bedel var doğru, ancak sözünü ettiğim nokta da İsrail’in akıbetini doğrudan etkileyecek bir potansiyele sahip.
2. Aksa Tufanı üzerinden bir yıl geçti. İlk dönem yapılan değerlendirmeler ve şu an yapılan yorumlar arasında hangi benzerlik, farklılık ya da tutarsızlıklar var? Yaşanılan bir yıllık süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Aksa Tufanı, bütün dünya için, ama özellikle de İslâm dünyası için bir sınav oldu. Halklar da hükümetler de kendi sınavlarını veriyor. Hükümet anlamında bu sınavdan geçer not alabilen henüz yok. Hepimizin karnesi kırıklarla dolu. Aksa Tufanı, bu anlamda kendimizle yüzleştiğimiz, iddialarımızın ve sloganlarımızın teste tabi tutulduğu, samimiyetlerimizin derecesinin belirlendiği bir ayna ve terazi de oldu. İşgalin ve vahşi saldırganlığın sadece sloganlarla veya hamasetle engellenemeyeceğini hepimiz gördük. Her alanda daha sıkı çalışmak mecburiyetindeyiz.
3. İslami bir hareket olan HAMAS öncülüğünde gelişen Aksa Tufanı, İslamcılık tartışmalarını ve İslami Hareketlerin düşünsel ve kurumsal yapılanmasını nasıl etkiledi/etkileyecek?
Zaman zaman modern dönemde eski savaş usullerinin artık rafa kalktığı, şimdi “siber” savaşların veya ekonomik rekabetlerin belirleyici olduğu gibi genellemeler yapılıyor. İsrail’in Gazze’de uyguladığı soykırım, klasik savaşların hâlâ denklemi belirleyen ana unsur olduğunu gösteriyor.
Meseleye İslâmcılık veya “cihad fıkhı” açısından bakarsak: Cihadın tanımını son zamanlarda neredeyse “sabah namazına kalkmak cihaddır” noktasına kadar gevşetmiştik. Aksa Tufanı bize cihadın en gerçek ve somut biçimde nasıl yapılacağını gösterdi. Demokratik teamüller, müzakereler, birlikte yaşam, hoşgörü, fikir özgürlüğü, vs. sayısız kavram, savaşın gerçek ve katı duvarlarına çarptı ve parçalandı. Temel kavramların üzerinde tepinerek ve ilkeleri çekiştirip sündürerek birer “salon kulübü”ne dönüşen nice İslâmî yapının, bu süreçten alması gereken büyük dersler var diye düşünüyorum. Bu noktada gerekli özeleştirilerin yapılmaya başladığını şimdiden görüyorum.
4. Aksa Tufanı sonrası gerek Filistin'de gerekse bölge ülkelerindeki mevcut statüko aynı şekilde devam edebilir mi? Bangladeş'te seküler diktatörün devrilme sürecinde Aksa Tufanı'nın etkisi olmuş mudur? Benzer sonuçların yarım kalmış Arap devrimlerinde tekrarlanma olasılığı hakkında düşünceleriniz nelerdir?
Filistin’de siyaset tamamen tıkanmış durumda. Hamas-Fetih bölünmesinin yanında, ta Arafat döneminden beri içeride tutulan Mervan Berğûsî, iç çekişmenin başka bir odağını oluşturuyor. Filistin meselesine dışarıdan müdahaleler (İran, Suudi Arabistan, Mısır vb.) de, İsrail işgalinin yanında, mevzunun kördüğüm haline gelmesinin diğer ana nedeni. Aksa Tufanı, tüm bu kaotik atmosferin üstüne geldi. Yarın silahlar sustuğunda, Mahmud Abbas yönetiminin İsrail’le derin angajmanları elbette bütün boyutlarıyla masaya yatırılacaktır. Filistin sahnesinde Hamas’ın etkinliğinin, hareket üzerindeki İran gölgesinin boyutuna göre şekilleneceği kanaatindeyim. Hamas yönetim kadroları, -şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da- İran’ın ideolojik tasallutundan korunmayı başarırlarsa, hareketin Filistin için umut olmaya devam edeceğini düşünebiliriz. Tersi olursa, Hamas da tabanını kaybedecektir. Bangladeş’te yaşananların ise, tamamen ülkenin kendi şartlarıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Şeyh Hasina zaten artık “eskimiş” bir diktatördü, ordunun arka planda bulunduğu bir senaryo dâhilinde devreden çıkarıldı. Bangladeş gibi ülkelerde, orduya rağmen değişim ve dönüşüm oldukça zordur. Öğrencilerin kendi kendilerine başbakan devirdiklerini zannedip hayal kurmamak gerekir. Nitekim Şeyh Hasina’nın yerine gelen meşhur ekonomist Muhammed Yunus, Clinton ailesiyle çok yakın ilişkilere sahip.
5. İİT, Arap Birliği gibi örgütlerin konumu ne olacak? Meşruiyetleri ve güvenirlikleri uzunca bir süredir yükses sesle sorgulanan ve iflas ettiği söylenen uluslararası arası düzen yerine nasıl bir yeni dünya düzeni kurulacak? Büyük savaşların galipleri tarafından kurulan dünya düzenin sonuna geldik mi?
İslâm İşbirliği Teşkilâtı (eski adıyla İslâm Konferansı Örgütü), rahmetli Suudi Arabistan Kralı Faysal’ın öncülüğünde, 1969’daki Mescid-i Aksâ yangınından sonra kurulmuştu. Ancak 1975’te Kral Faysal’ın bir suikasta kurban gitmesiyle birlikte, teşkilât sonraki Suudi Arabistan yöneticileri tarafından zaman içinde pasifleştirildi ve tümüyle hantal bir bürokratik aygıta dönüştürüldü. Uluslararası sistemdeki meşruiyet krizlerini sorgulamak noktasında, mevcut yapısı içinde İİT’den bir beklenti içine girmemek gerekiyor. “Yeni Dünya Düzeni”nin teklediği ve aksadığı görülüyor, ancak hiçbir devlet de başkalarını tamamen boş vererek kendi menfaatlerini dünyaya dayatacak kadar güçlü değil. Zaten çok güçlü bir tek odak olsaydı, bunca gerilim mutlaka bir dünya savaşına yol açardı.
Mevcut sistemin yerine yeni bir sistem önerebilme potansiyeline sahip tek odak, Müslüman dünyanın içindedir. Fakat şu anda geçirmekte olduğumuz dönüşüm ve değişimler, henüz global çapta bir hareketlenmeye müsaade etmiyor. Bu durumun ilanihaye böyle gitmesi mümkün değil. Mutlaka bir kapı ve ufuk açılacaktır.
6. Âlim, aydın, akademisyenler, kanaat önderleri, STK'lar İslam dünyasında, Batı'da ve diğer bölgelerde Siyonist soykırımı karşısında nasıl bir tavır ortaya koymuşlardır, gerekli performansı göstermişler midir?
Yeterli, caydırıcı, ikna edici ve toplumu peşinden sürükleyici bir duruşun sergilenebildiğini söylemek maalesef mümkün değil. Filistin meselesi özelinde, söz konusu dağınıklığın temelinde, mevzunun tarihinin ve teorik altyapısının yeterince bilinmesinin yattığı kanaatindeyim. Her boyutuyla bilmediğiniz ve kavramadığınız bir konuda doğru tavır sergileyebilmeniz, ancak şansa bağlıdır. Filistin meselesi, onca slogana ve hamasete rağmen, Türkiye’de en az bilinen konulardan biri. Bu garip tenakuz, beni hep şaşırtmıştır.
7. Yaşadığı anlam bunalımını teknolojik ilerleme ile kapatmaya çalışan, fütüristik bir gelecek kurgusuna, dijital dünya ve yeni sekülerleşme dalgasını basamak kılan küresel hegemonya karşısında Aksa Tufanı dünya halkları için farklı seçeneklerin kapısını aralayabilmiş midir, bu süreçte İslami Hareketler nasıl bir rol üstlenmelidir?
Sekülerleşme ve küresel hegemonya, sadece Müslümanları değil, dünyadaki bütün fikrî ve dinî yapıları derinden etkiliyor. Bu, yalnızca Müslümanların derdi değil. Dolayısıyla, mikrofonu kime uzatsanız benzer serzenişleri dinleyebileceğiniz bir mevzudan söz ediyoruz. İnsanoğlu deneme-yanılma usulüyle öğrenebilen bir varlık olduğundan, Müslümanlar ve diğer bütün topluluklar, bu süreçle başa çıkmaya çalışırken kayıplar verecekler ve kaybederek kazanmayı öğrenecekler.
İslâmî hareketlerin rolünün hem yerellik hem de ümmet çapındaki derinliği aynı anda yakalayabilirlerse geçerli olacağını düşünüyorum. Özellikle Türkiye’de, şöyle bir handikap gözlemliyorum: Bazı hareketlerin ayağı sadece burada, bazılarının ayağı ise sadece dışarıda. Bir örnekle açıklamak gerekirse, Ali Ulvi Kurucu ile Malcolm X’i aynı derinlikte kavramadıkça, bu topraklarda İslâmî hareketlerin tutunma şansı azalıyor. Kanaatimce, bu noktaya daha fazla kafa yormak gerekiyor.