Ali Emre Şiirinde Tarih ve Edebiyat Daveti: Ummandan Halkin Di̇li̇ne Damlayan Sözlük

Ali Emre, bilinçli ve özenli bir çabayla sürdürdüğü şiir yolculuğuna ara verip romanlarıyla gündemde kalmaya devam eden bir edebiyatçı. Son yıllarda yazdığı romanlar üzerinden tanınması, bir bakıma şairliğini gölgede bıraktı. Oysaki aradan geçen zamana rağmen diriliğini korumaya devam eden şiirleri, kendi yatağında akmaya devam ediyor. Şiir konusunda en velut olduğu dönemde yayımlanan ve 3. baskısı ‘Meleklerden Bir Umman’ adıyla sunulan kitabı, zamanın yıpratıcılığına direnen şiirlerden oluşur.  Onun şiirindeki bu gücü; çalışkanlığına, geniş ölçekli okumalarına ve bilgilenme konusundaki gayretine de bağlamak mümkün. “Şiirin kimyasını, biçim ve içerikle ilgili sorunlarını konuşurken karşımıza çıkan bütün yaklaşım biçimlerini, kuramsal görüşleri, değerlendirme ve çıkarımları şairin izlemesini ve önemsemesini beklemek; onu müthiş bir sıkletin, bilgi yükünün ve zihinsel bir kaosun kucağına itmektir.” şeklinde bir tespitiyle şairin yükünü hafifletmeye çalışsa da kendisi bu yükün altına girmiş ve onu seve seve kucaklamıştır.

Türk şiirini yakından takip eden bir şair Ali Emre. Onun bu eksendeki dikkatini ve çabalarını, yayımlanan çeşitli yazılarında da görebiliyoruz. Sezai Karakoç'tan İsmet Özel'e, Cahit Zarifoğlu’ndan Edip Cansever’e, Necip Fazıl’dan Arif Ay’a, Ahmet Oktay’dan Süreyya Berfe’ye kadar birçok şairi şimdiye kadar fazla değinilmeyen yönleriyle ve ilgi çekici bir üslupla konu etti yazılarına. Aynı zamanda Ömer Erdem, Hayriye Ünal, Ali Ayçil, Mehmet Can Doğan, İbrahim Tenekeci, Ali Kozan, Yücel Kayıran gibi görece daha genç birçok şairden yazılarında söz ediyor olması, günümüz şiir duruşları hakkında yaptığı tespitler, onun bu ülkede yazılan şiire yönelik ilgisinin ne kadar güçlü ve güncel olduğunu gözler önüne seriyor.

Yazılarında şair-şiir değerlendirmelerinin yanı sıra şiirle ilgili kavram ve sorunların irdelenmesine de önem verdiğini görüyoruz. Günümüzde oluşan şiir dilini yakından izlemeyi ve ona kendi çizgisinde katkıda bulunmayı da ihmal etmiyor Ali Emre. Geleceğin şiirine yol açmaktan söz ediyor. Türkçeyi bilmeden şiirde çığır açmaya yeltenenleri eleştiriyor. Çok iddialı manifestolarla okuyucu karşısına çıkan şairleri yakından tanımakla birlikte, onların arasına katılmıyor.

Ali Emre'nin söz konusu kitabında toplanan şiirlerinde dikkatimizi çeken önemli bir özellik de oluşturduğu metinlerin kendinden önceki metinlerle çeşitli bağlamlardaki ilişkisidir. “Meleklerden Bir Umman” kitabının sayfalarında adı doğrudan zikredilen şiir ve şairler ya da mısralar arasına özenle yerleştirilen ifadeler, birçok şair-şiir, yazar veya kitapla ilişkilendirilebilir. Şairin Türk şiiriyle kurduğu güçlü organik bağ, şiirine de sirayet etmiş. Özellikle imgelerini oluştururken ya da meramını dile getirmeye çabalarken başka şairlere atıflar yapması, okuru, ilgisini ve birikimini gösteren çeşitli işaret fişekleriyle selamlaması, edebî atlasımıza göndermelerde bulunması dikkat çekicidir.  Kurduğu metinler arası ilişkiler, dizimsel ve dizgesel anlam ilişkileri açısından şiirine güç katmıştır.

Ali Emre şiirinin bir başka özelliği de coğrafya parselasyonu ile inanç ve kolektif kimlikler arasında bağlar kurmasıdır. Bu bağlar, benzerlik ve aidiyet içeren vurgularla dile gelir. Aynı zamanda karşıtlığa, saldırgan ve buyurgan düşman iklimine, yabancılaşma ve yozlaşmanın temerküz ettiği adreslere dair ayrımlar da içerir. Açılış şiiri olan ‘Kırbaç’ ta yer alan şu dizeler, daha ilk elde küçük bir şahıs ve eşya kadrosu eşliğinde söz konusu ayrıma ve kamplaşmaya değinir:

“Hısmıdır tefeciler, engizisyon ve giyotin

tüm evreni bir kıtaya yığmak

utançla diz çöktürmek için.”

Kıyıcı, çıkarcı ve sömürgeci Batı; şairin bütün yaşam ve söz alma alanlarının son çözümlemede negatif bir karşılığıdır. Ali Emre, bin türlü enstrümanı, açık ve sinsi tezgâhı arkasına alarak kendisine / kendi insanına hücum eden arsız saldırganlıktan rahatsızdır. Daha öncesi olmakla birlikte, söz gelimi, küresel bir istila hareketi olan Haçlı Seferleri ile görünürlük kazanan bu tutum hem coğrafi hem de siyasi bir boyut kazanmış ve başka beldeleri kağşatmıştır. Havai fişek ve buldozer sesleriyle irkilip yiten meseller, evlerin büyüsünü bozmuştur artık. Nemrut caddeleri bağrında besleyen şehir, gökdelenlere saklanıp Ramses’i aratmayan bir zorbalıkla, gürbüz yaramızla oynamaktadır. Zevkin doruklarında bir akıl tutulması hâkimdir. Bize özgü muhteva ve müfredat kaybolmuştur. Cehaletle bütünleşen taklitçilik; Itri’nin, Nedim’in, Patrona Halil’in kendi gerçekliğinden farklı algılanmasına yol açmıştır. Kalkanlarını yitiren ve eğni değiştirilen yeni hayat, önünde hep diz çökülmesini istemektedir. Umudu kağşamış şehirlerde sürdürülen bu teslimiyetçi duruş, sırnaşık komşular, hınzır kadınlar, gözdağı veren politikacılar, halayıklar ve kekeme şairlerin de desteğiyle alafranga bir döneklik, puştluk sarmalı oluvermiştir. Kızgınlık, öfke ve ironinin yanı sıra yabancılaşmanın getirdiği bir acı ve hüzün yumağı da kendini daima hissettirir:

“Puşt ve minyatür bir

amerika besliyor sofrasında herkes.

Görmüyor bilginler yoldaki işaretleri

yola hiç çıkmadıkları için.”

Şiirde konuşan özne, eleştirel ve didişmeci tutumu bırakmadan bir ırmak gibi kendi yatağını açmanın derdindedir. Elleri morfin ve tütün kokan ecinniler yerine; tankların önüne yatan, iki dağın öpüşmesi gibi gülerek ölen kızları, Selahattin’i, Yusuf’u, Şuayb’ı, Battal Gazi’yi koymaktadır. Böylece pişmiş aşa su katıp “son dakka golü gibi” puştluğun inini yıkacaktır. Özgürlük ve doğallığın işareti olan uzun, gür, omuzlara akan saçlar barbarlar tarafından kısaltılmış, hayatın temel anlam alanları boğulmuş, anlam dizgesi barbarca budanmıştır. Roma’yı yağmalayan Cermen soyundan gelen Vandallara benzer bu barbarlar.

‘İçi Geçen Kandil’ şiirinde daha çok Yusuf ile Züleyha, Alâeddin, Alamut, Hülâgû, Nureddin Zengi, İzzeddin Kassâm, Fuzulî gibi tarihî figürlere göndermelerde bulunan Ali Emre; ‘Güzistan’ şiirinde ‘Güvercin Gerdanlığı’ kitabı üzerinden İbn Hazm’ı, ‘Çocuk ve Allah’ kitabı üzerinden de Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı devreye sokar. Hiciv ve kaside üstadı Nef’î, kısa fakat müstakil bir şiirle selamlanır. ‘Gök Kaçınca Üzerimizden ve Yıldız Dengi Çözülünce,’ Turgut Uyar ve Ece Ayhan telmihlerine ev sahipliği yapar. ‘Yalan Giysisi,’ ‘Sefiller’ romanıyla meşhur Victor Hugo’ya düşürür bir ara yolunu. ‘Gelinlik Bakarken’ şiiri, “Rahlede Niçe okumuş, dalgın çıkmıştı sokağa” dizesiyle başlar. ‘Sessizliği, Kuzuların’ şiirinin, sadece başlığı üzerinden Thomas Harris’in romanına ve Jonathan Demme’nin yönettiği aynı adlı filme yürümek mümkündür. 12 Eylül’ün yansımalarına odaklanan ‘Çarşı İzni,’ darbeci generallerin yanında Dallas çılgınlığına ve Hasan Mutlucan türkülerine de temas eder. Hakeza ‘Devrik Diktatör,’ Şili’deki darbeci general Pinochet üzerinden bu eğilime sahip zorbaları alaya alır. ‘Kastamonu’ şiiri, şehrin ulularını göz ardı etmez.

Ali Emre şiirinin hem duyarlılık ve inanç düzlemi hem de şiir coğrafyası ve poetik tutum açısından Sezai Karakoç’a yakın durduğunu söylemek mümkündür. Halkın dilini şiirine kaynak olarak kullanması ve sıfatlar eşliğinde oluşturduğu alışılmamış bağdaştırmalar ise, İsmet Özel’i hatırlatan bir yön oluşturur şiirlerinde.

Sözcüklerin anlam ayırıcıları ve anlam belirleyicileri yönünden alışılmışın dışında bir anlam bağlantısıyla kullanılması, şiirde güçlü imgelerin yaratılmasına olanak verir. Ali Emre, gündelik dilin dışında kalan sözcükleri bu maksatla şiirlerinde sıkça kullanmıştır. ‘Abraş, bungun, yeldirme, replik, peşkir, salaş’ gibi sözcüklerle oluşturduğu alışılmamış bağdaştırmalar şiirine güç katmıştır.

“Şehre varıp feryad ü figan koparsak ne” dizesiyle Yunus Emre’yi anmayı da ihmal etmeyen şair; güçlü heyecan ve öfkesini, kültürel ve tarihî birikime yaslanarak, kitabın edebî kadrosunu sürekli genişleterek dengelemeye ve zenginleştirmeye çalışır. Temel istikameti belli olsa da ilgi alanı çoğuldur zaten. Yolunmuş saçlara, dövülmüş döşlere, kimsenin aldırmadığı kentlere asla kayıtsız kalmaz. Herkesin hakkından gelecek bir yağmuru, Ali cenkleri okuyup evini genişleterek beklemektedir. Kim bilir belki de bitik bir yası bu şekilde onarmaktadır. Gözlerini kaçırarak, perdeleyerek değil; bilerek ve yanarak yapar bunu, yaşadığı zamanı ve coğrafyayı bir ok gibi aklına saplamıştır zira:

Yüreği hep ağzında kadim bir fiildir burda acı

Yas kitabını tek bir günde milyon sayfa sıçratır

Melekleri kovmaya yeltenen yeni ve ucube yaşayış karşısında şiirden bir kalkan inşa ediyor Ali Emre. İnsanlık denizine, edebiyat ummanına, tarih ve coğrafya atlasına, söz ve tavır deryasına, geniş bir şahıs kadrosuna bata çıka güçlendiriyor o kalkanı. Hissiyatı, farklı tematik ilgi ve akrabalıklarla besleyerek yol alıyor aynı zamanda. Tarihin, coğrafyanın, edebiyatın, şiir birikimimizin uyuşan, uyuyan, sönümlenen, unutulan taraflarını didiklemekten, onları yeniden sahneye çağırmaktan çekinmiyor. Hafızaya yeni bir alev tutuyor böylelikle. Unutkanlığın istilasını azaltmaya çalışıyor. Hem oluşturduğu şiir dilini hem de hayata karşı duruşunu şiire dair birikimiyle beslerken özgünlüğünü korumayı da başarıyor. Mehmed Âkif gibi biraz. Safahat’ın o büyük şairine de selâm çakıyor elbette:

Durakta safahat okuyan, üsküdar’ı şiirle besleyen kızlar

Sözlüğü ilaç yapıp imeceyle damlatıyorlar halkın diline

 

Yorum Yapın