İslam Düşüncesi sitesi olarak hazırladığımız ve Ağustos ayı boyunca yayınladığımız "İslamcılık" dosyasında; alim, düşünür, aktivist ve akademisyen kimlikli on farklı yazarla İslamcılık konusunu ele aldık. İslamcılığın dünü, bugünü ve geleceğine dair farklı sorular sorduk. "İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur yoksa kadim bir akım mıdır?", "İslamcılık öldü derken kim neyi kastediyor?", "Aksa Tufanı ve İslamcılık arasındaki ilişki nasıl yorumlanmalı?" gibi sorularının üzerine gittik. Bu bağlamda sorulara verilen cevaplarda öne çıkan başlıkları sizler için özetledik.

 

"İslamcılık bedenlerimizi, zihinlerimizi, kalbimizi Allah’ın nuru ile meşbu kılma nidasıdır."

 

"İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?" sorusuna verdiği cevapta;

Aydın Bilgi İslam dinin korunmuş Kitab'ının, Kitab'ı şahsında tecessüm ettiren Peygamber'in ve onun eliyle tesis edilmiş İslam toplumunun hakkı arayanlar için hiç sönmeyen bir meşale olduğunu söylemektedir. Buna göre İslamcılık, bu meşaleden uzaklaşmış Müslümanları isimleri ile müsemma olmaya yapılan çağrının adı olmaktadır.  İslamcılık İslam düşüncesinin içkin bir çocuğu olup, tarih boyunca devam eden tecdit, ıslah ihya gibi kavramsallaştırmaların modern zamanlardaki görünümü bedenlerimizi, zihinlerimizi, kalbimizi Allah’ın nuru ile meşbu kılma nidasıdır. İnsanın olduğu yerde düşünce; düşüncenin olduğu yerde farklılaşma kaçınılmaz olduğundan dolayı İslamcılığın da farklı tezahür biçimlerinin bulunması tabiidir.

Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara İslami değerleri modern zamanlarda fert, toplum ve siyasette yeniden etkin ve hakim kılmak adına yürütülen her türlü fikri ve fiili, şahsi ve teşkilatlı çalışmaların yekününün İslamcılık başlığı altında toplanabileceğini söylemektedir. Hedefler büyük ölçüde aynı olmakla beraber metot ve yöntemde İslamcı farklılaşmaların olması gayet tabiidir. Bunun doğal bir seyir ve kaçınılması zor bir netice olduğu idrak edildiğinde, kabul edilebilir olup olmaması ikincil bir mesele haline gelir.

Ercan Yıldırım'a göre İslamcılık 1699 tarihinde imzalanan Karlofça Anlaşması’ndan sonra Müslümanların ve İmparatorluğun, Batı medeniyetinin yükseldiğini, kendilerinin ise geri kaldığını hatta yenildiğini tecrübe edip anlayarak Batıyı yakalayıp geçmek, yeniden üstünlüğü ele almak için uyguladıkları tecdid-ihya-inşa şuuru, çabası ve zihniyeti ile özellikle Tanzimat’tan sonra Batı düzeninin Müslümanları etkisine almasıyla İslam’ı iktisadi-siyasi-ahlaki-kültürel-hukuki-eğitim boyutlarıyla bütüncül düşünme ve hayata hakim kılma; Cumhuriyet döneminde ise bunlara ek olarak Kemalizmin dini uygulamalarını aslına rücu ettirme, Müslümanları ve İslam’ı yeniden merkeze yerleştirme misyonudur. Bu bağlamda Yıldırım İslamcılığı; İslamcılığın doğuşu, Tanzimat-Meşrutiyet İslamcılığı ve Cumhuriyet İslamcılığı şeklinde üç ana döneme ayırmaktadır.

 

"Alternatif bir dünya düzeni perspektifini merkezine almayan bir İslamcılık tanımı doğru, yerinde ve yeterli olmayacaktır."

 

Kamil Ergenç İslamcılığın, ilahi vahiy bilgisi, nübüvvet pratiği ve bu bilgi-pratikle mütenasip geleneksel birikimden ilham alarak, özelde Müslüman toplumları genelde insanlık ailesini, bugünün küfrünü/zulmünü üreten seküler-ırkçı-sömürgeci-pozitivist aydınlanma ideolojisinin tahakkümünden/hegemonyasından kurtarmak üzere teşekkül etmiş bir ideoloji olduğunu ifade etmektedir.

Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan göre İslamcılık, öncelikle siyasal bir düzen tasavvurudur. İslamcılık ana akım literatürde çoğunlukla devlet yönetimi ele geçirmek fikriyle ilişkilendirildiğinden ortaya indirgemeci bir okuma biçimi çıkmaktadır. Siyaset ve siyasal arasında sağlıklı bir ayrım yapmaksızın İslamcılık hususunda bir fikir ortaya atmak, tam olarak bu indirgemeci yaklaşımla paralel zeminde düşünmek anlamına gelmektedir. İslamcılığın doğru anlaşılmasında anahtar vazifesi gören saik, Avrupa-merkezci siyasal düzene alternatif sunma iddiasıdır. Toplumsal ve siyasal gerçeklikten mülhem bir meşruiyetle inşa edilen düzen tasavvuru merkeze alındığında, İslamcılığa dair farklılıklar esasa yönelik olmayacaktır.

 

"İslamcılık bir yanıyla bir nefs-i müdafa'a hareketi, bir yanıyla da tecdid ve ihya hareketi olarak ortaya çıkmıştır."

 

Doç. Dr. Vahdettin Işık'a göre İslamcılık XIX. yüzyıl şartlarında karşı karşıya bulunulan durumu Müslümanca anlama ve mukteza-yı hâle uygun bir yol haritası belirleme meselesi olarak vücûd bulmuştur. Bu sebeple İslamcılığı “Müslümanların XIX. yüzyıl şartlarında oluşan Fıkhı” olarak tanımlamaktadır. İslamcılığın üç ana teklifi anti-emperyalist duruşu, ittihâd-ı İslam siyaseti ve yenilenme çağrısıdır.

"İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur yoksa kadim bir akım mıdır?" sorusuna verdiği cevapta;

Aydın Bilgi İslamcılığı, İslam düşüncesinden kopuş olarak nitelemenin İslamcılığın modern zamanlarda boy veren türedi bir akım olduğunu söylemek anlamına geleceğini söylemektedir. İslamcılığı bir kopma olarak görenler olduğu gibi bunun tam aksini savunanlar da bulunmaktadır.  İslamcıların dinin asıllarını alma, Hazreti Peygamberliğin sarsılmaz rehberliğine teslim olma ve ilk İslam toplumunun dini hükümleri anlamada öneminin farkında olma meselelerinde ana gövdeden koptuklarını nitelendirmenin ilmi bir karşılığı bulunmamaktadır. Ehl-i sünnet kelamının varlığı dahi İslamcılığın bir kopma olarak nitelendirilmesinin haksızlığını göstermektedir. İslamcılığı bir kopma bir bozulma olarak gören zihniyetin, öz itibari ile geleneği tümden çöpe atarak Kur’an ve Sünnet üzerinden yeniden bir İslam anlayışı oluşturalım diyen zihniyetten bir farkı bulunmamaktadır.

 

"İslamcılığın modern dönemde ortaya çıkması onu modernist yapmaz!"

 

Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara İslamcılığın modern zamanların kendine özgü koşullarında doğan bir akım olduğunda kuşku bulunmadığını belirtmektedir. Ancak bu durum İslamcılığı modernist bir akım yapmamaktadır. İslamcılık modernizmi zayıflatacak hamleleri daima gündeminin en üstlerinde tutan bir akım olmuştur. Kadim olan şey ise ruhunu İslam’ın kaynaklarından alan ve emr bi’l-ma‘rûf - nehy ‘ani’l-münker ilkesiyle somutlaşan İslamcı gaye ve hedeflerdir.

Cihan Aktaş'a İslamcı hareketlerin çeşitli ve dönemsel olduğunu belirtir. Dönemler değiştikçe yeni sorular ve ihtiyaçlar kendini gösterir. İlmi veya siyasi otoriteler bu değişimleri dikkate almadıkları takdirde, toplum onlara bunu hatırlatır. Ortaya yeni dinamikler, yeni özneler, yepyeni söylemler çıkar.

Ercan Yıldırım göre İslamcılığı kimi gelenekselcilik kimi modernist göstererek itibarsızlaştırmaya, tarihselleştirmeye yeltenir. Halbuki İslamcılık kökleri temel kaynaklarda çağcıl bir tecdid-ihya-inşa çabasının-ruhunun-iradesinin adıdır.

Hamza Türkmen İslamcılığın Batı'nın fiili ve kültürel yayılmacılığına bir tepki hareketi olarak doğduğu iddiasına karşın Batı’dan gelen saldırı ve sömürge politikalarına karşı tepki gösterip tavır almanın, iddia edildiği gibi günü birlik bir aksiyon olmadığını, bütüncül İslam tasavvurunun bir parçası olarak Rabbimizin cihad emriyle ve gerektiğinde bu emrin kıtal safhasıyla da ilgili ibadi bir yükümlülük olduğunu belirtmektedir.

Ümit Aktaş İslamcılığın bir açıdan oldukça kadim, bir açıdan da modern olduğunu söylemektedir. Geçmişte büyük günah, kader, özgürlük gibi sorunsallar etrafında sürdürülen tartışmalarda, bunlara karşı üretilen cevaplar, anlayışlar ve çözüm yolları asılda olmayan yeni bir kavramsal çerçevede üretilmekte ve tartışılmaktaydı. Nitekim 19. yüzyılda da Fransız Devrimi, sömürgecilik, kapitalizm ve modernitenin etkileriyle İslam dünyasında da aktif (etkin) ve reaktif (tepkin) tutumlar ortaya çıktı. Bu durum o zamana değin olmayan, geleneksel yaklaşımlarla cevaplanamayan yeni soru(n)lar ortaya çıkardı. İşte bu cevapları üretmeye çalışan kesimler İslamcı ve bunların ürettiği akım ise İslamcılık olarak tanımlandı.

 

"İslamcılık yenilenmenin mevcut gelenekten beslenerek ama bir tamirat, tadilat çabasına girişerek mümkün olabileceğini dile getirdi."

 

Kamil Ergenç'e göre ilk bakışta İslamcılığın modern bir ideoloji olduğu söylenebilir. Öte yandan Müslümanların tarihine nazar ettiğimizde sınırların genişlemesiyle ortaya çıkan yeni durumlara çözüm amaçlı veya senkretik- heterodoks akımların içtimai hayatı kemiren/çürüten tutumlarının yaygınlaşmasını engelleyen ya da haçlı-moğol saldırıları sonrası ortaya çıkan zaafların aşılması bağlamında çeşitli akımların/ekollerin varlığına tesadüf ederiz. İslamcılığı bu ekoller/akımlar zaviyesinden değerlendirmek daha isabetlidir. Bu durumda İslamcılığın modern dönemle sınırlandırılamayacağı gerçeği belirginleşir.

Doç. Dr. Vahdettin Işık İslamcılık modernliğin bir sonucu mudur, değil midir sorusunun kendi serencamımızı kendi bağlamında anlamamızı imkansızlaştıran bir çeldirici olduğunu söylemektedir. Bu sorunun ortaya konulmasına yol açan “yeni bir durum”un olup olmadığını ve bu “yeni durumun mahiyeti”ni konuşmak daha doğru olacaktır. İslamcılık kavramı ile dile getirilen fikir akımı yenilenmenin İslami geleneğin mevcut haliyle yetinmenin ötesinde mevcut gelenekten beslenerek ama bir tamirat, tadilat çabasına girişerek mümkün olabileceğini dile getirdi. Bu yaklaşımı ile de hem gelenekçi muhafazakarlıktan hem de Batıcı modernistlerden farklı bir yol tuttu. Geleneği mevcut haliyle devam ettirmek yerine yenilenmeye vurgu yaptığı için muhafazakar gelenekçi taifeden ayrıştı. Yenilenmeyi öngördü ama geleneği reddetmek yerine tarihi birikimi yeniden yorumlayarak tadilat yapmayı teklif ettiği için de modernist reddiyecilikten ayrıştı.

 

"İslam Dünyasına baktığımızda ise Yirminci Yüzyılın en çok okunan eserlerinin başında gelen Yoldaki İşaretler, Dört terim gibi kitaplar İslamcılar tarafından telif edilmiştir.

 

"İslamcıların düşünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?" sorusuna verdiği cevapta;

Aydın Bilgi Mehmet Akif’in Safahat’ı, Necip Fazıl’ın Çile’si, Sezai Karakoç’un Gün Doğmadan’ı İsmet Özel’in Erbain’i gibi yüz akı şiir hazinelerinin dönemin İslamcıları tarafından yazıldığını söylemektedir. Bilhassa erken dönem İslamcılığının edebiyatla ilişkisi oldukça yakındır.  Mavera, Edebiyat, Diriliş, Büyük Doğu gibi önde gelen pek çok dergi edebi bir zemine yaslanmıştır. Rasim Özdenören gibi, Cahit Zarifoğlu gibi hikâyenin, romanın dev isimleri bu dergilerde yetişmiştir. Said Halim Paşa’nın Burhanlarından, Elmalılı Hamdi Yazırın tefsirine, Babanzade’nin Tecrid-i Sarih tercümesinden İsmet Özel’in Üç Meselesi'ne, Sezai Karakoç’un nesirlerinden, Akif Emre’nin yazılarına kadar ufuk açıcı pek çok eser yine İslamcılar tarafından üretilmiştir. İslam Dünyasına baktığımızda ise Yirminci Yüzyılın en çok okunan eserlerinin başında gelen Yoldaki İşaretler, Dört terim gibi kitaplar İslamcılar tarafından telif edilmiştir.

Cihan Aktaş'a göre Türkiye’de İslamcıların ağırlıklı bir şekilde meşgul olduğu edebiyat türü şiirdir. On yıldır şiirin yerini öykü türü almıştır. Son birkaç yılda roman alanında da bir hareketlilik bulunmaktadır. Aktaş Müslümanlığın muhafazakarlığa değil de sanatsal bir hayat tarzına yakın olduğunu düşünmektedir. İslamcılık 70’lerden itibaren bir otuz yıl boyunca sanat ve edebiyat alanında ‘‘bir başka’’nın arayışı içinde olmuştur.

Ümit Aktaş daha çok okuma, yazma, düşünce üretme, eleştirellik ve toplumun uyandırılması açısından düşünsel kavramlara ve sanatsal imgelere başvurulduğunu söylemektedir. Birçok gazete, dergi, kitap, oyun, film, müzik gibi eserler ortaya koyan İslamcılar, çalışmalarını halkın bilinçlendirilmesini esas alan bir amaçla ve daha çok barışçıl yollarla sürdürmüşlerdir.

Doç. Dr. Muhammed Hüseyin Mercan'a göre İslamcılık literatürü ve düşüncesi, Müslüman dünyada çoğunlukla entelektüel ve edebiyatçılar üzerinden geliştiği için kültür, sanat ve düşünce alanlarında İslamcıların oynadığı rol şüphesiz yadsınamayacak bir husustur. Bununla birlikte İslamcılık düşüncesinin siyasal alandan daha çok entelektüel alana kayması, İslamcılığın da potansiyelini sınırlandırmaktadır. İslamcı düşünürlerin kültürel, entelektüel alandaki üretimlerinin romantik bir karakterden ziyade siyasal gerçeklikle uyumlu bir zeminde ilerlemesi elzemdir. Aksi takdirde, İslamcılar gerçekleştirilebilir bir siyasal düzen tasavvurundan yoksun kalarak kültürel alanda özgün bir çıktı ortaya koyamayacaklardır.

Doç. Dr. Ahmet İşler bilinçli ve sistematik bir modernleşme/Batılılaşmaya karşı İslamcı aydınların iddiasının her alanda olduğu gibi düşünce, kültür ve sanatta alternatifler üretmek olduğunu belirtmektedir. Sıratı-Mustakim’den Büyük Doğu’ya, Diriliş’ten Haksöz’e kadar birçok yayın bu amaca bağlıydı. Özellikle Ankara merkezli Mavera Dergisi çevresi edebiyat alanında büyük bir boşluğu doldurmuştur. Genel olarak değerlendirildiğinde İslamcıların özellikle kültür ve sanat alanında zayıf kaldığı söylenebilir.

 

"Post-İslamcılık İslamcı idealleri geliştiren değil, içerdiği liberalizm ile çürüten bir işlev görüyor."

 

"Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?" sorusuna verdiği cevapta;

Prof. Dr. Mehmet Ali Büyükkara post-İslamcılığın İslamcı idealleri geliştiren değil, içerdiği liberalizm ile çürüten bir işlev gördüğünü söylemektedir. Dindar toplumları modernleştirip sekülerleştirecek bir soyut aygıt olarak hareket ediyor. Barış, itidal, hoşgörü, demokrasi, insani haklar, adil devlet gibi kavramlarla süslenmesi bu gerçeği değiştirmiyor. Yaşananlar Post-İslamcılığın küresel emperyalizmin İslam toplumuna uzattığı yeni bir olta olduğu ortaya çıktı. Karşı devrimlerle diktatörlüklerin geri gelişi ve en son Gazze’de olup bitenler olayların hiç de post-İslamcıların görmek istediği tarzda gelişmediğini bizlere gösterdi.

Hamza Türkmen'e Post-İslamcılık kavramının zemininin önce “Siyasal İslam’ın bittiği” veya “İslamcılığın öldüğü” tezleriyle Fransız Oliver Roy gibi Batı paradigmasının / Modernitenin akademisyenleri tarafından hazırlandığını söylemektedir. Daha sonra İslam’ın itikadî ve siyasî bütünlüğü inancından veya pratiğinden, biraz da mezhepçi Şia ulusculuğuna nefretini İslam’a yamayarak İslami bütünlükten kopan İranlı akademisyen Asaf Bayat gibi Garpzedeleşenler İslamcılığın çatışmacı dedikleri hakkı ve hakikati sadece vahye göre savunma anlayışını göreceli olduğu iddiasıyla ihmal etmeyi, devlet olma ve cihad kavramlarından vazgeçmeyi önerdiler. Post-İslamcılık aslında Seyyid Kutub’un işaret ettiği Amerikancı İslam’ın farklı bir yüzüydü. İslami özgünlüğü irdeleyip kavramadan karşıtlarının tezviratına tabi olmuşlardı. Yani gelenekçiliğin mukallitliğinden Modernitenin mukallitliğine evrilmişlerdi.

 

"Post-İslamcılık tartışmaları İslamcılığı sıvı/akışkan bir ideoloji olarak kodlamak isteyenlerin muradını dışa vuruyor."

 

Kamil Ergenç'e göre “Post” öneki iliştirildiği ideolojiyi “sıvılaştırır”. Yani akışkan hale getirir. Malum akışkanların kendilerine mahsus şekilleri yoktur. İçine koyuldukları kabın şeklini alırlar. Post-İslamcılık tartışmaları İslamcılığı sıvı/akışkan bir ideoloji olarak kodlamak isteyenlerin muradını dışa vuruyor. Böylece İslamcıların kaypak-dönek-kişiliksiz-paraperest-liyakatsiz kişiler olduğuna dair şayialarına ideolojik bir çerçeve oluşturmuş olacaklar.

Doç Dr. Ahmet İşler " İslamcılığın “iflası, çöküşü, gerilemesi ya da sonu” olarak değerlendirilen Post-İslamcılığın daha çok İslamcılık ideolojisinin siyasal alan fikrinden uzaklaştığına yoğunlaştığını söylmektedir. Türkiye’de de gündem olan ve İslamcılığın öldüğü tezinin arka planında da Post-İslamcılık düşüncesi yatar. İslamcılık “İslamcılığın ölmesi, tasfiyesi, sonu” gibi propagandalara rağmen hiçbir zaman ölmemiş ve sonu gelmemiştir. İslamcılık bir ideolojinin çok ötesinde paradigmaya sahip olduğundan tarihin sonunda sadece İslam toplumları için değil tüm insanlığı kurtaracak bir reçeteye/dinamizme  sahiptir.

Doç. Dr. Vahdettin Işık Post-İslamcılık kavramına itirazım etmektedir. İslamcılık düşüncesini üstlenen insanların tamamı ya iddialarından vaz geçmiş olmalı ya da bu iddialara gerekçe oluşturan sorunlar çözülmüş olmalı ki “İslamcılık Sonrası” bir şeyden bahsedebilelim. Oysa benim kanaatim ne İslamcılar temel önermelerinden vaz geçmiştiler ne de İslamcılığı doğuran sorunlar bir bütün olarak çözülmüş durumda.

 

"Geleceğin dünyasını şekillendiren ölçülerden biri artık Gazze."

 

"Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?" sorusuna verdiği cevapta;

Cihan Aktaş Gazze konusunda küresel bir direniş cephesi oluştuğunu söylemektedir. Aktaş'a göre geleceğin dünyasını şekillendiren ölçülerden biri artık Gazze'dir. İsrail geçmişte olduğu gibi saldırı ve katliamlarını manipüle edemedi. Kendi sınırları içindeki gençleri bile iknada zorlanıyor artık. Çıkarlarını göz ardı etme pahasına Gazze’yi, Filistin’i destekleyenler, bir millet oldular. Ülkemizde İslamcı söylemlere sahip sivil toplum kuruluşları bu defa geçmişte gerçekleştiği ölçüde bütüncül ve yaygın tepkiler ortaya koyamadılar bu ağır zulme karşı. Protestolardaki dağınıklık belki de son on-on beş yıldır vuku bulan her şeyi hükümetten bekleme eğiliminin yaşattığı bir zaafla alakalıdır.

Hamza Türkmen'e göre Aksa Tufanı Operasyonu biz müslimlere, muslihuna veya İslamcılara iki önemli vazifeyi gösterdi: Birincisi; ulus, ırk, bölge asabiyelerini aşıp Gazzeli, Hamaslı ve El Kassamlı kardeşlerimiz ile ümmet dayanışmasını eylemlerimizle, yardımlarımızla, dualarımızla desteklemek ve bu mücadelenin haberlerini dünya gündemine ulaştırabilmek. İkincisi; Gazze’de ve Batı Şeria’da yaşanan zulme karşı tavır alan insanlara ve özellikle batılı üniversite gençliğine ve akademisyenlere El Kassam direnişçilerinin bilgi ve imanını oluşturan ve onlara güç katan İslam hakikatini bütüncül olarak sunup felsefik veya stratejik farklı sorularını layıkıyla cevaplayabilecek bir donanıma erişebilmek.

 

"Kurumsallaşmış Batılı demokrasilerin iki yüzlü tavrı nedeniyle siyasal ve hukuki kavram setlerinin iflas ettiği bu süreçte, İslamcılığın kendini yeniden formüle etmesi ve halihazırdaki düzenin açmazları nedeniyle küresel çapta yeni bir paradigmanın dillendirilmesi için uygun koşullar bulunmaktadır."

 

Doç Dr. Muhammed Hüseyin Mercan Aksa Tufanı'nın, Filistin direnişinin paradigmasını değiştirdiği gibi sonrasındaki gelişmeler yoluyla da mevcut düzenin kurumsal ve kuramsal zeminine dair ciddi sorgulamalara kapı araladığını düşünmektedir. 7 Ekim sonrası oluşan durum, bizleri küresel düzene ve insana dair yeni düşüncelere sevk etti. Bu yönüyle Aksa Tufanı, İslamcılık düşüncesine ve İslamcı hareketlere yeni bir motivasyon kazandırma gücüne sahiptir. Özellikle de kurumsallaşmış Batılı demokrasilerin iki yüzlü tavrı nedeniyle siyasal ve hukuki kavram setlerinin iflas ettiği bu süreçte, İslamcılığın kendini yeniden formüle etmesi ve halihazırdaki düzenin açmazları nedeniyle küresel çapta yeni bir paradigmanın dillendirilmesi için uygun koşullar bulunmaktadır. Aksa Tufanı’nın açtığı bu yolda İslamcıların üzerine düşen sorumluluğu yerine getirip getirmeyeceği ve oluşan fırsat boşluklarından istifade ederek yeni bir öznellik inşa edip etmeyeceği ise önümüzde zaman diliminde anlaşılacaktır.

 

"Aksa Tufanı, Ortadoğu’da Batının emperyalist hegemonyasına karşı konulacak temel dinamiğin / direnişin ancak İslamcı bir duruş olduğunu göstermiştir."

 

Doç. Ahmet İşler Aksa Tufanı'nın, Ortadoğu’da Batının emperyalist hegemonyasına karşı konulacak temel dinamiğin / direnişin ancak İslamcı bir duruş olduğunu gösterdiğini söylemektedir. Hamas’ın İhvan-ı Müslimin hareketinin Filistin kolu olduğu dikkate alındığında direnişin dayandığı fikri arka planın da İslami/İslamcı bir düşünce/hareket olduğu aşikardır.