İslamcılıların düÅŸünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir? Post-İslamcılık tartışmaları hakkında ne söylenebilir? Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri nelerdir? İslam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha birçok soruyu, "İslamcılık" dosyasında Do. Dr. Vahdettin Işık'a sorduk.
1. İslamcılık tanımınız nedir? Farklı İslamcılık anlayışları mümkün müdür? Bu farklılıkların birbirine zıt hale gelmesi kabul edilebilir mi?
İslamcılık XIX. yüzyıl ÅŸartlarında karşı karşıya bulunulan durumu Müslümanca anlama ve mukteza-yı hâle uygun bir yol haritası belirleme meselesi olarak vücûd buldu.
Bu sebeple, ben İslamcılığı “Müslümanların XIX. yüzyıl ÅŸartlarında oluÅŸan Fıkhı” olarak tanımlıyorum.
Bu Fıkıh iki veçheli bir sorunu anlamayı ve çözmeyi içeriyordu:
i- Dışarıdan (Avrupa’dan) gelen çok yönlü (askeri-idari-siyasi-iktisadi-entelektüel...) meydan okumaya CEVAP verme,
ii- İçimizdeki zaafları TAMİRAT ve TADİLAT yoluyla ISLAH etme.
- Tadilat için eldeki (tarihi) müktesebatın eleÅŸtirel bir yaklaşımla muhasebesini yapmak gerekiyordu.
- Ayrıca da karşı karşıya bulunulan YENİ DURUM’u anlayabilmek, yorumlayabilmek ve bir yol haritası belirleyebilmek için KEÅžFİYÂT-I CEDÎDE’ye ihtiyaç vardı.
Dolayısıyla, İslamcılık
- bir yanıyla bir NEFS-İ MÜDAFA‘A hareketi iken
- bir yanıyla da bir TECEDDÜD/ TECDİD ve İHY hareketi olarak ortaya çıkmıştır diyebiliriz.
Nihai olarak İslamcılık bütün bu meselelerle ilgili ÜÇ (3) ANA TEKLİF yaptı:
Birinci teklif, büyük bir meydan okumaya karşı bağımsızlık çaÄŸrısını da içeren kapsamlı bir ant-i emperyalist duruÅŸu içeriyordu.
İkinci teklif, parçalanmış İslam ümmetinin imkânlarını toparlamayı ve büyük ideallerin birleÅŸtirici gücünü harekete geçirmeyi hedefleyen ittihâd-ı İslâm siyasetidir.
Üçüncü teklif ise iç bünyedeki zaafları tamir edebilmek için teceddüd ve tecdid yoluyla ihya (yeniden hayatiyet kazandırma), diÄŸer bir ifade ile bir Yenilenme ÇaÄŸrısı’ydı.
İslamcılık deÄŸiÅŸen tarihi-toplumsal ÅŸartların gereÄŸi olarak Müslümanların oluÅŸturduÄŸu Fıkıh ise bu durumda İslamcılığın da yine deÄŸiÅŸen tarihi-toplumsal ÅŸartlara göre güncellenmesi gerekebilir. Öyleyse hem deÄŸiÅŸen ÅŸartlar hem de mevcut durumu deÄŸerlendirmede kimi ictihad farklarının olması doÄŸal ve kaçınılmazdır. Bu durumda da ortaya çıkan farklılıkları İslamcı çerçeve içerisinde deÄŸerlendirebilmemiz için İslamcılığın ana önermelerini esas alıp almadığına göre belirlenebilir.
2. İslamcılık modernliğin bir sonucumu yoksa kadim bir akım mıdır?
İslamcılık modernliÄŸin bir sonucu mudur, deÄŸil midir sorusu kanaatimce kendi serencamımızı kendi baÄŸlamında anlamamızı imkansızlaÅŸtıran bir çeldiricidir. Bu soru Avrupalıların tecrübesini merkeze alan, orada olup biten dışındaki tüm insanlık tecrübesini bu merkez kabul edilen dünyada olup bitenle kurduÄŸu iliÅŸkiye göre deÄŸerlendiren nesneleÅŸtirici bir önkabule dayanıyor. Bu hem doÄŸru deÄŸil hem de kendilik algımızı saptıran bir ÅŸey. Niçin ben kendi tarihi tecrübemi kendi tarihi sürekliliÄŸim içerisinden okuyamayayım? Kendi tarihi tecrübemi kendi geleneÄŸim ve tarihi tecrübemin bütünlüÄŸü ve sürekliliÄŸi içerisinde okumam, bu tecrübenin insanlığın geri kalanından bütünüyle bağımsız olduÄŸu anlamına da gelmiyor. Mutlak bağımlılık yada bağımsızlık medeniyetler arası iliÅŸkilerde zaten mümkün deÄŸil. Bence, bu sorunun ortaya konulmasına yol açan “yeni bir durum”un olup olmadığını ve bu “yeni durumun mahiyeti”ni konuÅŸmak daha doÄŸru olacaktır. Peki bir “yeni durum” mu vardı ki bu tartışmalar oluyor? Evet, bir yeni durum var ve bizim tarihi tecrübemizin ürünü olan medeniyet birikimimiz Avrupalıların elde ettiÄŸi güç karşısında fiilen yenilgiye uÄŸradı. Kurumsal tecrübemiz ve mevcut ilmi yeterliÄŸimiz bu sorunun üstesinden gelmeye yetmedi. Bir “yenilenme/teceddüd” gerekliydi. EskimiÅŸ/yaÅŸlanmış mirasımızı “yeniden yapılandırma”mız gerekiyordu. Bugün İslamcılık kavramı ile dile getirilen fikir akımı-ki, o günlerde daha çok İslamlaÅŸma ifadesi kullanılmaktadır- bu yenilenmenin İslami geleneÄŸin mevcut haliyle yetinmenin ötesinde mevcut gelenekten beslenerek ama bir tamirat, tadilat çabasına giriÅŸerek mümkün olabileceÄŸini dile getirdi. Bu yaklaşımı ile de hem gelenekçi muhafazakarlıktan hem de Batıcı modernistlerden farklı bir yol tuttu. GeleneÄŸi mevcut haliyle devam ettirmek yerine yenilenmeye vurgu yaptığı için muhafazakar gelenekçi taifeden ayrıştı. Yenilenmeyi öngördü ama geleneÄŸi reddetmek yerine tarihi birikimi yeniden yorumlayarak tadilat yapmayı teklif ettiÄŸi için de modernist reddiyecilikten ayrıştı. Gelenek eleÅŸtirisi yaptığı için modernist, geleneÄŸi reddetmek yerine tamir etmeyi teklif ettiÄŸi ve modernist paradigmayı eleÅŸtirdiÄŸi için de gelenekçi görülmesi bu tutumundan kaynaklanmaktadır.
3. İslamcılar yerel otoriteler ve küresel hegemonya/emperyalizm karşısında nasıl bir tutum takınıyorlar?
Birinci soruya verdiÄŸim cevapta da ifade ettiÄŸim gibi İslamcı teklifin 3 temel önermesinden biri anti-emperyalizmdir. Anti-emperyalizm siyaseti, emperyalizmi mümkün kılan her ne varsa onlarla var oluÅŸsal bir mücadeleyi öngörmektedir. Bilgi sistemiyle, ekonomi-politiÄŸi ile hayatın tüm alanlarında emperyalist sistemi geriletmek için yapılması gerekenleri yapmayı öngörmeyen hiçbir anlayış İslamcı olarak nitelendirilemez.
İslamcıları muhafazakar gelenekçi kesimlerden ayıran en önemli farklardan biri de mevcut yenilgimizin sadece ve hatta öncelikle dış dinamiklerle deÄŸil kendi zaaflarımızla oluÅŸtuÄŸunu görmeleridir. Bu anlamda Ra‘d suresinin 11. Ayeti adeta bir baÅŸlangıç önermesi gibi İslamcıların gündeminde yer almıştır. Yani yenilgimizin tek sebebi deÄŸil ama asıl sebebi kendi yapıp etmelerimizdir. Elbette bunu söylemek Avrupa’da bir güç temerküzü oluÅŸmasına yol açan geliÅŸmeleri ve emperyalist siyasetleri yok saymak anlamına gelmiyor. Lakin İslamcılara göre sorunu çözmeye önce kendi zaaflarımızı tamir ederek baÅŸlamamız gerekir. Ki, bu zaaflardan biri de İslam ümmetinin iç dinamizmini baskılayan, meÅŸveretten yoksun otoriter yönetimlerdir. Öyleyse İslamcı için bu yönetimler bizim yenilgimizin sebeplerinden biridir ve mutlaka aşılmalıdır.
4. İslamcılıların düÅŸünce, kültür ve sanat dünyasına katkıları nelerdir?
Osmanlı dönemi İslamcılığı, hemen her kesimin ÅŸu yada bu ÅŸekilde meÅŸruiyet devÅŸirdiÄŸi bir İslami referans ihtiyacı dolayısıyla, hakim söylemdi. Bu sebeple dönemin en Batıcı düÅŸünce insanları ve sanatçıları dahi İslamcılarla ortaklaÅŸan İslami referanslarla iÅŸ görmeye devam ettiler. Bu durumu İslamcılığın etki gücü ile bir arada ele almamız lazım.
Ne yazık ki I. Dünya Savaşı bizim de içinde yer aldığımız ittifakın yenilgisi ile sonuçlanınca Batıcı entelijansiyanın cesareti arttı ve İslami referanslardan daha radikal bir kopuÅŸ yaÅŸandı. Cumhuriyet döneminde ise farklı zaman dilimlerinde farklı bir İslamcı etkiden bahsetmemiz gerekiyor. Özellikle 1925’te çıkarılan Takrir-i Sükûn kanunu ile zaten tüm farklı seslerle birlikte İslamcıların da yayın yoluyla kamuya seslenme imkanları yok edildi. Taki 1939’li yıllardan yavaÅŸ yavaÅŸ baÅŸlayan süreçte önce Hareket ardından Büyük DoÄŸu ve SebilürreÅŸat dergilerinin çıkarılmasıyla baÅŸlayan süreç 1950’li yıllarda itibaren tekrar basın yoluyla kamuya seslenme imkanları oluÅŸtur. Kanaatimce 1960’li yıllardan itibaren İslamcılar, entelektüel birikim seviyelerinden bağımsız olarak, Türkiye’nin yükselen ana dalgası oldu.
Sanat alanında ise İslamcılar her zaman ÅŸiirin en etkin isimleri arasında yer aldılar. Hatta İslamcılık ulus-devlet çağında biraz da kendini ÅŸairler aracılığı ile kamusal alanda görünür kılabildi diyebiliriz. Mehmed Akif,’in ÅŸiirleri kamusallaÅŸan bir ortak hafızanın en önemli kaynaklarından biri oldu. Necip Fazıl’ın, Sezai Karakoç’un, İsmet Özel’in, Erdem Bayezid’in ve sonraki kuÅŸaktan ismini saymaya bu sayfanın yetmeyeceÄŸi kadar ismin İslamcı söylemin dönemsel ilgi ve gündemlerini taşıdığı ve Türkiye’nin sanat birikimine çok özel katkılar sunduÄŸu açıktır.
5. İslamcıların ortak özellikleri nelerdir? Bu ortak noktalar üzerinden bir imkan/fırsat oluÅŸturulabilir mi?
İslamcılığın ortak özelliklerini ilk sorumuzda ifade etmiÅŸtik. Üç ana meselede bir duruÅŸ ve teklifleri var İslamcıların. Küresel ölçekte Batı hegemonyasına ve onun öncülüÄŸünde kurulmuÅŸ sömürü düzenine karşı muhalif bir duruÅŸa sahip olmak bu ortak paydalardan birini oluÅŸturuyor. Bilginin İslamileÅŸtirilmesi, İslam Ekonomisi vb. baÅŸlıkları bu baÄŸlamda sürdürülen arayışlar olarak okuyabiliriz. Yine bağımsızlık hareketlerinin hemen tamamında özgül bir yer iÅŸgal eden örgütlü yapıların oluÅŸturduÄŸu direniÅŸ hareketleri de bu baÄŸlamda görülmelidir. Bu hareketlerin baÅŸarı düzeyinden bağımsız olarak bunları söylüyorum.
İslamcıların ortak paydasını oluÅŸturan ikinci ÅŸey ise İttihad-ı İslam siyasetidir. Hilafet Kongreleri’ni, İslam İşbirliÄŸi TeÅŸkilatı’nı, Daru’t-takrib çalışmalarını, D8 Projesi gibi teÅŸebbüsleri de bu baÄŸlamda okuyabiliriz.
Üçüncü ortak payda ise bir Yeniden Yapılanma (teceddüd-tecdid) ihtiyacına olan vurgudur. Tadilat, tamirat ve ıslah yoluyla bir ihya(canlanma) çabalarının tümü bu baÄŸlamda ele alınabilir. Kaynaklara dönüÅŸ, cihad ve ictihad anlayışında yeni açılım arayışları, yeni bir müfredat oluÅŸturmaya yönelik olarak gündemleÅŸtirilen Islah-ı Medaris çalışmaları, Yeni İlm-i Kelam tartışmaları, Fıkh’ın güncellenmesi, Kur’an’ı anlamaya yönelik metodolojik arayışlar ve ilk örneÄŸini ÅŸehid-i muhterem Said Halim PaÅŸa’nın 1921 yılında yazdığı İslam’da TeÅŸkilat-ı Siyasiye kitabıyla gördüÄŸümüz ulus-devletler çağında yeni bir İslami yönetim modeli oluÅŸturmaya yönelik arayışları da üçüncü ortak paydanın yansımaları olarak görmemiz gerekir.
6. İslamcılara yöneltilen baÅŸlıca ithamlar nelerdir?
İslamcılara yönelik ithamlar genel olarak dört çevreden gelmiÅŸ görünüyor:
Bunlardan birincisi geleneksel tecrübeyi üstlenen ve yenilenmeye karşı kaygılı bir tutum sergileyen bazı ulema ve medreselilerdir. İkincisi İslamcılığın geleneksel kurumlar ve mistik tasavvurlara yönelik eleÅŸtirel tutumuna karşı tutum alan bazı klasik tasavvufi çevrelerdir. Bu iki grup İslamcıların yenilenmeyi gerekli gören tutumunun Avrupa’dan gelen meydan okumanın rüzgarıyla bizi kendi mecramızdan koparacağını, bir anlamda Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmamak gerektiÄŸini düÅŸünüyorlardı. Tabii baÅŸka pratik ve pragmatik sebepleri konuÅŸmak da mümkün.
İslamcılara yönelik muhalefet eden üçüncü ve dördüncüler ilk iki çevreden farklı olarak doÄŸrudan İslam ve Müslümanların tarihi tecrübesi ile varoluÅŸsal bir hesaplaÅŸmaya giriÅŸen çevrelerdir. Bunların biri doÄŸrudan Batıcı-pozitivist aydınlardır. DiÄŸeri de 1924 sonrası devleti ele geçiren iktidar seçkinleri.
7. Post-İslamcılık tartışmaları hakkında neler dersiniz?
Post-İslamcılık kavramına itirazım olduÄŸunu söylemem gerekir. İslamcılık düÅŸüncesini üstlenen insanların tamamı ya iddialarından vaz geçmiÅŸ olmalı ya da bu iddialara gerekçe oluÅŸturan sorunlar çözülmüÅŸ olmalı ki “İslamcılık Sonrası” bir ÅŸeyden bahsedebilelim. Oysa benim kanaatim ne İslamcılar temel önermelerinden vaz geçmiÅŸtiler ne de İslamcılığı doÄŸuran sorunlar bir bütün olarak çözülmüÅŸ durumda. Bu deÄŸerlendirme ile yeni yorumlama ve kavramlaÅŸtırma giriÅŸimlerinin büsbütün olarak yersiz olduÄŸunu mu söylemiÅŸ oluyorum? Hayır. Elbette deÄŸiÅŸen tarihi-toplumsal ÅŸartlarla birlikte İslamcılar da yeniden yorumlama ve yeni kavramlar, tespitler ve teklifler yapacaktır. Lakin bunun post-İslamcılık olarak deÄŸil İslamcılığın tecdid ve ihya çabalarının tabii bir gereÄŸi olarak görmemiz gerekir.
8. Aksa Tufanı’nın İslamcılık üzerindeki etkileri hakkında neler düÅŸünüyorsunuz?
Aksa Tufanı hareketi gerek Müslümanlar arasında gerekse de Müslüman olmayan ama insan kalma hassasiyeti olan tüm insanlık aleminde sarsıcı bir uyarıcı oldu. Bir yanda bir bütün olarak Batı’nın tüm temel iddiaları ile çeliÅŸtiÄŸi açığa çıktı. Tüm insani deÄŸerleri en gaddar ÅŸekilde yok eden bir barbarlıkla karşı karşıya olduÄŸumu tüm dünya görmüÅŸ oldu.
Öte yanda ise maÄŸdur, mazlum ama her zorluÄŸa raÄŸmen ahlaklı kalmayı baÅŸaran ve muhteÅŸem bir direniÅŸ örnekliÄŸi sergileyen Filistinli Müslümanları tanıdı dünya.
Sorum ÅŸu: En katlanılmaz ÅŸartlar altında bile, en büyük mahrumiyetler ve imkansızlıklar içinde dahi teslim olmayı reddeden bu direniÅŸ ve düÅŸmanına bu ÅŸartlar altında bile adil ve merhametli davranan bir hukuku esas alan bu insanlar hangi inançla bunu baÅŸardılar? Tek bir cevabı var bu sorunun: İslamcı tasavvurla.