İslamcılığın Hal-i Pür Melali

İslamcılığın hal-i pür melalini tasvir ve tahlilini amaçlayan bu yazının başında ÅŸunu özellikle belirtmek gerekir ki burada söz konusu olan İslamcılığın bütün cüzleri ile etraflıca anlatılması deÄŸil, ana hatları ile gelinen sürecine ve deÄŸiÅŸimine iÅŸaret etmektir.  Deyim yerinde ise, “neydi, ne oldu” muhasebesini yapmaktır.

İçinde bulunulan koÅŸullara ve durumlara hal denir. Farsça kökenli olan pür kelimesi ise çok ve aşırı anlamına gelir. ÖrneÄŸin bir konuda çok hassas ve özenli davranan kiÅŸiler için "pürdikkat" sözcüÄŸü kullanılır. Melal ise, hüzün, keder ve yorgunluk demektir.  Galat-ı meÅŸhur lugat-ı fasihten evlâdır fehvasınca melal kelimesinin kökenindeki negatif anlamdan ziyade günlük dildeki yaygın kullanımı dikkate alınarak melâlden kasıt İslamcılığın içinde olduÄŸu kötü, acınaklı durum deÄŸil aslında serencamıdır ve bugün itibariyle içinde bulunduÄŸu durumun bir deÄŸerlendirmesidir.

Osmanlı Devleti’nin yenilmesi ile birlikte kendilerini de yenilmiÅŸ sayan Müslümanlar, içine düÅŸtükleri bu olumsuz tablodan kurtulmak için birçok hal çaresi aradılar. Osmanlı’nın bakiyesi konumunda olan Türkiyeli mütefekkirlerin  “neden geri kaldık, onlar nasıl ilerlediler, ilerlemenin yolu nedir, din terakkiye mâni midir vb.” sorularına 20. yüzyılın başında cevap olarak üç ana fikir akımı ortaya çıktı; Osmanlıcılıkİslamcılık ve Türkçülük.

Bu akımlardan Osmanlıcılık fikri birçok sebepten iÅŸlerlik kazanamadı. İslamcılık ve Türkçülük hala güçlü damar olarak devam etmekle birlikte ana artere yeni bir akım daha eklendi: Atatürkçülük/Kemalizm. Atatürkçülük diÄŸer akımların kendi varlığını devam ettirmelerine karşın Cumhuriyet’le birlikte kurulan yeni devletin temel fikriyatını oluÅŸturmakta ve iÅŸlevini belirlemektedir.

İslamcılar her ne kadar kıymeti harbiyesi tam olarak bilinmese de milli mücadelenin arka planında esas müessir olmuÅŸ, mücadeleyi bizatihi sevk edip yönlendirmiÅŸ ve bu toprakların İslam yurdu olarak kalması için canlarını vermiÅŸtir. Osmanlı'dan Türkiye Cumhuriyeti'ne geçiÅŸ döneminin baÅŸ aktörü İslamcılık olmasına raÄŸmen Atatürkçülük bu ana arterleri kesmiÅŸ, birçoÄŸunu iÅŸlevsiz hale getirmiÅŸ ve birçoÄŸunu da iptal etmiÅŸtir.

Bunca sadmelere raÄŸmen İslamcılık, İslam’ı tüm hayata ÅŸamil olacak ÅŸekilde yeniden ikame etmenin mücadelesini ve mücahedesini verdi. Her ne kadar İslâmcılığın doktriner bütünlük ifade eden bir tanımı olmasa da genel olarak İsmail Kara’nın yaptığı tanımın daha çok kabul gördüÄŸünü ifade edebiliriz. Kara’ya göre “İslâmcılık, XIX-XX. yüzyılda İslâm’ı bir bütün olarak (inanç, ibadet, ahlâk, felsefe, siyaset, hukuk, eÄŸitim…) ‘yeniden’ hayata hâkim kılmak ve akılcı bir metotla Müslümanları, İslâm dünyasını batı sömürüsünden, zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten, taklitten, hurafelerden kurtarmak, medenileÅŸtirmek, birleÅŸtirmek ve kalkındırmak uÄŸruna yapılan aktivist ve eklektik yönleri baskın siyasî, fikrî ve ilmî çalışmaların, arayışların bütününü ihtiva eden bir düÅŸünce ve harekettir.”

Burada İslamcıların kendilerini -birkaç kiÅŸinin tanımı hariç- tanımlamamaları dikkati calibtir.  Aslında İslamcılığın tanımlarını İslamcı olmayanların yapması taaccüp edilecek bir durumdur. Burada ÅŸaşılacak ÅŸey İslamcıların dışındakilerin tanımlamaları deÄŸil bizzat İslamcıların muktefa bir tanım yapmamasıdır. Çünkü siz kendinizi tanımlamazsanız baÅŸkaları sizi tanımlar ve “siz ne olduÄŸunuzu temsil edemez iseniz ne olmadığınızı anlatmak zorunda kalırsınız.” Bu da yanlışları düzeltmekten doÄŸruları inÅŸa etmeye imkân tanımayacaktır.

Yine İslamcılık tanımlarına baktığımızda İslamcıların ilk dönemlerindeki kalkış-hareket noktalarından ziyade daha geniÅŸ ve kapsayıcı bir tanım yapıldığını görüyüz. Halbuki ilk dönem İslamcıların mümeyyiz vasfı devleti kurtarmaktır. Yani İslam’ı siyasal olarak tekrar hâkim kılmaktır denilebilir. Ki bu da o dönem için pek anlaşılabilir bir durumdur. Dikkat edilirse burada ki İslamcılığın daha çok Panislamizm olarak iÅŸlev gördüÄŸü ifade edilebilir. Zira ülke bilfiil iÅŸgal altında iken yapılacak ilk ÅŸey onu korumak ve kurtarmaktır.

Ayrıca muayyen tanımların içinde İslamcıların ana omurgasını teÅŸkil eden ümmetçilik, ıslahçılık, ÅŸura, istiÅŸare, teÅŸkilatlanma ve yerlilik gibi kavramlara rastlanmaması mezkûr tanımların tekrar gözden geçirilmesini zaruri kılmaktadır.

Buradan hareketle yine İslamcılığı salt siyasi söylem veyahut ta siyasal İslam ile eÅŸitleme çabası aynı zamanda içinde art niyet barındıran bir çabanın adıdır. Çünkü Kara’nın da ifade ettiÄŸi gibi “İslâmcılık siyasal olana, siyasete, aktivizme indirgenemez, bu indirgeme birçok ÅŸeyi görmeyi engeller. Oryantalistler bunu bilerek ve bir sebebe mebni yapıyorlar ve Müslüman ülkelerin okumuÅŸ yazmışlarını da ciddi ölçüde etkiliyorlar.”

İlk nesil veyahut ta ilk dönem İslamcılık diye adlandırılabilecek İslamcılık, II. MeÅŸrutiyetten hilafetin ilgası dönemleri arasında siyasi birlik üzerinde durmuÅŸ ve onu temin etmek için mücadele etmiÅŸlerdir.

Ana fikir, devleti aliyi ve Müslümanları batmaktan kurtarmaktır.  Bu bakımdan “Osmanlı’nın zayıflaması ve kolonyalist Batı tecrübesinin dünyayı çevrelemesi neticesinde “ne yapsak, nasıl yapsak?” diyerek dünyanın farklı coÄŸrafyalarındaki Müslüman aydınların ortaklaÅŸa akıl yürütüp aÅŸağısını yukarısını belirledikleri, biraz kırık dökük, biraz yarım yamalak bir defansa çekilme hamlesidir. Müslümanların üzerine çekirge sürüsü gibi üÅŸüÅŸen Batıyı önce durdurmanın, sonra Batı ile İslam dünyası arasında açılan makas farkını eÅŸitlemenin, en sonunda da Batıyı yenmenin hesaplarını yapan bir politik hamle biçimidir.”

Bu dönemin öncü ÅŸahsiyetleri arasında ÅŸu isimler sayılabilir; Åžehbenderzâde Ahmed Hilmi, Said Halim PaÅŸa, Mehmed Âkif, Mustafa Sabri, Ferit Kam, Mehmet Ali Ayni, İsmail Fenni ve Said Nursi.

İkinci nesil İslamcılık ise, 70-80’li yılların Türkiye’sinde kendini devletçi, milliyetçi ve muhafazakâr geçmiÅŸinden mümkün mertebe arındırıp daha saf ve rafine bir İslam arayışını ifade etmektedir. Sorun İslâm’ın hakikatinden uzaklaşılmış olmasıdır; ÅŸu hâlde çözüm de İslâm’ın hakikatine dönmekle yani Ä°slamlaÅŸmakla olacaktır. Bu da ÅŸöyle formülüze edilmiÅŸtir: Kabahat İslam’da deÄŸil, Müslümanlardadır. Bu anlamda İslamcılık bir öze dönüÅŸ hareketidir.

Bu dönemde İslamcılık bir önceki temel tezleri genel olarak devam ettirmekle birlikte mevcut rejimlerle kavga etmenin ve onları izale etmenin mücadelesine giriÅŸtiler. Ä°slâm Devleti teorisi, Müslümanların içine düÅŸtüÄŸü bütün dertlerin devası olarak görülüyordu. Ä°slam Devleti verilen mücadelenin yegâne motivasyon kaynağıydı. Bu dönemde genel yaklaşım olarak “devlet bizim fakat başındakiler bizden deÄŸiller” fikri hâkimdi. Bundan dolayı İslam yoÄŸun bir ÅŸekilde siyasi okumaya tabi tutuldu ve ideolojik saiklerle yorumlandı. Örnek olarak Mevdûdî’nin “Namazın, orucun, zekâtın ve haccın farz ibadetler olmalarının bir sebebi budur. Ancak bunlar sırf ibadet deÄŸildir. Bilakis bunlar insanı asıl ibadete hazırlamaktadır. Sanki o asıl ibadet için gerekli ve kaçınılmaz bir eÄŸitim süreci gibidirler.” demektedir. Ve baÅŸka bir yerde ise asıl ibadet ile kastını daha bariz ifade etmektedir: “Namaz, oruç…adli iktidarı üstlenmeye hazırlık ve idmandır.”

Bu dönemin öncü ÅŸahsiyetleri arasında ÅŸunları sıralayabiliriz; Mevdûdî, Hasan el Benna, Seyyid Kutup ve Ali Åžeriati.

Üçüncü nesil olan İslamcılığın ise, 80’li yıllardan baÅŸlayıp Ak Parti iktidarı ile birlikte gelinen süreçte, muhafazakarlık, radikallik ve siyaset arasına sıkışmışlıktan çıkış olarak eÄŸitim, kültürel faaliyetler, sivil toplum kuruluÅŸları ve medeniyet perspektifini dikkate alan bir paradigma ile yeniden konumladıkları görülmektedir. Bu açından bu dönem bir muhasebe dönemidir.  Öncelik olarak Ä°slami bir devlet hedefinden ziyade demokratik, laik düzen içinde dindar bir toplumun oluÅŸturulması anlayışına geçilmiÅŸtir. Siyasi olarak ise devlet aklının İslamileÅŸmesini temin etmenin yollarına baÅŸvurulmuÅŸtur. Zira görece iktidarda onlar vardır ve onların aklının ıslahı devlet aklının da ıslahı anlamına gelecektir. Fakat Ak Parti iktidarları boyunca ortaya konulan tablo İslamcılığın iddialarının gözden geçirilmesine ve toplumsal vasatta itibarını zedelemesine neden olmuÅŸtur. Ak Parti iktidarının İslamcılıkla özdeÅŸleÅŸmesi neticesinde iktidarın her yanlışı İslamcılığın hanesine yazılmaktadır. Dolaysıyla İslamcılığın ya da İslamcıların üzerinde kalan bu yük ile ne yapacakları ve nasıl baÅŸ edecekleri ise hala belirsizliÄŸini korumaktadır.

Gelinen noktada İslamcılığın içinde bulunduÄŸumuz toplumda söylem ve eylem gücünü kaybetmeye doÄŸru gittiÄŸi gözlenmektedir. İslamcılık vaktiyle bir toplumun kurtuluÅŸ reçetesi olarak sunulduÄŸu taksimdeki yerinden edilmiÅŸ ve artık bazı sivil toplum kuruluÅŸlarının dillendirdikleri mahdut bir ideoloji fikrine dönüÅŸmüÅŸtür.

Bütün bu eksikliklere raÄŸmen İslamcılık “küre”sini eleÅŸtiren eski sakinlerinin teklif ettikleri küre ise “küresizlik.” Bir nevi köksüzlük denilebilir buna. Zira bu “küre”nin eski sakinleri artık deist, agnostik, ateist ve hümanist adreslerde demirledikleri görülmektedir.

Sonuç itibariyle Müslümanların her devirde yaÅŸadığı birçok farklı krizler ortaya çıkmış fakat bu krizleri atlatacak sahih kaynakları ve dinamik bir düÅŸünce dünyaları da olmuÅŸtur. 

Åžimdi asıl ve can yakıcı soru, bu saatten sonra İslamcılık, içinde bulunduÄŸu krizden çıkacak ve büyük ajandasını yürütecek enerjiyi yeniden kendisinde bulabilecek mi?

*Bu makalede ifade edilen fikirler yazara aittir ve İslam DüÅŸüncesi'nin editoryal duruÅŸunu yansıtmayabilir.

Yorum Yapın