Cevat Özyurt: Batılı modernist paradigma zaman ve mekan kibrinin/faşizminin ifadesidir

  • PaylaÅŸ:
  • Tarih: 10 Ocak 2025     Y: Cevat Özyurt    Yazdır
img
Cevat Özyurt: Batılı modernist paradigma zaman ve mekan kibrinin/faşizminin ifadesidir

İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi? ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir? Ä°slam DüÅŸüncesi sitesi olarak daha bir çok soruyu, "ModernleÅŸme" dosyasında Prof. Dr. Cevat Özyurt'a sorduk.

1. Modern, modernite, modernleÅŸme ve modernizm gibi aynı kökten üretilen birçok kavram bizim zihin dünyamızı oldukça meÅŸgul etmekte. Bu kavramların ve modernleÅŸmenin tarihi arka planı hakkında ne söylemek istersiniz.  Bu baÄŸlamda modernleÅŸmenin Batı tarihinde bir kesitle özdeÅŸleÅŸtirilmesi ve farklı modernleÅŸme türleri hakkındaki düÅŸünceleriniz nelerdir?

Modern, modernite, modernleÅŸme ve modernizm kavramları özü itibariyle ÅŸimdiki zamanı ve geleceÄŸi deÄŸerli kılan ilerlemeci/evrimci tarih anlayışıyla ilintili bir söylemler ve uygulamalar sürecini imler. Batı dünyası söz konusu olduÄŸunda bunun iki önemli anlamı bulunmaktadır. Birincisi Rönesans hareketiyle kilisenin bilgi tekeline son verilmiÅŸtir. İkincisi Protestanlık yorumuyla Hıristiyan dünyası o ana kadar mesafeli durduÄŸu bu dünya hayatını meÅŸru görmeye baÅŸlamıştır. Rönesans ve Reform hareketlerinin ardından 18. yüzyılda Fransa eksenli Aydınlanma Felsefesi, hakikati kavramanın sadece bireysel akıl aracılığıyla mümkün olacağı tezini öne sürerek, geleneksel kurumlara karşı radikal eleÅŸtirel bir tutum sergilemiÅŸtir. 19. yüzyılda modern sosyal bilimlerin geliÅŸimiyle 18. yüzyılın felsefi aklı da sorgulanmaya baÅŸlayarak hakikat ampirik alana sıkıştırılmış ve modern birey veya modern kurumlar deneyim, çıkar, baÅŸarı, kalkınma, ilerleme politikaları/stratejileri gibi ahlaki içerikten yoksun ilkelerle hareket etmeye baÅŸlamıştır. Modernitede sürgünler, katliamlar, soykırımlar, ırk ayrımcılığı ve doÄŸaya yönelik ÅŸiddet bilimsel verilerle desteklenmeye çalışılmıştır. Yeni bir hayat ve yeni bir uygarlık vaadinde bulunan modern düÅŸünce geleneksel toplumdaki adalet ilkesinin yerine eÅŸitlik ilkesini yerleÅŸtirerek demokrasi ve insan hakları kültürünün geliÅŸimine önemli katkılarda bulunmuÅŸtur. Ancak modern demokrasi ve insan hakları kültürü bireyin arzularını ve deneyimlerini öncelik verecek biçimde yorumlandığında toplumsallığın sonunu, insanlığın sonunu, ekolojik anlamda ise dünyanın sonunu getireceÄŸi yönünde yeni endiÅŸeler ortaya çıkmıştır. Modernitede özellikle bilimsel bilginin üretime uyarlanmasıyla birlikte maddi uygarlık düzleminde ilerlemelerin saÄŸlandığı tartışmasız ortadadır. Ancak bu maddi ilerlemeler insanlar ve toplumlar arasındaki çatışmaların, savaÅŸların, yıkımların, suçların ortadan kalkması yönünde olumlu bir etki yapmamaktadır. Ayrıca bilim ve teknolojinin geliÅŸimiyle üretilen yeni nesnelerin insanlar ve çevre üzerindeki yıkıcı potansiyelinin artarak devam ettiÄŸi gözlemlenmektedir. BaÅŸlangıçta yeni olan her ÅŸeyi heyecanla alkışlayan homo modernicus’un kafası giderek karışmaya baÅŸlamıştır. Åžimdilerde ilerleme ilkesi yerini sürdürülebilir ilerleme ilkesine bırakmaktadır. Sürdürülebilir ilerleme ilkesi moderniteye sınırlandırmanın bir göstergesi olduÄŸu kadar, modernitenin kendi pratikleri üzerine düÅŸünümselliÄŸinin bir göstergesi olarak da okunabilir.  Burada son tahlilde ilerleme ilkesinin deÄŸerli olduÄŸu görülür.

20. yüzyılın ilk yarısında insanlık modernliÄŸin bir dizi ÅŸokları ile karşı karşıya kalmıştır. Nükleer silahlar, kimyasal silahlar, biyolojik silahlar, Nazizm ve Stalinizm gibi totaliter sistemler, ideolojik sürgünler-kamplar-imhalar, ekonomik krizler, yeni salgın hastalıklar… 20. yüzyılın ikinci yarısına gelindiÄŸinde sosyal bilimlerde modernliÄŸin muhasebesini yapmak olaÄŸan bir olgu halini almıştır. BaÅŸtaki ifadelere dönecek olursak modernitenin alametifarikası ilerlemeci, evrimci ve gelecek yönelimli bir tarih anlayışıdır.  Yarının dünden daha insancıl olacağına mutlak olarak inananlar varolduÄŸu sürece homo modernicus var demektir. 

Sorunun ikinci kısmında yer alan “farklı modernite türleri” üzerine ÅŸunları söyleyebiliriz. Batı modernitesi meÅŸru kolektif kimlik unsuru olarak din karşısına kültürü yerleÅŸtirmiÅŸtir. Ancak yeni bir hayatı inÅŸa etmek adına geleneksel olana karşı reddi mirasçı bir tutum sergileyen modern insan, Cemil Meriç’in vurguladığı gibi, geleneÄŸi yok etmekle dinden uzaklaÅŸtığı gibi kültürden de uzaklaÅŸmıştır. Batı toplumlarında kültürün tarihi iki veya üç asırlık bir olgudur. Batı toplumları dâhili kültür kıyımı politikaları uygulayarak kendini kültürden arındırmakla evrensel bir model haline geldiklerini varsaymaktadır. Bu varsayım zorunlu olarak modernleÅŸme sürecini batılılaÅŸmayla iliÅŸkilendirir. Batı modernitesi kendi coÄŸrafyasında uyguladığı kültür emperyalizmini, dünyayı uygarlaÅŸtırma misyonu çerçevesinde öteki coÄŸrafyalara da uygulayacak harici kültür emperyalizmini de gerçekleÅŸtirmiÅŸtir.

Farklı modernitelerden söz edebilmek hem mümkün hem de deÄŸildir. ÖrneÄŸin Tanzimat döneminde Ahmet Cevdet PaÅŸa ahkâmın ruhu ile zamanın ruhunu kaynaÅŸtırmak zaruretinden söz ettiÄŸinde iki ÅŸeyi net olarak ortaya koymuÅŸtur: Toplumsal sorunların çözümünün Batı düÅŸüncesinde ve kurumlarında olmadığını gösterir. Toplumsal sorunların çözümünde Osmanlı’daki mevcut kurumların ve usullerin iÅŸlevini kaybettiÄŸini bu nedenle yenilenmeye ihtiyacı olduÄŸunu gösterir. Ahmet Cevdet PaÅŸanın yenilik arayışı onu moderniteye açık hale getirirken, kadim deÄŸerlere yaptığı vurgular ise modern düÅŸünce ve kurumlara karşı mesafeli yaklaÅŸtığını gösterir. Modernite bütüncül olarak yeni bir dünya görüÅŸünü ifade ediyorsa PaÅŸa modernist deÄŸildir, ancak moderniteden bilim ve teknolojinin ürünü olan yeni nesnelerden ve usullerden yararlanma anlaşılıyorsa PaÅŸa modernliÄŸin kaçınılmazlığını savunmuÅŸtur. Ahmet Cevdet PaÅŸa’nın ÅŸahsı için söylediklerimiz, sıklıkla farklı modernleÅŸmeye örnek gösterilen Japon toplumu/devleti için de geçerlidir.  Alternatif modernite örneÄŸini oluÅŸturacak kiÅŸiler, hareketler ve toplumların Batı felsefesinden ve sosyal bilimlerden ziyade mühendislik ve fen bilimlerine öncelik vermiÅŸ olması, farklılığı anlamak için önemli bir kriter gibi görünmektedir. Bu baÄŸlamda Nilüfer Göle’nin Mühendisler ve İdeoloji adlı Türkiye’de farklı modernlik olgusunu analiz eden öncü çalışması, Mehmet Akif’in umut ettiÄŸi Asım’ın neslinin gerçekliÄŸe dönüÅŸtüÄŸünü göstermesi açısından önemlidir. 

2. İslam dünyasının modernleÅŸme ile olan hikâyesini nasıl okuyorsunuz? Bu gün bu hikâyenin neresindeyiz?

İslam dünyasının modernleÅŸme ile hikâyesi iki olgu üzerinden açıklanabilir: Birincisi yeni ürünlere açık olup olmama durumu, ikincisi ise farklı kültürlerle, düÅŸüncelerle etkileÅŸime açıklık olup olmama durumudur. İslam coÄŸrafyasına baktığımızda kültürel tutuculuÄŸu bir yaÅŸam tarzı veya dini yaÅŸam biçimi olarak belirleyenlerin oranının çok az olduÄŸu görülür. Geleneksel tutuculuk tarzını benimseyenler gittikçe marjinalleÅŸmektedir. Bu arada son yıllarda Arabistan’ın bu geleneksel tutucu tarzı devlet politikası olarak yürütmekten uzaklaÅŸtığı görülmektedir. Selefi gurupların dinsel ritüellerle iliÅŸkili tutuculuÄŸu devam etse de yeni teknolojilere kökten karşıt bir tutum içinde olmadıkları da bilinmektedir. Genel çerçevede İslam dünyasında bir dönem eÄŸitimli elitlerin Batılı modernite örneÄŸinde görülen gelenekle ve tarihle manevi baÄŸları koparma eÄŸilimi 20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflamaya baÅŸlayıp yerel, kültürel ve dinsel kimlik yeniden güçlenme sürecine girmiÅŸtir. Nihai olarak İslam dünyası-modernite iliÅŸkisi taklit veya reddetme ikileminden kurtularak yeniden yorumlama veya uyarlama iliÅŸkisine dönüÅŸmüÅŸtür diyebiliriz.

3. İslami Hareketler ve İslamcılar ile modernleÅŸme arasında kurulan iliÅŸkiler ve çatışma noktaları hakkında oluÅŸan literatür hakkında sizin kanaatleriniz nelerdir? Ä°slamcıların İslam dünyasındaki modernleÅŸmenin ana aktörü olduÄŸu İslamcılığın da modernleÅŸmenin bir sonucu olduÄŸu söylemi hakkında siz neler düÅŸünüyorsunuz? 

Modernite öncesinde öncüllerini bulmak mümkün olsa da İslami hareketler, bir kitle hareketi olduÄŸu ölçüde modern bir olgudur denilebilir. DiÄŸer sosyal/siyasal hareketler gibi İslami hareketlerin kitleselliÄŸini matbaanın geliÅŸmesi, okur-yazarlık oranının artması ve kitle iletiÅŸim araçlarının yaygınlaÅŸmasıyla açıklamak mümkün. DiÄŸer taraftan modern demokrasi ve insan hakları kültürünün geliÅŸmesi İslami hareketlere siyasal meÅŸruiyet saÄŸlayan bir unsurdur. İlk zamanlar emperyalist ve hegemonya politikalarına karşı tepki olarak ortaya çıkan İslami hareketler, yakın zamanlarda daha çok askeri ve otoriter yönetimleri hedef almaktadır. İslami hareketler muhalefet sürecinde demokratik kurumlardan, deÄŸerlerden ve söylemlerden yararlanmakla birlikte, güç elde ettiklerinde veya iktidara geldiklerinde demokrasi kültürünü geniÅŸletip geniÅŸletmeyecekleri konusunda açık ve net bir stratejiye sahip görünmemektedir. Genel olarak devrimci hareketlerin söylem ve eylemleri arasındaki tezatlıkların büyüklüÄŸünü dikkate aldığımızda İslami hareketlerin siyasal baÅŸarıya ulaÅŸtıklarında farklı inanç ve kültür unsurları ile olası muhalefete karşı nasıl bir tutum sergileyeceÄŸi konusu belirsizliÄŸini korumaktadır. Bu alanda Aliya İzzetbegoviç’in Bosna-Hersek’te uyguladığı politika İslami hareketlerin demokrasi kültürünü içselleÅŸtirebileceÄŸine dair en pozitif örneÄŸi oluÅŸturur. Buna raÄŸmen maalesef İslami hareketlerin pragmatist ÅŸiddet ve terör eylemlerine yatkın olduÄŸuna dair örnekleri de görmekteyiz. Korku kültürü, hakikati yaymaz, gölgeler. İslami hareketlerin dönüÅŸümü ve demokratikleÅŸmesi hem bu hareketlerin kendi aşırılıklarını sorgulamalarına hem de İslam dışı çevrelerin ve toplumların İslam-siyaset iliÅŸkisini anlamaya dair çaba göstermesine baÄŸlıdır. İslami hareket geçmiÅŸte İslam dünyasındaki madunların bir varoluÅŸ hareketi niteliÄŸinde idi, hareket bu aÅŸamadan İslami deÄŸerleri temsil etme ve ötekilerle paylaÅŸma aÅŸamasına doÄŸru evrildiÄŸi ölçüde baÅŸarılı olacaktır. BaÅŸlangıçta siyasal kurtuluÅŸ hareketi niteli belirgin iken, yakın zamanlarda bir medeniyet hareketi olduÄŸuna dair görünümler almaktadır. Bu durum bazı sosyal bilimciler tarafından siyasal İslam’ın sonu olarak adlandırılmaktadır. Aynı durumu İslami hareketlerin siyasal devrim taleplerinin zamanla geniÅŸleyerek sosyal ve kültürel devrimi inÅŸa etme arayışına dönmesi olarak da yorumlamak mümkündür. Bir siyasal iktidar hareketi olarak İslami hareketler ile bir uygarlık hareketi olarak İslami hareketler arasındaki iliÅŸki ve farklılığın kapsamlı biçimde analiz edilmesi gerekmektedir.  

İslami hareketlerin, sivil toplum kuruluÅŸları, insani yardım, okur-yazarlığın yaygınlaÅŸtırılması, kurumsal eÄŸitime ilgi, biliÅŸim teknolojilerinin kullanımı, küreselleÅŸen dünyada sosyal aÄŸlar oluÅŸturma, kadınların kamusal hayata girmesi gibi birçok alanda modern bir görünüm arz ettikleri gözlemlenmektedir. Burada modern unsurlar bir amaç mı edinilmiÅŸ yoksa dini yaÅŸama ve hareketi baÅŸarılı kılma sürecinde yararlanılabilecek bir araç olarak mı görülmüÅŸtür anlamak gerekir. İslami hareketler demokratik yollarla siyasal iktidarı elde etme imkânlarının küresel oyun kurucular tarafından bloke edildiÄŸini gördüklerinde siyasal eylemler yerine sosyal eylemlere yönelmeleri onların birçok ülkede toplumsal alana kök salmaları sonucunu doÄŸurmuÅŸtur.  

4. Gelenek ve modernlik birbirine muhalif söylemler midir? İslamcılar gelenek ve modernlik denklemini doÄŸru bir ÅŸekilde formüle edebildiler mi?

Yukarıda açıkladığımız gibi. Gelenek ve modernlik yüzyıllardır birbirine muhalif söylemler olarak kurgulanmıştır. Ancak günümüzde modernistlerin önemli bir kısmı klasik modernizm anlayışını devam ettirmenin imkânsızlığını görmüÅŸlerdir; gelenekçiler ise modernitenin ürünlerine, kurumlarına ve yöntemlerine duyarsız kalarak var olmalarının imkânsızlığını görmüÅŸlerdir. Gelenekçiler modernliÄŸe yakınlaşırken, modernistler de manevi, dinsel ve tarihsel unsurlara karşı tavır almanın insanı yabancılaÅŸtırıcı sonuçlar doÄŸurduÄŸunu gözlemleyip, katı tutumlarını esnetmiÅŸlerdir. Bu durumu birçok sosyal bilimci post-modernite olarak adlandırmaktadır. Müslümanlar için post-modernite bir bakıma hâkim ötekileÅŸtirme söylemleriyle daha az karşılaÅŸmak anlamına gelir. Dün kendisi hakkında söz söyleme hakkı tanınmayan madunların ÅŸimdi kendisi hakkında seçimlerde bulunma hakkına saygı duyulmaya baÅŸlandığını gösteren yeni bir süreç de diyebiliriz. Ancak post-modernitenin öteki yüzünde bireysel deneyimlerin ve bireysel seçime dayalı yaÅŸam tarzlarının dokunulmazlığının yer alması yeni süreçte insan iliÅŸkilerinde ve kamusal hayatta ahlakı hızla erozyona uÄŸratmaktadır. Modern dönemde dinlerin ötekilerin siyasal haklarına ne kadar saygılı olacağı büyük bir merak konusu ve korku kaynağı olmuÅŸtur, günümüzde ise dinlerin cinsel tercihler de dâhil olmak üzere bireysel seçimlere ve kiÅŸi haklarına ne kadar saygılı olacağı büyük merak konusu olmuÅŸtur. Dinlerin sosyal ve siyasal alanda varlık göstermesi konusunda takıntılı görünmeyen Post-modernistler günümüzde sınırsız kiÅŸisel seçimleri sorgulayan dini ve kültürel kimliklerin/hareketlerin hoÅŸgörü katsayısını eksik bulduklarında aniden bu kimlikleri ve hareketleri dışlayan bir tutum takınabilmektedirler. Günümüzde Batı dünyasında yaygınlaÅŸan din korkusu ve islamofobi gibi olguların temelinde ultra özgürlükçü post-modern tutumun bulunmasını fark etmek, yeni çatışmanın zeminini anlamak açısından önemlidir.

İslamcılar Ahmet Cevdet PaÅŸa gibi ahkâmın ruhu ile zamanın ruhunu uyumlu hale getirme iddiasını devam ettirmektedirler. Mehmet Akif yüzyıl önce İslam toplumlarının varoluÅŸ sorununun İslam dünyasına ait olan fazilete ve Batı toplumlarına ait olan marifete sahip olmakla mümkün olacağını belirtmiÅŸtir. Ancak Akif medeniyet kimliÄŸini belirleyen unsurun fazilet olduÄŸunu belirterek bilimsel ve teknolojik modernleÅŸmeye açtığı kapıyı Batı toplumlarının manevi deÄŸerlerine kapatmıştır. Post-monernite mutlak paradigmaların yerini çoklu paradigmalara bıraktığı bir süreçtir. Bu nedenle 1980’lerden itibaren Batı-dışı modernitelerden söz etmek sosyal bilimlerde moda haline gelmiÅŸtir.     

5. Wael Hallaq'ın da üzerinde durduÄŸu gibi İslam, modernleÅŸme dışı bir alternatif olma özelliÄŸini koruyor mu? İslami hareketlerin ya da İslamcıların bu baÄŸlamdaki yetenekleri nelerdir?

Kadim ilkelere ve deÄŸerlere sahip bir din olarak İslam modernizm dışı bir alternatif olma potansiyeline sahiptir. Ancak İslam’ın modernizme alternatif olması modernite içinde yer almaması veya modernitenin her bir unsuruna karşıt olması anlamına gelmez. Hz. Muhammed nasıl kendi döneminin aşırılıklarını sorgulamış ise İslamcı hareketler de modernliÄŸin aşırılıklarını sorgulayarak itidal arayışına katkıda bulunabilir. Bu İslam’ın modernleÅŸmesinden ziyade modernitenin İslamileÅŸtirilmesi anlamına gelir. Hallaq, İslami mefhumlar ve kurumlar üzerine özgün yorumlar yapmaktadır. Bunu İslami rönesans, diriliÅŸ, ihya çabası olarak görebiliriz. Ancak bu çaba nihai olarak elitist bir çabadır. Din ise cemaat veya hareket iÅŸidir. DüÅŸünce önemli olduÄŸu kadar, icma da önemlidir. Bu nedenle dinin esas taşıyıcısı ve koruyucusunun cemaat (ümmet) olduÄŸunu varsayan Sünnilikte Hallaq ve diÄŸer düÅŸünürlerin yorumlarının doÄŸruluÄŸunu ve tutarlılığının ümmet tarafından test edilmesi gerekir. Aliya İzzetbegoviç’in düÅŸüncesi İslam’ın hayat dini olduÄŸunu hatırlatmaya yoÄŸunlaÅŸmıştır. Yeni yorumların, Müslümanların imanlarına karşı samimiyetlerini koruyarak yaÅŸam imkânlarını artırdığı ölçüde kabul görebileceÄŸini söyleyebiliriz. Bu baÄŸlamda Müslümanların modern olmak problemi olamayacağı gibi modernite karşıtı olmak gibi bir problemi de olamaz. Müslümanın zamana uyum saÄŸlaması ve zamanın imkânlarından yararlanması, ancak zamanı putlaÅŸtırmamakla mümkündür. Müslümanlar modern görünümlere sahip olmakla birlikte modernist olamaz.  

6. ModernleÅŸme ve emperyalizm arasında ne tür bir baÄŸ vardır? Bu baÄŸlamda Osmanlı ve Türkiye modernleÅŸmesi bu süreçten ne kadar etkilendi? Türk modernleÅŸmesinin ayırt edici özellikleri nelerdir?

Batılı modernist paradigma zaman ve mekan kibrinin/faÅŸizminin ifadesidir. Zaman kibri/faÅŸizmi insanlığın modernite öncesindeki tüm birikimini ve deÄŸerlerini yadsır. Mekân kibri/faÅŸizmi ise Batı dışındaki toplumlarda deÄŸer verilebilecek herhangi bir ÅŸeyin bulunmadığını varsayar. Modern batılı toplumlar akılcı, evrensel, evrimleÅŸmiÅŸ, ileri ve insani olan ne varsa onu tekeline almıştır. Batı dışı toplumlar “barbar” ve “ilkel” kalmış ötekilerden oluÅŸur. Modernist paradigma batılı devletlere ötekileri insanileÅŸtirme ve uygarlaÅŸtırma misyonu verir. Bu kibirli yaklaşım Batılıların öteki ile iliÅŸkisinde her türlü davranışı meÅŸrulaÅŸtırır. Batılılar batı dışı bir coÄŸrafyaya vardıklarında orayı boÅŸ alan olarak görmüÅŸlerdir.  Günümüzde de Batılı ülkeler dünyanın farklı coÄŸrafyalarında ülke çıkarlarını koruma adına rahatlıkla saldırı ve savaÅŸ pratiklerine baÅŸvurabilmektedir. Bu batının kendini manevi deÄŸerler alanında üstün veya ahlak üstü aÅŸkın varlık görmesinin sonucudur. DiÄŸer taraftan modernite geleneksel denge toplumlarının yerine daima geliÅŸen, büyüyen rekabetçi toplum anlayışını yerleÅŸtirmiÅŸtir. İnsan-insan iliÅŸkisinin güç iliÅŸkisine indirgendiÄŸi modernitede askeri teknolojilerde ve ekonomik alanda kat edilen geliÅŸmiÅŸlik düzeyi diÄŸer toplumlarla karşılaÅŸmalarda üstün olma imkânı saÄŸlar. İlerleme ve rasyonel yönetim kavramlarının temelinde yatan rekabet anlayışı öteki toplumlara karşı her türlü davranışı ahlakın konusu olmaktan çıkarır.

Osmanlı İmparatorluÄŸu Batı karşısında geri kalmışlığını ilk önce askeri alanda almış olduÄŸu yenilgilerle anlamıştır.  Bu nedenle ilk modernleÅŸme çalışmaları ordunun yenilenmesi, askeri mühendislik gibi alanlarda olmuÅŸtur. Ancak Batılı kurumların, fikirlerin ve ürünlerin cazibesine kapılan insanları bir arada tutmak için Mustafa ReÅŸit PaÅŸa’nın rehberliÄŸinde topyekûn bir modernleÅŸme hareketi diyebileceÄŸimiz Tanzimat hareketi baÅŸlatılmıştır. ReÅŸit PaÅŸa Osmanlı tarzı olan her ÅŸeyin bırakılıp Batı tarzı olanın alınması gerektiÄŸini savunan radikal bir politika tarzı benimser. Ancak bu yeni tarz Osmanlı yönetim bürokratları tarafından kabul görmez. Bu nedenle ReÅŸit PaÅŸa, modernleÅŸme faaliyetlerini yürütmek ve bürokratların muhalefetini hafifletmek için, muhafazakâr bir kimliÄŸe sahip olan Ahmet Cevdet PaÅŸa’nın danışmanlığından yararlanma yoluna giderek sorunu çözmüÅŸ olur. Mustafa ReÅŸit PaÅŸa tarafından Avrupa’ya eÄŸitim için gönderilmiÅŸ olan Åžinasi, yeni edebiyat ve dil anlayışının, sivil gazeteciliÄŸin öncü ismidir. Åžinasi modern düÅŸüncelerini halka yaymak için ve yenilikleri talep eden bir kamuoyu oluÅŸturmak için Tercüman-ı Ahval gazetesini çıkarır. Ancak Åžinasi’nin W. Hugo’dan ödünç aldığı “milletim nev-i beÅŸer, vatanım ruy-i zemin” cümlesi ile özetleyebileceÄŸimiz düÅŸünceleri kitleler tarafından benimsenmez. Onun yanında gazeteciliÄŸi ve modern edebi tarzları öÄŸrenmiÅŸ olan ve Genç Osmanlılar olarak bilinen Namık Kemal, Ziya PaÅŸa ve Ali Süavi Osmanlı’da İslamcı niteliklere sahip düÅŸünce hareketinin baÅŸlatıcısı olmuÅŸlardır. Genç Osmanlıların halkın duygu, düÅŸünce, deÄŸer ve inançlarına empatiyle yaklaÅŸmış olmaları, onların Osmanlıdaki ilk sosyal ve siyasal hareketin merkezi olmalarını ve düÅŸüncelerine sonraki kuÅŸaklar tarafından da deÄŸer verilmesi sonucunu doÄŸurmuÅŸtur. 

7. "ModernleÅŸme sürecinin sekülerleÅŸmeyi zorunlu kıldığı ve bu süreçte sekülerleÅŸmenin dini deÄŸerleri ortadan kaldıracağı iddiası üzerine ne düÅŸünüyorsunuz? Bu baÄŸlamda, modernleÅŸme ve sekülerleÅŸme arasındaki iliÅŸki nasıl deÄŸerlendirilmeli?  Yaygın bir hüviyet kazandırılan sekülerizm paradigması karşısında İslam/Müslümanlar nasıl var olabilir? Bu hususta neler düÅŸünüyorsunuz?

SekülerleÅŸme gündelik hayatta ve kamusal yaÅŸamda dinin görünürlüÄŸünün azalması demektir. Bu olguyu, dua, selamlaÅŸma ve helal-haram emirlerine dikkat etme davranışlarıyla ölçebiliriz. Modernitede sekülerleÅŸme konusunda iki süreç birlikte iÅŸler: KendiliÄŸinden sekülerleÅŸme ve sekülerleÅŸtirme. KendiliÄŸinden sekülerleÅŸme ÅŸehirlerin cemaatlere bölünmüÅŸ yapısının modernitede yok oluÅŸu ve modern kamusal alanın doÄŸuÅŸu, ötekilerle karşılaÅŸmaların yoÄŸunlaÅŸması ve kilisenin cemaat üzerinde kontrolünün zayıflaması ile açıklanabilir.

Evrimci bir ideoloji olarak modernist paradigma insan düÅŸüncesinin tarih içinde geliÅŸtiÄŸini varsayar. GeleneÄŸe kırmızı çizgi çeken modern elitler büyük ölçüde 18. yüzyılda deist ve 19. yüzyılda ateist olmuÅŸlardır. Politik olarak da Fransız Devrimi ile birlikte bir çok ülkede kamusal hayatın dinden arındırılması yönünde baskı uygulanmıştır.

KendiliÄŸinden sekülerleÅŸme ve devlet eliyle sekülerleÅŸtirme süreçleri modernitenin vaat ettiÄŸi iyi toplumun ortaya çıkışı gecikince veya gelmeyeceÄŸi anlaşılınca tersine döner. Bu durum materyalistleÅŸen dünyanın yeniden maneviyata kapı aralaması olarak adlandırabilir. Günümüzde durum çift boyutlu olarak iÅŸler; bir tarafta yeni sekülerleÅŸme eÄŸilimleri ve görüntüleriyle karşılaşırken diÄŸer taraftan de-sekülerleÅŸme yani kamusal hayatın dinselleÅŸmesi olgusuyla karşılaÅŸabiliriz. İçinde bulunduÄŸumuz süreç seküler olan ile dinsel olanın mutlak olarak bir birini dışladığı bir süreç olmaktan çıkmış, onları birarada bulabileceÄŸimiz bir hal almıştır.

Yorum Yapın