İbn Haldun, devletlerin aÅŸamalarını insan ömrünün aÅŸamalarına benzetmiÅŸtir. Onların da tıpkı insanlar gibi doÄŸup büyüdüÄŸünü, yaÅŸlanıp sonunda öldüÄŸünü söylemiÅŸtir. Bu düÅŸünce, çağının dünya devleti olan Osmanlı Devleti için de tahakkuk etmiÅŸtir. Bir beylikten neÅŸvünema bulup kendi çağının zirvesine ulaÅŸmış, nihayet yavaÅŸ yavaÅŸ iniÅŸe geçmeye ve çöküÅŸün seslerini duymaya baÅŸlamıştır. Yani İbn Haldun’un dediÄŸi gibi bir insan gibi doÄŸup, büyümüÅŸ, yaÅŸlanmış ve ölmüÅŸtür.
Bunları yıllarla ifade edecek olursak, öncelikle bir Türk beyliÄŸi iken 1299-1453 yılları arasında belli bir büyüme evresi geçirerek devlet statüsünde varlığını devam ettirmiÅŸtir. 1520 ila 1566 yılları arasında yani Kanunî Sulatan Süleyman zamanında ise zirvedeki yerini almış, Kırım’dan Yemen’e, Kafkaslardan Fas’a, Basra’dan Viyana’ya kadar geniÅŸ bir coÄŸrafyaya hükmetmiÅŸtir. Nihayet 1699 yılında baÅŸarısızlıkla biten II. Viyana kuÅŸatmasından sonra imzalanan Karlofça antlaÅŸmasıyla Batı lehine ilk kez toprak kaybedilmiÅŸtir. Bu bir dönüm noktası olmuÅŸ ve artık bir ÅŸeylerin deÄŸiÅŸtiÄŸi anlaşılmaya baÅŸlanmıştır. Ancak geç kalınmıştır. Zira Avrupa, daha önce yürüttüÄŸü bilim ve yenilik hareketleriyle elde ettiÄŸi teorik bilimsel verileri XVII. yüz yıldan itibaren tekniÄŸe uyarlamıştı. Bu durum XVIII. asırda da devam etmiÅŸti. Bu durum Batının askeri ve teknik anlamda üstünlüÄŸünü ortaya çıkarmıştı. Öte yandan gerçekleÅŸtirilen coÄŸrafi keÅŸifler sebebiyle elde edilen yeni yollar, ticarette de Batının öne geçmesini saÄŸlamıştı. Böylece hem kendi toprakları hem de gönül coÄŸrafyası iÅŸgal ve sömürgeleÅŸme tehdidiyle karşı karşıya kalmış, artık XIX. Asır baÅŸları İslam toplulukları için yenilgi ve küçük düÅŸme dönemi olmuÅŸtu. [1]
Bu tehdit ve küçük düÅŸme dönemi Osmanlı âlim, aydın ve devlet adamlarını harekete geçirmiÅŸ ve bu me’yus gidiÅŸat hakkında tefekkür etmeye baÅŸlamışlardı. Geç kalınmış olsa da bilim, teknik ve askeri bakımdan Batıyı yakalama gayretine girmiÅŸlerdi. Osmanlının bu olumsuz gidiÅŸatını durdurmak için gösterilen bu çabalar bir takım fikri ve siyasi yaklaşımları ortaya çıkarmıştır. Bunlar, Osmanlıcılık, Batıcılık, Türkçülük ve İslamcılıktır.
Osmanlıcılık hariç diÄŸer üç yaklaşım, Osmanlı’nın yıkılmasından sonra günümüze tevarüs etmiÅŸ, fikir siyaset ve dünya görüÅŸü açısından İslam dünyasını etkilemeye devam etmektedirler.
1-Osmanlıcılık:
1789 yılında vuku bulan Fransız ihtilaliyle ortaya çıkan milliyetçilik/kavmiyetçilik düÅŸüncesi, bünyelerinde farklı milletleri bulunduran imparatorlukların parçalanma sürecini hızlandırmıştır. Haliyle bu durumdan Osmanlı imparatorluÄŸu da etkilenmiÅŸtir. Bu çatırdamanın seslerini duyan Osmanlı yöneticileri ve aydınları İmparatorluÄŸun dağılmasını önlemek için çaba göstermiÅŸlerdir. İşte Osmanlıcılık, bu dağılmayı önlemek için ortaya atılmış siyasi bir düÅŸünce akımıdır.
ll. Mahmud'un 1826'da ifade ettiÄŸi, "Ben tebaamın Müslüman’ını camide, Hristiyan’ını kilisede, Musevi’sini havrada fark ederim, aralarında baÅŸka bir fark yoktur" ÅŸeklindeki sözleri Osmanlıcılık kavramının ana ilkesini teÅŸkil eder. Osmanlıcılık fikrini özlü bir ÅŸekilde ifade eden PadiÅŸahın bu sözü, Sadık Rifat PaÅŸa'da "hubb-ı vatan ve millet ve celb-i te'lif-i kulûb"; Mustafa ReÅŸid PaÅŸa'da, "din ve mezhep farkı tebaanın ancak ÅŸahıslarına müteallik bir iÅŸtir"; Fuad PaÅŸa'da "devletin ve ülkenin herkesin eÅŸitliÄŸine dayandırılan birliÄŸi" ve Âli PaÅŸa'da "tebaanın din ve mezhepten baÅŸka hususlarda birbirleriyle kaynaÅŸtırılması" ÅŸeklinde tezahür etmiÅŸtir ve hepsi, "imtizac-ı akvam ve ittihad-ı anasır" tarzında yeni bir “Osmanlı Milleti” oluÅŸturma derdine düÅŸmüÅŸtü.[2]
“Devletin bekasına yönelik siyasî bir tedbir olarak planlanan Osmanlıcılık, devletin meÅŸruiyetini dayandırdığı din temelli geleneksel yapıdan, eÅŸitlik ve hukuk temelli yeni bir yapılanmaya geçiÅŸi” ifade etmektedir. Osmanlıcılık, mevcut yapısının korunması için Devlet’in tebaasıyla iliÅŸkilerinin yeniden düzenlenmesinin düÅŸünüldüÄŸü ve “Osmanlılık” üst kimliÄŸi etrafında, Müslüman, gayrimüslim, Türk, Ermeni, yahudi, Sırp vb. arasında yeni bir aidiyet bağı kurmayı öngören bir düÅŸüncedir.[3]
Bu düÅŸünce etrafında beyin fırtınaları yapılırken Osmanlı devleti hızla çöküÅŸe doÄŸru gidiyordu. Nihayet Osmanlıcılık Osmanlıya çare olamamış, asırların birikimi olan bir takım sebeplerle İmparatorluk yıkılmıştır.
Osmanlıcılık fikri, Osmanlı’nın yıkılmasıyla iddiasını kaybetmiÅŸtir. Hâlihazırda mevcudiyetini koruyan ve belli ki gelecekte de varlığını devam ettirecek olan diÄŸer üç düÅŸünce akımı gibi fiili olarak deÄŸil, sadece tarihi bir bilgi olarak günümüze tevarüs etmiÅŸtir.
Üç Tarz-ı Siyaset (1904)’inde Yusuf Akçura, farklı etnik, dini yapılardan oluÅŸan milletlerin devletten ayrılma yoluna girdiÄŸini[4] ve artık Osmanlıcılık fikrinin uygulanma zemininin kalmadığını ifade etmiÅŸtir. Nitekim Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla da bu düÅŸünce daha somut bir gerçeklik kazanmıştır. Akçura bu düÅŸüncesini “artık Osmanlı milleti meydana getirmekle uÄŸraÅŸmak, beyhude bir yorgunluktur”[5] cümlesiyle iyice vurgulamıştır.
2-Batıcılık:
Batı’nın ilmi, ekonomik, askeri ve teknik bakımdan ilerleyiÅŸini sürdürmesi karşısında gittikçe yıkılmaya yüz tutan Osmanlı devletinin kurtarılması için geliÅŸtirilmiÅŸ ve kendilerine Batıcı denilen bir takım Osmanlı aydınları ve devlet adamları tarafından savunulan bir ideolojidir. Onlar Osmanlı devletinin kurtuluÅŸunun garplılaÅŸmak, muasırlaÅŸmak, medenileÅŸmek yani batılılÅŸmaktan geçtiÄŸini söylerken iki farklı tavır sergilemiÅŸlerdir.
İçtihat ve Mehtap Dergilerinin bayraktarlığında düÅŸüncelerini yaymaya çalışan Abdullah Cevdet ve Kılıçzade Hakkı gibiler, bütün yönleriyle batı deÄŸerlerini almak sosyal, siyasal, askeri ve iktisadi hayata yansıtmak gerektiÄŸini, aksi halde Osmanlının kurtuluÅŸunun mümkün olmayacağını savunuyorlardı. Onlara göre tek bir medeniyet vardır ve o da batı medeniyetiydi. ÇöküÅŸe doÄŸru gidiÅŸin sebebi kendi deÄŸerlerimizdir. AyaÄŸa kalkabilmenin yolu da onları terk etmekle olacaktı. Onlara göre “Toplumsal geriliÄŸimizin müsebbibi dindir”. Bu sebeple dinin toplum hayatı üzerindeki tesirini en alt seviyeye indirmek gerekir. AÅŸrı batıcılar diyebileceÄŸimiz aydınların dillendirdiÄŸi bu düÅŸünceler, toplumsal deÄŸiÅŸim için oldukça sert ve keskin bir dönüÅŸü/irtidadı göstermekteydi.
Batıcı düÅŸünceyi savunanların bir kısmı ise Batı’dan müspet tesir bırakabilecek olan deÄŸerlerin alınmasının lüzumuna inanıyorlardı. Celal Nuri’nin de içinde bulunduÄŸu bu tip batıcılar ise Batının asla gerçek bir müttefik olmayacağını, hiçbir kayıt olmadan tam batılılaÅŸmanın Osmanlı toplumunu batının uydusu haline getireceÄŸini ifade etmiÅŸlerdir.
Batıcılık Osmanlı elitlerinin ortaya koyduÄŸu ve halkın gündemi dışında tartışıp sosyal ve bireysel hayata uygulamaya çalıştıkları bir düÅŸünce idi. Seçkinci ve tepeden inmeci bir karakter arz ediyordu. Bu düÅŸüncelerini tam anlamıyla hayat geçiremeden Osmanlı devleti yıkıldı. Yerine kurulan Cumhuriyet döneminde maalesef, Celal Nuri grubunun endiÅŸeleri gerçekleÅŸti. İslam coÄŸrafyasında tam batıcılığı savunan yönetimler ve bu yönetimlerin desteklediÄŸi aydınlar, Batı’nın bilim ve tekniÄŸini alamamış, sadece kültürüyle ve çürümüÅŸ sosyal hayatıyla yetinmek zorunda kalmışlardı. Ayrıca Batının uydusu olmaktan da kurtulamamışlardı. Cumhuriyet döneminde uygulanan batı tesirli eÄŸitim programlarıyla nesiller dönüÅŸtürülmeye çalışılmış, bunun sonucunda aÅŸağılık kompleksi ve “öÄŸretilmiÅŸ” çaresizlikle kuÅŸatılmış, Batının gücünü kutsayan ve buna paralel olarak kendi öz deÄŸerlerinden uzaklaÅŸan bir toplum zuhur etmiÅŸti.
3-İslamcılık
Osmanlı devletinin birçok bakımdan dağınıklığını toparlayıp yıkılmasını engellemek için zuhur eden fikri ve siyasi akımlardan birisi de İslamcılıktır. XIX. Yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış, “ancak çaÄŸdaÅŸ Türk düÅŸüncesi içerisinde ayrı ve belirgin bir fikir hareketi olarak II. MeÅŸrutiyetten (1908) sonra varlığını devam ettirmiÅŸtir.”[6]
Onu, “kitle iletiÅŸiminin gerçekleÅŸtiÄŸi, okuryazar oranının arttığı yani eÄŸitimin yaygınlaÅŸtığı ve aydın zümrenin doÄŸduÄŸu kültür ortamında dönüÅŸüme uÄŸrayan İslam” [7] diye tanımlayanlar olduÄŸu gibi, “İslam’ın modern siyasal ÅŸekillenmesi”[8] diye yansıtan da vardı.
İslamcılık, Osmanlı Devleti yıkılmadan önce imparatorluÄŸun kurtuluÅŸu için “hilâfet hakkının Osmanlı Devleti hükümdarlarında olmasından faydalanarak, bütün İslâmları söz konusu hükümetin idaresinde siyaseten birleÅŸtirmek”[9] gibi bir misyona sahipti. Osmanlının yıkılmasından sonra ise İslam’ı hayatın her alanına bir bütün olarak yansıtmak ve hakim kılmak isteyen, Müslümanları Batı emperyalizminden ve kültürel tahakkümünden kurtarmayı hedefleyen bir yapıya bürünmüÅŸtür. Bu hedeflerini gerçekleÅŸtirirken hem fikri, hem kültürel hem de hareket boyutuyla ön plana çıkmıştır.
“Muhkem bir sabitesi ve güçlü bir geleneÄŸi olan İslamcılık”[10] bu yönüyle diÄŸer akımlardan farlıdır. Bu farklılığını, Sırat-ı Müstakim ve onun devamı niteliÄŸinde olan SebilürreÅŸad dergilerindeki yayınlarıyla ortaya koymuÅŸtur.
Osmanlını yıkılmasıyla birlikte İslamcılık, artık uluslaÅŸma sürecine girmiÅŸ/girdirilmiÅŸ olan İslam milletlerinin birlikteliÄŸinin hayati önem taşıdığı fikrini ön plan çıkarmış ve bunun köklerini de İslam’ın temel metinlerinden almıştır. Zira İslamcılık fikrini, ümmetin bir araya getirilmesi, güç birliÄŸine sevk edilmesi ve yeniden ayaÄŸa kaldırılması düÅŸüncesi olarak ele alırsak bunun kökenlerinin İslam’ın bizzat kendinden kaynaklandığını söyleyebiliriz.
İslamcılar, İslam coÄŸrafyasının geri kamışlığını, çöküÅŸ halini görüyor, kabul ediyor ancak bunun bizzat İslam’ın kendisinden kaynaklanmadığına inanıyordu. Zira İslam’ın, ferdi, sosyal, kültürel ve siyasal geliÅŸimin önünde tıkayıcı bir din olmadığını bilakis her bakımdan geliÅŸimin önünü açacak kaynaÄŸa ve motivasyona sahip olduÄŸunu biliyorlardı. Binaenaleyh İslam terakkiye mani deÄŸildi.
İslamcı cereyan, yabancı kültürlere ve sömürücü ve yaklaşımlara muhalefet ederken, hikmeti yitik bir mal olarak görüp ondan istifade etme yolunu terk etmemiÅŸtir.
Asırların getirdiÄŸi bir takım problemlerle mücadele edip İslam dünyasına can suyu olmak ve onu yeniden yeÅŸertmek için fikir acısı ve aksiyon çilesi çekmek İslamcılık için kaçınılmaz ve zor bir görevdi.
4-Türkçülük
Osmanlı devletinin kurtulması için çare olarak öne sürülen ideolojilerden biri de Türkçülüktür. Dağılma sürecine giren imparatorluÄŸun bu gidiÅŸatını önlemek için ortaya çıkmış olan Osmanlıcılık ve İslamcılık akımlarının bunu engelleyemeyeceÄŸini düÅŸünerek harekete geçen ve bu zeminde varlık alanı bulan bir akımdır. “..ırka dayanan siyasî bir Türk milleti teÅŸkil etmek”[11], Türk dil, kültür ve siyasi birliÄŸini gerçekleÅŸtirme amacını taşımıştır.
TürkçülüÄŸün ilk kımıldanışları üzerinde bazı dış tesirlerin rolü olduÄŸu söylenmiÅŸtir. [12] Bu tesirlerden birisi Fransız ihtilalinin (1789-1799) sebep olduÄŸu milliyetçilik düÅŸüncelerinin yaygınlaÅŸmasıdır. Bir diÄŸeri Türkologların çalışmalarıdır. GeçmiÅŸte yaÅŸamış ve günümüzde yaÅŸayan Türk halklarının dil, kültür, edebiyat, tarih ve etnik yapılarını incelemeyi konu edinen oryantalist bir çalışma olan Türkoloji, ilk kürsüsünü 1795'te Paris'te kurmuÅŸtur. Bunu, 1814 yılında Moskova’da, 1821 yılında Paris’te kurulan ve 1906 yılında Londra’da kurulan Türkoloji kürsüleri takip etmiÅŸtir. Buralarda yapılan çalışmalar dergilerde, bilimsel eserlerde yayınlanarak bir akımın doÄŸup beslenmesine sebep oldu.
Osmanlı’nın yıkılmasını önlemeye dönük arayışlardan birisi olan Türkçülük, Edebiyatla baÅŸlamış, ilmi çalışmalarla devam etmiÅŸ ve zamanla siyasi bir kimlik kazanmıştır. Türk Yurdu dergisi bu düÅŸünceni en önemli yayın organı olmuÅŸtur.
TürkçülüÄŸün önde gelen savunucularından Yusuf Akçura, bu akımın ne Osmanlı devletinin menfaatine ne de İslam menfaatine uygun düÅŸmeyeceÄŸini zira İslam toplumunu Türk ve Türk olmayan ÅŸeklinde ikiye bölerek zayıflatacağını söyler. Ona göre bu durum Osmanlı’nın Müslüman tebaası arasına nifak sokup devletin kuvvetsizleÅŸmesini mucip olacaktır.[13]
Nitekim bu akım da Osmanlı Devletinin yıkılmasına çare olmamış ama fikri bir damar ve siyasi bir akım olarak Osmanlı’dan günümüze tevarüs etmiÅŸtir.
[1] Bak Bernard Lewis, Modern Türkiyenin DoÄŸuÅŸu, 323.
[2] Bak. Azmi Özcan, “Osmanlıcılık”, Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, İstanbul, 2007,XXXIII, 485.
[3] Bak. Azmi Özcan-Osman Gündüz, https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/islamcilik (EriÅŸim Tarihi: 21.02.2025)
[4] Yunanistan 1828’de, Bulgaristan ve KaradaÄŸ 1878’de, Sırbistan 1882’de Osmanlıdan ayrılmıştır.
[5] Yusuf Akçura, Üç Tarz-ı Siyaset, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1976, s. 31.
[6] İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık DüÅŸüncesi, Dergâh Yayınları, İstanbul, 2014, I,9
[7] Mümtazer Türköne, Siyasi İdeoloji Olarak İslamcılığın DoÄŸuÅŸu, İstanbul, 1991, s. 31.
[8] Lewis, 341,
[9] Akçura, 19.
[10] Kamil Ergenç, Modern KliÅŸelerin Gölgesinde İslamcılık, Hareket <yyınları, İstanbul, 2018, s. 33.
[11] Akçura, 19.
[12] Hilmi Ziya Ülken, Türkye’de ÇaÄŸdaÅŸ DüÅŸünce Tarihi, Ülken yayınları, İstanbul, 1998, s. 209
[13] Akçura, 26.